• Sonuç bulunamadı

II Abdülhamid Döneminde Osmanlı Coğrafyasında Arap Milliyetç

1.2 II Abdülhamid İdaresinde Osmanlı-Arap İlişkileri

1.2.1 II Abdülhamid Döneminde Osmanlı Coğrafyasında Arap Milliyetç

Tüm dünya milletleri arasında olduğu gibi Osmanlı sınırları içinde yaşayan etnik gruplar arasında da etkili olduğu kabul edilen, Batı menşeili milliyetçilik fikirleri, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yalnızca Balkan coğrafyasındaki gayrimüslim tebaa arasında taraftar bulmakla kalmamış aynı zamanda İmparatorluğun Arap nüfusunun yoğun olarak yaşadığı coğrafyalarda dahi filizlenme imkanı bulmuştur.

On sekizinci yüzyıl sonlarında ortaya çıkan milliyetçilik fikri Osmanlı Devleti'nde ilk önce Balkanlarda Hristiyan tebaa arasında kendini göstermiş daha sonra Lübnan, Suriye ve Mısır başta olmak üzere Arap topraklarında da hızla yayılmıştır.

XIX. yüzyılın ilk yarısı boyunca Türklerle Araplar arasındaki farklılık bilincinin giderek artmaya başladığı yadsınamaz bir gerçek olsa da “Arap Milliyetçiliği”288

yüzyılın sonlarına kadar siyasi hedefleri olan bir hareket olarak ortaya çıkmamıştır. Arapçı olduğu söylenen kimseler başlangıçta Osmanlı Türklerinden kültürel olarak farklı olduklarının bilincindeydiler fakat siyasal egemenlik arzusu taşımıyorlardı. Farklılıklarını iddia eden bu kesimler zamanla zihinlerinde yer alan kültürel farklılık düşüncesini aşarak, Osmanlı Devleti'nden siyasal ayrılma talep etmeye başlayacak derecede siyasi anlamda Arap Milliyetçileri kimliğine bürünmüşlerdir.289

Bu durum bize XX.yüzyıla gelinceye kadar, zannedildiği gibi Arap dünyasında modern anlamda bir milliyetçiliğin mevcut olmadığını göstermektedir.

Her ne kadar XX.yüzyılın ilk çeyreğine kadar siyasi anlamda Arap milliyetçiliğinden bahsedilemeyeceği konusunda ortak bir inanış varsa da; XIX.yüzyılda Arap toplumu içinde

288

Arap milliyeçiliğinin ne olduğu yönünde genel bir tanımlamaya gidilirse; Arap Milliyetçiliği; Arapların tek bir siyasal toplum ya da ulus oluşturduğu, bu nedenle de ortak bir hükümete sahip olmaları gerektiği inancıdır. Arthur Goldschmidt JR.- Lawrens Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi (Çev. Aydemir Güler), Doruk Yay.,İstanbul 2008, s. 271; Buzpınar Arap Milliyetçiliği için şu tanımı yapmaktadır: “Arapların ortak bir dil, tarih,coğrafya ve etnik temellere dayalı olarak ayrı bir millet oluşturdukları ve bu milletin siyasal bağımsızlığını kazanarak, kendi kendini yönetmesi anlamındaki Arap Milliyetçiliği Osmanlı Devleti'nin yıkılışından sonra Batılılara özellikle de İngiliz ve Fransızlar'a karşı verilen bağımsızlık mücadelesiyle ortaya çıkmış bir harekettir.” Tufan Buzpınar, “Arap Milliyetçiliğinin Osmanlı Devleti'nde Gelişim Süreci”,

Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 168

289 Faruk Bozgöz, “ Arap Milliyetçiliği”, Doğu Batı Dergisi, S.39 (Kasım-Aralık-Ocak 2006-2007), Doğu Batı

yaşanan bazı kıpırdanmaların XX.yüzyıldaki Arap milliyetçiliğine zemin hazırladığı da reddedilemez. Arap milliyetçiliğinin XIX. yüzyıldaki bu evresine “Milliyetçilik Öncesi Dönem” adı verilmiş ve “Arabizm” tabiri kullanılmıştır.290

Milliyetçilik öncesi dönemde Arapların uyanışını sağlayan bir çok faktör içinde en çok tartışılanı Avrupa Devletlerinin misyonerlik291

çalışmaları olmuştur. Genel bir ifadeyle dinlerini, mezheplerini yaymaya ve kutsal yerleri bulmaya yönelik olarak başlayan misyonerlik faaliyetleri, Osmanlı Devleti'nin gerilemesine paralel olarak XIX.yüzyıldan itibaren sömürgeci Batılı büyük devletlerin emperyalist politikalarına hizmet eder hale gelmiştir. Bu yönüyle Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren misyonerler, Batılı ülkelerin Osmanlı ile olan “Şark Meselesi”(Eastern Question) adını verdikleri problemlerini halletmelerinde araç olarak kullanıldılar. Esasını Osmanlıyı yıkarak, mirasını paylaşmak oluşturan “Şark Meselesi”nde Batılıların takip ettikleri politikalardan birisi, içerideki Hristiyan azınlıkları İmparatorluktan koparmaktı. Bunun için en fazla misyonerlik faaliyetlerinden yararlanıldı.292

Menfaat mücadelelerinin bir parçası olarak İngiltere, Fransa, Rusya ve Avusturya gibi Batılı ülkeler misyonerlik faaliyetleri aracılığıyla kendilerine yandaş gruplar oluşturarak, Osmanlı toprakları üzerindeki nüfuzlarını arttırmak istemekteydiler. Bu amaçla değişik tarihlerde Osmanlı ülkesine gelen misyonerler yaptıkları çalışmalar neticesinde Müslüman ve Yahudiler arasında fazla etkili olamadıklarını anlayınca ilgilerini Hristiyan azınlıklara çevirmişlerdir. Hristiyan azınlıkları bir yandan kendi mezheplerine kazandırmaya çalışırlarken diğer yandan verdikleri eğitimle azınlıklar arasında milli duyguları uyandırarak, Osmanlılardan koparmak için uğraşmışlardır. Üstelik bu çalışmalar sadece Rum, Ermeni, Yahudi milleti üzerinde yürütülmemiş Bulgar, Arap, Kürt, Nasturi gibi diğer unsurlara yönelik de devam etmiştir.293

Arap eyaletlerinde Avrupa'nın kültürel etkinlikleri özellikle Hristiyan Araplar vasıtasıyla hissedilmiştir. Fransız Cizvitleri ve Amerikan Protestan misyonerleri Suriye'de açtıkları kolej ve çeşitli okullarda Arap geçmişini ve Arap mirasını bilen bunun yanında Avrupa kültüründen

290 Buzpınar, a.g.m.,s. 168

291 Sözlük anlamı olarak, özel görev manasındaki misyon kelimesi ile özel görevli kimse, görevli rahip veya

papaz anlamındaki misyoner kelimesi zaman içerisinde adeta değişik boyutta sadece din için kullanılmaya başlanmış ve dinler dahi misyoner ve misyoner olmayan dinler şeklinde iki gruba ayrılmıştır. Hırıstiyanlık ve İslamiyet gibi yayılabilen açık dinler misyoner; yayılmacı olmayan, kapalı Zerdüşlük, Yahudilik gibi dinler ise misyoner olmayan dinler olarak ayrılmıştır. Fakat bugün özel anlamıyla Hırıstiyanların, Hırıstiyan olmayan toplumlarda yaşayanları kendi din ve mezheplerine kazandırmak için açtıkları müesseselere misyon, buralarda çalışan özel eğitimli kimselere de misyoner denmektedir. Erdal Açıkses, “Osmanlı Devleti'ndeki Misyonerlik Faaliyetleri İle İlgili Bir Değerlendirme (İki Merkezden Örnekler), Osmanlı, C.2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 192

292

Ayten Sezer,“Osmanlı Döneminde Misyonerlik Faaliyetleri”,Osmanlı, C.2., Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s.183

de haberdar olan ve bu kültürden etkilenmiş bir Arap nesli yetiştirmeyi hedeflemişlerdir. Nitekim bu okullarında etkisiyle Hristiyan Araplar, Arap milliyetçiliğinin oluşmasında önemli rol oynamışlardır.294

Yabancı misyoner okulları olarak nitelendirilen bütün bu misyoner eğitim kurumları yoğun bir din propagandasının yapıldığı, kendi dil ve kültürlerinin öğretildiği ayrıca Fransız İhtilâli sonrasında gelişen milliyetçilik akımlarının azınlıklar üzerinde uygulanmaya çalışıldığı kurumlar niteliğindeydi.295

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Arap dili ve edebiyatında görülen canlanma ve Arapların eğitim seviyesinin giderek yükselmesinde Amerikan Protestan ve Rus Ortodoks misyonerlerin payı büyük olmuştur.296

Amerikan Presbiteryen Kilisesi'ne bağlı misyonerler 1820'de Beyrut'a gelmiş ve 1834 yılında da “Amerikan Misyonerlik Teşkilatının” Malta Adası'ndaki Arap harfli matbaasını Beyrut'a taşıyarak, eğitim faaliyetlerini hızlandırmışlar. İngiliz Suriye misyonerlik teşkilatı da kız ve erkekler için Beyrut, Şam gibi önemli merkezlerde okullar açmıştır. 1866 yılında kurulan Suriye Protestan Koleji'nin297

kurulması Amerikalı Protestanların başlatıp yürüttükleri eğitim teşebbüslerinin önemli bir noktaya ulaşmış olduğunu gösteriyordu. XVII. yüzyıl başlarından itibaren devam eden Fransız Cizvitlerinin eğitim faaliyetlerinin gelmiş olduğu son nokta ise 1871 yılında Beyrut St. Joseph Üniversitesi'nin kurulmasıyla olmuştur.298

Amerikalı Protestanların kurduğu matbaadan sonra 1853 yılında Cizvitlerin kurduğu Katolik matbaasında (İmprime Catholique) ilmi kitaplar basılmaya başlanmıştır. Suriye Protestan Koleji'nin de ilk yıllarında eğitim dili olarak Arapça kullanılmış, Amerikalı bilim adamları ve eğitimciler İngilizce metinlerin Arapçaya tercümesinde Arap bilim adamlarıyla işbirliği yapmışlardır. Batılı düşüncelerle modern Arap dilini zenginleştirmişlerdir. Ülkede faaliyete geçirilmiş olan yabancı ve özel eğitim müesseselerinin çalışmaları neticesinde Arapça edebi dil olarak yeniden canlandırılmış, Arap dilinin sahası genişletilmiş, yeni edebi şekiller ve tecrübeler vasıtasıyla batılı fikirlerin Arap topraklarına girmesi mümkün hale gelmiştir.299

294

Bayram Soy,“ Arap Milliyetçiliği: Ortaya Çıkışından 1918'e Kadar”, Bilig; Türk Dünyası Sosyal Bilimler

Dergisi, S. 30, Temmuz/ 2004, s. 175- 176

295 Sezer, a.g.m., s. 188 296 Buzpınar, a.g.m., s. 170 297

Bu kolej Beyrut Amerikan Üniversitesi olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

298 Ezber Bodur, “Arap Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Doğuşu ( 1. Dünya Savaşına Kadar)”, Atatürk

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 8, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum 1988, s. 240

299

Bodur, a.g.m., s. 240; Buzpınar, a.g.m., s. 170; Misyoner okulları kapitülasyon sistemi ile sıkı bir işbirliği içindeydi. Osmanlı Devleti bu kurumları kapitülasyonlardan dolayı dış devletlerin müdahaleleri yüzünden denetleyemiyordu. Dolayısıyla anılan kurumlarda bir taraftan İslam ve Türk aleyhtarlığı işleniyor, diğer taraftan da Türkçe yetersiz olarak veriliyordu. Ayrıca devletin bazı bölgelerindeki eğitim öğretim kurumlarının yeterli olmaması misyoner okullarına olan ilgiyi arttırıyordu. 1900'de sadece Amerika'ya ait 400'ü aşkın okulda 20.000'e yakın öğrenci öğrenim görürken, aynı yıllarda faaliyet gösteren İdadi ve Sultani sayısı 69 olup, 7.000'e yakın öğrenci vardı. Aynı yıllarda Osmanlı topraklarındaki misyonerlere ait toplam yabancı okul sayısı 2.000 civarındaydı. Bunlara azınlıkların kendi okulları da ilave edilirse, bu sayı 10.000'e

Misyoner okullarının eğitim programlarında Arapçanın üzerinde önemle durulmasının nedeni; Suriye toplumunun farklı kesimlerinden öğrencileri bu okullara çekebilmekti. Ancak bu çaba Müslüman öğrencileri cezbetme açısından yüzyılın sonuna kadar pek başarılı olamamıştır. Müslümanlar çocuklarını misyoner okullarına göndermektense, onlara rakip olan ve Osmanlıca eğitim veren yeni kurulmuş devlet okullarına yollamayı tercih ediyorlardı.300 Bu şekilde önceleri Rönesans'ın doğurduğu kültür hareketlerinin sonucu olarak Batı medeniyeti ve fikirlerinin tesiriyle Arap kültürünü diriltme hareketi olarak başlayan Arap fikri uyanışı daha sonra çoğunluğu Hristiyan olan ve batılı eğitim kurumlarında eğitim görmüş bazı şahsiyetlerin tesiriyle düzenli bir milliyetçilik hareketine dönüşmüştür.301

Avrupa'nın misyonerlik faaliyetlerine bu derece önem verildiği bir noktada batılı eğitimin Ortadoğu'nun Arap topraklarındaki Türk karşıtı hassasiyeti beslemede ne derece rol oynadığı noktasında Zeine; Arap Ortadoğu'nun uyanışında eğitimin kuvvetli bir faktör olduğunu, Fransız, Amerikan ve Rus sefaret okulları ile İngiliz Suriye sefareti ve Prusya Deaconess Kaiserswerth misyonerliği gibi diğer yabancı misyonerlerin Ortadoğu'nun gençliğini eğitmekle aktif biçimde ilgilendiği gerçeğini inkar etmemekle beraber; XIX.yüzyılın ikinci yarısında Arap gençliğinin ulusal -siyasal aydınlanmasında misyoner eğitiminin rolünün fazla abartıldığını savunmaktadır. Zeine'in iddiasına göre, misyonerler Ortadoğu'ya Hristiyan inancını Müslümanlar arasında yaymak ve bazı Hristiyan mezheplerini kendi mezheplerine çevirmek arzusuyla gelmişlerdir.302

Misyonerlik faaliyetlerinin en yoğun olarak gözlemlendiği XIX. ve XX.yüzyıl dünya genelinde kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü bir zaman dilimine denk düşmesi nedeniyle Osmanlı topraklarındaki misyonerlik faaliyetlerinin dini yönü kadar siyasi, kültürel, ticari ve ekonomik boyutunun olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Bu sebeple İmparatorluk dahilinde XIX.yüzyıl başlarında dini misyonların ve yabancı eğitim kurumlarının sayılarındaki artışa paralel, Arap dünyasında klasik İslam'ın ideolojik birliği sarsılmış ve Osmanlı yönetiminin tüm tedbirlerine rağmen Arap dünyası İmparatorluktan çözülme sürecine doğru sürüklenmiştir.303

Nihayet batılı temeller ve esaslar benimsenmek suretiyle yerli halk tarafından kurulup faaliyete geçirilen okullar, matbaalar, gazete, dergi vs. neşriyat ve edebiyat cemiyetleri yeni Arap nesline milliyetçilik ruhunun aşılanmasında yardım etmişler, Araplar arasında milli

yaklaşmaktaydı. Sezer, a.g.m., s. 188

300

Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar; Osmanlı İmparatorluğu'nda Osmanlıcılık, Erken Arap

Milliyetçiliği ve İslamcılık ( 1908- 1918), Tarih Vakfı Yurt Yay.,İstanbul 1998, s. 25

301 Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan Yay., İstanbul 1992, s. 27-28

302 Zeine N. Zeine, Türk Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliği'nin Doğuşu, (Çev. Emrah Akbaş), 1. Basım.,

Gelenek Yay., İstanbul 2003, s. 47

303 İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu'nda Arap Milliyetçiliği”, Tanzimat'tan Cumhuriyete Türkiye

şuuru uyandırmada ve Arap milliyetçiliğini eyleme geçirmekte ön ayak olmuşlardır. Batılı ve Amerikalı misyonerler ile Hristiyanların Osmanlı Devleti'ne yönelik düşmanlıklarının etkisi altında Lübnan ve Beyrut'ta oturan Hristiyan Araplar seküler Arap milliyetçiliği kavramını geliştirmişlerdir.304

Hristiyan Araplar arasında Arap milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden birisi, Butrus El

Bustani'dir.305 1860-1861 arası çıkardığı Nafir Suriye isimli gazetenin de sloganı haline gelen “Tanrı'nın dine ve vatanın herkese ait olduğu” şeklindeki fikriyle ister müslim ister gayrimüslim olsun Arapça konuşan herkesin Arap olduğunu ifade ederek Arap milliyetçiliğinin Müslümanlıkla aynı şey olmadığını iddia eden306

Bustani, Dr.Smith ve Dr.Von Dyke gibi Amerikan misyonerleri ile işbirliği yaparak Tevrat'ın Arapça tercümesini yaptı. Daha sonra Muhit el-Muhit adlı bir sözlük ve kendi adıyla bir ansiklopedi yayımına başlayan Bustani, Arap dilini diriltme hareketinin öncülüğünü yapıyordu. Ayrıca kurduğu Cinan, Cennet ve Cüneyne adlı gazetelerle Arap milliyetçiliğine hizmet etmiştir.307

Bustani 1859 yılında Beyrut'da verdiği konferansta; bugünkü Arapların geçmişteki atalarının kültürel alanda elde ettikleri başarılara güvenmelerine karşı çıkarak, çağdaşı Arapların mâzideki şan ve şerefe sahip Arap neslinden geldiklerine inanmakla birlikte, dejenere olduklarını söylemekte ve atalarına hiç de lyık bir nesil olmadıklarını ifade etmektedir. Batılı misyonerlerin eğitim faaliyetleri ile Mehmet Ali Paşa tarafından başlatılan sosyokültürel faaliyetlerden ilerisi için ümitli gözüken Bustani, Arapların ihtiyaç duydukları her şeyin kendi kültürlerinde mevcut olduğuna inanmalarına karşı çıkmış ve Batı'nın ilim ve tekniği gibi birçok şeyinin alınabileceğini belirtmiştir.308

Bustani, Tahtavi'nin Mısır'da yaymaya çalıştığı “vatan” ve “vatanverperverlik” anlayışlarının Hristiyan Araplar arasındaki savunucularından birisidir. Hatta Bustani'nin kurduğu okula “Medresetül Vataniyye”309

adını vermesi, dergisinin baş kısmında “Vatan

304 Bodur, a.g.m., s.241

305 Bustani 1840'larda Beyrut'daki Amerikan misyoner okullarında çalışmış ve incil'in Arapça'ya çevrilmesine

yardımcı olmuştur.1860 olaylarından sonra cemaatler arasında hoşgörü ve yardımlaşmayı tesis etmeye çalışan Bustani, bu amaca yönelik olarak Nefir Suriye isminde bir gazete çıkardı. Kısa ömürlü olan bu gazeteden sonra Nasif el Yazıcı ile birlikte Medreset-ül Vataniyye adında bir okul kurmuştur. Amerikan misyonerlerinin Suriye Protestan Koleji'ni kurmalarına yardımcı olmuştur. Buzpınar, a.g.m., s. 170

306 Bodur, a.g.m., s. 242 307

Zekeriya Kurşun, a.g.e., s. 28

308 Bodur, a.g.m., s. 241-242

309 1863'te kurulan El Medrese el Vataniyye'nin kuruluşunda Bustani'nin misyoner dostlarının yardımı olmuşsa

da, bu kurum aslında Bustani'nin 1850'lerin ortalarından itibaren başalayarak, 1860'daki Lübnan olaylarıyla daha da keskinleşerek karşımıza çıkan misyonerlerle arasındaki uçurumun açılmasına paralel olarak gelişen misyoner okullarına ve misyoner eğitimine duyduğu tepkinin açık bir örneğiydi. Zira misyonerlerin verdiği eğitim dinsel amaçlıydı, öğrenciler yabancı ülkeleri ve yabancı ülkelerin tarihini, dillerini öğreniyorlar ama, kendi ülkelerinin tarihini bilmiyorlardı, kendi dillerini geliştirmiyorlardı. Kaldıki misyonerler okullarına öğrenci kaydederken, aynı öğrenciyi mezheplerine de kaydediyorlardı. Bu tür bir eğitim aradaki bölünmeyi artırıyor, kendi kültürüne ve ve kendi halkına yabancılaşmış, köksüzleştirilmiş kuşaklar yaratıyordu. Oysa Bustani, eğitimin amacının toplumun farklı kesimleri arasında sevgi ve uyumu güçlendirmek, taassubu ve

sevgisi imandandır.” sloganını kullanması bu fikirlere olan bağlılığının göstergelerindendir. Ancak Bustani her ne kadar vatanı Suriye olsa da dar anlamda Suriyeli kimliğine sahip iken, geniş kapsamlı olarak Osmanlı kimliğine sahip olduğunu iddia etmekten çekinmemekteydi. Bu nedenle Hristiyan Araplar arasında Osmanlılık ideolojisinin en kuvvetli savunucusu olarak ün yapmıştır.310

Hristiyan Arap olarak bir kısım Müslüman Arap düşünürleriyle ortak paydada birleşerek, Osmanlılığın devamı fikrini destekleyen Bustani'ye göre; Osmanlı birliği Arapların birliğini de sağlayacak, onların kültürel ve ictima gelişmelerine yol açacak tek unsurdu. Bu amaçla Bustani 1861'de Suriye'de kurduğu El- Cemiyyet-ül İlmiyyetü-s Suriye isimli ilim akademisine Ali ve Fuad Paşa'lar gibi devlet adamlarını da üye yapma yolunu seçmiştir.311

Bilhassa 1850'lerin ortalarında siyasi açıdan Osmanlıcılığa dönen Bustani, bir yanda İmparatorluk içinde Suriye'yi esas vatanı olarak görmeye devam ederken diğer taraftan kendisini Osmanlı yurttaşı olarak kabul etmiş ve İmparatorluk'tan ayrılmayı düşünmemiştir. Yani vatan olarak Suriye'ye özel bir vurgu yapmışsa da onun vatanı bütünde bir anavatan olarak gördüğü Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçasıydı. Bustani esasında zihninde tıpkı Amerika Birleşik Devletleri örneğinde olduğu gibi çeşitli milletlerin birliğinden oluşan ve her eyaletin kendi kanunlarının bulunduğu bir bakıma federatif sistemin geçerli olduğu bir model tasavvur etmekteydi. Bustani'ye göre eğer Ermeniler, Rumlar, Suriyeliler, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılırlarsa merkezsiz küçük devletler olarak siyasi başarı kazanamayacak ve önlerine çıkan tehlikelerle başa çıkamayacaklardır. Bunun için Doğu halkları açısından en uygun seçenek İstanbul gibi sağlam bir merkezin varlığıdır ki, bu aşamada her Doğuluya düşen görev şu anki siyasi yapıyı korumak ve pek çok ırktan oluşan büyük bir Osmanlı ümmetinin mensubu olarak kalmak için bölünmelere sebep olabilecek her şeyden uzak durmaktır.312

Her ne kadar Bustani'nin Osmanlıcı bir yönü varsa da 1875 yılında Bustani'nin çevresinde toplanan birkaç kişi gizli bir cemiyet kurarak, bütün Beyrut'u dağıttıkları gizli bildirilerle doldurmuşlar, Suriye halkını Osmanlı Devleti'ne karşı birleşmeye ve Lübnan ile birlikte müstakil bir otorite altında toplanmaya çağırıyorlardı. Özellikle 1879-1880 yılları arasında oldukça tesirli faaliyetlerde bulunmuşlar hatta Suriye Valisi Mithat Paşa ile iyi ilişkiler

anlaşmazlığı savuşturmak olduğuna inanmaktaydı. Bu sebeple ümmetin tüm çocukları için tek bir eğitim sistemi olmalıdır ki kültürel kimlik muhafaza edilebilsin. Bu yönüyle El Medrese el Vataniyye, Bustani'nin eğitim konusunda geliştirdiği eleştirilerin tümüne karşılık geliyor ve bir cevap niteliği taşıyordu. Bustani'ye göre, “Okulların çoğu Frenklerin elinde olduğu sürece istenen reformu gerçekleştirmek mümkün olamazdı.”, Vatan Medresesi isminden anlaşıldığı gibi kendine mezhep dışı bir çizgi seçmişti. Her cemaatden, her mezhepten öğrenci kabul ediyor ve hepsine ibadet özgürlüğü temin ediyordu. Adil Baktıaya, Osmanlı

Suriyesinde Arapçılığın Doğuşu Sosyo – Ekonomik Değişim ve Siyasi Düşünce, Bengi Yay. İstanbul

2009, s. 252- 253

310

Buzpınar, a.g.m., s. 170- 171

311 Ortaylı, a.g.m., s. 1034, 312 Baktıaya, a.g.e., s. 258- 261

kurarak onun sempatisini kazanmaya çalışmışlardır313 .

Hristiyan Araplar arasında yer alan önderlerden bir diğeri ise İbrahim Yazıcı'dır. Yazıcı, tüm Arapların bir araya gelerek Türk idaresinden kurtulmaları yönünde çağrı yapmıştır. Yazdığı şiirlerde Arap milletinin başarılarını, edebiyatının parıltılarını ve geçmişinden ilham alması durumunda gelecekte elde edebileceği başarıları vurgulamıştır. Bu şiirler Arap milliyetçiliğinin gelişim evresini beslemede önemli rol oynamıştır.314

1860'ların sonunda Nasif el Yazıcı'nın oğlu İbrahim el Yazıcı Arapların eski güçlerini yeniden ele geçirmek amaçlı bir grup Ma'runi arkadaşı ile beraber Osmanlı yönetimini sona erdirmek için gizli bir cemiyetin faaliyetlerine katılmıştır. Hatta Beyrut sokaklarında halkı isyana teşvik edici ilanlar yapıştırmışlardır. Ancak Yazıcı ve arkadaşlarının faaliyetlerinin destek toplayamaması ve Osmanlı Hükümeti'nin karşı tedbirler alması nedeniyle bu ayrılıkçı girişim kısa sürede sona erdirilmiştir.315

Faaliyetleri göz önünde bulundurulduğunda Arap milliyetçilliği açısından önemli sayılabilecek Hristiyan Arap tutumunun savunucularından Necip Azuri, açıkça Türklere karşı bağımsızlık mücadelesine girişerek, müstakil bir Arap devleti fikrini desteklemekteydi. Üstelik Azuri'nin tasavvur ettiği Arap İmparatorluğu'nun sınırları, Suriye ve Irak'ı da içine alacak şekilde Süveyş'e, Akdeniz'den Hint Okyanusu'na kadar uzanan geniş bir alan üzerinde başında Müslüman bir Arap'ın bulunduğu ve Müslüman ile Hristiyanların eşit ortakları olduğu bir İmparatorluktur. Bu yönüyle Azuri, daha evvelkilerde görülen kültürel ve linguistik plandan ayrı şekilde Arap milliyetçilik fikrini siyasi olarak açıklayan bir isim olarak dikkat çekmekteydi.316

Azuri, Paris'te bulunduğu sırada bir Fransız ile birlikte kurduğu “Arap Vatanseverler Birliği”'nin aracılığıyla İmparatorluk sınırları içinde dağıtılacak iki bildiri yayınlamıştır. “Arap Toprakları Araplarındır!” adı ile birliğin yayınladığı ilk bildirinin programında; kurulmasını istediği Arap devletinin sınırlarından bahsetmiş ayrıca Arap ülkelerindeki tüm yabancı çıkarları ile Cebel-i Lübnan'ın özerkliğinin, Filistin'deki Hristiyan kurumlarının ve İran Körfezi ile Yemen'in bağımsızlık ilkelerinin korunacağı sözünü vermiştir.317

3 Ocak 1905 tarihli “ Arap Anayurdunda Türklere hizmet etmiş Bütün Araplara” şeklinde hitap ettiği ikinci bildirisinde de; “ Bağdat ve Hicaz demiryollarını Havran'ı, Yemen'i, Irak'ı ve Necid'i egemenlikleri altına almak amacıyla inşa etmek istiyorlar ve daha da vahim olanı