• Sonuç bulunamadı

Özel Kişi ve Kurumlar: Devlet bireylerin kişisel tasarruflarına başvurma yoluyla borçlanmaya gitmektedir. Uzun vadeli bir borçlanma şeklidir. Kişiler elde ettikleri gelirin bir kısmını tüketirken, bir kısmını da tasarruf ederler. Tasarruflar gelecekte daha fazla tüketim yapabilmek amacıyla arttırılmaktadır. Kişilerin bazıları tasarruflarından belirli süreliğine vazgeçip karşılığında faiz geliri elde etmek için devletin çıkarmış olduğu borç senetlerine yatırırlar. Tercihler belirlenirken, vazgeçilen tasarrufun kendilerine ne zaman geri geleceğini, getirisinin ne kadar olacağını, tasarruftan vazgeçildiği anda satın alma güçlerinin ne derece korunacağını detaylı olarak düşünmektedirler. Kişiler kendilerince olumlu düşüncelere sahip olduklarında devlete borç verirler, fakat geri ödeme zamanının çok uzun olması veya belirsiz olması, sağlanan getirinin çok düşük olması gibi nedenlerden dolayı da borç vermek istememektedirler (Doğanalp, 2005).

Düşük bir getiri olmasına rağmen, sürekli ve sağlam gelir elde etme isteği bireyleri borçlanma kağıtlarına yöneltmektedir. Borçlanmayı kolaylaştıran etken vadenin kısalığı ile faiz oranlarının yüksekliğidir. Bazı durumlarda ekonomik olaylardan dolayı kişi ve kurumlara borçlanma amacıyla başvurulmaktadır. Ekonomide enflasyonist eğilimler varsa tüketimin kısılması amacıyla borçlanma yoluna gidilirken, durgunluğun baş gösterdiği zamanlarda ise atıl duran fonların yatırımlara dönüştürülüp durgunluğun giderilmesi amacıyla borçlanma yoluna gidilmektedir.

—Sosyal Güvenlik ve Ekonomik Kurumlar: Devletin borç konusundaki kaynağı sadece bireyler değildir. Devlet verimli kamu kurum ve kuruluşlarından da kendisine kaynak sağlamaktadır. Bu kurumlar; devletin ve özel kesimin sosyal güvenlik kurumları, özel sigorta şirketleri, özel ve kamu kesimi yardımlaşma ve dayanışma

sandık ve vakıflarıdır. Bu kurumların kuruluş kanunlarında, devletin bu kurumlardan borçlanabileceği belirtilmiştir. Fonlar, ekonomik kalkınmayı sağlama, sermaye birikimi ve kamu finansman açıklarını gidermede önemli bir role sahiptir (Özkan, 2008).

Devlet ile kurum ve kuruluşlar fonlar ile karşılıklı çıkar elde etmektedirler. Devlet bu kurum ve kuruluşların fonları sayesinde ihtiyacı olan kaynağı elde etmektedir. Kurum ve kuruluşlar da borçlanma kağıtları ile önemli yatırım aracına sahip olmaktadırlar.

Bireylere düzenli gelir sağlamak ve onları çeşitli risklerden korumak amacıyla sosyal güvenlik kurumları ellerinde büyük miktarlarda fon bulundururlar. Tasarrufların özelliği, uzun vadeli borç verilebilir özellikte olmasıdır. Kurum ve kuruluşlar bu fonlarla devlet tahvili ve hazine bonosu almaktadırlar. Çünkü düşük riskle yüksek getiri elde etmeyi amaçlamaktadırlar. Ekonomik etkileri göz önüne alındığında, bu kurum ve kuruluşlardan borçlanma ticari bankalar ve merkez bankasından borçlanmaya oranla daha az enflasyonist etki yaratacaktır. Bu nedenle daha güvenilir bir borç kaynağı durumundadır (Özdemir, 2009).

Sosyal güvenlik kurumları ve diğer kurumlardan borçlanma zorunlu ve gönüllü olarak yapılabilmektedir. Tahvil faiz oranlarının piyasa faiz oranlarından yüksek olduğu ve paranın değerinin korunduğu durumlarda, kurumlar gönüllü olarak devlete borç vermektedirler. Bunun yanında devletin çeşitli kanunlarda belirttiği şekilde de bu kurum ve kuruluşları kendisine borç vermeye de zorlayabilmektedir (Açba, 2000).

—Ticari Bankalar ve Sigorta Şirketleri: Sigorta şirketleri ve bankalar borç kaynakları içinde en büyük paya sahiptir. Bu kurumlar ellerindeki fonlarla daha çok kısa vadeli borçlanma kağıtları almaktadırlar. Bu sayede devlet finansman ihtiyacını karşılarken, banka ve sigorta şirketleri de amaçlarını gerçekleştirmektedirler. Kısa vadeli kağıtlar, kolayca paraya çevrilebilmektedir. Vadesinden önce alım satıma da konu olabildikleri için devlet borçları içindeki payı son derece önemlidir. Devletin bankalardan fon ihtiyacını karşılaması serbestçe mümkün olabilmekteyken, bu durum zorunlu hale de dönüşebilmektedir. Bazen kanun ve düzenlemelerle sigorta şirketlerinin ve bankaların ellerinde bulundurdukları fonların bir kısmının devlete ödünç verilmesi zorunlu kılınabilmektedir. Bütçe kanunlarında ve bankalar kanunlarında bu zorunluluklar görülmektedir (Ulusoy, 2009).

Banka ve sigorta şirketlerinden borçlanma çeşitli nedenlere dayanmaktadır. Ekonomide durgunluğun yaşandığı dönemlerde bahsedilen kurumların ellerinde bulunan atıl fonlar devlet tarafından borç alınarak tekrar ekonomiye aktarılması ekonominin canlanmasını sağlayacaktır. Kurumlar sahip oldukları fazla rezervleri tahvil ve bonolara yatırarak devletin vereceği faizden yararlanmak isterler. Devlet bazen de piyasayı kontrol etmek amacıyla bankalara tahvil satma yoluna gitmektedir. Bu durum özellikle enflasyonist durumlarda başvurulan bir yoldur. Bankalar kaydi para meydana getiren kurumlar olduğu için, devlet kredi hacmini sınırlamak amacıyla bu kurumlardan borçlanma yoluna gidecektir. Sigorta şirketlerinin de devlet borçlanmasında önemli bir yeri vardır. Sigorta şirketleri ellerinde bulunan fonları tahvil, bono ve gelir ortaklığı senedi gibi menkul kıymetlere yatırmaktadırlar.

-Merkez Bankası: Devletin borçlanması konusunda Merkez Bankası’nın da önemli rolü bulunmaktadır. Borçlanılan miktar ve borçlanma sonucu ekonomide meydana gelen etkiler, bu kaynaktan yapılan borçlanmayı diğer kaynaklardan ayırmaktadır.

Merkez Bankası, devletin istediği borcu para basarak vermektedir. Bu durum çeşitli sonuçlar doğurmaktadır. Ekonomideki para arzının artması ve genişletici etkiler meydana getirmesi bu sonuçlardandır. Toplam arz, toplam talebi talep lehinde değiştirmektedir. Çünkü Merkez Bankası’ndan alınan borç paranın harcanması ile ekonomide ek bir satın alma gücü oluşturulacaktır. Bu durum daha çok ekonomide durgunluğun yaşandığı dönemlerde başvurulan mevcut bir kaynak olarak görülecektir. Ekonomide enflasyonist eğilimlerin yaşandığı dönemlerde ise bu kaynağın kullanılması var olan enflasyonist baskıların daha da artmasına neden olacaktır (Sözer, 2001). Bu yüzden söz konusu dönemlerde bu kaynağın devlet tarafından titizlikle kullanılması gerekmektedir.

Merkez Bankası’ndan borçlanma doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir. Doğrudan borçlanma; hazine bonoları aracılığı, altın ve döviz karşılığı avans ve kısa vadeli avans yolu ile yapılırken, dolaylı borçlanma ise hazine kefaletine haiz bonoların Merkez Bankası’na iskonto ettirilmesi veya satılması ya da bu bonolar karşılığında avans alınması yoluyla yapılmaktadır (Parasız, 1995).

Gelişen ülkelerde, ülke döviz rezervleri bittiği zaman hükümetler para basma yoluna giderler. Bu, enflasyon vergisine neden yol açar. Vatandaşların vergi ödemekle alım güçlerinde meydana gelen azalmalar, bu kez karşılıksız para

basmanın neden olduğu enflasyonla ortaya çıkacaktır. Sonuçta enflasyon, kaynak dağılımını dar gelirlilerden yüksek gelirlilere kaydırırken gelir dağılımının bozulmasına neden olacaktır. Enflasyon vergisine literatürde daha modern bir terim olarak senyoraj geliri denilmektedir. Para basmak devlete doğrudan bir miktar gelir sağlar. Bununla birlikte parasal taban genişler. Üretim düzeyi parasal tabanın genişlemesinden dolayı artan para arzına uyum sağlayamadığından dolayı enflasyon adı verdiğimiz fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine yol açar. Enflasyon da enflasyon vergisi olarak devlete senyoraj geliri sağlar (Demir, 2010).

Başka bir anlatımla, ekonomi tam istihdam seviyesindeyken devlet para basma yoluna gittiği durumda, piyasadaki para hacmi genişler ve enflasyon olgusu karşımıza çıkar. Mal ve hizmetlerin fiyatları enflasyon nedeniyle yükseldiğinden halkın satın alma gücünde bir azalma meydana gelir. Böyle bir durumda ellerinde para bulunduranlar gerçek vergi mükellefi sayılmaktadırlar. Enflasyonun reel gelirler üzerindeki bu olumsuz etkisi enflasyon vergisi olarak tanımlanmaktadır (Gümüş, 2008).

Enflasyon vergisi sınırsız olarak kullanılabilecek bir kaynak değildir. Enflasyon vergisinin kısıtı yine enflasyonun kendisidir. Çünkü belli bir enflasyon oranından sonra reel para arzı o kadar azalır ki enflasyon vergisi de buna paralel olarak düşer (Çolak ve Atan, 2010, 1).

Hükümetler, açıklarını borçlanma veya banka dışı özel kesimden finanse edemedikleri zaman banka kredisine başvurmaktadırlar. Bu tür finansmanda bankaların özel kesime verebileceği banka kredileri, kamuya aktarılmakta ve parasal genişleme meydana gelmektedir. Artan kamu harcamalarının bu genişleme ile enflasyonist bir baskı yaratmaması için ülke içindeki üretimin arttırılması ve ithalatın da aynı oranda arttırılması gerekmektedir. Artan para stoku, halkın reel para talebinden fazla olmadığı takdirde hükümet enflasyonist baskıya maruz kalmadan para basabilir. Bu durumda elde edilen gelire senyoraj geliri denilmektedir (Gümüş, 2008).

Kamu açıklarının finansmanı amacıyla kamu borçlanma kağıtlarının merkez bankasınca satın alınması para basımı ya da monetizasyon olarak tanımlanmaktadır. Hükümetlerin monetizasyona başvurma amaçları farklılık arz etmekle birlikte, bazen popülist politikalar uğruna, bazen de zorunlu olarak başvurdukları görülmektedir. Monetizasyon yetkisi devletin hükümranlık gücüne

dayanarak gerçekleştirdiği bir yetkidir. Hükümetlerin bazen bu gücü kötüye kullandıkları görülmektedir (Yıldırım, 2005). Kolay elde edilebilmesi, monetizasyona rahatça başvurulma sebeplerinin başında gelmektedir. İç borç baskısının arttığı dönemlerde monetizasyon alternatif bir vergileme aracı olarak görülmekte ve bu yolla bilinçli olarak iç borç stoku eritilmeye çalışılmaktadır (Şen, 2003). Bu durumda monetizasyon bir iç borç ödeme aracı olarak da görülmektedir.

Vergilerin yeterince toplanamaması ve gittikçe artan bütçe açıkları tamamen veya kısmen monetizasyona gitmeyi kaçınılmaz hale getirmektedir. Ülke ekonomilerinde yaşanan iç ve dış kaynaklı krizler de monetizasyonu zorunlu kılmaktadır.

Merkez Bankası kaynakları kanunlar çerçevesinde kullanıldığı zaman riskli sonuçlar doğurmayacaktır. Hükümetler çok acil ve kısa vadeli finansman ihtiyaçlarını karşılamada bu kaynağı kullanabilirler. Hazine, normal şartlarda kısa vadeli avans olarak yıllık belirlenen limitlerde kaynak kullanabilir. Bu avansların zamanında geri ödemesi yapıldığında sorunlarla karşılanmamaktadır. Ancak geri ödemede sorunlar çıktığında ve ödeme yükümlülükleri yerine getirilmeden yeniden kısa vadeli avans kullanım yoluna gidildiğinde merkez bankası ile hazine arasındaki ilişkiler sağlıklı yürütülememektedir.

2.3.1. İÇ BORÇLANMALARDA KAYNAK SORUNU

Birçok ülkede devlet, makro ölçekli yatırımların finansmanında, bir maliye politikası aracı olarak ve kamu açıklarının finansmanında borçlanmaya gidebilmektedir. Burada borç kompozisyondaki farklılıkların makro ve mikro ekonomik yapı üzerine yansımaları değişik şekillerde ve etkilerde olacaktır. Borçlanmanın genel ekonomik yapı üzerinde nasıl bir etkiye sahip olacağı, büyük ölçüde borçlanmanın hangi kaynaklardan, hangi miktarda ve vadede yapıldığına bağlı olarak değişecektir. İlgili ülkenin ekonomik yapısı ile borçlanmanın yapıldığı dönemin uluslar arası ekonomik konjonktür koşulları söz konusu etkilerin yönü ve büyüklüğünde belirleyici özellik taşımaktadır.

Kamu açıklarının finansman kaynağı olarak en fazla kullanılan yöntemlerden biri olarak görülen iç borçlanma; kamunun finansman gereksinimini sağlamakla beraber, faiz oranlarının yükselmesine neden olmakta ve borçlanmanın vadesinin

kısalmasında da etkili olmaktadır. İç borçlanmanın miktarı, faiz oranları, borçlanmanın kaynağı ve borcun vadesi ekonominin makro dengelerini genelde olumsuz etkilemektedir. Borç miktarındaki artış, vergileri milli gelir üzerindeki yükünü de yükseltmektedir.

Kamu açıkları iç ve dış borçla veya merkez bankası avansıyla finanse edilse de beraberinde birçok sorun getirmiştir. Dış borçlanma durumunda ülkede para arzı artmış ve enflasyonist etki meydana gelmiştir. Çoğu zaman alınan dış borç vadesi gelen dış borcun faiz ödemesine dahi yetmemiş ve dış borçlar ülkeyi yoksullaştıran bir süreç içine sokmuştur. Kamu açıklarının merkez bankası avansları ile finansmanı halinde de piyasaya yeni para çıkmış, istenilen ekonomik büyüme sağlanamayınca da enflasyonist baskılar kaçınılmaz olmuştur. Kamu açıklarının iç borçlanmayla finansmanı arttıkça özel kesimin fon kaynakları azalmış, reel faiz oranları artmış, özel yatırımlar, istihdam ve büyüme bu durumdan olumsuz etkilenmiştir (Erdoğmuş, 2006). Borçlanmaların hangi kaynaklardan yapılacağı ve kaynakların yaratacağı etki düzeyleri; ülkelerin sosyal, ekonomik, siyasi yapısı ile içinde bulunduğu finansal yapının uygulanan para, borç ve maliye politikaları gibi birçok değişkenin uyumuna bağlıdır.

2.3.2. BORÇLANMALARDA FİNANSAL KAYNAKLARIN NİTELİĞİ

Kamu kesimi iç borçlanmasının TL ile veya dövize endeksli olarak ya da dövizle yapılması borçlanmanın niteliğini değiştirmemektedir. Bu borçlanma türü iç borçlanma olarak değerlendirilmektedir. Burada borçlanma kağıtlarının kimin elinde olduğu önem taşımamaktadır. Diğer bir ifadeyle bir yabancı parasını getirip Türkiye’de bozdurup Hazine Bonosu almışsa o borç kamu iç borçlanması olarak nitelendirilmeye devam etmektedir. Burada borçlanma otoritesinin bu borçlanmayı hangi piyasada yapmış olduğu borcun iç borç mu dış borç mu olmasında ayırt edici faktör durumundadır (Eğilmez, 2012).

2.4. İÇ BORÇLANMANIN ETKİLERİ

Ekonomik etkileri açısından borçlanmanın iç ve dış borçlanma olarak incelenmesi gerekmektedir. Çünkü iç kaynaklardan yapılan borçlanmanın oluşturacağı etkiler ile dış kaynaklardan yapılacak olan borçlanmanın oluşturacağı

ekonomik etkiler birbirinden farklıdır. İç borçlar sağlandığı kaynağa, kullanım alanlarına ve vade yapılarına göre farklı etkiler meydana getirmektedirler.

2.4.1. BAZI EKONOMİK DEĞİŞKENLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Hükümetler tarafından borç olarak toplanan fonların yatırım amacıyla kullanılması halinde toplam yatırım hacminde bir değişiklik meydana gelmemekte; yatırımlar özel sektör eliyle değil hükümetler tarafından yapılmış olmaktadır. Hükümetler borç olarak elde ettikleri kaynakları harcamadıkları zaman, emisyon hacmi azalmaktadır. Bu durum ekonomide daraltıcı etkiler meydana getirebilmektedir. Diğer taraftan kamu yatırımlarının üretken alanlara yönlendirilememesi halinde üretim artırılamamakta ve popülist eğilimler ortaya çıkmaktadır (Çoban ve diğerleri, 2008).