• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ

3.3. Liberal Demokrasi ve İnsan Hakları

3.3.3. Özgürlük, Hoşgörü Kavramları ve İnsan Hakları

İnsan hakları ve liberal demokrasinin ayrıldığı bir diğer konu da, ö z g ü r l ü k kavramına yükledikleri anlamdır. Örneğin Thomas Hobbes ve Jeremy Bentham’ın görüşlerine dayalı olarak tanımlanan liberal geleneğin özgürlük anlayışı, bireylerin herhangi bir müdahaleyle karşılaşmaksızın gerçekleştirebilecekleri eylemlerin toplamını ifade eder. Başka bir deyişle liberalizme göre bireylerin, devlet ya da diğer bireylerin müdahalesine uğramaksızın, tercihte bulunma, tercihlerini gözden geçirme ya da değiştirme olanaklarının niceliksel toplamı, bireyin ne kadar özgür olduğunun da göstergesidir. Liberal anlayışta, özgürlüğün genellikle bireyin eylemlerini gerçekleştirirken müdahalenin yokluğu ile sınırlı bir yorumlayışın olduğunu görüyoruz. Liberal anlayış bakımından özgürlük doğal bir haktır. Bu nedenle yasa, doğal bir hakkın sınırlanışını ifade eder. Fakat bu gerekli bir sınırlama olduğu düşünülür. Çünkü bireylerin birbirlerinin özgürlüklerine müdahalelerini sınırlayarak, güvenli bir alan oluşturulduğu varsayılır. Böylece liberal anlayış için yasanın adil oluşu, bireylerin birbirlerinin haklarına karşı girişebilecekleri olası müdahaleleri engellediği düşüncesinden kaynaklanır. Yasanın aynı zamanda devleti ve yöneticileri sınırlayarak özgürlüğün genişletilmesini sağladığı savunulur. Kısacası liberaller için özgürlük, niteliksel değil, niceliksel olarak değerlendirilen bir sorun olarak ele alınır. Bireyler ne kadar fazla tercihe sahiplerse, özgürlükleri de o kadar fazla olduğu görülür (Tunçel, 2008: 46-47).

“Liberaller için özgürlük, devlet tarafından yapılan kontrolden, zorlamadan, sınırlamadan ve müdahaleden de özgürlüktür”18 (Arblaster’den aktaran Tunçel, 2008: 47). Bundan dolayı, liberal demokrasilerde kavramsal ve pratik anlamda –“negatif özgürlük olarak ifade edilen”– “özgürlük” ile kastedilen, bireyin ancak herhangi bir

18 Anthony Arblaster, The Rise and Decline of Western Liberalism, Oxford: Oxford University Pres, 1984, s. 58.

138

engelleme ya da baskı altında olmaması durumudur. Bu anlayış açısından, dışarıdan bir engelleme olmadan bireyin hangi amaçlara yöneleceği ya da bir amaç doğrultusunda eylemde bulunup bulunmayacağı tamamen bireyin kendi tercihine kalmıştır (Erdoğan, 2013: 59). Dolayısıyla liberal demokrasilerde birey, düşünce ve davranışlarına dışarıdan, özellikle de devlet tarafından müdahale edilmediği oranda geniş bir özgürlüğe sahiptir. Bu açıdan, bir devlette ya da toplumsal yaşamda bireysel düşüncelerin ya da fikirlerin özgürce ifade edilebilmesi ya da bireylerin kendi değerlerine bağlı özgürce yaşayabilmesi açısından h o ş g ö r ü önemli bir liberal değer olarak kabul edilir. Locke’un “hoşgörü” üzerine dile getirdiği düşünceler, toplumdaki kültürel ya da dinsel farklılıklar konusunda siyasal yönetimlerin nasıl bir yol izlenmesi gerektiği açısından günümüz demokratik düşünceleri ve uygulamalarını derinden etkilemiştir. Locke’un “hoşgörü” üzerine düşünceleri, liberal teori açısından temel dayanaklardan biri olmakla birlikte, hoşgörü kavramı konusunda liberal düşünürler arasında derin görüş ayrılıkları vardır. Siyasal açıdan liberal bir değer olarak kabul gören ve “çoğulcu demokrasi”nin gereklerinden biri olarak ifade edilen hoşgörünün ne olduğu bilinmeden ve sınırları çizilmeden, “hoşgörü”yle ilgili olarak özgürlüğü temellendirmek, demokrasi ve insan hakları arasındaki yaşanan sorunları daha da arttırır.

Locke, din ve mezhep farklılıklarının, özellikle de bu farklılıkların devlet gücüyle giderilmeye çalışılmasının toplumsal barışı ve özgürlükleri tehdit ettiği düşüncesinden hareketle, dinî ve felsefî görüşlerle ilgili çatışmaların karşılıklı hoşgörü yoluyla çözülebileceğini söyler (Erdoğan, 2013: 54). Locke’a göre devlet, bireylerin inandığı gibi yaşamasına müdahale edemez ve müdahale edilmesine de izin veremez. Dolayısıyla devlet, yurttaşların dinlerinin gereklerini yerine getirmelerini, dinin kendilerine emrettiği şeyleri yapmalarını engelleyemez. Devletin varlık nedeni, engellemek değil, aksine, bireylerin inançları doğrultusunda yaşayabilecekleri ortamı sağlamaktır veya kolaylaştırmaktır. Locke, devletin varlık alanını dinsel alandan kesin çizgilerle ayırır. Fakat bu ayrım, devletin kamusal gücü aracılığıyla inanç alanında hiçbir müdahale ve engellemede bulunmaması fikrine dayalı bir ayrımdır. Başka bir deyişle devletin, bireylerin yaşamlarını biçimlendiren inançlar karşısında t a r a f s ı z kalması gerektiği inancına dayandırılır. D e v l e t i n

139

t a r a f s ı z l ı ğ ı ilkesi gereğince, devletin dinin belli bir yorumunu kişilere ve topluma dayatmaması gerektiği savunulur. Bu açıdan Locke hoşgörüyü, bireylerin negatif anlamdaki özgürlüğünün güvence altına alınmasında devletin başvurması gereken temel bir ilke olarak kabul eder (Locke, 1998: 4-8). Dolayısıyla bir devlette siyasal yönetimin meşruiyet sınırının belirlenmesinde hoşgörü ilkesine önemli bir işlevsel rol yükler. Locke’a göre, siyasal toplum düzeni, yalnızca insanların bu dünyayla ilgili sahip olduklarının mülkiyetini güvence altına almak için oluşturulur. İnsanların dinsel konulara ilişkin eylemleri devletin alanına girmediği için, bu konudaki eylemleri belirlemek bireylerin kendisine bırakılır. Devletin görevi dinsel alanda kanaatlerin dile getirilmesini engellemek ya da doğruluğunu güvence altına almak değil, yalnızca bireylerin can ve mal güvenliğini sağlamaktır (Locke, 1998: 31,49).

Modern liberal demokrasi tartışmalarında hoşgörüyle ilgili farklı düşünceler olmakla birlikte, Locke’un bu konudaki düşüncelerinden hareketle, günümüz modern liberal demokraside “hoşgörü” ve “özgürlük” kavramları arasında yakın ilişki kurulur. Fakat özellikle günümüzde insan haklarına aykırı ve zarar veren düşüncelerin ya da dinsel ve mezhepsel çatışmaların yaygınlaşmasındaki temel nedenlerden biri de, her çeşit farklı düşüncelere-inançlara-kanaatlere ve bunların uygulamalarına karşı hoşgörülü – saygılı– olunması; gerektiğinde kamu işlerinin düzenlenmesinde ve yönetilmesinde bu fikirlerin dikkate alınması gerekliliğini önplâna alan anlayıştır. Bundan dolayı burada yapılması gereken şeylerden ilki, hoşgörü kavramına dayalı olarak oluşturulan özgürlüklerin insan haklarına ters düşen ve zarar veren taleplere dönüşmemesi için, hoşgörü kavramının bilgiyle sınırlarının çizilmesidir. Diğeri ise, devletin insan haklarına aykırı ve zarar verebilecek olan düşüncelere-normlara ve bu biçimde davranışlara müdahale edebilmesidir. Bu açıdan düşünüldüğünde, kişiler arasında ya da birey-devlet arasında çatışmalara ve ayrılıklara en fazla neden olabilen dinsel inanışlar ve farklı dinsel görüşlere bağlı olarak yapılanma içerisine giren dinsel gruplar –cemaatler–, özgürlük ve hoşgörü adına devletin kontrolü ve denetimi dışında bırakılmamalıdır.

140

Günümüzde birtakım demokratik önkabuller ışığında özgürlük ile ilişkisinde hoşgörü konusuna baktığımızda, “hoşgörü”nün, niteliği ne olursa olsun her çeşit düşünceye, kültüre, bireysel yaşama saygı gösterilmesi ve bunlara müdahalede bulunulmamasına ilişkin taleplere karşılık geldiğini görüyoruz. Bu noktada hoş görülmesi –saygı duyulması– gerekli olan; kişilerin, diğer kişilerce ya da devlet tarafından onaylandıklarından farklı düşünceler ve inançlardır. Dolayısıyla burada düşüncelerin- kanaatlerin-inançların ya da yaşam biçimi ve davranışların kendisi –niteliği– önem kazanıyor.

Ne var ki, daha önce ifade edildiği üzere, saygı konusu olan ya da hoş görülmesi gereken düşünceler, inançlar kültürel normlar ya da davranışlar değildir. “Saygı konusu olan, birer insan olarak kişilerdir.” Dokunulmaması ya da korunması gereken fikir ya da düşüncelerin kendileri değil, kişilerdir (Kuçuradi, 2007a: 94,111). Kişinin insansal varlığıdır. Bu açıdan hoşgörü: kişiler arasında ve birey-devlet ilişkilerinde, kişilerin ya da devletin kendisinden farklı olan düşüncelere, inançlara ve fikirlere sahip olup, buna göre davranan kişilerin haklarına müdahale etmemesi –zarar vermemesi– ya da müdahale edenleri engellemesi olarak görülmeli ve hoşgörü- özgürlük ilişkisi bu anlayışa göre kurulmalıdır.

Özgürlük kavramı, insan hakları bilgisi ışığında irdelendiğinde, özgürlüğün insana özgü bir olanak olduğu ve bu açıdan liberal devlet ya da liberal demokrasilerdeki özgürlük anlayışından ayrıldığı görülmektedir. Klasik liberal anlayışın negatif anlamda özgürlük anlayışı, insanın bir olanağı, insanı diğer canlılardan ayıran bir yapı özelliği olarak değil, bireyin dış müdahalelere maruz kalmaması, yani yapıp etmelerinde engellenmemesi anlamındadır. Böyle anlaşılan özgürlük –negatif özgürlük–, ö z g ü r l ü k i l e bireyin eylemlerini engellediği düşünülen g ü ç arasındaki bir karşıtlık ilişkisine dayanır. İnsan hakları açısından bakıldığında, özgürlük ile güç arasında zorunlu yapısal bir karşıtlık olmadığı için, özgürlüğü yalnızca özgürlük-güç karşıtlık ilişkisinin bulunduğu varsayımından hareketle tanımlamak, insana özgü bir olanak olarak özgürlüğün ne anlama geldiğini kavramayı zora sokar.

141

Kuçuradi, özgürlükle nelerin nitelendirildiğine bakıldığında özgürlüğün üç ana türe ayrılabileceği ifade eder: 1) insanın –tür olarak insanın– özgürlüğü, 2) kişinin özgürlüğü ya da etik özgürlük ve 3) toplumsal özgürlüktür. İnsanın özgürlüğü sorun edinildiğinde, özgürlük, insanın bir olanağı, insanı diğer canlılardan ayıran temel yapı özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkar.

İnsana özgü olan bu olanak, insanın çeşitli etkinliklerinde özellikle de insanlararası ilişkilerde –eylemde– beliren bir olanaktır. (…) Kişilerin gerçekleştirdiği bu olanak, insanın, onu diğer varlıklardan ayıran ana özelliklerinden birini oluşturur: ilk önce i n s a n ı n b i r d e ğ e r i dir özgürlük. İnsanın özgür olabilmesi kişilerce gerçekleştirildiğinde, özgürlük bir k i ş i ö z e l l i ğ i olur: değerleri bilen ve h e s a b a k a t a r a k yaşayan kişilerin özelliği. Bu anlamda ikinci tür olarak ayırabileceğimiz özgürlük, insanlararası ilişkilerde bir kişi değeri ya da e t i k b i r d e ğ e r dir (Kuçuradi, 2010: 51-52).

Bu bakış açısıyla düşünüldüğünde ise özgür kişi, yaşamının her anında, yapabildiği kadar çok doğru değerlendirmelere dayanarak ve insanın değeri ile değerlerin bilgisini de hesaba katarak yapıp eden kişidir. Bu kişinin özgürlüğü etik özgürlüktür. Başka bir deyişle, yaşarken doğru değerlendirebilen ve buna dayanarak gerekeni yapan kişinin özelliğidir etik özgürlük. Ayrıca şunu da söylemeliyiz ki, özgür kişilerin yetişmesini sağlayan, en başta yine özgür kişiler yani etik özgürlük olmakla birlikte, kişilerin özgür kalmasına yardımcı olan bir başka önemli etken de, bir ülkedeki toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde, kurulmasında ve değiştirilmesinde geçerli olan ilkelerdir. Bunlar, moral değerler olmak üzere, bir ülkenin eğitim sisteminin düzenlenmesinde, yasaların yapılmasında, adalet işlerinin yürütülmesinde ve genel olarak siyasal yönetimde geçerli kılınmış ilkelerdir. Bu ilkeler insan haklarının korunabilmesini sağlayan ilkeler olabileceği gibi, insan haklarına aykırı da olabilir. Çünkü bu ilkelerin nasıl ilkeler olduğu, yani bir ülkedeki toplumsal özgürlüğün durumu, o ülkedeki yönetim işleriyle uğraşanların çoğunluğunun etik özgürlüğüyle ilgilidir. Başka bir deyişle toplumsal özgürlüğün sürekli gerçekleşmesi ancak özgür kişilerce sağlanabilir (Kuçuradi, 2010: 52-53).

142

Çünkü genel anlamda toplumsal özgürlük, bir gereklilik düşüncesidir: toplumsal ilişkilerin, kişilerde insanın onuru ya da değerini koruyacak biçimde düzenlenmesi gerektiği düşüncesidir: toplumsal ilişkilerin, kişilerde insanın değerini koruyacak biçimde düzenlenmesi gerektiği; toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde, kurulmasında, değiştirilmesinde ya da her gün yapılan düzenlemelerde amaç olarak, kişilerde bilerek ve isteyerek, insanın değerini ya da onurunu korumayı koymak demektir (Kuçuradi, 2010: 53-54).

Bugün “temel özgürlükler” adı altında toplanan her “özgürlük”ten bir engellenmemenin, yani kişinin, bir şeyi yapmada engellenmemesi olarak anlaşıldığı görülüyor ve çoğu zaman bu engellenmeme, ayrıca bir hak sayılıyor. Oysa temel özgürlükler, insanın değerine dokunmama taleplerinin, yani bir grup temel kişi hakların (: hiç kimsenin tutsak ya da köle durumunda tutulmaması; hiç kimseye işkence ya da insanlık dışı muamele edilmemesi; hiç kimsenin keyfî tutuklanmaması ile düşünce ve kanaat özgürlüğü denen özgürlükler gibi hakların), yasal güvenceleridir. İnsanın sırf insana özgü olanaklarını gerçekleştirir ve genişletirken, kişilere dokunulmamasını yasal güvence altına alırlar. Temel kişi haklarının bu grubu, yasal güvence altına alınınca, kişilere ilişkin bütün bu “dokunulmazlıklar” da temel özgürlükler denen özgürlükleri oluştururlar. Bu hakların fiilen korunmaları ise, başka kişilerce veya günümüz demokrasilerde çoğu zaman görüldüğü gibi siyasal iktidarca çiğnenmek istendiği zaman söz konusu olur. İşte kişilerde insanın değerini çiğnetmeme, insanın olanaklarının gelişimini engellememe talepleri, kişileri bu açıdan koruma talepleri, bu grup temel kişi haklarını, bu hakların yasal korunmaları ise temel özgürlükleri oluşturur (Kuçuradi, 2010: 66).

Buna karşın liberal anlayış, özgürlüğü özellikle özel yaşamda başlatır. Özgürlük bireysel hedeflerin, özellikle de ekonomik hedeflerin, gerçekleştirebilmesinin bir aracı durumundadır. Liberal anlayış, homo economicus’un özgürlüğüne dikkat çeker. Aynı zamanda devletin işlevi de özel alandaki özgürlüğün ve mülkiyetin korunması olarak görüldüğünde, liberal devletin iktisadî insana yöneldiği görülebilir. “Liberalizm 'ekonomik insan'la, dolayısıyla kendi özel çıkarları ve doyumunu

143

maksimize etmeyi amaçlayan ve genel yarar için özel bir çaba içerisinde olma ihtiyacı bulunmayan birey ile uyumludur”19 (Tunçel, 2008: 51).