• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ

3.3. Liberal Demokrasi ve İnsan Hakları

3.3.1. Birey/Bireycilik Kavramları ve İnsan Hakları

Liberal demokratik yönetimlerin kurulup işleyişine temel dayanak oluşturan söz konusu önkabuller ile insan hakları ve insan haklarıyla ilgili kavramlar arasında zorunlu yapısal bir bağ olmadığı gibi, aralarında derin farklılıklar olduğu daha önce ifade edilmişti. Bu farklardan bir diğeri de, liberal demokratik yönetim anlayışının merkezine konan “birey”/“bireycilik” veya “bireysel özgürlük” anlayışı ile insan haklarının temelini oluşturan felsefî antropolojik bakış açısından tanımlanan “kişi”, “insan”, “insanın değeri” arasında karşımıza çıkmaktadır.

İnsan haklarının temel aldığı kişi ve kişinin haklarıdır. İnsan hakları bakımından “insan” denildiğinde aynı zamanda anlaşılması gereken aslında “kişi” ve “kişinin değeri”dir. Kuçuradi’ye göre, kişinin değeri, “kişinin toplumla ilgisi bakımından özel durumudur. Kişinin bir sayıdan fazla birşey olması, ‘insan hakları’ bakımından diğer kişilerle eşitliği, hiçbir şekilde araç olarak kullanılmaması gerekliliği ve bu gibi şeyler kişinin değerinin ifadesidir” (Kuçuradi, 2013: 2011). Kişinin bu şekilde değerlendirilmesi, kişinin doğrudan doğruya sırf insanla, insanın değeri bilgisiyle ilgili olduğunun farkına varılmasına dayanır. “Kişi”, insanın değeri bilgisine dayalı insan kavramıyla zorunlu bağlantısı kurulabildiği –görülebildiği– takdirde, bir devlette, birey-birey ya da birey-devlet ilişkisi insan haklarına dayalı olarak kurulup işleyebilir.

Şüphesiz insan haklarının da temel aldığı birey ve bireyin haklarıdır. “Çünkü her bir yurttaş, her bir kişi temelde bireydir” (Çotuksöken, 2004: 371). Fakat liberal anlayışın temelinde yer alan birey, “kişinin değeri”ne, ontolojik-antropolojik bir bakış açısına dayalı bir şekilde doğrudan doğruya insanın sırf insanla ilgisi olan

131

değerine karşılık gelmiyor; başka bir deyişle, insan türüne ait bir varlık olduğunun bilgisine dayanmıyor. Özellikle klasik liberal bakış açısına göre birey ile kastedilen, kendi kişisel çıkar ve tercihleri olan otonom –bağımsız, özgür ve büyük ölçüde kendi kendine yetebilen–, rasyonel bir varlıktır. Bu bakış açısı, her yönden değişken olan ihtiyaç ve çıkardan yola çıkarak kişiye bir değer biçiyor. Düşünsel alanda ve pratikte birey, diğer insanlarla ya da devletle ilişkilerinde bu varlık yapısı bilgisi ışığında ele alınıyor.

Örneğin klasik liberal anlayış, birey ve bireyciliği “doğal hukuk”, “doğal haklar” ve “faydacılık” teorileriyle ilişkili olarak değerlendirir. Bu açıdan birey kendi yaşam biçimini ya da amaçlarını kendisinin belirlemesi konusunda çıkarcı, akılcı, rasyonel ve otonom bir varlık olduğu varsayımına dayandırılır. Bireyin yapıp-etmeleri diğer bireyler ya da devlet tarafından engellenmediği sürece, birey “özgür” olarak kabul edilir. Devletin amacı ve işlevi de, bireylerin “vazgeçilmez”, “devredilmez” ve dokunulmaz” “doğal haklar”ını korumaktır. Klasik liberal görüşe, devletin doğrudan ekonomik yaşama müdahalesi hem gereksiz hem de tehlikelidir. Dolayısıyla devletin, toplumsal yaşamda bireylerarası ya da birey-grup arasındaki ilişkilerde tarafsız bir rolü ve işlevi vardır. Bu açıdan, temel hak ve özgürlükler devletin ya da başkalarının müdahale etmemesine ilişkin talepler olarak görülür.

Klasik liberal görüş açısına göre, örneğin “çalışma hakkının ya da kişilerin istedikleri ve seçtikleri işi yapma özgürlüğünün diğer kişilerce ya da devlet tarafından kısıtlaması durumunda, bu hakkın ihlâl edileceği kabul edilir. Burada esas olan nokta, insanların işe ihtiyaç duydukları zaman, seçtikleri ya da istedikleri iş ile ilgili sözleşme yapma özgürlüğüdür. Klasik liberal anlayışın kabul ettiği özgürlük hakkı bu ihtiyaca ahlâkî bir yanıt niteliğindedir (Lomasky, 2013: 207). Klasik liberal görüş – modern dönemdeki adıyla libertaryanizm–, bireylerin sahip oldukları hakların negatif nitelikli olduğu iddiasına karşılık refah –sosyal– liberalizm anlayışı, bireyleri mutlu edecek bir yaşamın yolunu açmak için, negatif anlamdaki özgürlükten daha fazlasına ihtiyaç olduğunu söyler. Başka bir deyişle, bireylere müdahale edilmemesi gerektiği hangi nedenlere dayanıyorsa, aynı nedenlerle bireyleri mutlu edecek yaşamın yolunu

132

açmak için, bireylerin başkalarının yardımını hak ettiği önkabulüne dayanır. Bunun için asgarî düzeyde refahın şartlarına ihtiyaç duyulur ve bunlar da belli başlı iktisadî mallara ulaşmanın araçlarına sahip olmayla bağlantılanır (Lomasky, 2013: 196-198). “Refah liberalizmi” olarak adlandıran bu anlayış, insanın bütün ihtiyaçlarının ihtiyaç olma bakımından ahlâkî değeri bulunduğu ve dolayısıyla bu hakların buradan türetildikleri iddiasındadır. Bu bakımdan yalnızca özgürlük değil, aynı zamanda sağlık, barınma, iş, eğitim gibi şeyler de değerlidir. Fakat onun klasik liberal anlayıştan ayrıldığı nokta, refah liberalizminin değerli gördüğü şeylerin elde edilmesi için yalnızca zorunlu olan şartların değil, yeterli olan şartların da gerçekleştirilmesiyle ilgili olmasıdır. Bu açıdan düşünüldüğünde, iş edinme hakkı – çalışma hakkı–, yalnızca işin temini için zorunlu olan şartı değil, yeterli olan şartın da sağlanmasını amaçlamaktadır. Dolayısıyla özel sektörde iş bulamayan herkese iş sağlanması için devlete sorumluluk yüklenmektedir (Lomasky, 2013: 206-207).

Refah liberalizminin savunulmasında önemli bir akımı temsil eden David Daiches Raphael, ihtiyaç kavramından hareketle, yaşamın temel ihtiyaçları karşılanmadığı sürece, kişi insan olmanın getirdiği yetileri kullanamaz, insan olma niteliğini kaybeder; ve şayet insan temel ihtiyaçlarını kendisi karşılayabilme durumunda değilse, onun bu ihtiyaçlarını karşılamada, başkalarının göstereceği yardımın, aslında o kişinin hakkı olduğu iddiasını dile getirir. Refah liberalizminin ihtiyaç temelli haklar teorisi bireysel değerlerle ilişkilidir. Bundan dolayı bireyler bir hakkın –ya da özgürlüğün– onların kendi iyi anlayışlarına göre hareket etme yeteneklerini geliştirdiği takdirde ona değer verir (Lomasky, 2013: 196-198).

Temel hak ve özgürlükler yurttaşların kimi ihtiyaçlarını ya da çıkarlarını sağlamaya yönelik olumlu sonuçlar verebilir, fakat insan hakları açısından düşünüldüğünde, temel hak ve özgürlükler bireylerin i h t i y a ç d u y d u k l a r ı ç ı k a r l a r d a n hareketle temellendirilen haklar değildir. İnsan hakları açısından düşünüldüğünde, kişilerin birtakım temel hak ve özgürlüklere sahip olma durumu, bir kişinin kendi yaşamını sürdürmek ya da –her bir durumdaki şartlarını– daha iyi bir duruma getirmek veya mutluluğunu sağlamak için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılamada, kendisinin imkânının olmamasından dolayı, başkalarının ya da devletin yardım

133

etmesi gerekliliğiyle bağlantılanamaz. İnsan hakları açısından düşünüldüğünde, kişilere insana özgü olanaklarını doğrudan ya da dolaylı olarak geliştirebilmesini sağlayacak hakların verilmesi veya devlet tarafından tanınması, kişilerin ihtiyaçlarını karşılamada “yardıma muhtaç olup olmama” durumuna indirgenemez.

Bireyler yaşamlarını sürdürebilecekleri ya da arzu ettikleri düzeye ulaştırabilmeleri için birtakım ihtiyaçlara o anda ister gerek duysun ister duymasın, hak, kişinin sırf insan olmasından dolayı, kendilerine borçlu olunanın ve diğer insanlarca ya da devletçe zorunlu olarak verilmesi gereken şeye –yapılması gereken muameleye– karşılık gelir. Hak ve özgürlüklere sahip olmak ihtiyaç sahibi olma ile değil, insanın değerli ve onurlu bir varlık olmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Kısacası gerek klasik gerekse refah liberal geleneğin, bireye bakma tarzı, onun sırf insan olmasına, yani kişinin yalnızca insana özgü bir değeri olmasına dayalı antropolojik-ontolojik temelli bir varlık görüşüne dayandığını söylemek zor. Birey özgürlüklerin taşıyıcısı olarak görüldüğü için, liberal anlayış çoğu zaman özgürlükler üzerinden birey tanımlamasına gider. Burada bireyi değerli kılan temel unsur, bireyin hiç kimse tarafından dokunulamayacak birtakım özgürlüklere sahip olmasıdır.

Fakat yarı çıplak, okuryazar olmayan, iyi beslenemeyen, sağlıksız insanlara siyasî haklar veya devletin müdahalesine karşı güvenceler vermek çok önemli değildir. O insanların, metin üzerinde özgürlüklerini arttırmaktan önce sağlık, barınma, beslenme ve eğitim gibi insana özgü olanaklarını geliştirebilmelerinin koşullarını arttırmaya ihtiyaçları vardır. Bu tür olanaklardan yararlanamayanlara bireysel özgürlük ne ifade eder? Onu kullanmanın uygun şartlarının olmadığı yerde özgürlüğün değeri nedir? (Berlin, 2007: 64).

İnsan hakları açısından birey, doğal ve dilsel, dinsel, etnik özellikleri, çıkarları ve arzularına bakılmaksızın ne olursa olsun, kim olursa olsun, insan olan herkes anlamına geliyor. Buna karşın liberal anlayışta birey, belirsiz ve soyut insan doğasına ya da kendini bireysel olarak geliştirme potansiyeline sahip olmaya indirgeniyor. Liberal düşünce, özellikle bireysel özgürlükten hareketle, bireyi kavrama yoluna

134

gidiyor. Böylece birey, diğer bireylerden bağımsız ve farklı yaşam tarzı, imkânları, karakteri, yetenekleri ve değer yargılarına sahip bir varlık olarak görülüyor. Bunun sonucunda çoğu zaman kişinin değeri, kişinin toplumla ilgisi bakımından özel durumuna, bir araç olarak görülmemesi gerekliliğine göre değil, liberal bir toplumun geçerlikte olan değer yargılarına göre veya hoşgörü, özgürlük ve bütün fikirlere saygılı olmak gibi bazı liberal değerlere biçilen değer üzerinden ifade ediliyor. Kişi bunlardan hareketle tanımlanıyor. Dolayısıyla liberal demokratik devlet anlayışı açısından devlet: insan haklarının temel dayanağı olan insan değerinin bilgisine göre değil, liberal toplumun değer yargılarına ya da liberal değerlere göre tanımlanan kişinin değerinin bilgisinin gerektirdiklerine göre kurulması ve işletilmesi gereken bir devlet oluyor. Örneğin devletin amacı ve işlevi açısından bakıldığında ise, bireyin yaşamındaki özellikle sosyal, ekonomik ve siyasal hak ve özgürlüklerini engelleyen veya tehdit eden girişimlere doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale etmek devletin görevi haline geliyor. Fakat özellikle sosyal liberalizm veya refah liberalizmi gibi modern liberal yaklaşımlarının temelinde savunulan devlet müdahalesi; kişilerin sırf insan olmasından dolayı birtakım insansal olanaklarını gerçekleştirip geliştirebilmelerini sağlamayı ya da kişilerin insan olarak olanaklarını gerçekleştirip geliştirirken onları engelleme girişimlerinde bulunmayı önlemek için araya girme zorunluğunu içeren bir müdahale anlamına gelmiyor. Böylece işsizlik, barınma, yoksulluk, her bir alanda karşılaşılan fırsat eşitsizliği, cinsiyet ayrımcılığı gibi sorunların devlet müdahalesiyle rakamsal/istatistikî olarak asgarî belirlenen bir düzeye çekilmesiyle temelde her bir kişinin insana özgü olanaklarının geliştirebilmesinin önünü tıkayan sorunların da ortadan kalkacağı düşünülmektedir.