• Sonuç bulunamadı

İnanç ve Ritüellerin Oyunsal Yanı

1. SANAYİ TOPLUMU ÖNCESİNDE OYUNUN TARİHSEL GELİŞİMİ

1.5. Oyun Türlerinin Ciddiyet Bağlamındaki Yeri

1.5.2. İnanç ve Ritüellerin Oyunsal Yanı

Oyunun mekânsal sınırlılığı, zamansal sınırlılığından da çarpıcıdır. Her oyun ister maddi veya hayali, ister keyfe göre saptanmış veya zorunlu olmuş olsun, önceden belirlenmiş kendi mekânsal alanının sınırları içinde cereyan eder. Bir oyun ile kutsal bir eylem arasında nasıl hiçbir biçimsel fark yoksa yani kutsal eylem nasıl oyununkilerle aynı biçimler altında gerçekleştiriliyorsa: kutsal yer de oyunun cereyan ettiği yerden biçimsel olarak farklı değildir. Arena, oyun masası, sihirli çember, tapınak, sahne, perde, mahkeme; bunların hepsi biçim ve işlev açısından oyun alanlarıdır, yani tahsis edilmiş, ayrılmış, çevresine parmaklık çekilmiş, kutsallaştırılmış ve kendi sınırları içinde özel kurallara tabi kılınmış yerlerdir. Bunlar bildik dünyanın ortasında, belirli bir eylemin gerçekleştirilmesi amacıyla tasarlanmış geçici dünyalardır (Huizinga, 2010: 27-28).

“Biçimsel olarak kutsal eylem her açıdan oyundur ve katılanları başka bir evrene götürdüğü ölçüde, özü itibariyle de oyundur. Platon oyun ile kutsal eylem arasındaki bu özdeşliği hiç tereddütsüz kabul etmişti” (Huizinga, 2010: 38). Kutsal eylemlerin insanı büyülemesi, oyunun büyülemesiyle özdeştir. Çünkü artık gündelik hayat ortadan kalkmış ve bir amaç, kurallar dairesinde yeni sınırlar çizilmiştir. Kutsal eylemlerin bozulması, nasıl bozan kişiye yaptırım getiriyorsa; oyunun bozulması da aynı şeyi getirmektedir. Oyunlar ciddileşir, kutsallaşır. Kutsal eylemin ilk özelliği maddi ya da düşünsel soyutlanmışlıktır.

42

Platon kutsal ayinleri oyuna benzetirken, onları dört elle sarılınması gereken yüce faaliyet olarak görürdü. Yunanlılarda görülen hakaret yarışması bile Mithos içerisindeki Loki’den gelmesiyle, oyuna kutsallık içeren bir hava vermektedir.

Huizinga bayramın oyunla sıkı bir ilişki içinde olduğunu belirtir. Çünkü bayramda gündelik hayatın devre dışı kaldığına ve egemen tavrın sevinç olduğuna dikkat çeker. Ayrıca zaman ve mekan sınırlılığı vardır. Törenlerde de oyunsal unsurları gözlemek mümkündür. Kuttören: Din, tapınma, büyü ya da erginlik ve geçiş dönemleriyle ilgili olarak düzenlenen geleneksel tören.

1. Kuttören, bireyi, toplumda yaşamak için, toplumun gerektirdiği düzen bağının sıkılığına, acı çekmeye hazırlar, bu yolda onu eğitir.

2. Kuttören, bireyleri bir araya getirir, bireyler arasındaki toplumsal bağları güçlendirir, ortaklığı pekiştirir.

3. Kuttörenin toplumda, canlandırıcı bir işlevi vardır. Toplumun ilişkilerini kalıtlarının bilincine vardırır; geleneklerin sürmesine, inançların tazelenmesine, değer yargılarının, törelerin kökleşmesine yardım ederek toplumu canlı bir biçimde ayakta tutar.

4. Mutluluk verici işlev: Toplumun bir üyesi olmanın mutluluk duygusunu verir. Özellikle toplumun bunalımlı dönemlerinde, kişilerin coşku ve duygularını bir arada dile getirmelerine olanak tanıyarak bozulan dengeyi düzeltir (URL 7).

Durkheim’a göre bütün işlevsel yönden birtakım gereksinmeleri karşılar, bu gereksinmeler de çeşitli toplumlarda temelden birdir, ortaklıklar gösterir. Toplu gösteri ve törenler toplu gerçekleri canlandırır. Kuttörenler de toplu gösterilerdir; bir arada yapılır; katılanları canlandırır, kışkırtır, korur, yeniden yaratır. Kişiye kutsal olgular, olaylar karşısında nasıl davranacağını gösterir. Törenlerin nitelikleri, amaçları ne olursa olsun hepsinde bireyleri bir araya getirmek, aralarındaki bağları çoğaltmak, yakınlaştırmak, birbirleriyle daha içli dışlı olmak, topluluk bilinçleştirmesini sağlamak yararlılığı vardır. Bireyler, birlik içinde, yerlerini ve topluluk bakımından duygularını yenilemiş olurlar. Nitekim ölü için yas tutma, aslında kişinin bir yakınını yitirmekten duyduğu özel duygular karşısında doğal bir tepki değil, fakat toplumun bireyi zorladığı bir ödevdir.

Kuttören, genellikle toplumun kaygı verici bir durumunda, kendiliğinden ortaya çıkan bir karşılık, bir tepkidir. Kuttörenlerin belirli bir türünü inceleyen Arnold van Gennep’e göre geçiş kuttörenleri adını verdiği bu tür, bir toplum bireylerinin yaşamında bir çağdan ötekine, bir uğraştan bir başkasına geçişler dizisidir. Bu çağ ve uğraşlarda belirli bir ayrım olduğu zamanlarda geçişler eriştirme törenleri ile olur. Söz gelimi doğum, (bizde çocuğun ilk dişinin görülmesi de diş hediği adı altında bir törenle kutlanır) sünnet, erginlik çağına erişme (örneğin

43

Anadolu’da genç kızın büyüyüp artık bebekle oynama çağını aştığını belirlemek için Küççe Düğünü adıyla bir tören yapılır), evlenme, baba olma, daha üst bir sınıfa erişme, uğraşlarla ilgili geçişler yükselmeler (bizde özellikle esnaf loncaları içinde çıraklığa alınış, kalfa ve usta olma törenleri gibi) ve ölümle ilgili törenler. Geçiş törenlerinde; törenin daha çok bir durumdan ötekine geçişte, bir başka deyişle “eşikte” yapılmış olmasıdır. Aday bu “eşikte” aşamasında ne birincinin, ne de yeni durumun ilişkinidir. İşte kuttören bu aşamada yapılmaktadır ve geçişi kolaylaştırmaktadır. Böylece toplum içinde belirli bir düzen korunmaktadır. Mythos’un işlevi kişiye evren ya da doğa üstüne bilgi vermek değil, fakat toplumsal yapıyı ve kendi toplumunun işleyişini anlamak için yardım etmektir. Çoğunlukla masallar bireylere özgeciliği, toplumun yararı için esirgemezliği öğretir.

Kuttörenler toplumların kültürleridir. Bir toplumun kültürü kendisini kuttörenler aracılığıyla ifade eder. Tüm kültürlerdeki bir araya geliş, birlik oluş, her türlü bayram, panayır, festival bu kapsama girer. Kuttörenler toplumların kendi kültürlerini yaşama ve yaşatma biçimi olarak düşünebiliriz. Bunu yaparken kültür oyun biçimine bürünür. Oyunun sihri toplumları kendi içlerinde manevi bağlarla birbirine bağlar. Oyunun ortaklığı ve paylaşılabilirliği, manevi bağ doğurur. Yine oyunun tekrarlanabilirlik özelliği bu kuttörenleri geleneksel hale getirir. Kuttörenler toplumların “doğaçlama oyun oynayabilmesi” anlamına yakındır. Ölüp dirilme ve kız kaçırma, yılbaşı ve yılsonu oyunları, tarımsal oyunlar- çoban oyunları, hayvan benzetmeleri, dilsiz oyunları- kukla-şaka oyunları, tek ve çift izlekli oyunlar- dizi oyunları (And, 1974: 72).

Arkaik kültürde kutsal temsil ve törensel yarışmalar, kültüre oyun olarak ve oyun içinde gelişme olanağı veren iki biçimdir. Bolluğun, üretkenliğin, mevsim dönümlerinin adaklar, kutsal danslar, hayvan taklitleri, yiyecek şenlikleri aracılığıyla kutlandığı bayramlar, bir nehrin geçilmesi, bir dağa çıkış, odun kesme, çiçek toplama gibi törensel yarışmalar kültürü besleyen oyunsal unsurlardır. Kora Kızılderilileri, mısır ezme ve kavurma işlemi nedeniyle kutladıkları dinsel bayramlarına, yüce tanrının bir “oyunu” adını vermekteydiler.

Roma’da refahı sağlamak amacıyla bayramlar düzenlenir ve bu bayramlar tamamen oyundan ibarettir. Roma toplumu oyun olmadan yaşayamazdı. Bu oyunlar, bu toplum için en az ekmek kadar gerekliydi. Nitekim bunlar kutsal oyunlardı ve halk da bu oyunlar konusundan gene kutsal bir hakka sahipti. Bunların ilkel işlevleri; topluma sağlanmış olan selametin törensel bir şekilde kutlanması kadar, kutsal eylem aracılığıyla, gelecekteki selametin sağlanmasını ve güçlendirilmesini de içermekteydi (Huizinga, 2010: 224-225).

Köy halayında sergilenen davranışlara bakıldığında, oyunun ilk figüründe çaresizlik sonrası, ellerini göğüslerine koyup gökyüzüne bakarak, bir yalvarma ve bir dilekte

44

bulundukları izlenimini veren davranışlar görülür. Bu figürden, halaycıların Gök Tanrı’ya yöneldikleri anlaşılmaktadır. Gerçekten de, günümüzde bile bölge halkının Allah’a bu şekilde yalvardıkları gözlenmektedir. Bu figürün hemen arkasından, oyuncuların el vurmaya (el çırpma) başladıkları gözlenir. Bu hareket, genellikle bir neşe ve sevincin ifadesi olduğuna göre, oyuncuların bir şeye sevindikleri açıktır. Sonraki figür, oyuncuların yere çömelme davranışıdır. Bu halde, önce un eleme, hamur yoğurma, yumak yapma, yumağı ateşe atma figürleri gerçekleştirilir. Bu davranışlar, başlangıçta anlamsız gibi görünen üzgün yürüyüşlerin, bir açlığı ifade ettiğini, arkasından gelen el vurmaların, Tanrı tarafından duaların kabul edildiğini ve çaresizliğin, yoksulluğun bolluğa, berekete dönüştüğünü göstermektedir. (URL 2 ).

Halk oyunları; yasam biçiminin bir sonucu olarak, belirli bir gereksinimden ortaya çıkıp, yörede biçimlenerek yaygınlaşır. Geleneksel yasam içinde karşılaşılan doğal ve dini etkenler, insan ve hayvan ilişkileri, kişi adları, bölge adlarından etkilenerek, doğadaki güzelliklerden, doğadaki renklerden, yaşanan sevgi ve kıskançlıklardan ortaya çıkmış ve zamanla değişime uğramıştır. Halk oyunları, ait olduğu toplumun kültürel değerlerini, sevinçlerini, üzüntülerini ifade eder. Din ya da büyü ile ilgili olan; müzikli ya da müziksiz, el, ayak gibi organlarla, kılıç, kalkan, bıçak gibi araçlarla tempo tutularak ölçülü, düzenli hareketlerdir. Bireyin ya da grupların birlikte sergilemesiyle de oynanabilir. “Eski bir Çin doktrinine göre, dans ile müziğin amacı evreni kendi yolunda tutmak ve doğayı insana yararlı olmaya zorlamaktır. O yılın refahı, mevsimleri karşılayan şenliklerde düzenlenen müsabakalara bağlıdır. Eğer bu toplantılar yapılmazsa, ürünler olgunlaşmayacaklardır” (Huizinga, 2010: 33).

Orta Asya şamanının türlü adları arasında örneğin Yakutların kullandığı ad Türkçe bir ad olan ‘oyun’du. Kadın şamana ise Moğolca ‘dan gelen udahan, orta şamana orta-oyun yüce şamana ulahan-oyun deniliyordu. Daha da önemlisi oyun sözcüğü yalnız şaman için değil fakat örneğin Türkistan ‘da şaman töreninin tümüne de deniyordu. Oyun sözcüğünün çeşitli anlamları, düşünüldüğünde, bunların hemen pek çoğu şamanın büyüsel törenindeki çeşitli ögelerde içerildiği görülür. Şaman bu törende dans ediyor, ses ve çalgı müziğine yapıyor, yüz kaslarını kullanarak, karnından sesler çıkararak taklit ve dramatik öğeye başvuruyor ve şiir okuyordu. Böylece oyun sözcüğüyle tiyatro, dans ve türlü seyirlik oyunlarının kökeni şamanda ve onun eyleminde toplanmış oluyordu (And, 1974: 25). Kimi oyunlara bağlı sözlü gelenekte, yaşayan inançlar bir oyunun işlevini açıkça ortaya koyar. Örneğin Burdur’da çocukların Büyük Paskalya’da oynadıkları Hasır Küfrü oyununda eski küfe ve hasır eskiyi yığılarak ateşe verilir ve bu ateşin üzerinden atlayarak şu iki dizeyi söylerler:

45

İnem inem izine

Hep günahlarımız cavurun gızine.

Alevler bittikten sonra, çocuklar ocaktaki külden birer parça alırlar ve tırnaklarının yanlarına sıvarlar; bununla tırnakta ezi dedikleri şeyin bir daha çıkmayacağına inanırlar. Görülüyor ki oyunun bir sağaltma, ya da bir hastalığı önleme işlevi vardır (And, 1974: 45).

Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süleymaniye’de bulunan delilerevinde hastaları iyileştirmek için orta oyununa başvurulurdu.

Kız kaçırma oyunları, asker uğurlama törenleri hep oyunsal şekilde yapılmaktadır. Düğün ve askerlik topluma oyun aracılığı ile duyurulmakta ve bundan mutlu olduklarını göstermekteler. Herkesin davet edilmesi bu eğlenceyi toplumsallıkla bağlar. Halk içindeki oyunsal törenler, halaylar gibi ortak özellikleri barındırmaktadırlar. Yine bütünsellik, toplumsal dayanışma gibi olgular meydana getirmektedir. Düğünlerde sergilenen oyunlara bakıldığında; eğlendirme işlevinin ağırlıklı olarak görüldüğü bu oyunda, oyunda yer alan karakterlerin “gelin” ve “kaynana” oluşu, toplumsal yapı içerisinde bir arada yaşanmasından kaynaklanan “gelin-kaynana” çatışması açıkça görülmektedir. Oyun bu yönüyle tematik olarak gelinin vefasızlığı üzerine kuruludur. Oyunda yer alan diyaloglardan hareketle bu değerlendirmeyi yapmak mümkündür. Bu yönüyle oyunun ders verme amacına ve seyircilerin ya da oyuncuların toplum içerisinde sıkça yaşanan bir probleme dikkatini çekmeye yönelik olduğu görülmektedir. Anadolu düğünler, dans için en önemli vesiledir. Kökeni çok eskiye giden, kutsal bir anlam taşıyan ve evlenmeye kutsallık getiren danslar vardır: Tıpkı su dökmek, para, arpa, buğday serpmek, ateş yakmak gibi uğur getiren ögelerden biridir bu danslar. Yakın Doğu ‘da kılıçlı düğün danslarının pek çok türü vardır. Kılıcın anlamı kötü, uğursuz, dış etkenlerden gelinin korunmasıdır. Elazığ bölgesinde oynanan Çayda Çıra bir kına gecesi oyunudur. Kına dansları da tıpkı kılıç dansları gibi evliliği kutlayan danslardır, “kına, baraka yani kutsallık taşıdığı için kötü etkenlere karşı korunmak için kullanılır.”

Oyunlar kutsallığa bürünüp gereklilikleri zorunlu hale gelince, oyuncuların yaşamı tehlikeye girse de oynanmaya devam eder. Mesela Tibet’te uçurtma uçurtmak hem bir ibadet, bir ritüel bir oyundur. Ölüm tehlikesi yüksek ve ölenler olsa da bu yapılmaya, gelenekselleşmeye devam eder. Lamaizm’e yakın olan rahipler, dev uçurtmalarla yerden otuz ila elli metre yukarıya çıkan uçurtmaya tutunurlar ve kendilerini uçurumun üzerine bırakırlar. Belli zamanlarda bu uçurtma eylemi kutsal bir ritüel sayılmaktadır. Kimi zaman rahipler rüzgar veya başkan etkenlerden ötürü uçuruma düşse de oyun iptal edilmemektedir. Oyunlarda rastlanan bir tabuda Konya’dan örnekle şunu söyleyebiliriz; “Konya’da çocukların Uçurtma (bunlardan fenerli uçurtmaya Yıldızlı denilmektedir) halk karşı çıkmaktadır, bunun

46

hem günah olduğu, hem de uçurtma uçurulduğu zaman yağmur yağmayacağı, ekinlerin kuruyacağına bir inanç vardır. Yine Konya’da çocukların kamçı ile döndürdükleri topaç oyununa Fırça ya da Kozak oyunu denilmektedir. Halk bu oyunu yasaklamak ister çünkü fırça’yı bulan Yezit, İmam Hüseyin’i öldürttükten sonra, kellesini ayağıyla vura vura döndürmüş. Böylece fırça, Hazret-i Hüseyin’in kellesidir” (And, 1974: 43).

Bugün bile hala köylerde oyunla inancın birleştiği görülür. Oyun, köylünün bilincindeki işlevini yitirmemiştir. Şehirlerde artık neredeyse bulunmayan bu oyunlar köylerde yaşamaktadır. “Nitekim yağmur yağdırmaya yönelik çocuk oyunları; çan sallama, kurt dolaştırma, saya gezmesi, davar özü, döl töresi gibi çobanlara değin oyunlar; bahar karşılaması ve bununla ilgili törenler; kış yarısı ve gün dönümü gibi takvime bağlı törenlerdeki oyunlar; tarım ve çiftçilikle ilgili oyunlar henüz köylü bilincindeki işlevini yitirmemiş oyunlardır” (And, 1974: 46). Topluma ve oyuna işlevsel açıdan bakarsak şunu görürüz: İnsanlar hayatta çeşitli rolleri yerine getirerek sistemi tekrar yaratırlar ve toplum denilen evreni kurarlar. Kültür için de böyledir bu. Ama ihlal edilirse; oyunbozanlar direk dışlanır, oyundan atılır ve atılmalıdır da. Yoksa kültürü sarsar. İşini yapmayan kişi de o evrenin ciddiyetini sorgulatmış olur. Faniliğini hatırlatır ve sistemi zorlar. Bu yüzden ceza alır. İnançlar ve sergilenen ritüeller daima içerisinde bir oyunsal parça barındırır.