• Sonuç bulunamadı

İyi Yönetim ile İlgili Anayasal Düzenlemeler

2. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE İYİ YÖNETİM UYGULAMALARI

2.1. İyi Yönetim ile İlgili Anayasal Düzenlemeler

Türkiye’de iyi yönetim kapsamındaki ilkelere 1982 Anayasası’nda belirli maddelerde yer verilmiştir. Buna göre 2. maddede hukuk devleti ilkesi, 10. maddede eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkesi, 12. maddede temel hakların niteliği, 40. maddede temel hak ve hürriyetlerin korunması konuları işlenmiştir. Bunların dışında Anayasa’nın 74. maddesindeki dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı, 123. maddesindeki idarenin bütünlüğü ve kamu tüzel kişiliği, 125. maddesindeki yargı yolu, 128. ve 129. maddelerindeki kamu hizmeti görevlileriyle ilgili hükümler de iyi iyi yönetim kuralları ile ilişkili durumdadır. Türkiye’de genel bir idari usul kanunu bulunmadığı için, iyi yönetime ilişkin ilkeler mevzuatta dağınık bir biçimde bulunmaktadır (Karakul, 2015: 94).

2.1.1. Anayasanın 13. Maddesine Ölçülülük İlkesinin Dâhil Edilmesi

İyi yönetim ilkeleri arasında önemli bir yerde bulunan ölçülülük ilkesi, 1982 Anayasası’na sonradan dâhil olan ilkelerden biri durumundadır. 2001 yılında Anayasa’da değişiklik meydana getiren düzenleme ile 13. maddede ilke, pozitif metindeki yerini almıştır. 13. maddenin değişiklik öncesindeki hali temel hak ve özgürlükler ile ilgili genel bir sınırlandırma hükmü iken, değişiklik sonrasında genel bir koruma hükmü haline gelmiştir. Bu haliyle de temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasında anayasanın sözü ve ruhu, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gerekleri ve ölçülülük ilkesi üç temel düstur olarak sıralanmaktadır (Değirmenci, 2015: 106).

2001 düzenlemesi öncesinde Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlükler farklı birçok nedenle sınırlandırılabilirken, düzenleme ile beraber temel hakların genel sınırlandırma alanı daraltılmış; bir anlamda genel sınırlama nedenlerine yer vermeyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ortaya koyduğu sistem benimsenmiştir. Yeni düzenleme ile birlikte temel hakların sadece anayasada belirtilen neden ve madde 13’teki esaslar dâhilinde sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir (Giritli, 2002: 101).

103

Yüksel (2007)’e göre de 2001 değişiklikleri öncesi 13. madde, anayasadaki tüm hak ve özgürlükleri kısıtlamanın gerekçelerini içeren genel bir hükümde iken, yeni düzenleme ile kısıtlamalar 'devletin toprakları ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü', 'ulusal egemenlik', 'cumhuriyet', 'ulusal güvenlik', 'kamu düzeni', 'genel amaçlı', 'kamu yararı’ nedenleri ile sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla 13. maddenin yeni şekli ilerici bir kısıtlama sistemi sağlamakta ve temel hak ve özgürlükler için genel koruma maddesi olmaktadır. Bu bağlamda, değişiklik, özgürlüğün öz ve sınırlamanın istisna olması gerektiğini yansıtmaktadır (Yüksel, 2007: 156-157).

Madde 13, 'hak ve özgürlüklerin çekirdeği' ilkesini de içermektedir. Buna göre sınırlama hak ve özgürlüklerin temelini ihlal edemez. 13. maddeye getirilen ölçülülük ilkesi ile yeterlilik, yasalar ile kısıtlama amacı arasındaki orantılılık ve amacın yerine getirilmesi için sınırlamanın gerekliliği olan üç temel unsur meydana getirilmiştir. Dolayısıyla yeni düzenleme öncelikli olarak sınırı aşan sınırlamaları önlemeyi amaçlamaktadır (Yüksel, 2007: 158).

2.1.2. Anayasanın 40. Maddesinde Değişiklik

Türkiye anayasa sisteminde 40. madde de iyi yönetimin sağlanmasına yönelik olması ile önem kazanmaktadır. Anayasanın 40. maddesine göre; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır. Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, Kanuna göre, Devletçe tazmin edilir.”

Anayasanın 40. maddesinin ilk fıkrası başvuru hakkının düzenlemesini istemeye yöneliktir. Bu düzenleme hak arama özgürlüğünün bir yansıması olarak görülmektedir. Buna göre, hakkında idari işlem yapılan kişilere açıkça idari başvuru yolları gösterilmelidir.

4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi

Hakkında Kanun Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40. maddesine ikinci fıkra olarak şu

104

başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır”. Böylece Avrupa İyi Yönetim Davranış Kodu’na benzer şekilde kişilere başvuru koşullarının gösterilmesi ilkesinin sağlanması hedeflenmiştir.

Anayasa maddesine eklenen yeni ifade ile işlem metninde başvuru yollarının gösterilmesi bireylerin devlet organları karşısında kendilerine tanınan hakları daha kolay kullanabilmelerine olanak tanıyacak bir düzenlemedir. Bu sayede idari işlemler karşısında vatandaşların hangi merciye veya hangi süreler içerisinde başvurabileceği, başvurunun zorunlu olup olmadığı gibi bilgilerin sunulması ile muhtemel mağduriyetlerin başlangıçta ortadan kaldırılması sağlanabilecektir. Akyıldız (2003:4)’ın ifadesi ile “bu durum idarenin “kanunu bilmemek mazeret değildir” mazeretinin arkasına sığınmasını engeller; idarenin “hasım” olmadığını gösterir.

Yapılan düzenlemeler kapsamında başvuru imkânı sağlanmasını isteme hakkı, mağdur bireylere sadece teorik anlamda müracaat imkânı sunulmuş olmasının önüne geçmek için, hak ve özgürlük ihlalleri karşısında etkin başvuru imkânı tanınmasını devletin bir ödevi haline getirmiştir (Akbulut,2009: 3).

2.1.3. Dilekçe Hakkı Düzenlemeleri

İnsan haklarının unsurlarından biri kabul edilen dilekçe hakkı, bireylerin toplu ya da bireysel olarak, yargı dışındaki devlet organlarına, şahısları ya da toplumsal durumlarla ilgili olarak şikâyet, öneri, çözüm isteme gibi nedenlerle yazılı başvuruda bulunması olarak tanımlanabilecektir. Yumuşak bir baskı aracı olarak kabul edilen dilekçe hakkı, bu yönüyle zayıf bir hak arama yolu kabul edilmektedir (Anayurt, 2002: 96).

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda dilekçe hakkı; Siyasal Haklar ve Ödevler başlıklı dördüncü kısımda 74. maddede yer almıştır. Madde hükümlerine göre dilekçe hakkı önceki anayasalardan biraz daha farklı bir şekilde ele alınmıştır. Buna göre ortaya çıkan en önemli farklılık önceki anayasalarda dilekçe hakkının bireysel veya topluca kullanımından söz edilirken, 1982 Anayasası’nda bu ibarenin metinde yer almamasıdır (Anayurt, 2002: 102-103).

Mevzuat hukukunda dilekçe hakkı ise 3071 sayılı yasa ile düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerin ilk halinde dilekçe hakkı diğer siyasi haklarda olduğu gibi sadece Türk

105

vatandaşı kişilere tanınan bir hak olarak yer almıştır. Ancak 2001 anayasa değişikliği ile Türkiye’de ikamet eden yabancı uyruklulara da dilekçe verme hakkı (madde 74) tanınmıştır (Özbudun, 2007: 192).

2001 yılı sonrasında Anayasa’nın 74. maddesi ve 3071 sayılı Dilekçe Kanunu’nun 3. maddeleri beraber değerlendirildiğinde vatandaşlar açısından, vatandaşlık sıfatını taşımak yeterli olup, ayrıca yaş, cinsiyet veya Türkiye'de ikamet etme gibi şartlar aranmamaktadır. Bu nedenle, gerek Türkiye'de, gerek geçici veya sürekli olarak yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları bu hakka sahiptir (Anayurt, 2002: 107).

2.1.4. Kanun Önünde Eşitlik Düzenlemeleri

Türk anayasa hukukunda eşitlik ilkesi, ‘kanun önünde eşitlik’ şeklinde klasik hali ile yer almıştır. Hem 1961 Anayasası, hem de 1982 Anayasası’nda genel eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı ile birlikte ele alınmıştır. Bununla beraber 1982 Anayasası’nda önceki anayasadan farklı bir biçimde eşitlik ilkesi, temel hak ve hürriyetlerden eşit yararlanma anlamını da kapsayacak şekilde, eşit haklar ve temel haklardan yararlanmada eşitlik anlayışı çerçevesinde yer almıştır. Dolayısıyla hukuksal eşitlik şeklinde isimlendirilen bu eşitlik anlayışında, kişilerin birer hukuksal kişilik olmaları nedeniyle kanun önünde eşit sayılmaları anlayışı hâkim durumdadır (Çağlar, 2012: 46).

İlk olarak 7 Mayıs 2004’te Anayasada yapılan değişiklikle Anayasa’nın 10. maddesinin 2. fıkrası ile pozitif ayrımcılığa vurgu yapılması büyük öneme sahiptir. Yeni düzenlemeye göre “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Aynı şekilde “çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz”. Getirilen bu değişiklikler pozitif ayrımcılığı Anayasa düzeyinde bir temel ilke olarak kabul etmiş, daha da önemlisi devleti bu ilkeyi yaşama geçirme bakımından yükümlü kılmıştır (Ulucan, 2013: 372).

Genel olarak 2004 yılı anayasa değişikliği, "kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduklarını" belirterek cinsiyetler arasındaki eşitliğe vurgu yapmıştır. Devlet, bu eşitliği yürürlüğe koymakla yükümlüdür" ifadesi de anayasa metninde yer almıştır. Getirilen bu

106

yeni hüküm ile kadınlar lehine; emeklilik mevzuatında olduğu gibi yaşam alanlarında da zaten benimsenmiş politikalar dikkate alınarak olumlu eylem veya pozitif ayrımcılığın yolu açılmıştır. 2001 değişikliği, daha önce 41. maddede ailenin eşler arasında eşitlik temelinde olduğunu belirtmesi gibi, cinsiyetler arasındaki eşitliğin altını çizmiştir (Özbudun, 2007: 187).

Bunların yanı sıra, “Türk Vatandaşlığı" başlığı altındaki 66'ncı maddeye ilişkin bir değişiklik, kadın-erkek eşitliğini anayasal temelde sağlamlaştırmaya yönelik önemli bir adım olarak değerlendirilebilecektir. Buna göre yapılan düzenleme ile “yabancı bir baba ve bir Türk anne çocuğunun vatandaşlığı kanunla belirlenir" ifadesi anayasa metninden çıkarılmıştır. Dolayısıyla tüm bu düzenlemeler kadın erkek eşitliğinin sağlanması adına önemli gelişmelerdir (Gönenç, 2004: 104).