• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ

3.3. Liberal Demokrasi ve İnsan Hakları

3.3.5. Faydacılık Teorisi, Liberalizm ve İnsan Hakları

Bir yandan Aydınlanma Felsefesinin bireyciliği20, diğer yandan da liberalizmin belirlediği 19. yüzyılın ticari hedefleri liberal anlayışın yükselişini sağlamıştır. Özellikle John Locke’un mülkiyeti doğal haklar ile birlikte değerlendirişi, liberallerin bu doğal hakların takip edilmesine izin veren bir yönetim arayışına yön verir (Tunçel, 2008: 45). Klasik liberal teorinin, özellikle Locke’un doğal hukuk teorisi ve devletin varoluşundan önce ve devlet erkinin üstünde yer aldığı düşünülen doğal haklar temelinde oluşturulduğu yukarıda ifade edilmişti. Bu bağlamda, yaşam, özgürlük ve mülkiyet insanın doğal olarak sahip olduğu en önemli haklar olarak sayılıyordu (Türe, 2006: 33). Fakat doğal hukuk teorisi özellikle 19. yüzyılda sert eleştirilere konu olmuştur. Örneğin Jeremy Bentham ve Faydacı Okul temsilcileri tarafından doğal hukuk ilkelerini gerçekle ilgisiz bulmuş ve insan davranışlarına yön veren iki temel unsurun “haz” ve “elem” olduğunu, dolayısıyla da hukukun amacının adalet değil, “fayda” ilkesinde aranması gerektiğini savunmuşlardır (Güriz, 2009: 143). Buradan hareketle faydacı teori düşünürler, “çoğunluğun en mutlu olduğu durum” ifadesiyle çoğu zaman faydayı mutlulukla açıklamaya çalışmışlardır. Ancak her faydacı düşünür, insanın refahını böyle hazcı bir bakış açısıyla değerlendirilmesini kabul etmez (Kymlicka, 2004: 17).

“Faydacılık, ahlâk bakımından doğru eylem ya da politikanın toplumun üyelerine en büyük mutluluğu getiren eylem ya da politika olduğunu savunur” (Kymlicka, 2004:13). Özellikle gerek kişilerarası ilişkilerde gerekse devletlerin siyasal ve hukuksal yapılarının oluşumunda faydacılık teorisinin derin etkileri olmuştur. Dolayısıyla liberalizm ve liberal demokrasi anlayışlarıyla ilgili teorik ve pratikte,

20 Kişinin düşünme ve değerlendirmede geleneklere, din ve ahlâk normlarına bağlı kalmadan

bağımsız düşünebilme ve aklını kullanarak kendi kendilerine karar alabilme konusunda cesaretlendirilmiş birey anlayışı.

146

“faydacılık” teorisinin etkileri görülmektedir. Fakat bu düşünce temeline dayalı olarak örgütlenip işleyen liberal demokrasilerin insan hakları açısından ciddî tehlikeler taşıdığını söyleyebiliriz.

“Her insanın eşit haklara ve değere sahip olduğu inancının etkileyici biçimi faydacılık teorisinden alınmıştı. Faydacılığın demokratik biçimi her bireyin mutluluğuna ve çektiği acıya eşit olan bir değer yükledi” (Arblaster, 1999: 71). Bir eylemin değerinin belirlenmesinde ölçüt olarak benimsenen “fayda” kavramı, bir şeyin çıkar, haz, avantaj ve mutluluk sağlama eğilimini ya da acının, mutsuzluğun önlenmesi biçiminde bir özelliği dile getirmektedir. Faydacı teori, faydayı, “en büyük sayıda insanın en büyük mutluluğunu” sağlamak için bir araç olarak görür. “En büyük sayıda insanın en büyük mutluluğu” ilkesi, yasaların türetilmesinde evrensel bir araç olarak görülmektedir. Bazı hukuk ve devlet teorilerinin temellendirilmesinde bile faydacı yaklaşımın etkileri olmuştur (Gürbüz, 2013: 71). Faydacı düşünürler yalnızca en büyük toplam mutluluğun değerli olduğundan hareket ederler ve dolayısıyla birey toplam faydaya hizmet etmede aracı olduğu sürece değerlidir (Mack, Gaus, 2013: 124). Örneğin Bentham’a göre hukukun ve devletin temel görevi ve amacı insanların, yani toplumun mutluluğunu –sosyal faydayı– sağlamaktır (Güriz, 2009: 244) Ona göre bu bağlamada artık yasa koyucunun görevi toplumun mutluluğunu, başka bir deyişle “en büyük sayıda insanın en büyük mutluluğunu” en yüksek dereceye ulaştırabilecek uygun yasalar yapmaktır. Bentham hukuk kurallarının, yol açtığı faydalı ve zararlı sonuçlara göre değerlendirilmesi gerektiği tezini savunmaktadır (Güriz, 1963: 93-94). Bu açıdan düşünüldüğünde, yasa koyucu bu amaç doğrultusunda yasa oluştururken, toplumun geçimini sağlayacak şeyleri temin etmek, zenginliği sağlamak, eşitliği gerçekleştirmek ve güvenliği sağlamak olmak üzere dört ilkeyi gözönünde bulundurmak zorundadır (Bentham, 1871: 119). Bundan dolayı İngiliz faydacı düşünürlerin, temel kişi hak ve özgürlüklere ilişkin değerlendirmelerini insan hakları ile bağlantılı olduğunu söyleyemeyiz. Özellikle Bentham, bu bağlamda insan hakları fikrini büyük ölçüde küçümsemiş, “anlamsız ve saçma” olarak nitelendirmiştir (Gürbüz, 2013: 73). Bentham başta olmak üzere faydacı düşünürlerin birçoğunda kişinin temel haklar ve özgürlükleri, insan onuru veya değeri bilgisi temelinde ele alınmamıştır. İnsanın temel özelliğini ve değerini,

147

her zaman ve her yerde geçerli olarak kabul ettikleri haz ve mutluluğu sağlayan fayda ilkesi temelinde görmüşlerdir.

Bentham’a göre “doğa insanı iki hükmeden gücün, haz ve acının egemenliği altına yerleştirmiştir. Ne yapacağımız gerektiğini belirlediği gibi, ne yapmamamız gerektiğini belirlemek yalnızca onlara düşer. Onlar bizim her yaptığımızda, her söylediğimizde ve düşündüklerimizde bizi yönetirler. İnsan, onların egemenliğini reddetmiş gibi görünebilir, fakat gerçekte sürekli onların egemenliğine bağlı kalacaktır” (Bentham, 2000: 14). Böylece Bentham, belli bir insan tasarımını öngörür. İnsan davranışını, yukarıda ifade edildiği üzere iki temel güdüye; “haz” ve “acı”ya indirgeyerek açıklanabileceğini, bireyde var olan bu iki güdü temele alınarak bir değerlerin temellendirilebileceğini savunan Bentham’ın hazcılığının temelinde, kendi çıkarlarını gözeten rasyonel olarak belli bir birey görüşü vardır. Ona göre insan, pek çok arzulara sahip ve bu arzuları tatmin etmek için yapıp eden psikolojik bir varlıktır. Bentham, insanın varlık yapısı gereği hazza yönelip acıdan kaçacak şekilde oluşturulduğunu ve bunun bir psikolojik zorunluluk olduğunu dile getirir (Cevizci, 2011: 883-884). Ona göre “her insanın hayatının başından sonuna kadar gerçekleştirmek istediği şeylerin ve çalışmasının amacı mutluluğunu çoğaltmak, yani hazza erişmek ve acıdan kaçınmaktır”21 (Bentham’dan aktaran Güriz, 2009: 241). Bentham, bu düşüncelerin temelinde faydacı bir ahlâk teorisini geliştirmiştir. Bentham, fayda ilkesinin insanın yapıp etmelerine yön verdiğine, bu ilkenin ahlâk alanında haklılığın ve haksızlığın ölçüsü ve hukukun da tek amacı olduğuna inanır (Güriz, 2009: 240). Bentham, fayda ilkesinin sürekli olarak yol gösterici olabileceğini, bu ilke ne kadar sıkı bir şekilde takip edilirse insanlık için o kadar iyi sonuçlara yol açacağını dile getirir (Bentham, 1958: 375). Bentham’a göre kişinin fayda ilkesine uygun hareket etmesi, ona kişisel ve sosyal olarak en büyük hazzı ve mutluluğu sağlar (Bentham, 1871: 2). Bentham’a göre fayda ilkesi, yalnızca bireysel eylemler için değil, aynı zamanda bir hükümetin yapıp etmeleri için de ele alınması gereken temel ölçüttü (Bentham, 2000: 14) ve ayrıca her insan kendi refahını arttırmaya çalıştığı için, yine her insan doğal olarak kendi çıkarları ya da faydası doğrultusunda oy kullanacaktı. Böylece bireysel oyların tamamı, faydacı teorinin

148

savunduğu çok sayıda insanın mutlu olması doğrultusundaki amaçlarını destekliyordu (Arblaster, 1999: 71).

Sonuç olarak, İngiliz Faydacı Okulu ve buradan yayılan Faydacılık teorisi, “haz” kavramı –ve onunla eşleştirilen “mutluluk” kavramı– ve bu kavrama dayalı varsayımlar doğrultusunda bir insan tasarımı geliştirmiştir. İnsan sürekli olarak hazzı ve faydayı arttırma düşüncesine sahiptir ve buna uygun yapıp eden bir birey olarak kabul edilmektedir. Faydacı yaklaşım, kişiyi yalnızca sırf insan olarak görüp, insanın değeri veya onurunu tanıma ve koruma taleplerini dile getiren bir insan hakları fikrini değerlendirme dışında bırakır. Faydacı yaklaşım insan haklarına ilişkin talepleri aslî zorunlu bir unsur olarak görmez. Bu yaklaşım açısından, insan haklarının bir kısmını oluşturan kişinin güvenliğine ilişkin talepler ve/veya temel özgürlükler ile insanın olanaklarını geliştirebilme ve korumanın önkoşullarına ilişkin talepleri dile getiren sosyal ve ekonomik haklar, yalnızca faydayı etkilediği – mutluluğu/hazzı arttırdığı– ölçüde değerlidir. İnsan hakları denen haklar içerisinde yer alan temel kişi hakları, faydacı gelenek açısından birer amaç değil, haz ve mutluluğa, yani faydaya ulaşmak için kullanılan bir a r a ç tır. Haz/mutluluk ve fayda ilkesine dayalı bir insan tasarımını öngören bu teori, günümüz Batı toplum ve devletlerin siyasal ve hukuksal sisteminin oluşturulması ve işleyişinde kaçınılmaz bir rolü vardır. İnsanın varlık yapısını ve onun eylemlerinin gerçek belirleyici gücünü “haz” ve “mutluluk” gibi psiko-sosyal ilkelerde gören ve bunu hukukun ve devletin temel dayanağı haline getiren bu anlayışın liberalizme eklenmesiyle, liberalizmin etkisi altında kalan ve çoğu zaman liberalizm ile eşleştirilen liberal demokrasi ile insan hakları arasındaki ayrım daha da derinleşmiştir.

Bu ifade edilenler bize gösteriyor ki, evrensel insan haklarını bilen bir kimsenin faydacı bir düşünceyi benimsemesi beklenemez. Çünkü insanların kim oldukları ya da nasıl bir yaşam sürdükleri veya sürdürmek istedikleri dikkate alınmaksızın saygıyı hak ettiklerine inanılıyorsa, onlara sadece toplam mutluluğun araçları gibi davranılması kabul edilemez. İnsan haklarını, uzun vadede faydayı en üst düzeye çıkartacağı gerekçesiyle savunulması ise, insan haklarını savunma sebebini, kişilere

149

sırf insan olduklarından dolayı saygı gösterilmesi gerekliliğine değil, bu hakların herkesin –sosyal, ekonomik– durumunu iyileştirmesi isteğine dayanır (Sandel, 2015: 151).

Faydacı teori açısından, işkencenin onaylanıp onaylanmayacağına ilişkin güncel tartışmayı ele aldığımızda; örneğin birçok kişinin yaşamını sona erdirecek bir bomba hakkında bilgisi olduğuna inanılan bir terör şüphelisine bombanın yerini ve nasıl zararsız hale getirileceğini söyleyene kadar ona işkence etmek doğru mu? İşkence onaylanabilir mi? Faydacılık teorisi açısından düşünüldüğünde, işkence şüpheliye acı verir ve onun mutluluğunu ve faydasını fazlasıyla azaltır. Fakat bombanın patlaması ise, çok sayıda masum insanın ölmesine yol açacaktır. Şayet işkence çok sayıdaki insanın ölmesini ve büyük çapta acıyı engelleyecekse, bir kişiye işkence etmenin ahlâkî olarak onaylanabileceği faydacı gerekçelerle savunulmasına neden olabilir. Bu, kesinlikle bütün faydacı düşünürlerin işkenceyi savundukları anlamına gelmiyor. Fakat bomba olayı Bentham’ın gerekçelerini destekliyor gibidir. Bu olayda olduğu gibi çok sayıda masum insanın hayatı söz konusu olması durumunda, sayı hesabının onaylanması söz konusu olabilir. Bu nedenle çok sayıda insanın yaşamı tehlike altına girdiğinde ahlak sadece yararları ve maliyetleri hesaplamak şeklinde anlaşılabilir ve çok sayıda masum insanının yaşamı kurtulması adına, bir insana acı veren işkencenin yapılabileceğini düşündürebilir. Bunun gerekçesi ise çok sayıdaki masum insanları kurtarmak için işkence edilen insanın bir terörist olmasıdır. Ona işkence etmenin ahlâksal dayanağı ise, çok sayıda insanın yaşamını sona ermesine yol açabilecek bir tehlikeyi ortaya çıkartmaktan ötürü sorumlu olduğu varsayımına dayanmasıdır (Sandel, 2015: 66-68).

Faydacılık teorisi düşüncelerinin liberalizmin temellendirilmesindeki etkileri kaçınılmazdır. Demokrasinin de liberalizmin etkisi altına girmesiyle, özellikle liberal anlayışın temel hareket noktası olan “birey”in ticarî değerlerle birlikteliği, liberal demokrasileri, farklı özellikteki çok sayıdaki grupların çıkarlarının önplânda tutulduğu, dolayısıyla insan haklarının temelini oluşturan bütün insanların onur ya da değer sahibi varlıklar olduğu gerçeğini hiçe sayan –ya da arkaplâna iten– bir demokrasiye dönüştürmüştür. Liberal demokrasi anlayışının egemen olduğu bir

150

ülkede siyasal yönetimin önceliği, bütün politikaların –alınan kararların– ve uygulamaların insan haklarının getirdiği taleplere uygun olup olmadığına bakılmayabiliyor. Artık burada demokratik sistem, çoğulcu toplum yapısı içerisinde bireylerin çıkarları ve taleplerinin karşılanmasını önplâna alan “rekabetçi” ve “pazarlıkçı” bir düzene uygun olarak işleyen siyasal düzene dönüşmüştür.

Böylece kamusal ve sivil konulara ilişkin kararların alınmasında farklı çıkarlara ve taleplere sahip bireyler ya da gruplar arasında karşılıklı uzlaşma arayışını ifade eden liberal demokrasi, “pazarlık süreci” kavramı ile daha iyi tanımlanabilir bir duruma gelmiştir. Burada pazarlık süreci ile kastedilen “ (…) siyasetçilerin yapması gereken, dahası demokratik siyasetçilerin sıklıkla da yaptığı, parlamentoda onlara karşı olanlarla ya da lobilerle bir tür pazarlıktır. İki ya da daha çok parti birbirleriyle pazarlık ettiğinde, belirli tercih ve kendi düşüncelerini ortaya koyarlar ve diğerlerinden koparabilecekleri tercih tatminlerini, diğerine en az bedel ödeyerek almaya, fayda sağlamak için diğerine en az imtiyazı vermeye çalışırlar.”22 Bu

bakımdan liberal demokrasiler, önceden belirlenmiş çıkarları azami ölçüde sağlamak için gereken süreci ifade eden kurumsal usullerin toplamını oluşturur (Tunçel, 2008: 33).