• Sonuç bulunamadı

167 İbn Bâcce’de erdemli şehir Fârâbî’deki gibi kendisinde görüş

ayrılıklarının bulunmadığı homojen bir şehirdir. İlginç bir şekilde bu şehirde her türlü görüş doğrudur (İbn Bâcce, 2019, s. 27, 29, 31). Bu doğruluğa nasıl ulaşıldığı ve bu doğrulukla neyin kastedildiği açık değildir. Yani, bu ifadeyle kastedilenin bütün şehir halkının ulaştığı “tek bir doğru”nun bulunduğu ve herkesin de bunu tekrar ettiği mi yoksa şehir halkının her birinin sözlerinin hakikatin bir yönüne isabet etmesinden dolayı mı bu sözlerin her birinin doğru olarak kabul edildiği mi olduğu açık değildir. Burada kastedilenle bütün insanların erdemli olduklarından dolayı aynı hakikate ulaşmış olabileceklerini düşünebileceğimiz gibi bu insanların erdemli olmalarından dolayı kendi görüşleri dışındaki düşünce ve fikirleri mahkûm etmeyip onları da hakikatin bir yönüne işaret eden sözler olarak kabul eden bir şehir olarak da anlayabiliriz ve bu ikinci yorum felsefenin ruhuna daha yakın olacaktır. Nitekim Aristoteles’in Metafizik kitabında ifade ettiği gibi hiç kimse hakikatin tamamına erişemez ancak ondan uzak da kalamaz. Bu ifade herkesin sözünün bir kısmının hakikatin bir boyutuna karşılık geldiği anlamına da gelmektedir (Aristoteles, 1996, s. 145).

Erdemsiz şehirlere gelince; bunlar bünyelerinde farklı görüş ve fikirleri barındıran şehirlerdir. Bundan dolayıdır ki bu şehirlerde diğer insanlardan farklı olarak erdemli düşünceye sahip olan kişiler de varolabilir ve İbn Bâcce asıl anlamda “ayrık otları (nevâbit) diye isimlendirilenlerin bu kişiler olduğunu söyler. Bu insan tipi şehirdeki genel fikir ve görüşlere uymadığından yani, genel olandan farklılaştığı için bu isimle adlandırılır.

Fârâbî erdemsiz toplumdaki erdemli insanlara hayat hakkı tanımazken İbn Bâcce bu insanlara sadece yaşama şansı vermez ayrıca onlara önemli ve tarihsel bir rol de biçer. Ona göre bu ayrık otlarının varlığı erdemli toplumun varlığının sebebidir. Öyleyse bu insanları bir yönden erdemli toplumun kurucuları olarak da kabul edebiliriz. Bu noktada İbn Bâcce’nin yorumunu ahlâki bir bozulma içerisinde olduğu ifade edilen bir toplumda kendisine varoluş alanı açma çabası olarak görebileceğimiz gibi zihnindeki Hz. Peygamber gibi erdemsiz bir toplumdan çıkmış ve erdemli bir toplum inşa etmiş tarihsel bir figür örneğinden hareketle geliştirmiş olduğu bir yorum olduğunu da söyleyebiliriz. Onun bu yorumunun ifade ettiğimiz bu iki analizi aynı anda kapsadığını da düşünebiliriz.

İbn Bâcce bu erdemsiz topluma aykırı insanların tek başlarına gerçek mutluluğa ulaşan insanlar olabileceklerini de söyler. O, gerçek ve doğru tedbîrin de bireyin tedbîri olduğunu vurgular. Bu kişi toplumdaki tek bir kişi olabileceği gibi bunlar küçük bir azınlık grubu da oluşturabilirler. Genel çoğunluksa bunların görüşlerini paylaşmaz. İbn Bâcce’ye göre, bu insanlar

168

sûfîlerin “garipler” diye isimlendirdiği insanlardır. Çünkü bu insanlar her ne kadar da kendi vatanlarında, kendi akrabaları ve dostları arasında yaşasalar da görüşleri bakımından onlardan ayrılmışlar ve başka bir vatana göç etmişlerdir (İbn Bâcce, 2019, s. 31).

Bu teori bize aynı zamanda İbn Bâcce’nin toplumda bireye açtığı yere işaret etmektedir. Birey burada toplumsal olarak kabul gören genel bir görüşle değil kendi görüşüyle varolabilmektedir. Oysaki Fârâbî’ye göre mutluluk toplumsal olana uyumdan geçmekteydi. Burada ise erdemli insan toplumsal olana uymaz kendi fikirleriyle varolmaya devam eder.

Bu teorinin bir diğer önemli noktası da erdemli bir insanın erdemsiz bir toplumda yaşarken toplumla çatışmaya da girmemesidir. Bu noktada aykırı insan toplumdaki pratiklere katılır, onlarla birlikte yaşar kendini onlardan yani toplumsal hayattan soyutlamaz. Onun farklılaştığı alan fikir dünyasıdır. O, kendi iç âleminde toplumdaki diğer insanlardan farklılaşır.

İbn Bâcce’nin burada ortaya koyduğu aykırı insan tipinin Hay b. Yakzan ya da Salaman gibi toplumdan uzaklaşarak mutluluğu yalnızlıkta arayan insan olmadığı açıktır. İbn Bâcce asla bu insanı toplumdan uzaklaştırmaz. Hatta o inzivaya karşıdır ve bu aykırı insan günlük hayatında diğer insanlarla birlikte olmalıdır. Bu aykırı insan kesinlikle münzevi bir sûfî değildir (Özdemir, 2015, s. 159 vd.; Aydınlı, 1997, s. 197-206). Bu noktada o, metnin başında da ifade ettiğimiz “insanın doğası gereği toplumsal bir varlık olduğu” tespitine sadık kalır. Ancak bu kişinin kesinlikle toplumdaki görüş ve fikirlere karşı muhalif bir duruşu vardır (Akyol, 2019, s. 204-205 ). Nitekim İbn Bâcce’nin bireyi toplum içerisinde fikri dünyası itibariyle yalnızlaştırması, bir diğer ifadeyle de bu bireyin muhalif bir duruşu gösteren bu tavrı bir sivil itaatsizlik türü olarak da değerlendirilmiştir (Uyanık, 2019, s. 154).

İbn Bâcce’nin ele aldığı konuya ve ortaya koyduğu felsefeye baktığımızda onun doğrudan bireyi konu edindiğini görmekteyiz. Bu birey erdemsiz bir toplum içerisinde yaşayan erdemli bir bireydir. Onun bireyi konu edinen bu felsefesinin İslam düşüncesi tarihi içerisinde değerlendirdiğimizde bu tavrın mutlak anlamda özgün bir tavır olduğunu kabul edemesek de Fârâbî çizgisinde gelişen İslam siyaset düşüncesi içerisindeki önemli bir farklılaşma olduğunu kabul edebiliriz. Bu tavır mutlak anlamda özgün değildir, çünkü İslam düşüncesi içerisinde yer alan mistik düşünceye yani tasavvufa baktığımızda orada da benzer bir tavrın varlığına şahitlik ederiz. Nitekim bu düşünce ekolü de bireysel olgunlaşmayı kendisine konu edinmekte ve bu düzlemde teori ve pratik üretmektedir. Bu pratik içerisinde “halk içinde Hak’la birlikte olma”, “halvet der encümen” gibi farklı şekillerde ifade edilen

169