• Sonuç bulunamadı

Hurufîlik: Fazlullah-ı Hurûfî’nin (ö 796/1394) kurup geliştirdiği,

Belgede Nesîmî Kitabı (sayfa 48-50)

NESİMÎ’NİN DİNE AYKIRI GÖRÜŞLERİ VE İDAM EDİLMESİNİN İSLAM HUKUKU

A. Nesimî’nin Benimsediği Hurûfîlik ve Vahdet-i Vücûd

1. Hurufîlik: Fazlullah-ı Hurûfî’nin (ö 796/1394) kurup geliştirdiği,

harflerin esrarına dayanan batınî bir akımdır. Kelimelere verilen anlam- larla yetinmeyip bu kelimeleri meydana getiren harflerin de ayrı ve gizli manalar taşıdığını ileri süren ve bu şekilde âyet ve hadisleri harflere, hatta sayılara verilebilecek yeni anlamlarla izah etmeye kalkışan bir akımdır.3

Kabaca Batınîlerin te’vil yöntemlerini kullanan Fadl, lüzum gördükçe de harflerin sayılarla münasebetlerini ele almış, bütün dini emirleri ve hükümleri Arapçadaki yirmisekiz ve Farsçadaki otuziki harfe irca yolunu benimsemiştir. Gerçekte tam bir yöntemi ve hedefi olmayan Fadl, daha çok gelecekteki olayları istihraç için kullanılan hurûf bilgisini devrine gö- re orijinal bir şekle sokmuş ve kendisini Mehdi, Mesih ve Tanrı mazharı, Tanrı zuhuru olarak ortaya çıkarmış ve başkalarına böyle tanıtmış, bu su- retle Hurufîliği kurmuştur.4

Hurufilerin bir kısmı İslam inanç esaslarına bağlı ve ibadetlerini ka- bul eder gözükse de, genel olarak şeyhleri olan fazlullah Hurufi’nin ken- dilerinin namazını kıldığı, oruçlarını tuttuğu ve dolayısıyla dini hüküm- lerle mükellef olmadıklarına inanmaktadırlar. Yine Nesimî gibi bir kıs- mında âhiret inancı olduğu anlaşılsa da genel olarak ahiretin bu dünyada olduğuna inanmaktadırlar.

Hurûfîliğin temeli, eski çağlardan gelen ve harflerle sayıların kutsal- lığını kabul edip bunlara çeşitli sembolik anlamlar yükleyen anlayışa da- yanır. Zira çok eskiden beri tabiatta varlığı kabul edilen gizli güçler şekil ve harflerle ifade edilmeye çalışılmıştır. Bunun sonucu olarak da, tabiat bilimlerinden önce efsun, tılsım, sihir gibi tekniklerle “hurûf” ilmi adı al- tında sözde ilimler ortaya çıkmıştır. Hurûfîliğin ne zaman ve nasıl doğ- duğu kesin olarak bilinmemekle birlikte gerçek anlamıyla milâttan önce IV ve III. yüzyıllardan itibaren Ortadoğu’daki Helenistik-gnostik karak- terli dinlerde ortaya çıktığı görülmektedir.5

İslâm dünyasında harflerin bazı gizli özelliklere sahip olduğu dü- şüncesi hayli eskidir. Yahudi ve Hristiyan kutsal kaynakları olan Tevrat ve İncil’de bu düşünceye temel alınan bazı ifadeler yer almaktadır.6 Ayrı-

ca meselâ II. (VIII.) yüzyılda aşırı Şiîler’den Mugīre b. Saîd el-İclî Allah’ı harflere benzetmişti. Daha sonra Hurûfî anlayış ve yorumlar, başta cifr

3 Bk. Nihat Sami Banarlı-Hıfzı Tevfik Gönensay, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1943, s, 92- 93.

4 Aksu,“Fazlullah-i Hurufîlik”, DİA., XII, 278. 5 Aksu, “Hurufilik”, DİA, XVIII,408.

ilmine de ilgi duyan bazı mutasavvıflar olmak üzere çeşitli İslâmî gruplar arasında ilgi görmüş, özellikle İbnü’l-Arabî’nin katkılarıyla bu ilgi daha da artmıştır. Hatta ilmî kişilikleri, kaliteleri, tenkitçi ve tetkikçi yapıları sebebiyle şaşırtıcı olsa da, İbn Haldûn ve Kâtib Çelebi gibi âlimler bile bu anlayışın etkisine kapılmışlardır. Fakat İslâm dünyasında batınî düşünce- lerin ışığında Hurûfîliği bir sistem şekline sokan ve bir fırka halinde ya- yan kişi Fazlullah-ı Hurûfî olmuştur.7

İlim ve tarikat ehline önem veren Timur döneminde (1370-1405) Hu- rufilik anlayışı İran, Hârizm, Azerbaycan ve Irak bölgelerinde taraftar bulmuştur. Böyle bir kültür atmosferinde Fazlullah-ı Hurûfî, batınî şeyh- lerinden olan ve Serbedârîler’le birlikte Horasan’da isyanlara karışan Şeyh Hasan-ı Cûrî (ö. 743/1342-43) ve onun halifelerinin tesiriyle sistemini kurmaya, akîdesini yaymaya çalışmıştır. Hurûfîliği kurarken Batınîler’in te’vil usullerini başarılı bir şekilde kullanan Fazlullah rüya yoluyla gerçe- ği bulduğunu, bazı sırların kendisine bu yolla bildirildiğini ileri sürerek Arapça’daki yirmi sekiz harf ve bunlara ilâveten Farsçadaki dört harf ile sayılar arasında çeşitli ilişkiler kurmak suretiyle Hurûfîlik sistemini yer- leştirmiştir.8

Hurufilik sisteminde, sistemin oluşturulması ve açıklanması bakı- mından insanın yüzü temel ve önemli bir yer işgal eder. Zira bütün evren ve varlıklar, insanın yüzünde bulunduğu kabul edilen ve birine “hutût-ı ebiyye”, diğerine “hutût-ı ümmiyye” denilen yedişer hatlı iki görünüşle açıklanır; bütün dinî hükümler yirmi sekiz ve otuz iki sayısına uygulana- rak bu hükümlerin insanın yüzünde temsil edildiği ileri sürülür. Âyet ve hadisleri de Hurûfîlik sistemi çerçevesinde batınî te’villere tâbi tutan Faz- lullah ve diğer Hurûfîler, özellikle Kur’ân surelerinin bir kısmının başında bulunan ve cümle oluşturmayan bağımsız harfleri (hurûf-ı mukattaa) mü- fessirlerce ileri sürüldüğünün aksine yorumlayarak bunların müteşâbih değil muhkem olduğunu savunmuşlardır. Onlar, sayısı on dördü bulan bu harfleri de insanın yüzündeki hatlarla ilişkilendirerek açıklamışlardır.9

Hurufiler bu sapkın inançlarını o kadar İslam’a ters olarak temellen- dirme yoluna gitmişlerdir ki, alternatif ilah ve kitap bile oluşturmuşlardır. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm’de geçen bütün “fazl” (fadl) kelimeleriyle Faz- lullah’ın kastedildiğine inanan, onu Allah’ın zuhuru şeklinde gören Hurûfîler, Fazlullah’ın baş eseri ve Hurûfîliğin ana kaynağı olan

7 Aksu, DİA,XVIII,408. 8 Aksu, DİA, XVIII,408. 9 Aksu, DİA, XVIII, 408.

Câvidânnâme’yi ilâhî kitap olarak tanırlar. Onlar, âyetleri, cennet, cehen- nem ve âhiret hallerini ve bütün dinî hükümleri yirmi sekiz veya otuz iki harfe irca ederek te’vile tâbi tutarlar. Meselâ kelime-i şehâdette geçen Al- lah lafzında beş harf vardır; bu harflerin adlarının yazımından on dört harf ortaya çıkar; yine kelime-i şehâdetteki Muhammed lafzında da beş harf bulunmakta olup bunların imlâsı da on dört harfi verir; böylece ikisi- nin toplamı yirmi sekiz eder; buna kelime-i şehâdetin ilk kelimesindeki dört harf eklendiğinde sayı otuz ikiye ulaşır. Şu halde kelime-i şehâdet, Arap ve Fars alfabelerinin tamamını ve bunların içerdiği Hurûfî anlamları ihtiva etmektedir. Bu örnekte de görüldüğü gibi Hurûfîlik sisteminde is- tenen sonuca ulaşmak için sayı eksik veya fazla ise ilm-i hurûf usullerine başvurulmaktadır.10

Hurufiliğin esas mahiyeti, kadim Farisî ruhunun Arap motifleriyle mezcedilmiş halidir. Bir başka ifadeyle, İran dinlerinin kalıntılarını, Hris- tiyanlık, Kabalizm ve Neoplatonizm’e ait inanç ve anlayışları İslamî bir ci- la altında yorumlayarak ortaya çıkmış sentetik mistik bir mezhep, hatta bir dindir. Bu akımın bir takım harflere gizli anlamlar yükleyerek sistemi- ni oluşturma çabası Kabalistik etkilere borçludur.11

Bu akımın mahiyeti hakkında şu hususa da işaret etmek gerekir: Bu akımda tevilin çok önemli ve merkezi bir yeri vardır. Zira Hurufilere göre tevil, tenzilden daha önceliklidir ve üstündür. Bu sebeple sözkonusu akı- mın kurucusu olan Fazlullah’ın lakabı, “sahibu’t-te’vil”dir. Hz. Peygam- ber Muhammed (as)’in lakaplarından biri ise “sahibu’t-tenzil”dir. Buna göre tevil sahibi Fazlullah, tenzil sahibi Muhammed’den üstün tutulur.12

Hurufilik akımının hedefi, insanın tanrılaştırılmasıdır. Zira harflere kutsallık atfedip onlardan zorlama yollarla farklı anlamlar çıkarma şekil- de ortaya çıkan bu akım, harflerle ve hatlarla dini emirleri tevil etmek, çe- şitli metotlara başvurmak suretiyle geleceği keşfettiğini ileri sürmek ve bu kurguyu hazırlamak için kurulmuş bir düzenektir.13

Belgede Nesîmî Kitabı (sayfa 48-50)