• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: İNSAN HAKLARI KAVRAMI VE TEMELLERİ

1.2. İnsan Onuru, Değeri ve İnsan Hakları

İnsan hakları fikrinin temel dayanağının ne olduğu ve “neden insan haklarını korumak gerekir?” sorularının yanıtları, doğrudan “insan onuru” ve “insanın değeri” kavramlarıyla bağlantılıdır. İnsan hakları fikrinin temelinde insanın “onurlu” ve “değerli” bir varlık olduğu ve dolayısıyla bir insanın, insan türünün herhangi bir üyesinin temel haklarının ihlâl edilmesi halinde, insan onuruna ve değerine zarar verildiği düşüncesi yatar (Tepe, 2007: 146). İnsan hakları fikrinin anlaşılabilmesi, insan hakları ile insan onuru arasında zorunlu kavramsal bağlantının görülebilmesine bağlıdır. İnsanın değeri ve onuru, insan haklarına evrensel olma niteliğini sağlayan temel dayanak noktasıdır. Kısacası insan hakları insanın değerini ve onurunu koruyan haklardır.

İnsan onuru, bütün kültürel sınırları aşan bir kavramdır. İnsan onuru, “insan olma”nın yapısından kaynaklanır ve her türlü dünya görüşlerin, kültürel biçimlerin, değer yargıların, inançların ve buna benzer çeşitli farklılıkların dışında, bütün kültürlerde ontolojik bir ortaklık yapısını vurgulayan evrensel bir kavramdır (Pollis, 2004: 103). İnsan onuru; insanın biyolojik görünümünden ya da sahip olduğu kültürel, sosyal, ekonomik, siyasal, dinsel özelliklerinden bağımsız doğrudan insanın yapısına ilişkin bilgiden oluşur. İnsan onuru herhangi bir duruma ve şarta ya da başkalarının yapıp etmelerine bağlı olarak sonradan kazanılan bir nitelik değildir. Dolayısıyla bütün insanların eşit ve özgür olmalarının temelinde insanın yapısına ilişkin (antropolojik) bilgiden oluşan insan onuru kavramı vardır.

“İnsan onuru” kavramı, felsefe ve antropoloji gibi disiplinlerce ele alınmakla birlikte, özellikle geleneksel teolojik ve dinsel düşünceler ya da kültürel normlar ışığında değerlendirilmesinden dolayı içeriği bulanık bir hâle gelmiştir. Kavramın kendisi

27

evrensellik özelliği taşımakla birlikte, söz konusu kavrama yüklenen anlamlar nedeniyle ülkeden ülkeye, toplumdan topluma ya da kişiden kişiye değişmektedir. Örneğin bir toplumda kadının başını örtmesi ya da bir erkeğin namus/töre gereği bir kadını öldürmesi, o insanlar için kendi onurunu ya da namusunu korumanın biricik yolu olduğu düşünülebiliyor; fakat bu durum başka bir toplumda kadını aşağılamanın ya da eşitsizliğin bir göstergesi olarak da görülebilmektedir. Ya da tecavüze uğrayan kız çocukların tecavüzcüsüyle evlenmesi, kız çocuğunun ve ailesinin –çoğu zaman namus kavramıyla eşleştirilen– onurunun korunmasının bir gereği olarak görülebiliyor.

Tarihsel süreç içinde çeşitli anlamlarda kullanılan “insan onuru” kavramının kökenleri Latince dignitas sözcüğüne dayanır (Chalmers, İda, 2007: 157). Fakat insan onuru kavramının birtakım siyasal ve sosyal alandaki statü ve başarılar ile ilgisinde ortaya konulmasından dolayı hem Antik Yunan ve Roma’da hem de Ortaçağ’da, farklı onur (dignity) anlayışların da oluştuğu görülmektedir. Örneğin Antik Roma’da insan onuru (dignitas) kavramının, sınırlı sayıdaki Romalı –özgür, erkek ve yetişkin– yurttaşların kamusal alanda sahip olduğu sosyal ve siyasal statüsü ile bir tutulduğu ve olağanüstü başarılar elde etmiş ya da özel yetkilere sahip insanlara ait bir özellik olarak görüldüğü anlayışlar gelişmiştir (Pollmann, 2011: 246). Antik Dönem düşünülerinden Marcus Cicero, onur (dignitas) kavramını insanın sosyal statüsüyle ilişkilendirerek, bütün yurttaşların kamunun yönetiminde bir rolü olduğunu ve o n u r un ise bu kamu görevine hazır olma ve kamuyu ilgilendiren konular ile ilgili sorumluluk bilincinde olma anlamına geldiğini savunur (Şimşek, 1999:17). Bu açıdan düşünüldüğünde Antik Roma’da onur kavramı sosyal ve kamusal statüyle bağlantılı olarak bazı yapıp etmelerle kazanılabilen ya da kaybedilebilen bir özellik olarak da görülüyordu. Başka bir deyişle doğrudan doğruya insanın yapısına ilişkin (antropolojik) bilgiden oluşan bir kavramı ifade etmiyordu. Dolayısıyla Costas Douzinas’ın da ifade ettiği gibi, Roma’da yurttaşlar vardı, fakat insan türünün bir üyesi olma özelliğiyle değerli olma anlamında “insan”a karşılık gelmiyordu (Douzinas, 2015: 27).

28

Ortaçağ ile birlikte ise, insan onuru kavramı, tek tanrılı dinlerin etkisiyle – günümüzde bile devam eden– köklü bir değişime uğramıştır. Bu dönüm noktasıyla insanın onurlu ve değerli olma ölçütü, insanın Tanrı tarafından ve diğer bütün varlıklara göre üstün olarak yaratılma düşüncesi gibi kimi teolojik düşüncelere dayandırılmaya başlanır. Başka bir deyişle, insan Tanrı tarafından yaratıldığı için onur ve değer sahibi bir varlıktır. Dolayısıyla değer ve onur sırf insanla değil, kişinin Tanrı tarafından yaratılması ve Tanrının buyruklarına itaat edip-etmediğiyle ilgilidir. İslam, Hıristiyanlık, Budizm gibi birçok din, insanın değeri üzerine bazı ortak değerlendirmelerde bulunur. Fakat insan haklarıyla ilişkisi açısından düşünüldüğünde insanın değeri kavramı, kişinin Tanrıyla ilişkisinde sahip olduğu herhangi metafiziksel bir makama ya da Tanrının buyruklarını yerine getirip getirmemesine indirgenemez. Tanrının varlığına inanmayan ya da buyruklarını yerine getirmeyen bir kişi de onurlu ve değerli bir varlıktır. Dinsel bakış açısıyla ele alınarak değerlendirilen insan onuru ve değeri kavramı, insan haklarının temellendirmesi açısından bazı tehlikeler içerebilir. Dünyada farklı dinler ve inançlar ve bunlara bağlı çok sayıda dinsel-ahlâksal yorumlar vardır. Oysa insan hakları ilişkisinde insan onuru, herhangi bir kültüre, dine ve dinsel inanışa bağlı olmayan, insanın en temel varlıksal özelliklerinden biridir. Dolayısıyla insan haklarının temellendirilmesi ve yeryüzünde insan haklarının korunması için insan onuruna ontolojik-antropolojik bakış açısıyla yaklaşmak en uygun yol olur. İnsan onuru ya da değeri kavramlarına bu bakma tarzıyla yaklaşıldığı takdirde, tür olarak insanın bazı yapısal olanaklarının değerinin bilgisi insan hakları normlarının türetiminde ve uygulanmasında temel dayanak olabilir.

Ortaçağ sonrası Aydınlanma dönemiyle birlikte, insan varlığının dışındaki değerlere vurgu yapan yaklaşımlar yerini insanın kendiliğinden bir değer ve onur sahibi olduğu düşüncelerine bıraktığı görülür. Dolayısıyla insanın sahip olduğu hakların da değerli olduğunu düşündürmektedir. Bu açıdan Kant’ın insan onuru kavramına yönelik değerlendirmesi, bu kavramın insan haklarının felsefî temellendirmesinde kullanılabilmesinin yolunu açmıştır. Kant’a göre, insanın onuru ya da değeri, insanın ilahi bir güç tarafından yaratılmış olmasına bağlı değil, akıl sahibi özerk bir varlık olmasına dayalıdır (Pollmann, 2011: 246). Kant’a göre, sadece akıl sahibi varlıklar

29

onur sahibidir. İnsanlık onurundan kastedilen, olması gerekenden ziyade zaten var olana ait olan bir değerdir. İnsan türünün sahip olduğu onur ya da değere verilecek uygun karşılık yalnızca saygı göstermek, değer vermek ya da var olanı korumaktır. Ayrıca, insanlığın koşulsuz şartsız bir değeri vardır. Bu içinde bulunulan her koşulda bu değere sahip olduğu anlamına gelir. Burada insanın nasıl var olduğu ya da var oluşunun ne gibi etkileri olduğuna bakılmaz. İnsanın onur sahibi olduğunu ifade etmek, hiçbir şeyle kıyaslanamaz bir değere sahip olduğunu söylemektir (Kerstein, 2011: 232). Kant insanın bir amaç olarak görülmesi gerektiği yönündeki düşüncelerden hareketle onur kavramını geliştirir (Heinzmann, 2015: 61). Bu açıdan düşünüldüğünde, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nde, Kant’ın insan anlayışına benzer bir anlayışa: insanın haklarla donatılmış saygın ve onurlu bir varlık olduğu, onun akıl ve vicdan sahibi olduğu ifadelerine yer verildiği görülmektedir (Uygun, 2011: 69).

Kuçuradi, insan onuru kavramını insanın değeri kavramı aracılığıyla kavramlaştırarak, insan hakları ile arasındaki bağlantı noktasını gösterir (Kuçuradi, 2007a: 70). Kuçuradi, insanın değerinin ne anlama geldiğini ise şu şekilde açıklar:

“İnsanın değeri” derken, bundan insanın diğer canlılar arasındaki özel yerini anlıyorum. İnsana bu özel yeri sağlayan, onun özelliklerinin bütünüdür, onu diğer canlılardan ayıran olanaklarıdır. Bu olanaklar, insana özgü etkinlikler ve ürünleri olarak görünür Bu özellikler ise, insanın diğer canlılarla ortaklaşa taşıdığı özelliklere ek özelliklerdir. İşte bu özellikler ya da olanaklar “insanın değerini” ya da “onurunu” oluşturur (Kuçuradi, 2009: 73).

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri de, insanın “etik değerleri”: –sevgi, saygı, dürüst olma, adil olma gibi– ve “insan değerleri”: –bilgi, sanat, felsefe, teknik gibi başarıları– ortaya koymasıdır. İnsan bu tür değerler ortaya koyan bir varlıktır. Her insan türünün sırf böyle bir olanağı taşıması onu değerli bir varlık yapmaktadır (Kuçuradi, 2013: 40-41). Tüm bu özellikler ve olanaklar “insanın değerini” ya da “onurunu” oluşturur. Fakat insanın bu değerleri ortaya koyabilmesi, kişilerde insanın olanaklarının gerçekleştirebilmelerine ve geliştirebilmelerine

30

bağlıdır. İşte yalnızca insana özgü olanakları kişilerde koruma istemleri, insan haklarını oluşturur (Kuçuradi, 2009: 74). İnsanın diğer canlılar arasındaki bu özel yeri, hiçbir başka koşula bağlı değildir. İnsan onuru ya da insanın değeri, kişiden kişiye, toplumdan topluma ya da kültürden kültüre değişmez. Hiçbir peşin hükme ve analojiye dayanmadığı gibi, sosyal, ekonomik, siyasal, tinsel ve benzer statü ya da birtakım değerler ile zorunlu bir bağlantısı da yoktur. İnsan onurunu oluşturan şey, bir başka kimsenin insanlık dışı muameleleriyle ortadan kaldırılamayan, insanların sırf insan olmasından dolayı sahip olduğu değeridir.

“Kişi açısından bakıldığında onur, kişilerin insan olarak sahip oldukları değerin öznel karşılığı yani kişinin bu değere ilişkin bilgisi ve ona ancak kişinin kendisinin zarar verebileceğinin bilincidir.” Kuçuradi’ye göre insan onuru, insanın nesnel değerinin öznel karşılığıdır ve tür olarak insanın değerinin felsefi/antropolojik bilgisinden, yani insan türünün belirli yapısal özellikleri ile olanaklarının ve bunlardan kaynaklanan ve ona evrendeki yerini sağlayan tarihteki başarılarının bilgisinden oluşur (Kuçuradi, 2007a: 72-74).

Bu bilgi, ona sahip olanlar için, –doğal ve rastlantısal özellikleri ne olursa olsun– başka insanlara, hatta bu değerin farkında olmayanlara da, bu değere uygun muamele etmeyi gerekli kılıyor. Bir kişinin, her şeyden önce bir i n s a n olduğunun bilincine varmasını, tek ortak kimliğimiz olan insan kimliğimizin farkına varmasını sağlayan da bu bilgidir (Kuçuradi, 2007a: 72-73).

Sonuç olarak “insan onuru”, insan haklarının temel dayanağını oluşturan insanın değerini; yani tür olarak insanın diğer canlılar arasında özel bir yere sahip olduğuna işaret eder.