• Sonuç bulunamadı

Habitus Bağlamında Oyun Biçimlerinin Davranışa Etkisi

1. SANAYİ TOPLUMU ÖNCESİNDE OYUNUN TARİHSEL GELİŞİMİ

1.4. Habitus Bağlamında Oyun Biçimlerinin Davranışa Etkisi

Oyun dünyası bir büyülenme dünyasıdır. Oyun, gerilim, rekabet, hırs, amaca ulaşma, kazanma gibi kavramlarla içiçedir. Oyunun doğası, oyuncuları kendi içerisine aldığı anda oyun ciddileşebilir. Kimi zaman zihinsel bir kurmaca oyun oluverir. Çocuklar gizem yaratır çünkü oynamadan duramaz. Mesela “şeytan deresi” isimli bir derenin ismini duyduğunda zihinsel olarak orada gördüklerini bir esrara kavuşturup yorumlar ve kendine masalımsı bir görüntü çıkarır. Zihin oyunlarıyla mekanları kendine göre şekillenen ve sadece kendi gözüne görünen biçimde kurgular ve oyun oynar.

Mitoloji ve efsanelerde aynı zamanda lirik şiirlerde yer alan abartma da aslında zihinsel bir oyuna yönlendirmedir. Çünkü insan abartarak oyun oynamaktadır. Bir masaldan sonra karanlık odadaki nesnelerin siluetlerini ya da perdenin arkasında hareket eden gölgeler görmek çocuk için bir esrar bir oyun dünyası oluverir. Dede korkut masallarında ki tepegöz ya da kale boyunda olan bir insan gibi efsanevi ve olağan üstü varlıklar, çocuk üzerinde direk hayal gücünü devreye sokup gerek hikayesi okunurken, gerek hayal kurarken gerekse de rüyada bile oyun şekliyle belirebilir. İnsanoğlu oyundan kopamaz. Oyun belli bir yer, zaman ve irade sınırları içinde aşikar bir düzene uygun olarak, serbestçe rıza gösterilen kurallara uyularak ve maddi yarar ve gereklilik alanının dışında cereyan eden bir faaliyettir. İster kutsal bir oyun, isterse sıradan bir bayram; ister bir ayin, isterse hoşça vakit geçirme söz konusu olsun, oyunun ortamı büyülenme ve heyecan ortamıdır. Aktarım ve gerilim duyguları

30

faaliyete eşlik etmekte ve bu faaliyet kendiyle birlikte neşe ve gevşeme getirmektedir (Huizinga, 2010: 171).

Oyunun büyüsüyle etkilenen insan aynı anda derin bir zihinsel oyunu oynamaktadır. Fakat bu durumun bozulabileceğini bilir. Bir düdük, futbol dünyasında büyülenen birini gerçek dünyaya getirebilir. Oyunun burada kuralları çok önemlidir. Çünkü kural ihlalleri oyunun evrenini çökertir. Oyunda büyülenenlerin bir an için oyununun bozulması kimi zaman şiddet olarak da açığa çıkabilmektedir. Büyü hırsı getirir. Japonya gibi oyun sektörünün tavan yaptığı ülkelerde oyuna dalan bir babanın, oyununu bozduğu için kızını öldürmesi buna bir örnektir. Kazanmak isterken önüne oyun dışında bir engel çıkanların o engele verdiği zarar, geleneksel oyunlardan bir ayinde; ayini bozan kişinin şiddete maruz kalması oyunun büyülü dünyasının kimi zaman ciddileştiğini ve kutsallaştığını göstermektedir. Oyun kurallarını bozan artık bir oyunbozandır ve toplumdan dışlananlar gibi dışlanmalıdır. Çünkü oyun dünyası içindeki topluluğun varlığını tehdit etmiş olmaktadır. Bu büyülü dünyayı bozan oyundan atılır, dışlanır.

Oyun bozan ve hilekar ayrı şeylerdir. Oyunbozan; oyunun kurallarına saygısızdır. Hilekar ise yakalanmadığı sürece kurallara sözde saygılıdır. Aylaklar kuralları izler; ama amaçları izlemezler, hilebazlar amaçları izler; ama kuralları izlemezler, oyuncular hem kuralları hem amaçları izler, oyunbozanlar ise ne kuralları ne de amaçları izler; oyuncular hem oyunun hem de geleneğin gereklerini kabul eder, aylaklar ile hilebazlar yalnızca geleneğin getirdiğini kabul ederler, oyunbozanlar ise hiçbirini kabul etmezler (Suits, 2012: 64-65). Gerçek bir kültür, belli bir oyunsal içerik olmaksızın var olamaz, çünkü kültür belli bir ılımlılığı ve kendine egemen olmayı gerektirir; mükemmele ulaşmayı kendi eğilimlerinde görmeyi değil de, kendini serbestçe rıza gösterilen sınırların içine kapatılmış olarak kabul etmeyi gerektirir. Kültür, belli kurallara uyulması yönündeki karşılıklı bir anlaşmanın varlığı nedeniyle, her zaman bir ölçüde oynanmış olacaktır. Gerçek uygarlık, her zaman ve bütün açılardan fair play’i (oyunu kurallarına göre oynamak) talep etmektedir ve fair play de, iyi niyetin oyunsal terimlere çevrilmiş halinden başka bir şey değildir. Oyunbozan, bizzat kültürü bozmaktadır (Huizinga, 2010: 263).

Oyunu, bir davranış biçimlendirme araçsalı olarak ele alabilmenin bir yolu; onun “habitus” kavramıyla olan bağından geçmektedir. Oyunların tekrarlanabilirlik özelliği ile alışkanlık boyutuna geçebileceği göz önüne alınırsa, burada bir davranış kalıbı meydana geleceğini söylemek çok yanlış olmaz. Habitus; tekrarlar sonucunda kişinin bir olaya ve olguya karşı geliştirdiği bir tür önsezi, davranış kalıbı, otomatik tepki ya da nasıl davranılacağının bilinmesine benzer. Sürekli bir doğaçlama ile yapılan eylemi habitus’umuza

31

eklemiş oluruz. Habitus kavramına daha detaylı bakarsak, oyunun nasıl davranışa dönüştüğünü ve nasıl bir kültür yaratıcı unsur olduğunu daha iyi anlarız.

Bourdieu’ye göre, sosyal hayat, ödüllerin daha büyük olması dışında, bir oyuna benzer. Sosyal hayat sadece bir mücadele alanı değildir, sürekli doğaçlamayı gerektirir. Hiçbir oyun basitçe onu tanımlayan kurallar kavranarak anlaşılamaz. Oyun sadece kurallara uymayı değil, bir oyun ‘anlayış’ına, oyunun nasıl oynanması gerektiği anlayışına da sahip olmayı gerektirir. Bu toplumsal bir anlayıştır, zira oyuncunun rakibin (ve bazı durumlarda takım arkadaşlarının) oyununu dikkatle izlemesini ve gereken zamanda uygun tepkiyi verebilmesini gerektirir. İyi bir rugby, futbol yahut basketbol oyuncusu, bir bütün olarak alanın sürekli farkındadır ve takım arkadaşlarının hamlelerini önceden sezer; ne zaman pas atılacağını, ne zaman mola verilmesi gerektiğini bilir. İyi bir basketbol oyuncusu sadece atış yapabilen biri değil, ne zaman atış yapılması gerektiğini de bilen biridir (Calhoun, 2007).

Yani bir oyuncunun oyundan alacağı puan veya skor, basit bir eylemin sonucu olarak değil, karmaşık birçok faktörün bir arada bulunmasıyla elde edilir. Oyuncular karşıdaki rakiplerini analiz eden, yeteneklerini ölçüp tartan, nasıl ve ne zaman ne tepki vereceğini kavrayan kişilerdir. Böylece karşılaşacakları hamleleri önceden tahmin edebilecek altyapıyı oluşturmuşlardır. İşte bu tahmin ve öngörü, oyuncuların verdiği profesyonel emeğin bir sonucudur ve Bourdieu’nun ‘habitus’ dediği şeye denk düşmektedir. Habitus; alışkanlığa benzeyen, tekrar edilen eylemlerin zihnimizde yarattığı bir bilgi birikimidir. Oyuncu, oyun öncesinde gerilimden uzak bir şekilde antreman yaparken, asıl habitusun işlediği alan; rakibiyle olan çekişmesidir ve oyun alanında yaşanır.

Bourdieu’ye göre, büyüklüğü tanımlayan güven büyük ölçüde öğrenilir. O daha önceki bin oyunda öğrenilir. Oyun sahalarında, liseler veya üniversitelerde, basketbol oyuncuları Michael Jordan olduklarını hayal ederler –ancak aslında bir Jordan olmadıklarını da öğrenirler. Onlar yeterince yükseğe sıçrayamaz veya onun gibi süzülemezler; onların çoğu kez sürpriz bir biçimde potaya giren rasgele atışları çoğunlukla isabetsizdir. Bourdieu’nün vurguladığı en önemli noktalardan biri, mükemmel olma mücadelesiyle ilgili deneyimlerimizin bize toplumdaki eşitsizliği kabul etmeyi öğrettiğidir. Biz ‘mantıken’ neyi bekleyebileceğimizi öğrenir ve habitusumuza katarız. Örneğin, bir tenis oyuncusu olmak hoşuma gider, ancak öyle biri olmadığımı kabul ederim (Calhoun, 2007).

Oyunların kendilerine has kuralları vardır ve oyunlar kurallar çerçevesinde var olmaktadırlar. Bu kurallar oyuncuları ve onların davranışlarını kısıtlayarak sonuca ulaşmalarını istemektedir. Geliştirilen her bir eylem bu kurallar çerçevesinde verilmektedir. Ayrıca bunun içine önceki deneyimler de eklenmektedir. Aslında oyuncular bu kuralları ve

32

deneyimleri içselleştirerek kendilerini kısıtlamış olurlar. Toplumsallaşma da aynı bu oyun metaforu gibi tamamen bilinçli bir olgu değildir, içselleştirilmiştir. İnsan sürekli bu sosyalleşmenin içindedir ve etrafındaki her olup biteni yorumlayıp deneyimleyerek habitusuna katmaktadır. İnsan sürekli bir sonraki rolüne odaklanarak yeni eylemler geliştirmektedir. Çocuk oyunlarının çocukları mesleklere, toplumsal kurallara uymaya, yetişkinliğe hazırlaması gibi habituslarına deneyimleri eklemektedirler.

Habitus bireylerin karakteristik eylem biçimleri gibidir. Bu eylemler sosyal hayat içerisinde bulunulan statü ve rollere göre şekillenmektedirler.

Ancak habitus bundan daha fazlasıdır. O kurumlar ve bedenler arasındaki buluşma noktasıdır. Yani o, biyolojik bir varlık olarak her bireyi sosyo-kültürel düzene –farklı hayat oyunları anlamlarını koruyacak, oyunu sürdürebilecek biçimlerde– bağlayan temel formdur. “Kolektif tarihin ürünleri olan nesnel yapılara uygun ve gerekli şeylerin aşılanması ve içselleştirilmesiyle üretilen, –bu nesnel yapıların isleyiş koşulunu oluşturan– uzun ömürlü, adapte eğilimler biçiminde yeniden-üretilen, aktörler kurumlar içinde nesnelleşmiş tarihi paylaşırlarken inşa edilen habitus, kurumların yaşamasını, onları pratik olarak içselleştirmeyi ve –böylece ölü sözcükler durumundan çıkartarak, içlerinde tortulaşmış anlamı yeniden canlandırarak, ancak aynı zamanda bu yeniden canlandırmanın gerektirdiği revizyonlar ve dönüşümleri empoze ederek– onları aktif halde tutmayı mümkün kılan şeydir”.

Bir örnek verirsek, Hıristiyan kilisesi üyelerinin yaşattığı iki bin yıllık bir kurumdur. Onlar kiliseyi bir canlı gibi yaşarlar, ancak aynı zamanda onu kendi ritüelleri, birbirleriyle karşılıklı ilişkileri ve inançları içinde yeniden yaratarak yaşatırlar. Kilise içinde büyümek üyeleri inanca hazırlamaya yardımcı olur (aşılama), ancak o aynı zamanda bu üyelerin aktif olarak talep etmeleri gereken bir şeydir (içselleştirme). Kurum ve kişi arasındaki bağlantı noktası üyelerin kendi eylemlerini üretme biçimidir. “Her aktör, bilinçli veya bilinçsiz, ister istemez nesnel anlamın bir üreticisi ve yeniden-üreticisidir. Onun eylemleri ve çalışmaları aslında kendi üretmediği ve bilinçli olarak farkında olmadığı özel çalışmanın ürünleri olduğu için, bu eylemler ve çalışmalar, Skolâstiklerin ifadesiyle her zaman onun bilinçli niyetlerini asan bir ‘nesnel niyet’ içerirler”.

Bourdieu habitusun sadece bireysel bir kapasite olmayıp, aynı zamanda kollektivitenin bir başarısı olduğunu vurgular. O her yerde karşımıza çıkan ‘kolektif aşılama girişimi’nin sonucudur. ‘Stratejiler’in bilinçli stratejik varlıklar olan bireyler olmadan da işleyebilmesinin nedeni, bir yanda bireylerin oldukları kişiler haline gelmeleri ve öte yandan, toplumsal kurumların bu eylem, değerlendirme ve anlama yönelimlerini aşılama gücünde olmasıdır. En

33

temel toplumsal değişimler sadece formel yapılardaki değil, aynı zamanda alışılagelmiş eylem yönelimleri içindeki değişimler olarak da ortaya çıkarlar (Calhoun, 2007).

Dramaturjik açıdan ise; nasıl ki bir basketbol oyuncusu sahaya çıkmadan önce antreman yapıyorsa, Goffman’ın kişilik üzerinden öne sürdüğü bu sosyoloji de bu durumla benzer bir anlatıma sahiptir. Kişiler davranışlarını ölçüp tartarak, nasıl davranacaklarını önceden deneyerek tekrarlama yoluna giderler. Sahne önünde de ne yapacağını bilirler. Bu aslında bir nevi habitus’ta olan önsezi gibidir. Sürekli tekrarlanan roller bir tür alışkanlığa ve otomatik tepkiye neden olur. Goffman’ın dramaturjisi habitus’a zaman zaman yaklaşır. Onun vurgusu Bourdieu’nünkine benzer: basit kurala uyma unsurunun varlığından ziyade doğaçlama ve uyum unsurunun varlığını göstermek ve böylece aktörlerin toplumsal düzen içinde dinamik figürler olduklarını göstermek. Bourdieu’nün gözde metaforu oyunlar iken, Goffman’ınki dramadır, ancak ikisi de oyuncunun daha iyi veya daha kötü oynayabileceği ve bireylerin, kendi yaşantılarında yeni ve farklı şeyler yapmaya çalıştıklarında bile, hemen her zaman toplumsal düzeni yeniden üretme eğiliminde oldukları bir performans olarak sosyal hayat düşüncesini paylaşıyordu (URL 5).

Oyunların fiziksel, zihinsel, sosyal, psikolojik etkileri vardır. Tekrarlanabilir özelliği ile de bir davranış biçimine dönüşebilir. Kişilik oyunlarla oturmaktadır. Sürekli kötü karakter rollerinde oynamak bile, gerçek hayatta kişiliğin o şekilde biçimlenmesine neden olabiliyor. Sahne arkası, sahne önüne yansırken; sahne arkası kaybolabiliyor. Sinema oyuncuları bile çok izlenip tutulan bir filmde, asi bir karakteri oynadığında gerçek hayatta da asi davranıp yine o ilgiyi üzerine çekmeye çalışabiliyorlar. Oyun ve oyunculuk bu biçimde insanların davranışlarını etkileyebiliyor. Oyunun gizemi ve büyüsü tekrarlanan ve telkin edilen sözlerle, davranışlarla insanların sahne önü performansını etkilerken, sahne arkasında olduğu rolü unutturabiliyor. Kendini “Pokemon” sanarak “-mış gibi” yapma eylemini abartan çocuklar örneği bir dönemin gündemiydi. Sürekli tekrarlarla zihinsel, psikolojik olarak bir otomatik davranış oluşturulmuş olunuyor. “…oyuncu kendini oyununa tamamen kaptırmış olabilir; sahnelediği gerçeklik izleniminin gerçek gerçeklik olduğuna samimi şekilde ikna olabilir. Seyircisi de sergilenen gösteriye böylece ikna olduğunda, en azından o an için, yalnızca sosyologlar veya toplumdan hoşnutsuz birisi sunulanın "gerçekliğinden" kuşku duyacaktır” (Goffman, 2014:29).

Oyun bir öğrenme biçimi olarak kabul edildiğinden beri, davranışları da şekillendirdiği göze alınarak eğitim alanında dikkat çeken bir unsur olmuştur. Mesela el yıkarken köpüren sabun önceleri bir oyun, eğlence aracı iken, bir anda alışkanlık olup davranışa dönüşebiliyor. Tuvalet eğitimi de böyledir, oyunla sağlanır. Çocukların kazanılması istenilen davranışlar

34

oyun biçiminde sunularak habituslarına katılmaları sağlanıyor. Daha sonraki problemlerle karşılaştığında, çocuk ne tepki vereceğini bu oyunsal unsurlarla habitus çevresinde önceden sezebiliyor. Oyun oynarken olumsuz davranışları tekrar etme sonucunda da şiddete karşı eğilim, alışkanlıkla beraber desteklenerek çocuklar üzerinde kötü sonuçlar doğurmaktadır (URL 6). Oyun içindeki davranışlarda, tekrarla normalleşir. Oyun ve çocuk konusu daha detaylı olarak eğitim konusunun içinde alınacaktır. Oyun ve davranış ilişkisine habitus bağlamında bakmak, onu anlamaya daha çok yardımcı olacaktır.

Şüphesiz oyun çeşitlerini saymak mümkün değildir fakat oyunun tanımını yaparken ve konuyu ele alırken bahsettiğimiz kriterler üzerinden giderek bazı oyun türlerinin kültürü nasıl yarattığını, bunu yaparken insan davranışlarını nasıl şekillendirdiğini göstermeye çalışacağız. Oyunun gizemli bir dünya olup insanları büyüleyebildiğinden bahsetmiştik. Oyunun büyüsüyle etkilenen insan aynı anda derin bir zihinsel oyunu oynamaktadır. Fakat bu durumun bozulabileceğini bilir. Bir düdük, futbol dünyasında büyülenen birini gerçek dünyaya getirebilir. Oyunun burada kuralları çok önemlidir. Çünkü kural ihlalleri oyunun evrenini çökertir. Oyunda büyülenenlerin bir an için oyununun bozulması kimi zaman şiddet olarak da açığa çıkabilmektedir. Büyü, hırsı getirir. Japonya, Kore gibi oyun sektörünün tavan yaptığı ülkelerde oyuna dalan bir babanın, oyununu bozduğu için kızını öldürmesi buna bir örnektir. Kazanmak isterken önüne oyun dışında bir engel çıkanların o engele verdiği zarar, geleneksel oyunlardan bir ayinde; ayini bozan kişinin şiddete maruz kalması oyunun büyülü dünyasının kimi zaman ciddileştiğini ve kutsallaştığını göstermektedir. Oyun kurallarını bozan artık bir oyunbozandır ve toplumdan dışlananlar gibi dışlanmalıdır. Çünkü oyun dünyası içindeki topluluğun varlığını tehdit etmiş olmaktadır. Bu büyülü dünyayı bozan oyundan atılır, dışlanır.

Oyun, davranışlarda şiddeti açığa çıkarabildiği gibi disiplin ve düzeni de açığa çıkarabilir. Bu durum oyunun türü ve oyuna bağlılıkla alakalıdır. Oyunbozanlar toplumsal hayatta da dışlanmış olduğu gibi insanların o kişiye olan davranışlarını değiştirmektedir. Sokak düğünleri davranışları şekillendiren bir örnek olabilir bizim için. Düğün sahibi çiftin birlikteliğini kendi sokağında, mahallesinde, herkesin gözü önünde yapar ki; kendisini çevreleyen insan topluluğunun dikkatini buraya çekip mesajını verebilsin. Düğünde oynanan oyunlar, mutluluğun bir göstergesidir ve mahallelinin de bu mutluluğa ortak olması istenir. Düğünde küslük olmaz ve tüm akrabalar toplanır. Saygı, sevgi ve mutluluğun hakim olması beklenir. Çevre insanının da düğünü görüp toplumsal olarak çiftlerin birleşmesine onay vermesi istenir ve bu birliktelik halka duyrulmuş olunur. Bundan sonra bu çifte olan

35

davranışlar da değişecektir. Artık gelin ve damatın davranışları ve onlara yapılacak olan davranışlar tekrar düzenlenmektedir.

Göçmen insanların topluma adaptesi için kullanılan yollardan biri de oyundur. Özellikle Amerika gibi ülkelerde birçok milletten insanın “Amerikan” çatı kimliği altında birleşmesini sağlayan oyunlardan bazıları beyzbol ve Amerikan futboludur. Oyun kendi içerisinde bir saygı, sevgi, davranış kalıbı yani bir kültür barındırır. Oyunu oynayan bireylerin bu kültürü alıp içselleştirmesi istenir. Bu sayede adaptasyon kolaylaşır. Futbol gibi dünyanın gözünü çevirdiği oyunlarda gösterilen davranışlar da, bir sonraki davranışın hazırlıkçısıdır. Fair play burada çok önemli bir yer tutar. 2002 Dünya Kupası’nda Kore’ye karşı galip gelen Türkiye futbolcuları maç sonunda Koreli taraftarlar karşısında saygı duruşunda bulunup başlarını öne eğerek onları selamlamışlardır. Yani burada verilen mesaj hem oyun için bir teşekkür, hem iyi niyet ve hırsın, nefretin önüne geçmek hem de daha önceki yaşanmış üzücü olaylar için bir özür niyetindedir. Bu hareketten sonra Koreliler de Türkiye için bir sevgi gösterisinde bulunmuş, ülkeler arası yatırımlar için çaba gösterilmeye başlanmıştır. Bunlardan başka birçok oyunda davranışların değiştiği gözlemlenebilir fakat biz hepsini değil bazı oyunları ele alacağız.