• Sonuç bulunamadı

İntihar ve Dindarlık İlişkisi

3. ERGENLİKTE PSİKOLOJİK SAĞLIK VE DİN

3.7. İntihar ve Dindarlık İlişkisi

Din, sosyal düşüncenin, üstünkörü, yüzeysel bir tarafıymış gibi algılanabilir. Oysa Durkheim ve Max weber gibi eski sosyologlar, toplumun doğasıyla ilgili düşüncelerini büyük ölçüde dine bağlı olarak şekillendiriyorlardı. Onlar dini; davranışlar ve bireylerin tanınmasında açıklayıcı bir öğe olarak kullanıyorlardı. Dini gruplar kendi yapıları içindeki inançlar ve etkileriyle birer sosyal örgüttür. Durkheim ve Weber bu grupların özelliklerini araştırıp din ile ilgili çalışmayı tercih ettiler çünkü, bu (din) tüm toplumu yansıtıyordu. Dini doktrinlerin gücü hiçbir yerde inanç ve intihar birlikteliğinden daha açık değildir. Kilisenin toplumsal hayatta etkili rol

oynadığı yerlerde intihar oranının düştüğü bile söylenmektedir. Yine intiharın tamamen yasak olduğu Katolik ve Ortodoks toplumlarda intihar oranının, kişisel özgürlüğü daha fazla önemseyen Protestan toplumlara göre daha düşük olduğu belirtilmektedir (Hood ve arkadaşları, 1996b).

Durkheim, İntihar adlı çalışmasında dindar insanların yaşamlarının her anında kurallara uymayı benimsediklerini söyler. Bu kurallar bir anlamda insanların bireysel fonksiyonlarında bir koruma işlevi görmektedir. Durkheim’e göre sosyal ve dini gruplar özellikle anomiden (anlamsızlık) korumak için yöntemler geliştiriyor, özellikle de intihara teşebbüs eden veya edecek durumda olanları güçlendirerek, topluma katarak, kendilerini önemli hissetmelerini ve hayatı sevmelerini sağlayıcı yeni yöntemler geliştiriyorlar. Ona göre kendini toplumdan soyutlanmış olan bireyler aslında aile, dini grup ya da diğer toplumsal örgütlenmelerde aktif olarak bulunmayan bireylerdir. Sosyal yapının bir parçası olan dini grubun bir üyesi kendini bütünün bir parçası olarak görüp iyileştirebilir ve yalıtılmışlık duygusunu aşabilir. (Idler ve George, 1998).

Malone ve arkadaşları (2000), ABD’de her yıl yaklaşık 30.000’den fazla kişinin intihar teşebbüsünde bulunduğunu ve intihar teşebbüslerinin en önemli klinik göstergesinin umutsuzluk olduğunu belirtmektedirler. Onlara göre ağır depresyon nedeni ile intihar tehdidi altında olan kişilerin intihar girişimlerine karşı “yaşama nedenleri” bulmanın kişiyi koruyacağı veya daha dirençli hale getireceği düşünülmektedir. Malone ve diğerleri (2000) hastanede yatan major depresyon hastası 84 hasta ve bunlardan aynı zamanda intihar teşebbüsünde bulunmuş 45 hasta üzerinde yaşama nedenlerini (major depresyon altındaki intihar girişimine karşı koruyucu faktörler) araştırmışlardır. Yazarların elde ettikleri bulgulara göre;

- İntihar teşebbüsünde bulunmayan hastalar ailelerine karşı daha fazla sorumlu, sosyal dışlanmadan daha çok korkan, intiharı gayri ahlaki bulan bir anlayışa sahiptirler. Aynı zamanda sorunların üstesinden gelme ve yaşam becerilerinin daha gelişmiş olduğu ve daha önce intihar girişiminde bulunanlara göre intihar düşüncesi sonuçları belirgin şekilde daha yüksek çıkmıştır. İntihar girişiminde bulunmuş ve

bulunmamış her iki majör depresyonlu grupta ne depresyonun objektif karamsarlığı ne de başa gelen olayların niteliği iki grup arasında farklılık göstermemektedir;

- Yaşamak için gerekçeler bulan majör depresyon hastalarının intihar etme riskleri azalmaktadır.

- İntihar düşüncesi, depresyon ve umutsuzluk ile intihar teşebbüsü arasında yüksek düzeyde pozitif bir ilişki tespit edilmiştir.

- Yaşamak için nedenler bulma ile intihar teşebbüsü arasında negatif ilişki, - Maneviyat, dindarlık düzeyi ile intihar teşebbüsü arasında negatif ilişki (yazarlara göre asıl farklılık maneviyat unsurundan kaynaklanmaktadır.)

- Dini inanç ve dini kimlik yapısında bir değişiklik olmadığı halde bireyde dini ibadetlerin azalmasıyla intihar oranının artması oldukça anlamlı bir ilişki olarak tespit edilmiştir.

- Yine bireysel dindarlık ve samimi/içsel dindarlık, yani maneviyatın yüksek olması, dindarlığın derecesi, yaşamak için bir neden bulmada etkin bir rol oynamaktadır.

Exline, Yali ve Sanderson’a (2000) göre her ne kadar din, insanı rahatlatan bir unsur olarak bilinse de bazı durumlarda bireyler dini yaşamlarında baskı da hissedebilirler. Onların 200 üniversite öğrencisi ve klinik psikoterapi gören 50 kişi ile dinin depresyon ve intihar üzerindeki etkisini araştırdıkları çalışmalarında şu sonuçlara ulaşmışlardır; katılımcıların dinle ilgili olarak baskıdan ziyade rahatlık hissettiklerini, ancak dindarlık seviyesi ve rahatlama düzeyinden bağımsız olarak tek başına dini baskının da depresyon ve intihar nedeni olabileceğini, intiharın özellikle dini korku ve suç, affedilmeyecek bir günah işlenmesi sonrası paralel olarak arttığı belirtilmiştir.

Bir diğer çalışmada Hilton, Fellingham ve Lyon (2002), ergen intiharları ve dini katılım üzerinde detaylı bir araştırma yapmışlardır. Hastane kayıtları, Son Gün Azizleri Kilisesi kayıtları ve Utah nüfus sayım kayıtlarını incelemiş ve 1991-1995

yılları arası intihar girişiminde bulunmuş 15-34 yaşları arası erkek ergenlerin intihar davranışları ile dindarlık ilişkisini araştırmışlardır. Onların bulgularına göre; aktif olarak kiliseye devam etme ile intihar oranı ile arasındaki negatif ilişki, aktif olarak kiliseye devam edenlerin intihar oranı kiliseye düzenli devem etmeyenler ve kilise mensubu olmayanlara göre daha düşük bulunmuştur. Utah’ta Son Gün Azizleri Kilisesi’ne üye olanların intihar oranları ABD toplam ortalamasından daha düşük seviyede bulunmuştur. Yine aktif dindarlığın intihar riskini azalttığı, spesifik bir dini gruba bağlı olmanın ve dini törenlere devamlı gitmenin intihar riskini azaltmada etkili olduğu ve ortak dini katılımları düşük olanların bu tür aktivitelere katılımı yüksek olan ergenlere göre intihar riskinin 3,5 kat daha fazla olduğunu tespit etmişlerdir.

Yapıcı (2007: 149), Son Gün Azizleri Kilisesi’nin alkol, tütün ve uyuşturucunun kullanımını da yasakladığını, (alkol ve madde kullanımının intihar için ciddi bir risk faktörü olduğu düşünüldüğünde) intihar olaylarının düşük çıkmasının nedenlerinden birinin de bu olabileceğini, ayrıca verilerin kilise kayıtlarına dayanılmasının bireysel dindarlığı ölçmüş olamayacağını ifade eder. Aynı şekilde önemli sayıda insan kriz zamanlarında bir profesyonelden yardım almak yerine kiliseye gitmeyi tercih ediyorlar. Dini grup, cemaat bu zaman dilimlerinde ikinci bir aile, uzun sıklıkla arkadaşlıklar edinememiş insanlar için dostluk fonksiyonunu üstlenmesi hasebiyle de intiharı engelleyicidir (Pargament, 1997).

Yine Molock ve arkadaşları (2006), 79'u erkek ve 133'ü kız olmak üzere toplam 212 Afro-Amerikan lise öğrencisi üzerinde gerçekleştirdikleri çalışmada; ergenlerin bireysel dini başa çıkma tarzını kullanmaları depresyon, umutsuzluk ve buna bağlı olarak intihar girişimlerini artıcı bir rol oynadığı, toplu olarak yapılan dini ibadet ve uygulamaların ise intihara karşı koruyucu olabileceği dolayısıyla da din ve dindarlığın intihar riskini azaltmada önemli bir destek sağladığı belirtilmektedir.

Greening ve Stoppelbein (2002), ergenlerde dindarlık, dinin etkisini hissetme ile intihar riski arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmalarında; iç güdümlü dindarlık ve dinin etkisini hissetme ile intihar riskinin anlamlı ölçüde düşmesi arasında olumlu ilişki, intihar riskini tetikleyen alkol ve madde kullanımı ile din/dindarlık arasında

negatif ilişki tespit etmişlerdir. Başka bir deyişle, dindarlık arttıkça alkol ve madde kullanımı azalmaktadır. Yazarlar, bu bulgulara dayanarak dinlerde özellikle intihara karşı yasaklayıcı hükümler nedeniyle ve yine dini katılımın psikolojik huzur, içsel huzur ve anlam oluşturması, dini grubun verdiği sosyal destek vb. faktörler nedeniyle intihar riskinin azaldığını, koruyucu bir faktör görevi gördüğünü belirtmektedirler.

Konu ile ilgili literatür inceleme, gözden geçirme çalışmalarında da dinin intiharı önleyici fonksiyonuna yönelik verileri bulmak mümkündür. Örneğin, Koenig ve Larson (2001), din ile psikolojik sağlık alanında yapılan literatür çalışması analizinde, dindarlık ile intihar ilişkisini araştıran 68 çalışmanın 57’sinde ters yönlü (negatif) ilişki tespit etmişlerdir. Bir anlamda araştırmaların yaklaşık % 89’unda dinin intiharı önleyici fonksiyonu tespit edilmiştir. Dindarlık arttıkça intihar riski azalmaktadır.

Bir başka çalışmada, Larson ve Larson (2003), din ve maneviyatın fiziksel ve ruhsal sağlık üzerindeki etkisini araştıran 1200 deneysel araştırmayı incelemiş ve bu çalışmada din ve maneviyatın intiharı engellemede, intihar riskini azaltmada etkili olduğunu bulmuşlardır.

Kanada’da gerçekleştirilen intihar risk ve koruyucu etkenlerinin incelendiği bir çalışmada, okul başarısı ve dini inancın koruyucu değerinin olduğu tespit edilmiştir. Yazar, bu durumun sadece dinin intihar üzerindeki yasaklayıcı etkisiyle ilgili olmayıp, daha ziyade dini bağlantı ve uygulamaların toplumsal destek ağları oluşumunu kolaylaştırdığı ve bu ağların da intihara karşı genç kişiyi koruduğu şeklinde yorumlar (akt. Sayar, 2002a). Sayar (2002a), “İnsan hayatının kutsal olarak algılanması ve ancak hayatı bağışlayan Tanrı’nın onu sonlandırabileceği inancı, bireysel bir düzlemde intihara karşı koruyucu bir işlev göstermektedir.” şeklinde açıklama yapmaktadır.

Ekşi (2003) ise, son 15 yıl içerisinde intihar oranlarının arttığını, özellikle İrlanda’daki artışın sosyal yapıda ve dinsel tutumlarda meydana gelen büyük değişimlerle açıklandığını aktarır; İrlanda’da evlenme oranları düşmüş, geçici birlikte yaşama, evlilik dışı doğum oranları ve madde kullanımı büyük artış göstermiştir.

Dinin intihar karşısındaki koruyucu işlevini Stack (1992), şu şekilde sıralar;

1. Dinlerde ahiret inancı mutluluk vaat ettiği için, boşanma, işsizlik,

fakirlik vb. gibi stresli durumlarda pozitif yönde dengeleyici olabilir. “Eğer insanlar bu stresi ahiret inancından kaynaklanan ebediyet mefhumuna bağlı olarak kısa süreli bir fenomen olarak görürlerse strese tahammül güçleri daha fazla olur”.

2. Sıkıntı, elem ve kederler bir anlam içeriyor olabilir. Tanrı böyle

dilemiştir. Başa gelen sıkıntı ve belalara katlanmak, sabır ve başa çıkmanın da değerini gösterir.

3. Tanrı’nın bizi gözetlediği ve elemlerimizi bildiğine dair inanç bizleri

daha tahammüllü hale getirir,

4. Din, toplumun maddeci anlayışına dayalı sınıflandırma yapısına

alternatif bir şekilde manevi bir sınıflandırma sistemi sunarak bireyin özsaygısını geliştirir, böylelikle ruhsal açıdan başarılı olma hedefini geliştirebilir.

5. Tanrı’nın işitici ve isteklere cevap verici olmasına yönelik inanç,

insanların sıkıntılı hayat şartlarını sağlıklı bir şekilde atlatmalarını sağlayabilir.

6. Din, maddi yoksunluktan övgüyle söz eder. Zenginlerin cennete

girmesi fakirlere göre daha zordur.

7. “Şeytan’ın varlığına olan inanç kişiyi kötülüklere karşı mücadeleye

sevk eder.

8. Son olarak dinler ideal rol modelleri (örneğin Hz. Eyüp) sunar. “Bu

modeldeki insanlar, elem ve sıkıntılara göğüs germişler ve zorluklar karşısında intihara teşebbüs etmemişlerdir”.

Hilton ve arkadaşları (2002), genç erkeklerde dindarlık düzeyinin artmasına bağlı olarak intihar seviyesinin düştüğünü, dindarlığın bu anlamda koruyucu bir fonksiyon üstlendiğini bulmuşlardır. Yazarlar bunun nedeni olarak;

1. Bazı dinler madde kötüye kullanımı gibi zararlı alışkanlıkları yasaklamaktadır. (içkinin haram olması gibi)

2. Dinlerin büyük çoğunluğu yüksek düzeyde sosyal destek sağlayarak

depresyon ve intihara karşı koruyucu bir işlev üstlenir.

3. Dinlerde yaşam kutsaldır. Bu nedenle güçlü dini bağlılık bireyin

yaşama arzusunu arttırarak intihara karşı koruyucu olmaktadır.

Sayar’ a (2002a) göre, genel anlamda dinler ve özelde ise İslam inancı, yardımseverlik, bencil olmama, toplumsal sorumluluk ve bireysellikten uzak bir insan modeli öngörmesi nedeniyle intiharı önlemede engelleyici bir işlev görmektedir. Ona göre intiharla ilgili yapılan çalışmalar incelendiğinde Müslüman yoğunluğun arttığı yerlerde intihar oranları ciddi bir şekilde düşüş göstermektedir. Nitekim Ürdün’de yapılan bir çalışmada, Ramazan ayında intihar girişiminin azaldığını gösteren bulgular elde edilmiştir.