• Sonuç bulunamadı

2. ERGENLİK VE RUH SAĞLIĞI

2.3. Ergenlikte Psikolojik Sağlık Sorunları

2.3.1. Depresyon

Depresyon; duygusal, zihinsel, davranışsal ve bedensel bir takım belirtilerle ortaya çıkar (Tuğrul ve Sayılgan, 1997:1). Psikiyatri ve psikolojide depresyon genel olarak “çökkünlük” anlamında kullanılır. Aynı zamanda uyum güçlüğü, uyku, iştah, libido bozuklukları, çaresizlik, ilgi kaybı, değersizlik, yorgunluk, yaşama zevkinin kaybolması, derin keder, karamsarlık ve bazen eşlik eden ölüm düşünceleri depresyonun ayırıcı belirtileri ile psikiyatrinin soğuk algınlığı olarak görülür. (Özkan, 1993: 119; Geçtan, 1993: 159; Aşkın, 1994: 5; Littauer, 1997: 10-11; Alper, 1997: 17-24; Mete, 1999: 75; Rosen, 1999: 27; Coşar, 2005). Sözcüğün Latince kökeni “depressus” yani ‘aşağıya çekme’ sözcüğünden gelmektedir. Depresyon ilk kez bir ruhsal hastalık tanımı olarak geçen yüzyılın sonunda Kraeplin tarafından kullanılmıştır (Coşar, 2005).

Geçtan’a (1993: 159-162) göre karamsarlık, depresyonu normal üzüntüden ayıran en önemli öğedir. Kişinin o anda başına gelenlerin gelecekte de kendisini bulacağına ya da içinde bulunduğu durumun hiç değişmeyeceğine (Güleç, 2009: 20) olan inancı depresyonun temel özelliğidir. Bir yönüyle depresyon, geçmişin bozuk ilişkileri temelinde yaşanan bir kendine saygı sorunudur. Geçmişin bu bozuk ilişkileri sonradan psikosomatik belirtilere neden olabilmektedir. Psikosomatik

hastalarda aleksitimi9 de yüksek oranda görülür (Güleç ve arkadaşları, 2005).

Freud, depresyonun içedönük bir öfke olduğunu söyler. Ona göre depresyondaki insanlar bilinçsiz bir biçimde öfke ve düşmanlık duyguları yaşarlar. İnsancıl yaklaşım, depresyonu kendine saygı olarak açıklarken, davranışçılar, yaşamımızda çok az şeyi yapmaya değer bulduğumuzdan kaynaklandığını,

9 Aleksitimi: duyguların söz yokluğu, duyguları tanıma ve tanımlama zorluğu, kelimelere dökülemeyen duyguların bedenselleştirilmesi (bkz. Sayar, 1995: 13-17).

bilişselciler ise olayları hatalı yorumlama nedeniyle depresyona girdiğimiz şeklinde açıklarlar (Burger, 2006: 29-31).

Son yirmi yıl içerisinde yapılan araştırmalar sadece depresyonun değil aynı zamanda genel olarak tüm ruhsal hastalıkların toplumda düşünüldüğünden çok daha ileri boyutta olduğunu, nüfusun yaklaşık % 50’ sinin hayatları boyunca en az bir kez ruhsal hastalıklara yakalandığını, bu hastalıkların başında ise depresyonun gelmekte olduğunu göstermektedir (Özgüven, 2005). Dünya Sağlık Örgütü (WHO) raporlarına göre ise tüm dünyada yaklaşık yüz milyon kişinin depresyon geçirdiği bildirilmektedir. Araştırmalar depresyon oranının son 25 yılda on kat arttığını göstermektedir. Türkiye’de ise depresyon oranlarının % 10 civarında seyrettiği belirtilmiştir (Mete, 1999: 81; Coşar, 2005).

Depresyona girmede cinsiyetler arası farklılığı açıklayan görüşler mevcuttur. Buna göre, toplumsal kadınsı rol, kadınların kendilerini savunmasız hissetmelerine, daha az umut etmelerine, stres karşısında güçsüz ve savunmasız tepkiler vermelerine neden olmaktadır (Taşğın ve Çetin, 2006). Erkeklerde ise kültür ve öğrenme sonucu, güçlü olma davranışı sergileme, çözüme dönük aktif davranış sergileme, teslim olmama, çaba harcama şeklinde tepkiler gözlenmektedir. Bir anlamda erkekler kabullenme yerine mücadele etmeyi daha çok tercih etmektedirler (Çınar, 2005a).

Çocukluk ve gençlik dönemi depresyonunu ele alan çalışmalar incelendiğinde iki önemli sonuç kayda değer olarak karşımıza çıkar. Birincisi, 20. yüzyılın son yarısında doğan çocukların ergenlik dönemine geldiklerinde depresyona girme ihtimallerinin yüksek olmasıdır. Diğeri ise, günümüzde ergenlik dönemi depresyonunun daha önceki kuşaklardan daha sık görüldüğüdür (Eryüksel ve Akün, 2003). Depresyonun ergenlikteki görünümünde ise, dış odaklı kontrol algısı, olumsuz olayların nedenlerini kendine yükleme ile ilişkili olduğu ifade edilmektedir (Eskin, 2000). Major depresyon tanısı alan ergenlerin sıklıkla sinirlilik, dikkat eksikliği, okul başarısızlığı ve intihar yakınmalarında bulundukları tespit edilmiş, son araştırmalar ışığında depresif bozukluğu olan ergenlerde kendine zarar verme ve intihar düşüncesi veya girişiminin arttığı belirtilmiştir (Akdemir ve Çetin, 2008).

Ergenlik döneminde başlayan depresyon çocukluktakinden farklı olarak yetişkinlikte de devam edebilen, erken başlangıçta kalıtımın önemli bir etkisinin olduğu düşünülen ve gelişimi olumsuz etkileyen bir niteliktedir. Bu nedenle ergenlerde görülen duygulanım bozukluklarının görülme sıklığı, belirtileri ve tedavileri benzerlik gösterir (Şenol, 2005).

Depresyon sıklığı; okul öncesinde % 0.9, okul döneminde % 1.9 ve ergenlerde % 4.7 olarak bildirilmiştir. Ancak tüm depresyon tipleri dikkate alındığında bu oran % 10’ lara çıkmaktadır (Toros, 2002; Şenol, 2005). Steinberg (2007: 518) ergenlerin % 3’ünün ağır depresyon, % 25’nin ise hafif düzeyde depresyon yaşadığını bildirmektedir. Türkiye’de ise ergenlerde depresyon yaygınlığı %12.55 oranında bulunmuştur. Depresyon oranları 13 yaşına kadar kız ve erkeklerde eşit iken 13 yaşından sonra kızlarda erkeklere göre 2-3 kat daha fazla görülmektedir (Taşğın ve Çetin, 2006).

Ekşi (2003), 1997-1998 yıllarını kapsayan bir araştırmada, A.B.D.’li çocuk ve gençler gelişmiş diğer 28 ülkenin gençleriyle karşılaştırıldığını ve depresif belirtilerin en düşük Avusturyalı gençlerde, en yüksek ise A.B.D.’li çocuk ve gençlerde görüldüğünü aktarır. A.B.D.’li gençlerde son altı ay içinde 11 yaşındaki erkek çocuklarda %32, kızlarda % 38; 15 yaşındaki erkeklerde % 34 ve kızlarda % 49 depresyon belirtilerine rastlanmıştır.

Depresyonun nedenlerine gelince, Cansever’e (2005) göre depresyonun etiyolojisinde rol oynayan etkenler; biyolojik, genetik ve psikososyal olarak 3 grupta ele alınabilmektedir. Konumuzla ilgili olan psikososyal etkenler arasında küçük yaşlarda ebeveyn kaybı, aile içi patoloji (Eryüksel ve Akün, 2003), çeşitli yaşam olayları, bireysel yatkınlık ve stresin olabileceği vurgulanır (Taşğın ve Çetin, 2006; Steinberg, 2007: 518). Şenol (2005) ise, günümüz gençlerinin geçen yüzyılla kıyaslandığında daha erken puberteye girmelerini, okul ve başarı beklentisini ve çevresel uyaranları ergenlerdeki bu hızlı depresyon artışının nedenleri olarak sıralar.

Toros (2002), ergenlik dönemi depresyon nedenlerini; ailede patoloji olması, parçalanmış aile, ebeveynlerden birinin ölümü, madde bağımlılığı, boşanma gibi

ailesel risk etmenleri ile stres, güvensizlik, düşük benlik saygısı, popüler olamama, akran veya öğretmenlerle sorun yaşama, önceden depresyon yaşamış olma, doğal afetler gibi çevresel ve psikososyal risk etmenleri olarak değerlendirir. Yazara göre sigara kullanımı ve madde kullanmada risk faktörü oluşturur.

Taşğın ve Çetin ise (2006), ergenliğe erken veya geç girmenin her iki cinste de depresyon riskini arttırdığını aktarırlar. Yine cinsel kimliğinden memnun olmama, fiziksel veya cinsel taciz, aynı cinsi çekici bulma ve erken cinsel deneyim yaşama da sebepler arasında gösterilir. Ayrıca fiziksel hastalıklar ve somatizasyon ile uzun süreli stres yaşama ve maddi yoksunluğun da depresyona neden olduğu belirtilmektedir.

Ruhsal hastalık ya da uyumsuzluk yaşayan ergenlerin hepsi aynı zorlukları yaşamamakta, bir kısım ergenlerin daha dayanıklı olduğu ve bunun nedeni olarak da koruyucu etkenlerin dayanıklılık düzeyini etkilediği saptanmıştır (Batur, 1998).

Yüksek riskli ergenlerde belirlenen koruyucu etkenler şu şekilde sıralanmaktadır:

a. Kişisel değişkenler: İyi huylu, vicdan sahibi, öz değer duygusu olan,

iletişim becerisine sahip, sosyal olarak etkileyici, dayanıklı kişiler

b. Ailenin özellikleri ve bakım verme yöntemleri: Ebeveynlerin hayatta

olması, boşanma olmaması, güvenilir bir figür, sıcaklık, yakınlık, zorluklarda yanında olma, ailenin geçmişinde depresyon olmaması gibi.

c. Bağlılık: Stresli ortam ve durumlara karşı bağlılık koruyucu bir

etkendir. Bağlılık, aile, arkadaş çevresi, okul olabileceği gibi din veya toplumsal değerler de olabilir (Taşğın ve Çetin, 2006).

Son zamanlarda yapılan araştırmaların ergenlikteki depresyonun öncelikle aile ilişkileri ile sıkı bir bağlantı içinde olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Eryüksel ve Akün’ün (2003) ergenler üzerinde yaptıkları araştırmaya göre; depresyonda olan ergenlerin aileleri ile daha fazla stres, anlaşmazlık, ilişkilerde çatışma yaşadıkları tespit edilmiştir. Yine depresyonu olan ergenlerin olmayanlara göre ailelerine karşı

daha fazla bilişsel çarpıtma (haksızlık, mahvedilme, kısıtlama, katı kurallar vb.) kullandıkları gözlenmiştir.