• Sonuç bulunamadı

2709/Anayasa m. 10 hükmü, kanun önünde eşitlik kenar başlığı altında, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” (m. 10/I). “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” (m.10/

II). 2709/AY ile aynı doğrultuda olmak üzere, 4721/TMK m. 8 hükmü ile insanlar arasında eşitlik âmir hükmü getirilmiştir. “Her insanın hak ehliyeti vardır” (m.8/I). “Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler” (m.8/II).

Aile Hukuku’nda, kadın ve erkek arasında eşitlik ilkesine uyum sağlanmıştır.. Örneğin, aile hukukuna dönük yapısı kendine özgü (sui generis) bir sözleşme tipi olarak sunduğumuz nişanlanmaya ilişkin

kurallardan başlayarak, kadın ve erkek arasında haklar açısından tam bir eşitlik mevcuttur. Nişanın bozulmasının sonuçları kapsamında, “Ni-şanlılardan biri haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozduğu veya nişan taraflardan birine yükletilebilen bir sebeple bozulduğu takdirde; kusuru olan taraf, diğerine dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme ama-cıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddî fedakârlıklar karşılığın-da uygun bir tazminat vermekle yükümlüdür. Aynı kural nişan giderleri hakkında da uygulanır” (4721/TMK m. 120/I). Keza manevî tazminat talep etme hakkı bakımından da, “Nişanın bozulması yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî taz-minat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir” (TMK m. 121). Nihayet haksız surette bozulan nişanın ardından, hediyelerin geri verilmesi konusunda da, “Nişanlılık evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışın-daki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir” (TMK m. 122/I).

Nişanın bozulması hakkında, kanunda mevcut hükümlerde görüldüğü üzere; talepler, her iki tarafa da eşit şekilde ve eşit haklar olarak tanın-mış ve herhangi bir ayrımcılık yapılmatanın-mıştır.

Evlilik Hukuku’nda da, yine aynı şekilde, kadın ve erkek arasında tam bir eşitlik tesis edilmiş ve evlenmeden doğan hak ve yükümlülük-ler, her iki tarafa eşit şekilde tanınmıştır (4721/ TMK m. 129 ve m. 145 vd.). Buna göre, kadın ve erkek açısından, hiçbir ayırım gözetilmeksi-zin, evlenme engelleri aynıdır (4721/TMK m.129). Kadın ve erkek, ev-lenmek talebinde bulunduğunda, eğer daha önce bir başka evlilik yap-mışsa, bu evliliğin sona ermiş olduğunu ispat etmek mecburiyetindedir (TMK m. 130). Bir kimsenin eşinin gaipliğine karar verilmişse, arda kalan kadın veya erkek, yeniden evlenebilmek için, mahkemeden evli-liğin feshini talep etmesi ve kararı çıkarması gerekmektedir (TMK m.

131). Kadın veya erkek, kişi akıl hastası ise, evlenmesinde tıbbî sakınca bulunmadığına dair sağlık kurulu raporu almalıdır (TMK m. 133).

Kadın veya erkek eş, evlenme sırasında geçici bir sebeple ayırt etme gücünden mahrum bulunuyorsa, evlenmenin iptalini talep edebilecektir (4721/TMK M. 148). Keza eşlerden biri yanılma hâlinde evlenmiş ise (TMK m.149); bir başkası tarafından aldatılarak, evliliğe rıza göstermiş ise (TMK m. 150); yakın ve ağır bir tehlike ile korkutulmak suretiyle evliliğe razı edilmiş ise (TMK m. 152); evliliğin iptalini dâva edebile-cektir. Kadın veya erkek, bu durumların varlığı konu edilebiliyorsa, hak düşürücü süre dolmadan, iptal davasını açabilecektir. Nitekim evliliğin

iptalini istemek hakkı, iptal sebebinin öğrenildiği veya korkunun etkisi-nin ortadan kalktığı tarihten başlayarak altı ay ve herhâlde evlenmeetkisi-nin üzerinden beş yıl geçmekle düşecektir. Bunun gibi, her iki eş, 4721/

TMK m. 161 vd. hükümlerinde yer alan boşanma sebeplerinin gerçek-leşmesi durumunda, boşanmayı talep edebilmektedirler. Boşanma ger-çekleştiğinde, kadın ve erkek iki taraf da boşanmanın sağladığı haklar-dan eşit şekilde yararlanabilmekte; maddî ve manevî tazminat (TMK m.174) ve yoksulluk nafakası (TMK m.175) talep edebilmektedirler.

Eşler, birlikte ve eşit hak ve yetkilerle, evliliğin mutlu şekilde sür-dürülmesinden sorumlu oldukları gibi, çocukların bakım ve eğitiminde, aynı derecede özen göstermekle yükümlüdürler (4721/TMK m. 185).

Evliliğin devamı süresince ve evlilik devam ettiği sürece, ana ve baba velâyeti birlikte kullanmaktadırlar (TMK m. 336/I). Ayrıca çocuk mal-ları konusunda, ana ve baba, velâyetleri devam ettiği sürece çocuğun mallarını yönetme hakkına sahip ve bununla yükümlüdürler; kural ola-rak hesap ve güvence vermek durumunda değillerdir (TMK M. 352/I).

Buna karşılık evlilik sona erdiğinde, velâyet kendisinde kalan eş, hâ-kime çocuğun malvarlığının dökümünü gösteren bir defter vermek ve bu malvarlığında veya yapılan yatırımlarda gerçekleşen önemli deği-şiklikleri bildirmek zorundadır (TMK m. 353). Ana ve baba, kusurları sebebiyle velâyetleri kaldırılmadıkça, çocuğun mallarını kullanabile-ceklerdir (TMK m. 354).

Hak ehliyeti, kadın erkek ayrımcılığı olmaksızın herkese tanınmış-tır. “Her insanın hak ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler”

(TMK m. 8). Böylece haklar açısından eşitlik olduğu gibi, her alanda eşitlik ilkesinin genel esasları geçerlidir. Cinsiyet eşitliği, çalışma ala-nında kadın ve erkek arasında bir ayrım gözetilmeksizin, eşit işe eşit ücret uygulaması gündeme getirilmiş ve etkisini büyük ölçüde göstere-bilmiştir. 4857/İş Kanunu’nda kadınların fizikî ayrıcalıklarına ve özel-liklerine veya sağlık durumlarına göre öngörülen istisnai uygulamalar dışında, bir ayrımcılık yapılamaması benimsenmiştir.

1926 tarihli Medeni Kanun’un üzerinden geçen yıllara rağmen, eşit-liğin tam anlamını idrâk edemeyen bazı erkekler, sorun; Türkiye’de ka-dın ve erkek olmak, aile kurmak konularına geldiğinde, babaerkil tavır-lar içerinde bir yaklaşım gösterebilmekte ve kadının, aile içerisindeki iş bölümü kapsamında, eve hizmet eden taraf olarak düşündüğünü göste-rebilmektedir. Bu husus, insanların eğitiminin, uygulanan hukukun çok gerisinde kalmış olmasına dayalıdır. İlerici ve devrimci nitelikteki Türk

Medeni Kanunu, gerek 1926 tarihli Medeni Kanun ile, gerekse 2001 kabul tarihli 4721 sayılı Medeni Kanun hükümleri ile, özellikle aile hu-kuku ilişkilerinde kadın ve erkek arasında, tam bir eşitlik sağlamıştır.

Nişanlanma hükümleri kapsamında (TMK m. 118-123); taraflardan birinin haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozduğu veya nişan, taraflar-dan birine yükletilebilen bir sebeple bozulduğu takdirde konu edilebi-lecek maddî (TMK m. 120) ve manevî (TMK m. 121) tazminat veya nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın veya onlar gibi davranan-ların, diğer nişanlıya vermiş oldukları, alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilecek ve eğer hediye aynen veya mislen geri verilemiyor ise, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanacaktır (TMK m. 122). Eşitlik ilkesi açısından önemli olan, nişanın bozulma-sına ilişkin bu hükümlerden ve sonuçlarından, hem kadının, hem de erkeğin, eşit şartlar altında yararlanmasındadır.

Evlenme engellerine ilişkin hükümler, erkek ve kadın tarafa, aynı şartlar altında uygulanmaktadır. Buna göre, hısımlık konu edildiği tak-dirde, “üstsoy ile altsoy arasında; kardeşler arasında; amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında; kayın hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden biri ile diğerinin üstsoyu veya alt-soyu arasında; evlât edinen ile evlatlığın veya bunlardan biri ile diğe-rinin altsoyu ve eşi arasında (TMK m. 129) evlilik yapılamayacaktır.

Mutlak butlan ile bâtıl olan evlilikler, kadın ve erkek için aynıdır. Buna göre, “eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması; eşlerden bi-rinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yok-sun bulunması; eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması; eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması hâlleri (TMK m. 145), her kimse için aynı şekilde geçerlidir. Yine evlenme engelleri açısından, yeniden evlenmek isteyen erkek veya kadın, önceki evliliğinin sona erdiğini ispatlamakla yüküm-lüdür (TMK m. 130). Bunun gibi, gaipliğine karar verilen kişinin eşi, mahkemece evliliğin feshine karar verilmedikçe yeniden evlenemeye-cektir (TMK m. 131). Bir de, doğacak bir çocuk varsa, çocuğun babası konusunda bir tereddüt olmaması açısından, iddet dönemi denilen bir süre boyunca kadının evlenmesi engellenmiştir. Ancak DNA testle-ri gibi modern teknik, söz konusu beklemeyi ortadan kaldırabilmekte ve bu olanak, TMK m. 132/III hükmünde öngörülmüş bulunmaktadır.

Kadın için bekleme süresi, evlilik eğer sona ermiş ise, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün geçmedikçe evlenemeyecektir.

Ancak kadının önceki evliliğinden çocuk beklemediğinin tıbbî teknik

ile anlaşılması veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlen-mek istemeleri hâllerinde, mahkeme bu süreyi kaldıracaktır (TMK m.

132). Nihayet bir de akıl hastalığı bulunan kimselerin, evlenmelerinde tıbbî sakınca bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemeyeceklerdir (TMK m. 133).

Boşanma sebeplerine dayanarak her iki eş yaralanabilmekte ve bo-şanma dâvası açabilmektedir (TMK m. 161-166). Bobo-şanma dâvası açmaya hakkı olan eş, dilerse boşanma, dilerse ayrılık isteyebilmekte-dir (TMK m. 167). Eşler, müşterek çocukları üzerinde sahip oldukları velâyet hakkının kullanılması açısından, “Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altında olup; yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamayacaktır (TMK m. 335). Hâkim vasi atanmasına gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve babanın velâyeti altında kalmaktadır. Ana ve baba evli ise, evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velâyeti birlikte kullanacaktır (TMK m. 336). Buna karşı-lık, ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hâli gerçekleşmişse, hâkim, velâyeti eşlerden birine verecektir. Velâyet, ana ve babadan birinin ölü-mü hâlinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir (TMK m. 336/III). Ana ve baba evli değil ise, velâyet anaya aittir (TMK m. 337). Ana küçük, kısıtlı veya ölmüş veya velâyet kendisinden alınmış ise, hâkim, çocuğun menfaatine göre, vasi atayacak veya velâ-yeti babaya verecektir. Nihayet üvey çocuklar açısından7, “eşler, ergin olmayan üvey çocuklarına da özen ve ilgi göstermekle yükümlüdürler”

(TMK m. 338). Kendi çocuğu üzerinde velayeti kullanan eşe diğer eş uygun bir şekilde yardımcı olacak; durum ve koşullar zorunlu kıldığı ölçüde çocuğun ihtiyaçları için onu temsil edecektir (TMK m.338/II).