• Sonuç bulunamadı

İngiliz-Rus rekabeti XIX. ve XX. yüzyılın başlarında uluslararası politikanın baskın özelliklerinden biri olmuştu. XIX. yüzyılın başlarında İngiltere ve Rusya, Asya kıtasının neredeyse tamamında en büyük iki güçtü. Bu ülkelerin Asya’daki işgalleri ve genişlemesi de karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık etrafında şekillenmişti. İngilizler bölgedeki Rus gücünü Hindistan için bir tehdit olarak görmekteydi. Rus tarafı ise Karadeniz kıyılarında ve Kafkasya’da devlet çıkarlarının İngiliz tehdidi altında olduğunu düşünmekteydi.

İki imparatorluk arasındaki gerginlik, Kırım Savaşı’nda kendisini daha belirgin göstermeye başlamıştır. “Büyük Oyun254”, olarak adlandırılan bu mücadele, gerçekte

çökmeye başlayan Osmanlı İmparatorluğunun toprakları ve İran bölgesini kontrol etme mücadelesi olarak ortaya çıkmıştı. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru, İngilizler Hindistan üzerindeki kontrollerini korurken, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı kazandığı savaşlar ile Karadeniz bölgesinde kalıcı bir yer elde etmişti.

1774 ve 1791 tarihli antlaşmalarda, Dinyester'den Kuban nehirlerine kadar verimli bozkır arazileri Rusya'ya bırakılmış ve daha da önemlisi, Rus gemileri için Karadeniz'e ve daha sonra Akdeniz'e Boğazlardan bir deniz yolu açılmıştı. Rus kuvvetleri daha sonra Kafkasya dağlarını geçerek Gürcistan’a ulaşmışlardı.

Gürcistan önceleri Rus koruyuculuğu altında bir devlet olarak kabul edildi, ancak daha sonra 1801'de Rusya'ya katıldı. Rus ordularının artık Kafkas Dağları'nın güney tarafında kalıcı bir üsleri bulunuyordu. Yıllardır aralarında mücadele eden Osmanlı ve İran ise kuzey sınırlarının güvenliğini kaybetmişlerdi255. Rusların

254 Büyük Oyun, XIX. Yüzyıl sonlarında Orta Asya'da İngiltere ve Rusya arasındaki rekabeti

vurgulamak için kullanılmaktadır. Terim Rudyard Kipling tarafından ilk olarak “Kim, 1901” romanında kullanılmıştır. Bkz. Rudyard Kipling, “Kim. 1901” Captains Courageous and Kim”, The Burwash edition of The Complete Works in Prose and Verse of Rudyard Kipling, 1987.

255 İran ve Osmanlı arasındaki temel çatışma İslam dininin farklı yorumları nedeniyle orta çıkmıştır.

geleneksel iki devlet arasındaki mücadeleden faydalanma politikaları burada da etkili olmuştu. Osmanlı ve İran mücadelesinin tek kazananı ise Çarlık Rusya’sıydı.

Karadeniz ve Osmanlı Devleti üzerindeki artan Rus etkisi, İngilizleri alarma geçirdi. İngilizler açısından "Doğu Sorunu ya da Şark Meselesi" olarak ortaya çıkan durum, daha sonra Avusturyalılar ve Fransızlar tarafından da benimsendi ve Rus eylemlerine karşı Osmanlı üzerindeki kendi etkilerini artırmaya çalıştılar. İngilizler ise bu kapsamda genellikle Osmanlı ile Rusya arasındaki anlaşmazlıkları dengeli bir şekilde destekledi256.

1854-1856 Kırım Savaşında Osmanlıya destek verilmesi İngilizlerin Çarlık Rusya’sına olan politikalarını daha açık ortaya koyuyordu. 1877'de Osmanlı Devleti’nin Çarlık Rusya ile bir savaşa girmesi Doğu Sorunu’nun tekrar ortaya çıkmasını sağladı257. İngiltere’nin Doğu Akdeniz, Yakın ve Orta Doğu ile Türkistan

bölgesindeki ekonomik ve siyasi çıkarlarına zarar verebilecek Rus yayılmasını önlemek için Osmanlı devletini bir bariyer olarak “himaye” etmek geleneksel İngiliz dış politikasının temel prensibi olmuştu258. İngilizler bu nedenle, Rusların İstanbul’u

işgal edebileceğinden korkuyordu ve donanmayı Boğazlara göndererek bunu

dininin Şii yorumunu devlet görüşü haline getiren Safeviler, Sünni bir devlet olan Osmanlı için bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Osmanlı Devleti İslam’ın Sünni yorumuna dayalı bir ideolojiye sahip olmuş ve yaşadığı bölgede İslam dininin en yoğun nüfusuna sahip bir halk topluluğunu yönetmiştir. Osmanlı’da din ve siyasetin iç içe olması ve Halifeliğin tüm Müslümanlar tarafından dini lider olarak tanımlanması Şii bir devlet ile ilişkilerde en önemli sorunları beraberinde getirmiştir. Bu nedenle İslam dininin temsilciliğini yapan bir devletin sınırlarında siyasi meşruiyetine ve dini hakimiyetine ters olan bir ideolojiye sahip devletle güvenlik sorunları yaşaması kaçınılmaz olmuştur. İki devlet arasında yaşanan dini ve siyasi birçok mücadelelerin yanında belirli dönemlerde yakınlaşmalar olmuştur. İkili ilişkilerin yumuşadığı dönemlerde karşılıklı elçiler ve diplomatik temsilciler gönderilmiş ve yakın ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır. Diplomatik ilişkiler kapsamında Osmanlı Devleti tarafından İran’a gönderilen devlet adamları arasında iyi eğitim almış ve dini kimliği ile öne çıkan kişilerde bulunmaktadır. Bunlardan en meşhurları ise sonradan şeyhülislamlığa getirilen Seyyid Yasincizade Abdülvehhab Efendi, Ahmed Dürri Efendi, Seyyid Mehmed Refi Efendi ve Kesriydi Hacı Ahmed Paşa’dır. Bkz. Özer Küpeli, Osmanlı-Safevi Münasebetleri,Yeditepe Yayınevi, 2014.

256 Yalçın, Emruhan, “Şark Meselesi ve Emperyalistlerin Türk Politikası”, Toros Üniversitesi İisbf

Sosyal Bilimler Dergisi, C.2.S.4., 2015, ss.103-106.

257 Quincy Wright, “The Middle East Problem”, American Journal of International Law, Vol. 64.2,

1970, ss. 270-281.

258 Mithat Aydın, “İngiliz-Rus Rekabeti ve Osmanlı Devleti’nin Asya Toprakları Sorunu (1877- 1878)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C.15, S.38, 2008, ss. 253-288.

engellemeye çalıştı.

Rus politikasının Osmanlılara yönelik odak noktası Boğazlar meselesiydi. İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı, Rusya için hayati stratejik ve ekonomik bir öneme sahipti. Boğazlar Rusya’ya açılan bir kapıydı ve Kırım Savaşı'nda da açıkça anlaşıldığı üzere düşman güçleri boğazlar yoluyla savunmasız güney Rusya kıyılarına kolaylıkla ulaşabiliyorlardı.

Güney Rusya ve Kafkasya bölgesi ekonomik açıdan önemli bölgeler haline gelirken, Boğazlar Rus tarım ve sanayi ürünleri için önemli bir ihracat yolu haline gelmişti. Yüzyılın başlarına dek, Rusya ihracatının neredeyse yarısı Boğazlar yoluyla taşınıyordu ve boğazlarda kendisine karşı bir abluka tüm Rusya ekonomisi için yıkıcı sonuçlar doğuracaktı.

Boğazlar meselesi sadece Çarlık Rusya’sı açısından Osmanlı’ya yönelik bir önem arz etmiyordu, aynı zamanda Hindistan ve Türkistan bölgesi ile yakından bağlantılıydı259. Rusya ile bir mücadele sırasında boğazlardan gelebilecek bir Fransız

yardımı İngiltere’nin bölgede elini zayıflatacaktı. Bu nedenle Fisher’ın ifade ettiği gibi boğazların anahtarı İngiltere’nin elinde olmalıydı260.

Ruslar, 1878 antlaşmasından sonra Kafkasya’nın iç güvenlik problemlerinde ve Rusya'nın kuzey İran üzerindeki nüfuzunu artırma üzerine yoğunlaşmıştı261. Trans

Kafkasya’nın işgal edilmesi Rus ordusunu İran sınırına getirmişti ve tüm Türkistan’ın işgal edilmesi sonrasında Ruslar Afganistan sınırına ulaşmıştı. Bununla birlikte Ruslar Hindistan'ı istila etme tehdidini kullanarak, Yakın Doğu'daki İngiliz etkisini ortadan kaldırmayı ya da en azından azaltmayı umuyorlardı. Bu arada, İngiltere’nin Rusya’ya yönelik politikasının temeli Hindistan’ı korumak ve İmparatorluğun doğu kısımlarıyla (Süveyş Kanalı ve Basra Körfezi) iletişimi sağlamaktı.

259 Kadriye Topal, “XIX. Yüzyılda İngiltere'nin Türkistan Siyaseti”, Hacettepe Üniversitesi SBE

(Yayımlanmamış Yüksek Lisan Tezi), Ankara, 2014, s. 15.

260 Nicholas A. Lambert, Sir John Fisher's naval revolution, Univ of South Carolina Press, 2002, s.

35.

261 Alan Bodger, “Russia and the End of the Ottoman Empire”, The Great Powers and the end of the

İngilizler Rusya’yı Yakın Doğu’da istihdam etmenin, Türkistan bölgesindeki eylemlerini engellediğini düşünüyordu. Söz konusu bu Yakın Doğu ve Asya’daki İngiliz-Rus ihtilafları Almanya’nın her iki devletin çıkarlarını tehdit etmeye başlayana kadar çözülmedi. Almanların denizcilik programı ve Çin’e kadar bir üs kurma planları İngilizleri alarma geçirdi262.

Dahası Almanya, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki ekonomik etkisini artırıyordu ve Osmanlı ordusunu modernize edip silahlandırmaya başlamıştı. Alman tehdidine ek olarak Rusya, Fransa ile ittifak kurmaya çalışıyordu ve İngilizler aynı anda iki büyük güçle mücadele etme tehlikesi olduğunun farkındaydı263. Yukarıda da

değinildiği üzere İngiliz politikacıları Hindistan ve bölgedeki güvenlik tehditleri nedeniyle birçok kez Almanlar ve Ruslarla ittifak kurmaya çalışmışlardı.

Bölgede süren İngiliz-Rus rekabeti 1907’de yapılan anlaşma ile bir süreliğine durma noktasına geldi. Söz konusu anlaşmaya göre İran nüfuz alanlarına bölünmüştü ve böylece Kafkas sınırı güvence altına alındı264. Afganistan ve Türkistan’ın bir

bölümü ve Tibet, Hindistan'ın savunulması için tampon bölgeler olarak tanımlandı. İngiliz-Rus anlaşmasına rağmen aslında hiç küllenmeyen ezeli rekabetin ve “Büyük Oyun” mücadelesinin, İngiliz yöneticilerinin bir an olsun aklından çıkmadığı anlaşılmaktadır. Lord Curzon’un yaptığı bir çalışmada bölgedeki İngiliz-Rus rekabetinin İngilizler açısından ne kadar korku verici olduğu net olarak görülmektedir265.

Aslında Birinci Dünya Savaşı’nda kurulan ittifak bölgedeki sorunlar ve mecburiyetler üzerine kurulmuş geçici bir yakınlaşmayı sağlamıştı. Özellikle bölgede daha önce görev yapan İngiliz devlet adamları ve özelde Lord Curzon dünya savaşında

262 Seligmann, a.g.e., s. 68.

263 Chattar Singh Samra, India and Anglo-Soviet Relations (1917-1947), Asia Publishing House,

1959, ss. 17-19; Marian Kent, “Great Britain and the End of the Ottoman Empire 1900–23”, The

Great Powers and the End of the Ottoman Empire, 2005, ss. 175-208.

264Evgeny Sergeev, The Great Game, 1856-1907: Russo-British Relations in Central and East Asia, Woodrow Wilson Center Press, 2013, s. 58.

265 George N. Curzon, Russia in Central Asia in 1889 and the Anglo-Russian Question, London,

kurulan ittifaka rağmen aklında sürekli Rus tehdidi algısını sürdürmekteydi. Doğu bölgesinde her ne kadar Alman ve Türk etkinliğinden endişe duyulsa bile Rusya’nın savaş sonrası bölgede güçlenmesi ve yeniden başlayacak mücadelede bir adım öne geçme endişesi her an devam etmekteydi.

Anlaşmadan sadece on yıl sonra, Rusya Devrimi ve Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisi İngiliz politikacıların Rus öfkesinin tekrar ortaya çıkmasına neden oldu. Sonuç olarak durum çarpıcı bir şekilde değişti. Merkezi Güçlerin orduları, Rusya İmparatorluğu'nun güney bölgelerini işgal etti. İngiliz politikalarının tamamen revize edilmesi gerekiyordu. Bununla birlikte, “Büyük Oyun” tekrar gündeme gelmişti.

Bunun en açık kanıtı Savaş ofisi tarafından 13 Kasım 1918’de Rusya’da mevcut ve gelecek İngiliz askeri politikaları üzerinde hazırlanan bir memorandumda “Rusya’ya Askeri Müdahale Politikasının” ele alınması ve kabul edilmesiydi266. Bu

belge ile ilgili detayları ilerleyen bölümlerde sunulacağı için burada sadece İngiliz politikalarının Rusya’nın parçalanarak zayıflatılması ve işgal edilmesine müteallik olduğunu belirteceğiz.

Yukarıdaki bilgiler ışığında İngiltere’nin Kafkasya ve Osmanlı devletine yönelik politikalarının temeli Hindistan ve Türkistan bölgesine yönelik bir anlayışa sahipti. İngiltere ve Rusya arasındaki mücadele, Batı’da Ege Denizi’nden Doğu’da Japonya Denizi’ne kadar uzanıyordu ve bazen soğuk bir savaş, bazen ise sıcak bir çatışma içerisinde devam ediyordu. Mücadele alanını ise Yakın Doğu, Batı Asya, Türkistan bölgesi, Hindu Kuş Dağları, Tibet, Moğolistan ve Doğu'daki Pasifik kıyılarına kadar olan bölgeler oluşturuyordu267.

İngilizler, Rusya’nın Kafkasya ve Türkistan bölgesinde etkilerinin artırılmasının Afganistan, İran ve özellikle Hindistan’a yayılacağı konusunda

266 “Secret Memorandum on our Present and Future Military Policy in Russia”, TNA:PRO. CAB

24/70/11, 13 Kasım 1918.

endişeliydi268. İngiliz aklı Rusya’nın Osmanlı Devleti ile sürekli savaş halinde

olmasını Doğu’daki menfaatleri açısından gerekli görüyordu. Ancak ne zaman Ruslar Osmanlı üzerinde etkilerini artırmaya başlasa İngilizler devreye girmiş ve Rusların etkisini dengelemeye çalışmıştı. Osmanlı devleti ise Rusya karşısında bir İngiliz yakınlaşmasını denge politikası olarak görmekte ve bu ittifaka önem vermekteydi. Bununla ilgili ayrıntılı bilgiler ilerleyen bölümlerde detaylı olarak tartışılacaktır.