• Sonuç bulunamadı

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; asıl dosyada kurum işleminin iptali, birleşen dosyada ise iti-razın iptali istemine ilişkindir.

Asıl dava dosyasında davacı vekili; müvekkilinin almakta olduğu ölüm aylığının Haziran 2011 tarihinden itibaren kesildiğini, işlem ge-rekçesinin fiili birliktelik isnadı olduğunu, aldatılan müvekkilinin 2000 yılında boşandığını ve iki çocuğuyla birlikte yaşamaya başladığını, bo-şandığı eşinin ise başka bir kadınla evlendiğini ve yıllarca çocukları için ödemesi gereken iştirak nafakasını ödemediğini, daha sonra bir ev satın alan eski eşin yıllarca nafaka ödememiş olması nedeniyle müvek-kili ve çocuklarının bu evde oturmalarını istediğini, ekonomik sıkıntılar içerisinde çocuklarını büyüten ve onların iyi bir eğitim almasını isteyen müvekkilinin bu teklifi kabul ettiğini ve bu evde çocuklarıyla birlikte kaldığını, boşandığı eşinin ise zaman zaman çocuklarını görmek için eve geldiğini, yapılan ihbarın ve kurum denetçilerince düzenlenen tu-tanakların gerçeği yansıtmadığını, aylık almak amacıyla bir boşanma söz konusu olmadığı gibi müvekkilinin boşandığı eşiyle karıkoca haya-tı yaşamak maksadıyla tekrar bir araya gelmediğini, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin son fıkrası uygulamasının, Anayasal düzenlemelere aykırı olduğunu ileri sürerek ölüm aylığının kesilmesine ilişkin işlemin iptaline, aylığın ye-niden bağlanmasına ve kesilen aylıkların yasal faiziyle birlikte iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı ... vekili, yetim aylığının kesilmesi işleminin hukuka uygun olduğunu savunarak davanın reddini istemiş; birleşen davada ise, da-valıya yersiz ödenen ölüm aylığı ve tedavi giderlerinin tahsili yönünde başlattıkları takibe haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece verilen ilk karar ile... ...’in eski eşi ... ile birlikte yaşa-madıklarının tespit olunduğu gerekçesiyle asıl dosya yönünden davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.

Özel dairece bu tür davalarda, eylemli olarak birlikte yaşama olgu-sunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık ko-nusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz ettiği, mahkemece verilen hüküm eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olduğu, özellikle tanık beyanları arasındaki çelişkinin giderilmesi, sitede oturan diğer sa-kinler resen tespit edilerek bilgisine başvurulması gerektiği yönündeki gerekçe ile ilk hüküm bozulmuştur.

Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda toplanan deliller yeniden değerlendirilmiş ve komşu tanıkların ittifakla davacı ... ...’in boşandığı eşi ile aynı binada kaldıklarını görmedikleri-ni, boşanılan eşin sadece müşterek çocukları görmek amacıyla binaya geldiğini belirttikleri, bu tanıklardan binada yöneticilik yapan tanığın davacının çalışmaması sebebi ile aidatların boşandığı eşi Ahmet tara-fından ödendiğini belirttiği, bu itibarla aidat listesinde davacının boşan-dığı eşinin adının geçmesinin izahının yapılboşan-dığı, elektrik, su ve telefon abonelikleri yönünden herhangi bir bilgiye ulaşmanın mümkün olmadı-ğı, tarafların kayıtlı ikamet adreslerinin farklı olduğu, ...’ın 04.05.2001-22.11.2002 tarihleri arasında davacının dışında, başka bir bayan S. K.

ile evli kaldığı da görüldüğünden tarafların boşanma sebebinin, şiddetli geçimsizlik olduğu, başka bir ifade ile davacının babasından ölüm ay-lığı alma amacı taşımadığı sonucuna varılarak asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.

Davalı-birleşen dosya davacısı ... vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm özel dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bo-zulmuştur.

Yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle diren-me kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı-birleşen dosya davacısı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; so-mut olay bakımından ölüm aylığının kesilmesine ilişkin kurum işlemi-nin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. mad-desinin ikinci fıkrasıdır.

5510 Sayılı Kanun’un “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” baş-lıklı 56. maddesinde:

Ölen sigortalının hak sahiplerinden;

a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul du-ruma getirdiği,

b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da ay-lık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96’ ncı madde hükümlerine göre geri alınır.

Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir.

Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96’ncı madde hükümlerine göre geri alınır…” düzenlemesi yer almaktadır.

01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sos-yal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yü-rürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda yer almıştır.

5510 Sayılı Kanun’un 56. maddesinin ikinci fıkrasının madde başlı-ğında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde

“bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış; böyle-likle, daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan

eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, eylemli olarak birlikte yaşama, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak da benimsenmiştir.

Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörül-mektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer alma-yan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.

Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı be-lirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kul-lanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.

Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açı-sından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sade-ce ve sadesade-ce “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korun-mamaktadır (Centel, T: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).

Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, hak sahibinin, boşandığı eşiyle fi-ilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, Devletin sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeter-liliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin Anayasa’nın 65’inci maddesi uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenle-me yetkisine sahip olduğu gibi, Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşa-masına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakması mümkün-dür.

5510 Sayılı Kanun’un 56. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurular yapılmıştır.

Anayasa Mahkemesi, yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlen-dirme sonucunda 28.04.2011 tarihli, 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı ka-rarında “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanıl-ması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu ku-ral hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez… Resmî ev-liliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullan-mak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşit-lik karşılaştırması yapılamaz… Ölüm aylığı… yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edil-mediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasanın 60’ncı maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlan-mak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” gerekçesiyle, hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65. maddelerine aykırı olmadığını; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisinin olmadığı belirtilerek, oy çokluğuyla başvuruların reddine karar vermiştir.

Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 Sayılı Ka-nunun 56. maddenin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla geti-rilmiş olması ve düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edi-len hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin kurum işlemi usul ve yasaya uygundur.

Yeri gelmişken maddenin zaman bakımından uygulanması yönün-den 5510 Sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.

5510 Sayılı Kanun’un “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına iliş-kin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 Sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesi:

“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Si-gortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal SiSi-gortalar Kanu-nu’na tabi olanlar, bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanu-nu’na tabi olanlar, bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olanlar, bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrası-nın (c) bendi kapsamında kabul edilir.

17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 Sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 Sayılı Kanun’un 1’ inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir.

Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltıl-ması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.

Bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bent-lerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahipbent-lerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55’inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…”

şeklinde bir düzenleme içermektedir.

Kanun koyucu tarafından anılan geçici madde ile 5510 Sayılı Ka-nun’un yürürlüğünden önce sosyal güvenlik kanunları uygulanmak su-retiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anı-lan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmakta-dır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni

olarak öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulan-ması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.

Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunla-ra karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek özel hukuk ve gerekse kamu hukuku ala-nında, kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten ön-ceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güven-liği bunu gerektirir.

Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarını kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin kurallar oluşturmakta-dır. Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanun-ların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir ( Bilge, N.: Hukuk Başlangı-cı, 14.Bası, Ankara, 2000, s. 193-194; Gözübüyük, A.Ş.: Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18.Bası, Ankara 2003, s. 73; HGK’nın 13.10.2004 tarihli, 2004/10-528 E., 2004/533 K. ve 11.04.2012 tarihli 2012/10-149 E., 2012/241 K. sayılı kararları).

Bu hâlde 5510 Sayılı Kanun’un 56/son maddesinin zaman bakımın-dan uygulanması yönünden herhangi bir istisna durum söz konusu ol-madığından gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile kurumun geri alma hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun başlama tarihi esas alınarak, bu tarih itibariyle gelir veya aylıktan kes-me veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli, ancak söz konusu madde 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birlik-telik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli; 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz ko-nusu olmamalıdır. 01.10.2008 tarihi itibariyle belirlenecek yersiz öde-me dönemine ilişkin olarak 5510 Sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılmalıdır.

Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özel-likleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli

iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedir-ler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmele-ri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A.N.: Kanunların Önceye Etki Yasağı Sosyal Sigortalar Hukuku Bakı-mından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Ocak 2013, s. 2529).

Bu nedenle 5510 Sayılı Kanun’un 56/son maddesi uyarınca; kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının/gelirinin 01.10.2008 tarihin-den önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı/geliri dış etkiye açık olan, gün-cellenen bir kazanım olduğundan 5510 Sayılı Kanun öncesinden bağ-lanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.

Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. mad-desinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

TMK’nın anılan 2. maddesi;

“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dü-rüstlük kurallarına uymak zorundadır.

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”

Şeklinde düzenlenmiştir.

Anılan madde uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılması-nı hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 Sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililer her ne amaçla boşanmış olurlarsa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 Sayı-lı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir

bera-berliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla fi-ili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, sözü edilen madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek, ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylı-ğın kesilmesi gerekmektedir.

Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itiba-ren, diğer koşulların da varlığı durumunda gelir veya aylık bağlanabi-leceği açıktır.

5510 Sayılı Kanun’un 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde du-rulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” unsurunun, diğer bir ifade ile boşanı-lan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtboşanı-lanması gerektiğidir.

Bilindiği üzere TMK’nın “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, ka-nunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtil-miş olup ispat yükünün kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, id-dia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin tarafını oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında bulunduğu, kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmektedir.

Boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiği ve ispat yükü hususunda 5510 Sayılı Kanun’un 59 ve 100.

maddeleri üzerinde durulması gerekmektedir.

Anılan kanunun 59. maddesinde kurumun denetleme ve kontrol yetkisi belirtilmiş, 59/2. maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Ku-rum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanak-lar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 100.

maddede ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin kuruma verilme usulü düzenlenmiştir.

Özellikle belirtilmelidir ki, 5510 Sayılı Kanun’un 59 ve 100. mad-deleri uyarınca kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş me-murları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli

kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazî kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtla-nıncaya kadar geçerli olup aksi ise ancak yazılı delille kanıtlanabilir.

Kaldı ki, kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memur-ları ve iş müfettişi rapormemur-larının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakla-rın, anılan kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesinde de açıkça hüküm altına alınmıştır.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.11.1979 tarihli, 1978/10-1014 E., 1979/1364 K. sayılı ve 04.02.2009 tarihli, 2009/9-2 E., 2009/48 K.

sayılı kararlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.

Ne var ki, kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memur-ları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakmemur-ların değerlendirildi-ği ve varılan sonucun yazıya geçirildideğerlendirildi-ği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 Sayılı Kanun’un 59 ve 100.

maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken bel-geler olarak kabulleri için yeterli değildir.

Ayrıca 5510 Sayılı Kanun’un 59/2. maddesinde belirtilen aksi sabit

Ayrıca 5510 Sayılı Kanun’un 59/2. maddesinde belirtilen aksi sabit