• Sonuç bulunamadı

1. İçsel Ekonomik Faktörler

Bir ülke ekonomisinin sistem, yapı ve süreç boyutlarında ortaya çıkan aksaklıklar krizlere neden olabilmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik yapı tam olarak oturmamıştır. Bu tip ekonomilerde piyasanın işleyişi ile merkezden yönetim arasında uyuşmazlık vardır. Dolayısıyla hem koordinasyonsuzluktaki yetersizlikler hem de enformasyonun tam olarak dağılmaması piyasa ekonomisin etkin olarak çalışmasını engellemektedir. Bu tür ülkelerde dikkat çeken bir başka önemli konuda yatırım malları bakımından bu ülkelerin dışa bağımlı olmasıdır. Söz konusu ülkelerde tarım ekonominin can damarını oluşturmaktadır ve iklim koşullarına bağımlıdır. Sanayi, tarım ve hizmetler sektörünün ülke ekonomisi içinde ki dağılımı ise dengesizdir.

Çağdaş büyüme teorileri, bir ekonomide gerçekleştirilen yatırım hacmini büyümeyi belirleyen ana faktör olarak görür. Genel ekonomiden de bilindiği gibi yatırım hacmi iç ve dış tasarrufa bağlıdır. Tasarruf eğiliminin yeterli olmaması büyüme önünde bir engeldir. Ayrıca gerçekleşen tasarruflar yatırıma dönüşmeyip tüketim mallarına giderse, tasarruflar geri dönüşü olmayan bir yere kanalize olur. Bu durum bu ülkede tasarrufların yastık altına kaymasına neden olacaktır. Yeterli tasarruf yapamayan bu tip ülkelerde üretim devamı için gereken döviz, yurt dışından borçlanma yolu ile gelecektir. Bu noktada ise ortaya diğer bir dengesizlik durumu olan dış açık çıkacaktır. Dış açığı kapatmak için gereken döviz ülke içindeki yüksek faiz ile sağlanabilecektir. Böyle bir durumda yabancı kaynaklı sıcak para ülkeye giriş yapacaktır. Bu durum ise geçici bir refahlamayı ifade eder. Çünkü yüksek faiz beklentili sıcak sermaye, o ülkenin parasından dövize doğru dönüp hızla dışarıya çıkarsa, geçici refah ortadan kalkacak ve ekonomik kriz kaçınılmaz olacaktır.

Yukarıda değinildiği gibi, bu olumsuzluklar, kötü bir merkezi yönetim ile devam ederse ortaya kamu kesimi açıkları çıkacaktır. Bu durumlarda Merkez

Bankasının gücüne bağlı olarak kamu kesimi ve dış ticaret açıkları finanse edilebilir. Ancak bu yanlış yapının devam etmesi kamu kesimi açıklarını arttırıcı bir rol oynar. Bu açıkların artışı beraberinde ağır sonuçlar getirecektir. İlk olarak böyle bir durumda ülke kaynaklarını özel sektörden çok kamu kesimi kullandığı için faiz oranları yüksektir. İkinci olarak kaynaklar israf; suistimaller ve yolsuzlukların alabildiğine arttığı kamu sektöründe kullanılınca üretimi kamçılayan verimli alanlara yeteri kadar kaynak kalmamaktadır. Üçüncü olarak başta bankalar olmak üzere parası olanlar, devlet tahvili ve hazine bonosu satın alarak önemli kazançlar sağlamaktadırlar.39 O halde üretim ekonomisinden çok rant ekonomisi bu tip durumlarda geçerli olacaktır.

Rant ekonomisinin olduğu ülkelerde yasal düzenlemeler de zayıf kalmakta, kara para, kayıt dışı ekonomi artmaktadır. Bu durum ilk olarak vergi adaletsizliğini gündeme getirir. Devlet kayıt dışı sektörden vergi toplayamayınca dolaylı vergilere yönelecektir. Ayrıca vergi veren kesimin doğrudan vergilerini arttıracaktır.

Tüm bunlar yanında ekonomi de faaliyet gösteren tüm aktörler kendilerini sürekli bir kriz ekonomisi üzerine programlamaktadırlar. Dolayısıyla ülke ekonomilerinde görülen nispi iyeleşmeler bile yeni bir krizin habercisi olarak algılanmaktadır. Ülkedeki kriz beklentileri istikrarın yakalanmasına engel olacaktır.

2. İçsel Politik Faktörler

Ülke ekonomilerinin yön almasındaki önemli kurumlar siyasi etkilerden uzak olmalıdır. Bazı kamu kurumlarının özerkliği böyle bir durumda gündeme gelmektedir. Eğer kurumlar politik düzenin etkisinde kalırsa ekonomiler için rekabet düzeni bozulmakta ve kurumların faaliyetleri amaçlarından sapmaktadır. Böyle bir durumda kurumların etkin olarak faaliyet göstermelerini beklemek

39 Üzeyir Aydın, “Türkiye’de 1980 Sonrasında Yaşanan Ekonomik Krizlerin Analizi”, Dokuz Eylül

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Genel İktisat Bölümü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,

hayalcilik olacaktır. Bu tip problemler daha çok gelişmekte olan ülkelerde baş göstermektedir. Bu tip ülkeler demokratik yapılarını tam olarak oturtamamış olduklarından her türlü suistimale açıktır. Dolayısıyla ekonomik istikrarın sağlanması için izlenen ekonomik programları yöneten Merkez Bankası, Para Kurulu gibi kurumlar siyasi etkiyle karar alabilirler. Böyle bir durumda ekonomik istikrar programından sapma görülebilir. Bu durum da yeni krizlere neden olabilir.

Gelişmekte olan ülkelerin mevcut politik sistemi, Batı tipi demokrasinin taklidi olan şekli demokrasidir.40 Bu tip ülkelerde şekli demokrasi sistemi temsilcilerden oluşmaktadır. Bu yapılanma temsilci sistemi ile çalışır. Halkın seçimlere katılma oranları çok yüksektir. Ancak demokratik yaşam anlayışı gelişmiş ülkelere göre nispi olarak çok azdır. Yani alınan kararlara katılım yada protesto gibi demokratik davranış kalıpları gelişmemiştir. Böyle bir ortamda oluşturulan “demokratik örgütler” kendi ekonomik çıkarlarını toplumun çıkarlarından önde tutarlar. Dolayısıyla yapılan yatırımlar siyasi amaçlı olur. İçsel ekonomik nedenlerde de bahsettiğimiz gibi gelişmekte olan ülkelerde zaten az olan tasarruflar verimsiz alanlara kayar. Verimsiz alanlara yatırımlar beklemekte olan bir çok sorunun devam etmesine neden olur. Sonuçta enflasyon, işsizlik, ekonomik büyüme gibi sorunlar yumağı devam eder.

Ayrıca hükümetler ekonomik istikrarsızlıkları ortadan kaldırmak için, sürekli daraltıcı para ve maliye politikaları uygularlar. Ancak alınan tedbirlerin uygulanmasında sürekli olarak bir isteksizlik söz konusudur. Dolayısıyla sorunların çözülememesi siyasi kriz yaratmaktadır. Siyasi krizler, ekonomik alana çabuk yansır. Risklerin artması ekonomik krizlere yol açar. Bu durumun kurtarılması için erken seçimlere gidilir. Seçim ekonomisi kriz durumunu derinleştirir. Ülkenin kredibilite notu düşer ve bir sonraki istikrarlı politikaya kadar bu durum devam eder.

Günümüzde hükümetlere yalnızca ekonomideki fiyat sapmalarını düzeltmelerini değil aynı zamanda izledikleri bütün politikaların doğru olması salık verilmektedir. Ülkelerin izledikleri politikaların başarı durumları çok önemlidir. Ülkeler fakirlik kısır döngüsünden dolayı fakir değil ve fakat izledikleri fakir politikalar nedeniyle fakirdir.41 Piyasalar, fiyatlar ve teşvikler politikaların oluşmasında asıl merkezdir ve istikrarlı bir şekilde yönetilmelidir.

3. İçsel Sosyo-Kültürel Faktörler

Ülkelerin sosyo-kültürel alanında; ilişki sisteminin, sosyal bağımlılığın ve sosyal kişi egemenliğinin olması, davranış kalıplarının uygulanan ekonomik sistemle uyumsuz olmasına neden olmaktadır. Öyle ki, piyasa sisteminin merkezi konumunda olan rekabet sistemi bu sosyal ilişki nedeniyle işlemekte güçlük çekebilmektedir.42

Doğu bloğu ülkeler tarihsel olarak piyasa ekonomisi ile gelişmemişledir. Zamanla kapitalist ekonominin gelişmesi, bu ülkelerin ekonomik yapılarının değişmesine neden olmuştur. Yeni sitemin kalıplarına uymak geçiş süreçlerinde büyük sancılar ortaya çıkarmıştır. Gereken yasal düzenlemelerin zamanın da alınamamasına, personel alt yapısının tam olarak sağlanamaması eklenince kurumsal yapının sürekli kriz halinde olmasına yol açmaktadır.

Teknolojik alt yapı ise gelişmekte olan ülkelerde oldukça zayıf kalmaktadır. Dolayısıyla bu tip ülkeler teknoloji üreten ülkelere sürekli olarak bağımlıdır. Dolayısıyla bu alanda ya personel yetiştirilememektedir yada var olan personele gereken finansal destek sağlanamamaktadır. Bu alanda açığın artması katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesine de engel olmaktadır.

Tüm bu faktörler bir araya gelince ekonomik kriz hızlanmakta ve derinleşmektedir. Kalifiye personelin olmaması krizlerin derinleşmesine neden olmaktadır.

41 İlker Parasız, İkinci Kuşak kalkınma Politikaları ve Reformlar, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2003, s.5. 42 Aydın, a.g.e. s.55.