• Sonuç bulunamadı

C. İslam'ın ve Ticaretin Yayılışı

2. İslam’ın Kent Merkezli Düzeni

104 bağlayıp bütün kıldığı bu cemaat Allah'ın kelamını insanlara yaymak ile yükümlüydü. İslam cemaati söz konusu yükümlülüğünü yerine getirirken Bizans - Sasani mücadelesinin yarattığı güç boşluğunu doldurdu.

105 a. İslam’ın Yayılışı

Peygamberin M.S. 632'deki ölümünden sonra, yerleşik ile göçebe arasındaki zıt ama tamamlayıcı ilişkiyi kullanan İslam, önce kültürel bir gelenek olarak beslendiği kuzeydeki tarımsal alanlara yayıldı. Suriye'nin fethi sonrasında, Akdeniz dünyasının zengin kentlerini barındıran Kuzey Afrika kıyısı ve Mısır, Müslümanlar için doğal bir yayılım alanı haline geldi. İslam orduları Bereketli Hilal'in Arami ovalarının ötesine ilk seferini zenginliğiyle bilinen Mısır'a gerçekleştirdi.

Müslümanlar gerek Mısır'da gerek Kuzey Afrika'da yerel halka kendilerini kabul ettirdikleri derecede başarılı oldular. Nitekim Bizans ile Sasani mücadelesinin ortasında kalan, ağır vergiler ödeyen ve monofizist373 inançlarından dolayı Ortodoks Bizans'ın baskısına maruz kalan Mısırlı Kıptiler Müslümanları kurtarıcı olarak görüyorlardı. Amr bin el-As komutasındaki İslam orduları 639 yılında Mısır'ı işgale başladığında, Kıptiler Müslümanlara büyük destek verdiler.374 Bu sayede, neredeyse üç yıl içerisinde İskenderiye de dâhil olmak üzere Mısır’ın büyük kısmı fethedildi.

Kuzey Afrika'nın fethi bu kadar kolay olmadı. Müslüman Araplar Mısır’ın batısını fethe giriştiklerinde iç bölgelere doğru genişlemekte sakınca görmemişlerdi.

Öyle ki, Garamant Fizanı’nı hızlı bir şekilde fethetmişler ve Müslümanlaştırmışlardı.

Oysa Kartaca, Roma ve Bizans yönetimleri Afrika’nın kuzey kıyılarında etkinlik kurmuşlar, çölün içlerine fazla sokulmamışlardı. Bu nedenle, İslam’ın Kuzey

373 451'deki Kadıköy Konsili ile Hıristiyan dünyası, İsa'nın doğası üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle resmen bölünmüştü. Monofizist inanca sahipler İsa'nın ilahi doğasına inanırken, diofizistler onun hem insan hem tanrısal olduğuna inanıyorlardı. Kadıköy Konsili'nde Kutsal Üçleme öğretisinin Papa Büyük Leon'un saptadığı şekilde benimsenip, monofizist biçimin reddedilmesi, bu inancı taşıyanların Ortodokslar tarafından sapkın ilan edilmesine yol açmıştı.

374Bu desteğin karşılığında, Kıpti Kilisesi Bizans tarafından tanınmayan statüsüne yeniden kavuştu ve Kilise mülklerine sahip oldu. Bunun yanında, belirli bir baş vergisi karşılığında kendi dillerini ve dinlerini sürdürmeye devam ettiler. Ancak, Arap kabilelerin ve Arapça'nın Mısır yaşamında giderek daha çok yer kaplaması, Araplaşmayı ve İslamlaşmayı da beraberinde getirecekti. Michael Brett, “The Arab conquest and the rise of Islam in North Africa”, der., J. D. Fage, The Cambridge History of Africa, Volume 2: From 500BC to AD 1050, Cambridge, Cambridge University Press, 1978, s. 499.

106 Afrika’daki yayılışı başlangıçta Bizans İmparatorluğu’nun yanı sıra ciddi bir Berber direnişi ile de karşılaştı. Söz konusu direniş kırılıp da Berberler harekete dâhil olunca Müslümanlar, 8. yüzyılın başlarında, Kartaca döneminden beri Akdeniz ekonomisinde önemli bir yer tutan Sirte Körfezi’nin batısına genişleyebildiler. Batı Akdeniz'de potansiyel bir güç haline gelen İslam, göçebe Berber kabilelerin güç tabanına dayanan, merkezden görece bağımsız, ikincil bir fetih hareketi ortaya çıkardı.375 Doğudaki merkezden ziyade kendi kaynaklarını kullanan Keyrevan merkezli bu hareket, 711 yılında, antikiteden beri altın, gümüş, bakır ve demir gibi değerli madenlere sahip olmasıyla bilinen İber yarımadasının fethine başladı.

b. Merkezi Otoritenin Kuruluşu ve Kent Kültürüne Dayalı İslami Bir Toplumsal Düzen

Müslümanlar art arda fetihlerle Nil – Amuderya arasındaki toprak sahibi sınıfın iktidarını yıkmıştı. Ne var ki bir süre sonra, Müslüman birliğinin en büyük maddi ve manevi kazancın yolu olduğuna dair siyasi düşüncenin eşliğinde, tarımsal çıkarların ön planda olduğu merkezi otorite yeniden egemen oldu.376 Emevilerin Şam’daki hanedanlığında vücut bulan bu siyasi güç fetih ekonomisi üzerine kurulmuştu.

Nitekim Akdeniz'den Basra Körfezi'ne kadar uzanan antik kent sahasındaki doğal ve donmuş kaynakların dolaşıma sokulması ekonomideki dinamizmi muhafaza edecek düzeydeydi. Bu sayede, fetihler sırasında Müslüman nüfusun yerleştirilmesi için kurulan Basra, Fustat ve Keyravan vb. gibi yerleşimler hızla büyük kentlere dönüşmeye başladılar. Söz konusu kentler, İslami bir toplumsal düzen temelinde inşa

375 Hodgson, The Classical…, s. 226.

376 Hodgson, Expansion..., s. 68. Fetihlerle beraber sermayelerini arttıran tacirler sınırların olmadığı, ticaret yollarının güvenliğini sağlayacak büyük bir imparatorluğu ticareti daha kârlı hale getirebileceğini hesaplamış olmalılar. Bu nedenle, haklarının garanti altına alınması koşuluyla yeni düzeni desteklemişlerdir.

107 edildi. Merkezlerinde cami, hemen yanında pazar bulunuyor, bunlara çoğunlukla hamam eşlik ediyor, idari teşkilat ise bu merkezin etrafında yer alıyordu. Caminin etrafında şekillenen bu yerleşim düzeni İslam’ın kente atfettiği dinsel işlevin bir yansımasıydı.377 Zira kent İslam’ın cemaat için tasarladığı yaşam biçimine neredeyse tamamen cevap veriyordu. Her şeyden önce "bir araya gelme, toplanma" teması üzerine kurulu olan cami, cemaat, cuma namazı gibi en önemli İslami gerekliliklerin ifa edilebilmesini sağlıyor, böylece inananların fiziksel ve fikirsel bir aradalığını garanti ediyordu. İslam’ın kente atfettiği bu değer, tarımsal etkinliği ve kırsalı ikinci plana iterken, ticaretin ve tacirin önemini arttırdı.

Müslümanlar 715’te kolay zaferlerin sonuna geldiklerinde, varlığını fetih ekonomisine dayandıran Emevilere muhalefet gitgide şiddetlendi. Emeviler, yönetimleri boyunca Arap olmayan Müslümanlara (mevali) karşı ayrımcı bir tutum sergilemişlerdi. Kısmen Müslümanlığa geçenlerin vergi muafiyetini engellemeyi amaçlanmışlarsa da, bu tutumları hızla genişleyip kozmopolitleşen Halifelik’in genelinde ciddi bir rahatsızlığa neden oldu. Söz konusu ayrımcılıktan en çok etkilenenler Berberlerdi. İslam’ın batıdaki yayılışının en önemli gücü olmalarına rağmen Berberler, Endülüs’te yönetici bir sınıf haline gelememişler, askeri potansiyellerinden yararlanılan, gerektiğinde zorla vergi alınan bir nüfus olarak kalmışlardı. Bu sebeple, 740 yılında Berberler Mağrip’te Halifelik’in merkezi otoritesini sarsan ilk büyük ayaklanmayı başlattılar. Halifelik yönetilemez hale gelince Emeviler iktidarı Abbasi Hanedanlığı’na bırakmak zorunda kaldılar.

Abbasiler ile beraber başkent, ticari çıkarları ve İslam kozmopolitizmini yansıtan

377 Planhol, op. cit, s. 340.

108 Bağdat'a taşınırken, İslam inancını seçen topluluklar ulus-üstü bir İslam adına imparatorlukta egemen olmaya başladılar.

Her ne kadar, Büyük Berber Ayaklanması 761’de zorla bastırılmışsa da Abbasi Hanedanlığı döneminde Emevilerin merkeziyetçi politikaları yumuşatıldı. Abbasiler yönetim merkezini Basra Körfezi’ne taşıyarak İslam Halifeliği’nin yüzünü Hint Okyanusu’na çevirmişler ve doğu merkezli bir politika izlemeye başlamışlardı. Bu nedenle, Batı Akdeniz’deki gelişmeleri çoğunlukla gözardı ettiler. Nitekim Abbasiler’den kurtulmayı başaran Emevi Abdürrahman bin Muaviye (731-788) Batı Mağrip ve İber yarımadasındaki toprakları ele geçirip kendi yönetimini ilan etmişti.

Öte yandan, 800 yılında İbrahim bin Agleb’i isyankâr Berberleri kontrol etmesi için İfrikiye’nin378 başına geçiren Halife, kendi iradesiyle merkezi otoritesinden vazgeçmişti. Zira doğu ticaretinden öyle bir refah sağlanıyordu ki, 8. yüzyılın sonu ile 9. yüzyılın başında İslam kentleri en parlak dönemlerini yaşıyorlardı. Fakat kırsalı, göçebeyi ve köleyi dışlayan, eşitsizlikle malul kent ekonomisi büyüdükçe, Halife’nin merkezi otoritesi batıdakinden çok daha yakın bir tehdidin gölgesi altına girdi. Basra Körfezi’nde kilit kamu görevlerine sahip köleler 9. yüzyılın ortalarından itibaren isyan etmeye başladılar. Bir yandan Türklerden oluşan orduların siyasi kaderi belirleyebilecek bir güce erişmeleri, öte yandan bataklıkların tarım arazisine dönüştürülmesi için çalıştırılan Doğu Afrikalı kölelerin 868-888 arasındaki isyanı (Zenc İsyanı), Basra Körfezi'ndeki ticareti doğrudan etkileyecek istikrarsız bir ortam yarattı. Üstelik Abbasilerin başlıca ticari ortağı olan Tang Hanedanlığı 10. yüzyılın başında düşmüş, Çin bir karışıklık dönemine girmişti. Gelirleri düşen saray mali

378 Günümüzdeki Cezayir’den Trablusgarp’a kadar uzanan bölge.

109 açıdan çöküşe sürüklenince merkezi otoritenin birlik üzerine kurulu siyasi düşüncesi iflas etti.

c. Adem-i Merkeziyetçilik: Kırsalın Büyümesi, Ticaretin Güçlenmesi

Merkezi otoritenin zayıflaması kentin yaklaşık üç yüzyıllık baskınlığına tepki duyan kırsalı siyasi ve dini hayatta daha ön plana çıkarmaya başladı. Hilafet yönetiminin insanların sadece dış davranışlarıyla ilgilenmesini reddeden, kentlerden taşan lüks ve servetin Müslümanları İslam'ın asıl amacından saptırdığını savunan Sufi akımlar gitgide güçleniyordu. İslami bir toplumsal düzen yaratma peşindeki geleneksel Sünni bakış, bireyin içten ıslahına dayanan Sufist yöntemi ve ideali reddediyordu. Fakat 11. yüzyılda Sufizm'in popülerliği İslam topraklarında üst seviyeye çıkınca,379 bir yüzyıl sonra döneminin önde gelen bilginlerinden biri olan Gazali, iki akımı uzlaştıracak bir çalışma yapma ihtiyacı duydu. Sünni ideali için Sufi yönteminin benimsenmesine dayanan anlayış sayesinde İslam kırsalda da geçerli olacak bir nitelik kazandı.380 Sufizm'in, Şeriatın kesin ve katı kurallarının yerine, insanın iç dünyasına yönelen daha esnek ve kolay bir din anlayışı sağlaması kırsalda yaşayan kitlelerin Müslümanlaşmasının önünü açtı.

Merkezi otoritenin zayıflamasının bir diğer sonucu gücün yerel odaklara dağılması oldu. Hilafet dönemi, Sasani tarzı tarımsal bir monarşiden İslam'ın güçlendirerek sürdürdüğü eşitlikçi - kozmopolit eğilimlerin bir yansıması olan adem-i merkezadem-iyetçadem-i badem-ir toplum düzenadem-ine geçadem-iş sürecadem-i olmuştu.381 Bu süreçte, iktidarı kurması olası iki toplumsal sınıf da yeterli güçten yoksundu. Toprak sahibi sınıf

379 Hodgson, Expansion…, s. 222.

380 McNeill, Dünya…, s. 382.

381 Hodgson, “The Role…”, s. 119.

110 kentlerde mutlak bir iktidar kurabilecek güçten uzaktı; çünkü yarı kurak bölgedeki gelir getiren arazilerin seyrekliği, hayvancılıkla uğraşanların rekabeti ve ikta sisteminin toprağa yatırılan sermayeyi sınırlaması toprak gelirini azaltıyordu.382 Öte yandan, uluslararası ticaretin büyümesiyle tacirin konumu güçlenmişse de, Nil-Amuderya arasındaki İslam topraklarının büyük ordulara açık coğrafi yapısı kentli orta sınıfın tek başına iktidar kurmasına engeldi. 945'ten sonra Halife'nin merkezi otoritesi tamamen çökünce, bu iki toplumsal gücün edilgenliği, kentlerde yönetimin kırsal kesimden çıkan askerlerin idaresine geçmesine neden oldu.

Askeri yönetimler altında güçlenen adem-i merkeziyetçilik İslam topraklarında ekonomik yapılanışı doğrudan etkileyecek bir güvenlik sorunu yarattı. Gücün yerel odaklara dağılması, ekonomik olarak gelişen Hıristiyan Avrupalılar karşısındaki güvenliği sekteye uğratmıştı. Öte yandan, kentte ve kırsalda artan keyfi uygulamalar mülkiyet güvenliğinin azalmasına yol açtı. İşgallerin ve taşınmaz mülke tecavüzlerin arttığı istikrarsız bir ortamda sermaye, Avrupa'nın ve Çin'in aksine, siyasi korumaya ve mekânsal sınırlamaya bağımlı sanayiden ziyade taşınabilir halde varlığını sürdürebileceği pazara akıtıldı.383 Böylelikle, yeni ortaya çıkan adem-i merkeziyetçi toplum düzenine içkin olan güvenlik sorunu sermayenin üretime değil ticarete yatırılmasına neden oldu ve İslam’ın ikinci dönem yayılışına, Sufi akımların hâkimiyetindeki tacirler öncülük ettiler.