• Sonuç bulunamadı

1. SANAYİ TOPLUMU ÖNCESİNDE OYUNUN TARİHSEL GELİŞİMİ

1.5. Oyun Türlerinin Ciddiyet Bağlamındaki Yeri

1.5.4. Felsefenin Oyunsal Biçimleri

Huizinga’ya göre bilim ve felsefe “bilmece çözme” yarışmalarından çıkmıştır. İlk felsefeler, bu nedenle polemikseldir; tarafların birbirleriyle yarışması niteliğindedir. Felsefenin kökenine baktığımızda soru sormak ile başlamaktadır. Fakat bu sorulan sorular daha çok ontolojik alana isabet eden hep varlık adına sorulardır. Karşılıklı soru ve cevaplarla bir bilgelik oyunu olan felsefe, dini de içine alarak oyunsal şekilde doğmuştur. Selebes adasının orta kesimlerinde yaşayan Toracalarda, eski Hint’tekine paralel bir geleneğe rastlanmaktadır. Bu toplumda, bayramlar sırasında bilmece sorulması, pirincin “şişman” hale gelmesi ile hasat başı arasındaki zamanla sınırlıdır; böylece bilmecelerin “çıkışı”, pirinç tanelerinin “çıkışını” teşvik etmektedir. Her bilmeceye cevap verildiğinde, koro şu dilekte bulunmaktadır: “Gel pirinç! Çık ey pirincimiz. Çıkın ey yukarı dağlardaki, aşağı vadideki başaklar!” Bu dönemden önceki mevsimde, bütün edebi faaliyetler pirincin gelişimi açısından tehlikeli oldukları gerekçesiyle yasaklanır (Huizinga, 2010: 144).

Huizinga Hindu anlatılarında bilmecenin önemine değinir. O dönem o kadar değerlidir ki hayat memat meselesi olmuştur. Kral bir yarışma düzenleyip brahmanlarına bilmeceler sorar. Bilemeyenin başı gövdesinden kopartılır. Yunan geleneğinde, yenilginin hayatla ödendiği bilmece yarışması vardır: Bu motif, kalkhas ve Mopsos adlı kahinlere ilişkin anlatıda, sık rastlananbir biçim altında karşımıza çıkmaktadır (bkz. Homo Ludens: 145-146). “Tumturaklı söz söyleme halka açık bir yarışmanın konusuydu Yunan’da. Konuşmak, bir gösteri yapmak, caka satmak ve kelimeleri sergilemek idi. Söz müsabakası eski Yunanlı için, çetrefil bir sorunu ifade etmenin ve yargılamanın tavsiye edilen edebi biçimiydi” (Huizinga, 2010: 195). Yunan sohbetlerinde tuzaklı konuşmalar ve birini komik duruma düşürme sofizm öncesinde de vardı. Yine benzer örnekleri Eddalar geleneğinde de görürüz. Burada da ödülü yaşam olan bilmece oyunları vardır. XII. yy. okullarında kelime oyunları revaçta idi. İftiralar, hakaretler, çeşitli hilelerle üstün gelip diğerlerini tuzağa düşürmekle övünülüyordu. “Hitabetin, savaşın ve oyunun birbirlerine karışmasına ilişkin bütün bu göstergeler, Müslüman ilahiyatının bilgiçlik yarışmalarında da görülmektedir (Huizinga, 2010: 199). Felsefe de dahil bilim, doğası gereği polemik niteliklidir ve polemik unsur agonal unsurdan ayrılamaz. Büyük yeniliklerin ortaya çıktığı dönemlerde agonal unsur her zaman ön plana çıkar” (Huizinga, 2010: 200).

49

Oyunla eğitim söz konusu olduğunda küçük yaştaki çocuklara önce zeka gelişimi için oyuncaklarla eğitim, sonra kendi aralarında çeşitli oyunlar (ip atlama, yağ satarım bal satarım, saklambaç), derken bilgi ile harmanlanmış oyunlar işin içine girer. İlk başta bebek, kendisi ya da kardeşiyle oyuncak oynarken daha sonra sosyalleşme sürecinde cinsiyet ayrımına varıp arkadaşlarıyla oynamakta ve sonra da çevresi, okul ya da ailesinden eğitici oyunlara yöneltilmekteydi. Türk kültüründe de bilmeceler çocuklara yöneltilerek hem bilgi veren bir oyun olup kimi zaman muziplik, zekayı yorma, içine düşülmesi için bir tuzak olarak söz oyunları teşkil ederdi. Aynı şiirin anlaşılması için sembollerin çözümlenmesi gerektiği gibi, bilmece söz konusu olduğunda yine sembollerin anlaşılması devreye girer. Böylece bilmece, oyunsal alana ait olmuş olur. “Yunan felsefesinin kökenlerini, bilgelik yarışmasının meydana getirdiği dünyevi kutsal oyunla olan ilişkisi içinde ele almak isteyen her kişi, kaçınılmaz ve sürekli olarak felsefi-dinsel ifade ile şiirsel ifadenin sınırlarında bulur kendini” (Huizinga, 2010: 156).

[Retorik] “…insanın en büyük, en değerli işleriyle ilgili bir tekniktir; onu edinmiş olana her şey üzerinde gerektiği gibi konuşmayı, en ümitsiz görünen şeyde bile başarıya ulaşmayı sağlayan büyülü bir sanattır” (Gökberk, 2003: 41). Retorik, aslında şiirsel olarak ya da bilmeceden farklı olarak günlük konuşma diliyle bir zafer kazanmaktır. Sofistlere baktığımızda, felsefenin farklı bir oyunsallaşmasını görürüz. Protogoras, Gorgias, Hippias, Prodikos’da ciddiye alınması gereken yerler var. Fakat daha sonra yetişen sofistler işi oyuna, safsataya dökmüşlerdir. Dilbilgisi üzerine araştırmalardan sonra mantık konusunu da ele alır sofistler. Söylevde bir şey nasıl tanıtlanır, nasıl çürütülür? Bu soru üzerinde sofistler, tabiatıyla durmuşlardır. Protagoras, “Her soruda birbirinin karşıtı iki önerme gösterilebilir” dermiş. Tartışmanın yöntemini de ilk olarak Protagoras öğretmiştir. Sofistler düşünmenin işleyişini (logiké) yalnız tartışma, tanıtlama, çürütme tekniği bakımından ele almışlardır. Gerçek tartışma sanatı (dialektik) gitgide bir çekişme, kavga tekniği (eristik) haline gelmiştir. Burada artık göz önünde bulundurulan: Herhangi bir şey üzerinde, hem ondan yana olarak, hem de olmayarak, birtakım biçim cambazlıklarıyla tartışmak; dinleyiciyi şaşırtmak, onu saçma cevaplar vermeye zorlamak, böylece karşıdakini, ne olursa olsun sonunda çürütüp susturmaktır.

Sofist, arkaik kültürel hayattaki, sırasıyla kahin, şaman, gönül gözüyle gören kimse, keramet sahibi ve şair olarak gördüğümüz ve en uygun adının vates olduğunu düşündüğümüz şu merkezi figürün hafifçe sapmış devamıdır. Mümkün en iyi gösteriyi sunmak ve bir rakibi halkın gözü önünde cereyan eden bir çarpışmada yenmek; birden fazla kişi arasında oynanan oyunun bu iki büyük devindirici gücü, sofistin faaliyetinde daha ilk bakışta görülür (Huizinga,

50

2010: 188). Ünlü bir sofistin bir kentte ortaya çıkması bir olay olmaktaydı. Bunlar keramet sahibi sayılmakta ve atletlerle kıyaslanmaktaydılar: Kısacası, sofistlerin faaliyetleri tamamen spor alanında gelişmektedir. Seyirciler iyi atılan bir laf karşısında gülmekte ve alkışlamaktadır. Bu tam bir oyundur: Rakipler bir söylev maçı yaparlar; birbirlerini nakavt ederler; verilecek her cevabın yanlış olacağı tuzaklı sorular sormakla övünürler (Huizinga, 2010: 189).

Bizzat sofistler, kendi faaliyetlerinin oyunsal karakterlerinin tamamen farkındadırlar. Hatta Gorgias, Helena Methiyesi’ni bir oyun olarak –emon dé paignion- adlandıracak kadar ileri gitmiş ve doğaya dair adlı incelemesi bir hitabet oyunu olarak değerlendirilmiştir. Bu açıklamaya karşı çıkanların, sofist hitabet alanında oyun ile ciddiyet arasındaki sınırların tam olarak belirlenmediğini ve oyun nitelemesinin aslında bütün bunların doğasını çok iyi ifade ettiğini göz önüne alması gerekir (Huizinga, 2010: 190). Sofizm, bilmeceye çok yakındır. Küçük bir çarpışma şaheseridir.

Sokrates, Aristoteles ve Platon sofistleri eleştirirken onların tekniğinin yararsız bir çocuk oyunu gibi olduğunu söyler. Bu üç büyük filozofa göre felsefe soylu bir oyundur. Sofistlere yönelirken felsefenin sorgulama ve bilmece oyun türünden çıktığını unutmamak gerekir. Ne var ki, “arkaik çağ felsefelerinde, bilgi ile kozmik düzen birbiriyle bağlantılıdır. O nedenle, her bilgi, aynı zamanda kutsaldır. Şeylerin düzenli işlemesi, göksel varlıklarca da buyruklanmıştır. İnsanın bunlara uyması, yaşamın sürdürülmesi için yararlıdır. Bunlara uyma, ritüeller ile yapılmakta; ritüeller ise, inanma ve pratik alanında topluluk üyelerinin birbirleri ile coşku içinde kaynaşmalarını sağlamakta; böylece, göksel olan ahenk, yerdeki yaşama da yansımış olmaktadır”. Bu nedenle, Huizinga’ya göre, arkaik çağda bilgi, mythico-mystical bir niteliktedir ve aralarında bağlantılı olan felsefe (bilgi), kutsal kararlar (bunlar dünya ve göksel varlıklar arasındaki uyumluluğa ilişkin olarak alındıkları için dünyaya da ilişkindirler) ve ritüeller aracılığıyla evrene (cosmos) bakış ile, toplumsal düzene bakış arasında bir uyum oluşmaktadır (Oskay, 1993: 149).