• Sonuç bulunamadı

Yeni Bir Dünya Yeni Bir Düzen: Pazar ve Birey Temelli Evrensel

A. Kent Ekonomilerinde Güçlenen Orta Sınıf Merkezli İdeolojiler: Tek

1. Yeni Bir Dünya Yeni Bir Düzen: Pazar ve Birey Temelli Evrensel

İstilalar ile eski düzenin ekonomik, toplumsal ve ideolojik yapısı büyük bir tahribata uğradı. Tahrip edilmeyen ya da daha doğru bir ifadeyle zarar görse de hızla toparlanan tek yapı ticaretti. Öyle ki, istilalar sonrasında geçen ilk beş yüz yılda, ticaret ağı on beş yüzyılda ulaştığından daha geniş bir alana yayıldı.308 Bu sayede, orta sınıfın bir araya geldiği pazar kentin yeni birikim merkezine dönüştü.309 Pazarın yanı sıra, sosyo-ekonomik yapıdaki rolü büyüyen bir diğer unsur bireydi. Demir aletler, alfabetik yazı ve sikke para gibi yenilikler toplumu parçalarına ayırmıştı.

Birey artık topluluğa bağımlı olmadan toprağı işleyebilir, artı-ürünün bir kısmını biriktirebilir, hatta öğrenebilir bir duruma gelmeye başladı. Öte yandan, bu yeniliklerin hızla yayılması kentte tarihsel bir değişim bilincinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Kendi eylemlerinin değiştirici gücünün bilincine varan birey için doğanın

307 M.Ö. ikinci bin yılın ortalarında mal mübadelesinin artması ekonomilerin gelişmesine ve çeşitlenmesine neden olmuş, Mezopotamya'da ve Mısır'da tacirler, usta zanaatçılar, profesyonel askerler, yazıcılar ve rahiplerden oluşan orta sınıf gelişmeye başlamıştı. Bu gelişimi, yaşlılar ve soylular tarafından uygulanan yerel ve geleneksel yasaların yerini, ülke çapında geçerli yazılı yasaların ve kral tarafından atanan yargıçların alması, aristokratlara tanınan ayin yapma ve ölümsüzlük hakkının kitlelere açılması izledi. Ibid., s. 169-70.

308 Ibid., s. 200.

309 Hodgson, op. cit., s. 111.

85 bir bütün, zamanın döngüsel olarak ele alındığı aristokratik ideolojinin fiziksel ve düşünsel art alanı yok oluyordu. Söz konusu şartlar altında, eski düzenin ideolojik anlatımı yeni dünyayı açıklamak konusunda gitgide yetersizleşti. Bunun üzerine iki farklı yorum ortaya çıktı: Doğaüstünü kaynak edinen vahiysel düşünce ve doğa olaylarının gözlemine dayanan akılcı düşünce. Bu iki yeni yaklaşım sayesinde bilgi ve kutsal, sihirsel etkiden "büyük oranda" arındırılıp yalınlaştırıldı ve toplulukla bağları zayıflamış, adalet arzusu güçlenmiş bireysel bilince yöneltilerek kitlelerin kullanımına uygun hale getirildi. Bir halk devrimini andırırcasına yaygınlaşan iktidarın bu iki kilit unsuru, pazarın kent kültürü üzerinde ideolojik hâkimiyetinin önünü açtı.

Vahiysel düşünce, yeni düzeni adalet ihtiyacı üzerinden kurguladı. Toprak sahibi sınıf, kırsal kesime ve orta sınıfa ekonomik, siyasi ve dini hayatta asgari düzeyde yaşam şansı vermişti. Eski düzenin çöküşü, bu kesimlerin adil muamele ve paylaşım taleplerini güçlendirdi. Kentleri istila edip göçebelikten yerleşikliğe geçen halklar da eklenince kentte güçlü bir eşitlikçi ve kozmopolitan eğilim ortaya çıktı.

Pazar bu eğilimlerin kentteki kurumsal yansımasını temsil ediyordu; zira herkese açık yapısı bireyler ya da gruplar arasında hukuksal bir ayrıma müsaade etmiyordu.

Bu bağlamda, her türlü kültürel değer pahasına kişiler arası ilişkilerde adaleti ve eşitliği vurgulayan tek tanrıcı ahlakçılık, vahiysel düşüncenin kentin taleplerine cevabı oldu. Ancak, vahiysel düşüncenin ahlaksal yönünü vurgulayarak popülistik bir nitelik kazandırdığı kutsal, en baştan beri orta sınıfın ideolojik beklentilerini diğer kesimlere kıyasla daha geniş ölçüde karşıladı. Öyle ki, pazarın kent ekonomisindeki büyüyen rolü göz önüne alındığında, eşitlik ve adil muamele talepleri kolaylıkla

86 ticaretin ve ticari sözleşmenin ifası çerçevesinde yorumlanabilirdi.310 Öte yandan, insanlığın birbirinden farklı yerel tanrıların değil, tek bir tanrının yarattığı tek bir toplum olduğunu ima eden yaklaşım, M.Ö. birinci bin yılın büyüyen uluslararası ticaret sisteminin ideolojik ihtiyaçlarını da karşılamaktaydı.311 Böylelikle, tekniğin sosyo-ekonomik yaşamı dönüştürecek denli bir bilgi ve tecrübe birikiminden yoksun olduğu bir dönemde, tek tanrıcı ahlakçılık, pazarın aradığı ideolojik kurguyu sağladı.

Ahlakçı yaklaşıma alternatifi akılcı düşünce sağladı. Ticaretle büyüyen Yunan kentlerinde değişen dünyayı anlayabilmek için farklı bir yol tercih edilmişti.

Anlamlandırma çabasının merkezinde kutsal değil bilgi vardı; Yunanlılar dünyayı ahlaki değerler değil, olgular üzerinden anlamaya çalışıyorlardı. Filozoflar doğayı parçalarına ayırarak ortak tecrübenin olgular üzerindeki gözlemlerini akılcı ve bilinçli bir sorgulamaya tabi tuttular. Ancak bunu yaparken sadece kendi gözlemlerinden değil, bu dönemde ticari ilişkiler geliştirdikleri eski uygarlık merkezlerinin tecrübelerinden de yararlandılar. Nitekim Yunan akılcılığının gelişiminde Mısır ve Babil biliminin önemli etkisi vardı.312 Sihirsel ideoloji tarafından şekillendirilen bu bilimsel terminoloji Yunan akılcılığında önemli bir deformasyona yol açtı.313 Söz konusu deformasyonun en önemli ve yıkıcı sonucu, çağına anlamını veren "değişim" bilincine karşı “değişmeyen”, “ebedi olanın” felsefe içinde yer edinmesi ve güçlenmesi oldu. Öyle ki, tarihin değişen görünümünün yanında, geometrinin ve matematiğin doğrularının ebedi gerçekleri yansıttığı, gözlemlerden bağımsız, duyum ötesi ideaların yönlendirdiği idealist bir felsefe ortaya çıktı. İdealizm, salt sezgisel düşünce yoluyla kavranabilen duyum ötesi

310 Ibid., s. 68.

311 Childe, Tarihte…, s. 225.

312 Ibid., s. 228.

313 Ibid., s. 230.

87 metafizik evrenin varlığını felsefi olarak doğruluyordu. Buna Yunan ve Roma kentlerinde giderek daha az elde toplanan servetin akılcı düşüncenin gelişiminin önüne set çekmesi de eklenince314, miladi dönemlere girilirken tek tanrıcı ahlakçılığın kutsal üzerinden kurguladığı düzen güçlendi.

Tek tanrıcı gelenek, çok tanrılı dinlerin somut sembollerinin aksine, aşkın olanı herhangi bir imgeye indirgemedi, onun sadece ahlaki boyutunu vurguladı. Zira tanrısal varlığın ispatı ona olan inançtı, yani ibadet eden kitlenin ta kendisi: Cemaat.

Her birey kendi mikro-kozmik dramının bir parçasıydı ve nihayetinde sonsuz bir mutluluk ya da ıstırap edineceği sorumlusu olduğu tek bir yaşantısı vardı. Cemaatin konumlandırılışı da benzerdi: Geriye dönülemez akış içerisinde, gelecekteki ilahi adaleti evrensel doğrulara dayanan eylem ve iradesiyle cemaat sağlayacaktı.315 Tarihin akışı içine yerleştirilerek eylem ve iradesinin değiştirici gücüne yapılan vurgu, cemaati siyaseten aktif bir hale büründürdü. Bu bağlamda, tek tanrıcı evrensel dinler Afro-Avrasya ekümeninde hâkim hale geldikçe kendi kutsalı doğrultusunda ahlaki doğruları kaynak edinen cemaatler kent kültürünü biçimlendirmeye başladılar.

Birbirlerini dışlasalar da toprak sahibi sınıfa karşı adil bir düzen taleplerinde birleşiyorlardı. Bunlar arasında ekümenin kent kültürüne en çok etki edecek olanları, İslam'ın kültürel bir gelenek olarak beslendiği Nil - Amuderya arasındaki bölgede ortaya çıktı.

314 M.Ö. 200'den sonra Yunan dünyasında kentli zanaatçılar işlerini, köylüler ise topraklarını köle yoğun emek kullanan ve gittikçe zenginleşen küçük bir kesim karşısında kaybederek yoksullaşmaya başladılar. M.Ö. 4. ve 3. yüzyıllardaki ekonomik genişlemeye eşlik eden akılcı yenilikler, ekonomik kaynakların tekelleşmesiyle hantallaşan Helen toplumunda M.Ö. 200'den sonra görülmez oldu. Ibid., s. 265.

315 Hodgson, op. cit., s. 132-3.

88