• Sonuç bulunamadı

BORÇLANMANIN OLGUSUNUN NİTELİĞİ VE NİTELİKLERE İLİŞKİN MALİYETLER

2.4.5 NESİLLERARASI BORÇ YÜKÜ BAKIMINDAN ETKİLERİ

2.7. BORÇLANMANIN OLGUSUNUN NİTELİĞİ VE NİTELİKLERE İLİŞKİN MALİYETLER

Borçlanmanın görünmeyen maliyetlerini iç borçlar ve dış borçlar olarak ayrı ayrı incelememiz daha uygun olacaktır.

2.7.1. İÇ BORÇLARIN YAPISAL ÖZELLİKLERİ VE NİELİĞİNE İLİŞKİN

MALİYETLER

Borçlanma maliyetleri, borçlanılan fonlarla ilgili olarak katlanılan faiz ve diğer giderler olarak tanımlanabilmektedir.

Kamu finansman ihtiyacı ve devletin gelirleri ile giderleri arasındaki açıklar borçlanmayı ihtiyaçtan zorunlu hale sokmaktadır. İç kaynaklardan yapılan borçlanmalar için büyük fon kaynaklarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bankalar devletin borçlanma ihtiyacının karşılanması için ekonomide fon toplayıcı durumunda olan önemli kaynaklardan birisidir. Devletin borçlanma ihtiyaçlarını karşılayan bankaların sahiplik yapısı ve piyasa anlayışları ile hükümetlerin uygulamak istediği ekonomi politikaları çeliştiği için devletin borçlanma ihtiyacının büyüklüğü ve bu alandaki bankaların büyük rolü tercihi bankaların talepleri yönüne kaydırmaktadır. Örneğin Türkiye gibi serbest piyasa modeli uyguladığı söylenen bir ülkede batık bankaların devletçe devralınması, 1–1,5 milyar dolarlık kredi talepleri için olmadık fedakarlıklar yapılırken 5–6 milyar dolarlık banka kurtarma operasyonlarına başvurulması

bunların örneklerindendir. Devletin borçlanma ihtiyaçları finans kesimine getirilebilecek herhangi bir yüke de izin vermemektedir. Bu durum, bu kesimden vergi alınmasını da ortadan kaldırmaktadır. Örneğin 2001 yılı rakamlarına göre faiz ve repo gelirlerinden elde edilen gelir vergisi 4.016 Katrilyon TL olmakla birlikte aynı yıl devletin faiz giderleri için ödediği kaynak iç borç faizi olarak 43,5 katrilyon tutmaktadır. Yani vergilendirilebilen faiz-repo geliri faiz ödemelerinin yaklaşık %9.5’una karşılık gelmektedir ve bu gelirin %95’i de stopaj yoluyla sağlanabilmektedir (Akdiş, 2000).

2.7.2. DIŞ BORÇLANMALARDA YAPISAL DİNAMİKLER VE NİTELİKLER

Dış borçların birtakım ekonomik ve sosyal etkileri olduğu gibi, çeşitli görünmeyen etkileri de olabilmektedir. Dış borçlanma, yapıldığı zaman kamu maliyesinde bir refah sağlayıp temel sosyal yatırımların gerçekleştirilmesi ile toplumun eğitim sağlık ve sosyal seviyesinin artmasına olumlu etki yapmaktadır. Fakat sonrasında özellikle de yıllarca birikmiş borçların ödenmesi aşamasında, istenmeyen birçok olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır.

Borç veren ülkenin direttiği şartlar nedeniyle dış borçlanma, bir takım görünmeyen maliyetler içermektedir. Osmanlı Sultanı IV. Murat"ın Leh kralının borç isteğine, "para hemen gönderilsin, çünkü bugün borç alan yarın emir alır" şeklindeki öngörüsünün tarihte pek çok örneği bulunmaktadır. Bu konuda yaşadığımız en açık örnek “Düyun-u Umumiye” olayıdır. Çünkü Osmanlı 1854 yılında Kırım yenilgisi sonucu aldığı ilk borç ile İngiliz ve Fransızlara hazinesinin hesaplarını denetleme hakkı vererek egemenlik hakları konusunda imtiyaz vermiştir. 1881 yılında “Düyun-u Umumiye” idaresi kurulurken devlet gelirlerinin yaklaşık %40’ı bu idareye tahsis edilmiştir. Cumhuriyet dönemindeki ilk borçlanma talebimizde borçla ilgili olmayan bir istekle karşılaşılmıştır. 1930 yılına rastlayan dönemde krediyi verecek olan American Investment Company kendilerinden istediğimiz 10 milyon dolara karşılık 20 milyon dolar vermeyi teklif etmiş, bunun karşılığında da Türkiye’de kibrit tekelini almak istemiştir. Türkiye’de bir kibrit fabrikası kurmak şartı ile 25 yıllık “Kibrit Çakmak İnhisarı” bu yatırımcı kuruluşa bırakılmıştır. Daha sonraki normal borçlanmalarda, Marshall benzeri yardımlarda, askeri yardımlarda da buna benzer durumlarla karşılaşılmıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında konulan ambargo ile Almanya’nın Türkiye’ye verdiği tankların güneydoğu operasyonlarında kullanılması konusundaki olumsuz tavrı basına da intikal etmiştir. IMF, Güney Doğu Asya ekonomilerinin kriz yaşadığı 1997 dönemi sonrasında verilecek kredilerle ve

krizle ilgili olmayan taleplerde bulunmuştur. Bu ülkelerin IMF politikalarına uymayan kendilerine özgü teşvik ve dış ticarette korumacılık uygulamalarına son verdirilirken, Endonezya ile yapılan pazarlıklarda otomobil ve uçak imalatı projesinden vazgeçilmesi de ön şart olmuştur (Akdiş, 2000).

Yakın tarih itibariyle bir baraj inşaatını sadece yerli imkanlar ile gerçekleştiren bir işadamından yükselen feryatlar da dış borçlar konusundaki görülmeyen maliyetleri şöyle anlatmaktadır: “Biz bu yatırımı Dünya Bankasından kredi almadan yaptık. Eğer kredi alsaydık 270 milyon dolarlık kredi şu anda 600 milyon dolar olacaktı. Ayrıca Dünya Bankası, kredi ile ilgili her ödeme dilimini kontrol etmek, ihale şartnamesini uluslar arası bir firmaya hazırlatmak, ihalede yeterlik şartnamesini bu firmaya belirletmek gibi şartlar ileri sürerek ihalenin yabancı firmada kalmasını sağlayacaktı. Dolayısı ile verilen para bizim ülkemize hiç uğramadan yabancı firmaya gönderilecekti. Bize ise borcu ve faizini ödemek düşecekti. Bu borçlanmanın anapara ödemesi hiç bitmeyecekti. Faizler döviz sepetine göre hesaplanacağından bütün riskleri biz üstlenecektik. Bu nedenle bugünkü Dünya Bankası ile IMF’nin, Galata Bankerleri ve Düyunu Umumiyeden hiçbir farkı yoktur.” (Star, 2002)”.

11 Eylül sonrasında IMF’nin tutumundan kaynaklanan değişiklikler, yani Türkiye’nin 17. stand-by düzenlemesinin son iki diliminin kullanılmasını durduran IMF’nin 11 Eylül sonrasında Türkiye’yi övücü beyanlarla birlikte 16 milyar dolarlık 18. Stand-by’ı devreye sokması da bu konuya verilecek diğer bir örnek olmaktadır. Amerikan Fox-News televizyonunda düzenlenen Irak konulu bir panelde konuşan Dick Morris adlı siyasi analistin, uluslararası para fonu IMF’nin Türkiye’yi satın aldığını ve bu yüzden Ankara’nın, ABD’nin Irak harekatını desteklemek zorunda olduğunu, ABD’nin IMF’yi, IMF’nin de Türkiye’yi yönettiğini söylemesi gerçekten böyle bir şey olmasa bile dış borçlanmanın görünmeyen maliyetleri konusunda çarpıcı örnekler oluşturmaktadır (Akdiş, 2000).

Türkiye açısından bakıldığında, dış borç stokunun yıldan yıla artması, borç anapara ve faizlerinin ödenmesinin getirdiği sıkıntılar öncelikle devletin temel görevlerini yapamaz hale gelmesine neden olmuştur. Bütçesinin yaklaşık %50’si ve nerede ise vergi gelirlerinin tümü faiz ödemelerine ayrılmış, sürekli bütçe açıkları veren, borç ödemek için tekrar borçlanmaya ihtiyaç duyan bir borç kısır döngüsüne girmiş bir devletin, eğitim, sağlık, güvenlik, adalet hizmetleri gibi temel görevlerini hakkıyla yerine getirebilmesi pek mümkün olmamaktadır (Akdiş, 2003).