• Sonuç bulunamadı

İngiliz Politikaları Açısından Hindistan'ın Önemi

Britanya imparatorluğu açısından Hindistan topraklarının stratejik bir öneme sahip olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Hindistan 1880'de Londra'dan yönetilen küresel imparatorluğun yüzde 85'ini oluşturuyordu. İmparatorluk içerisinde Hindistan 5.179.976 km² alanı kaplarken, diğer tüm bağımlı kolonilerin toplam alanı sadece 883.185 km² idi108.

1872'de, Britanya'da yaşayan tüm nüfusun yüzde 78'i Hindistan’da yaşıyordu. 1912'de (yani “Neo-Emperyalizm Çağı”ndan sonra) imparatorluğun yüzde 10,2 Birleşik Krallık'ta, yüzde 5,4'ü İngiliz adalarında ve yüzde 72,6'sı Hindistan İmparatorluğu’nda yaşamaktaydı109.

Asya'da, Hindistan dışında, İngiltere Seylan, Boğaz Yerleşmeleri, Hongkong ve Aden'e sahipti. Resmî belgelerde sık sık “Doğu İmparatorluğu”, “Asya İmparatorluğu”, “Hint İmparatorluğumuz ve diğer bağımlılıklar”, “Doğu'daki mallarımız” vb. bu tür ifadelere rastlanılmaktadır. Aslında Doğu ile ilgili tüm bu tanımlamalar Hindistan’a atıf yapıyordu. Çünkü İngilizlerin sömürgesi olan Hindistan toprakları İngiliz İmparatorluğu’nun sahip olduğu alanın beşte dördünü kaplarken, Asya'daki geri kalan topraklar sadece beşte birini teşkil ediyordu.

Hindistan ayrıca, İngiltere'nin Uzak Doğu, Türkistan, Batı Asya ve Doğu Afrika ülkeleriyle siyasi ve ticari ilişkiler kurduğu bir merkezdi110. İlerde de

değineceğimiz gibi tüm Asya kıtasına yönelik askeri ve politik işlerini bu merkezden yönetiyordu. Bu nedenle Kaşgar, Fergana ve diğer yakın bölgelere misyonlar göndermiş ve bir istihbarat ağı kurarak bölgede hakimiyet sağlamaya çalışmıştı.

İngiltere, Hindistan'ın zengin ve el değmemiş hazinelerini yıllarca büyük zenginlikler elde etmek için kullandı. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin Hindistan alt kıtasının kontrolünü ele geçirmesiyle birlikte artık bölgeye yönelik yakın ve uzak

108 Gregor Benton ve Edmund Terence Gomez, Chinese in Britain, 1800-present, Palgrave Macmillan,

2011, s. 74.

109 Mahajan, a.g.e., s. 17. 110 a.g.e., s. 18.

tehdit, ulusal bir tehdit olarak algılanmaya başladı ve İmparatorluğun dış politikası Hindistan ve ticari yolların korunması üzerine bina edildi.

Avrupa’daki güçler ise İngiltere’nin Hindistan’a verdiği önemi iyi biliyorlardı. Bu kapsamda ezeli düşman Fransa, 1798 yılında Mısır'ı ele geçirmek için bir askeri sefer düzenledi. Seferin amacı Fransız ticaret çıkarlarını korumak ve Mısır üzerinden Hindistan ve Doğu Hint Adaları'na giden İngiliz ticaret yollarını baltalamaktı111.

İngilizler bu dönemde sadece Bengal, Bihar ve Orissa eyaletlerinde kontrolünü ve Hindistan'ın geri kalanında birkaç ticari imtiyaza sahipti. Bununla birlikte Hindistan güvenliği çok önemliydi ve Fransızları engellemek için Amiral Horatio Nelson Mısır'a gönderildi112.

1807 Temmuz'unda Napolyon ve Çar Alexander Tilsit Antlaşması'nı imzaladığında, ortak bir Hindistan istilası hakkında bir dizi konuyu görüşmüşlerdi. Bunu duyan İngiliz hükümeti hemen diplomatik bir saldırı başlattı. Sind, Pencap, Muscat, Afganistan ve İran’a misyonlar gönderdi. Hindistan'ın dış savunmasını güçlendirmek için, Réunion ve Mauritius adaları Fransızlardan, Moluccas ve Javalar ise Hollandalılardan alındı113.

Bu dönemde İngiliz hükümeti artık, Hindistan’a yönelik bir uzak bir tehdidi dahi, doğrudan bir savaş olarak görmeye başladı. 1857–1858’de yaşanan “Büyük İsyan” zamanında Hindistan’da meydana gelebilecek bir kontrol kaybının, ne pahasına olursa olsun önlenmesi gereken ulusal bir felaket olarak tanımlanması ve bu uğurda acımasız tedbirler alınması Hindistan’ın İngiliz politikalarındaki önemi gösteriyordu114.

1870'lerden sonraki yeni emperyalizm çağında ise, sömürgelere sahibi olmak

111 Edward Ingram, In Defence of British India: Great Britain in the Middle East, 1775-1842,

Routledge, 2013, s. 78.

112 William E. Watson, Tricolor and crescent: France and the Islamic world. Greenwood

Publishing Group, 2003, s. 10.

113 Peter J.Cain ve Anthony G. Hopkins, “Gentlemanly capitalism and British expansion overseas II:

new imperialism, 1850‐1945”, The Economic History Review, Vol. 40.1, 1987, ss. 1-26.

114 Glenn Melancon, Britain's China Policy and the Opium Crisis: Balancing Drugs, Violence and

değerlerine bakılmaksızın bir statü sembolü haline geldi. Bu ayrıca Hindistan üzerinde kontrolü sağlamak için zorunluydu. 1902'ye gelindiğinde, resmi çevrelerde Hindistan için yapılacak bir savaşın İngiltere'nin emperyal varlığı için yapılacak bir mücadele olacağı politik bir doktrin olarak tanımlandı. Bu ülkeyi elinde tutma ve yönetme kararlılığı, İngiltere’nin kıtasal güçlerle olan ilişkilerini tamamen etkiledi. James Joll’a göre, “özellikle Hindistan açısından imparatorluk meselesi İngiliz Dış Politikası’nın temel şartı olmuştu. Bu ise Doğu’ya giden yolu kontrol etme gereğini” ortaya çıkarıyordu115.

1897’de Britanya’nın küresel anlamda yaşanan krizler ve dünya politikasındaki değişiklikler nedeniyle sömürge ve deniz gücündeki liderliği zayıflamaya başladı. Ekonomik krizler sona ermesine rağmen, İngiltere'nin büyüme oranı diğer bazı ülkelerdekinden daha düşüktü. Askeri güç ise küresel açıdan bağımsızlığını kazanan Almanya, Rusya ve ABD'ye doğru kayıyordu. 1880 ile 1900 arasında İngiltere'nin dünya imalat üretimindeki payı yüzde 22,9'dan yüzde 18,5'e düşerken, Almanya'nın oranı yüzde 8,5'den yüzde 14,8'e yükseldi116.

Özellikle Almanya’nın uyguladığı devlet politikaları ve sanayi atılımları bölgede bir güç olarak ortaya çıkmasına ve İngiltere’nin liderliğine sorun oluşturmasına neden oldu. Sonuç olarak ortaya çıkan ticari rekabet, iki ülkenin gazetelerinde bile belirgin bir şekilde görülebiliyordu. Ayrıca, Almanlar Weltpolitik'e117 giriyordu, Ruslar karadaki genişlemesinde en büyük engel olan mesafe sorununu demiryolları inşa ederek aşmıştı. ABD ve Japonya her geçen gün daha da güçleniyordu.

115 Sneh Mahajan, British foreign policy 1874-1914: The role of India, Routledge, 2003, s. 6. 116 Julian Greaves, Industrial reorganization and government policy in interwar Britain, Routledge,

2017, s. 96.

117 1890’da II. Kaiser Wilhem, Avrupa güçleri ile sürdürdüğü diplomatik dengeyi yürüten ve bu

politikanın beyni olan Otto Von Bismarck'ı görevden aldı. Alman politikası, “Statükoyu” (Realpolitik) koruma girişiminde bulunan pragmatik bir politikadan daha idealist bir genişleme ve dünya gücü politikasına (Weltpolitik) dönüştü. Almanya bu kapsamda etki alanını Orta Doğu'ya genişletme ve kendini Osmanlı Devleti'nin müttefiki ve koruyucusu olarak konumlandırmaya çalıştı. Ayrıntılı bilgi için bkz. David E. Kaiser, “Germany and the origins of the First World War”, The Journal of Modern History, Vol. 55.3, 1983, ss. 442-474.

İngiliz dış politikası emperyalist politikalara bağlıydı ve stratejisini ticaret ve deniz yollarını koruma üzerine bina etmişti. Dolayısıyla uluslararası alanda güç kaybetme düşüncesi, bu politikaların belirlenmesinde en kritik unsurlar haline geldi. İngiliz devlet adamları ve stratejistleri, Fransız-Rus ittifakının doğuracağı tehdidin kendi çıkarlarına ve tüm dünyadaki bağlılıklarına zarar vereceğine inanmaya başladı. Bu algı özellikle Türk yurtlarını işgal etmeye başlayan ve Hindistan’a doğru ilerleyen Rus tehdidine karşı alınması gereken savunma tedbirlerinde öne çıkmaya başlamıştı.

Bu dönemde başta Liberal Sendikacılardan Joseph Chamberlain, Lansdowne ve Hamilton olmak üzere birçok bakan Avrupa ittifakı bloklarından uzak kalma politikasını sorgulamaya başladı118. İngiltere için önemli olan yukarıda belirttiğimiz

gibi günümüz Belçika, Hollanda ve Lüksemburg'a karşılık gelen Ren Nehri, Meuse ve Scheldt nehirlerinin alt havzasını oluşturan Kuzey Denizi yakınlarındaki ova bölgesinin bir başka büyük güç tarafından tahakküm edilmemesiydi. Bunun dışındaki Avrupa meseleleri çok önem arz etmiyordu119.