• Sonuç bulunamadı

3. ESERLERİ

1.2. Çok Zincirli Olay Örgüsü

2.1.2. Sosyal Durumlarına Göre Kadınlar

2.1.2.4. Hayat Kadınları

Tahsin Yücel’in öykülerinde düşkün hayat kadınları sevecen olduğu gibi tüm duygularını yitirmiş bir kişilikte görülür. Tahsin Yücel’in düşkün hayat kadınlarını işlediği 4 öyküsü vardır. Bu öyküler: “Haney Yaşmalı”, “Dizge”, “Dokuz Ay On Gün” ve “Şampanya” adlı öykülerdir. Bu öykülerden özellikle “Dizge”, “Haney Yaşamalı” ve “Dokuz Ay On Gün” adlı öykülerinde çok trajik bir olay örgüsü vardır. Düşkün hayat kadını tipiyle karşımıza çıkan kadınlar oldukça derin bir şekilde ele alınır ve öykülerin

Fakir Kadınlar

Zengin Kadınlar

Kimsesizlik Duyarsızlaşma

Yalnızlık İletişime Kapalı/ Kalabalık

Sevecen Kaba/ İhtiraslı

Onurlu Çıkarcı

aksiyonerliği bu kadınların sayesinde sağlanır. Şimdi bu öykülerden yola çıkarak düşkün hayat kadınlarının tipolojisini ortaya koyalım:

Tahsin Yücel’in en başarılı öykülerinden bir tanesi “Haney Yaşamalı” adlı öyküsüdür. “ Haney Yaşamalı” da ölmüş bir taşralı hayat kadınının öyküsü anlatılır. Öyküde “ Özel bir kişilik, psikolojik derinlik kazanıyor.” (Bezirci, 2003: 45) diyen Bezirci, Haney’in bir kadın olarak öyküdeki önemini çok iyi bir şekilde ifade eder. Cinsel bir nesne olarak ortaya çıkan Haney, kimliğini kasabalılar tarafından farklı kılınır. Kasabadaki genç erkeklerin cinsel deneyim kazanmaları bakımından önemli bir yere sahip olan Haney, bedenini satarak geçimini sağlar. Fakat bunu yapmaktaki amacı sadece para kazanmak değil, aynı zamanda köyün genç erkeklerine cinsel ilişkinin derinliğini öğretme arzusu da vardır. Haney’in bu davranışı gençlere cinsel ilişkinin, ilk deneyimin önemini vurgulamasından kaynaklanır. Psikologlara göre; “cinsel ilişki bir toplumun çekirdeğini oluşturan ailenin temelinde yatar.” (Cüceloğlu, 1993: 326). Bu yüzden gençlerin yuva kurduklarında bu deneyimin sahibi olmalarını isteyen “Haney” duyarlılığı ile ön plana çıkar. Bizim toplumumuzda bedenini satarak yaşayan kadınlara iyi bakılmamasına rağmen yazar, Haney’i öykünün merkezine yerleştirerek, tematik güce yön veren bir karakter konumuna getirmiştir. Bireysel yönden derinliği olan Haney yuvarlak bir tiptir. Yuvarlak tipler “yapısından birden çok nitelik girdi mi kenarlarından kıvrılarak yuvarlaklaşmaya” (Foster, 1985: 108) başlayan kişilerdir. Haney’in köydeki fakir ve parası olmayan gençlere gösterdiği davranış Haney’in birinci dereceden bir kahraman ve yuvarlak kişiliğe sahip bir kadın olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.

“Haney ucuz olduğu kadar da iyiydi. “Pahalı olsaydı, hava alırdı; demeyin almazdı. Piyasayı on beş kuruştan yirmi beş kuruşa, hatta elliye yetmiş beşe çıkarabilirdi pekâlâ. Ama o bunu yapmamıştı. Her şeyin ateş pahasına çıktığı günlerde en insaflı zammı o yapmıştı. On kuruştan on beş kuruşa çıkarmıştı yalnızca. Çocukları mağdur etmek istememişti. Bu yüzden geçinmek için başka işler tutmak zorunda kalmış, evlere su taşımaya başlamıştı. (Haney Yaşamalı: 64).

Bir kadının sevecenliği insanlara yardım elini uzatması hayatın ta kendisidir. Ancak Haney yokluğun pençesinde kıvranmasına rağmen bedenini daha ucuz bir fiyata satarak kasabadaki gençlerin duasını ve iyi niyetlerini üzerine toplamıştır. Kasabalı gençler tarafından eli öpülen bir yaşlı kadın niteliğine bürünürken, maddeyi evinin kapısından içeriye hiç sokmamıştır. Bu yönüyle “Haney” hayat kadınlarının en onurlusudur.

“Dizge” adlı öyküdeki Altındiş’in durumu Haney’ den biraz farklılık gösterir. Altındiş Haney’in tam karşıtıdır. Haney olumsuz bir eylem yapmasına rağmen ülkü değerler kısmında yerini alırken; Altındiş tam bir kart karakter olarak karşımıza çıkar. İki hayat kadınının arasındaki bu farklılık yazarın olaylara farklı bir bakış açısı kazandırmasından kaynaklanır.

Altındiş Ötegeçe’nin erkekleriyle para karşılığında yatarken sadece mutlu olduğu günlerine dönme arzusundadır. Bu yönüyle insanları ve maddeyi kendi çıkarları doğrultusunda kullanan bir karakter konumundadır. Yazar, kasabalı bir kadının kasabadaki erkekleri bu şekilde kullanmasını aslında ironik bir şekilde ele alır. Altındiş, kart bir karakter olarak öyküdeki olay örgüsünü yuvarlaması, öykünün dramatik ve karışık bir düzleme oturmasını sağlamıştır. Kendi “ben” ile çatışan Altındiş varlığını sürdürmek için paraya, bedene, cinselliğe ve kadınsı yanlarına güvenir. Öteki “beni” onun insanî yönlerini öldürerek onun bir soğuk duvara dönüşmesini sağlar. Bu yüzden eve para karşılığında aldığı erkeklerle hiçbir zaman konuşmaz. Bir makine gibi sadece para karşılığında erkeklerle beraber olur.

“Altındiş bunları da aynı soğuk bakışlarla değerlendirip yatağın içine oturur, bir yandan soyunurken, bir yandan da paralarını yatağın üstünden altına koydurur, sonra yorganı burnuna kadar çekerek sırt üstü uzanır yatağını ilk paylaşacak olanı beklemeye başlardı. Hiçbir zaman fazla bekletilmezdi doğrusu. Elini çabuk tutmasını bilenlerden biri kaşla göz arasında yatağa dalar, sonra herkesin gözü önünde, coşkunluğunu tek dizeliğini hiçbir zaman yok edemeyen bir devinim başlardı.” (Dizge: 27)”

Yukarıdaki alıntı metninden de anlaşılacağı gibi Altındiş” insanların ruhlarıyla değil sadece bedenleri ile birlikte olan bir hayat kadınıdır. Kasabanın erkekleri ile yatarak onların erkeklik ihtiyaçlarını giderir. Bir canlıdan çok bir cansız varlık gibidir. Bunun nedeni Altındiş’in bedenini para kazanmak için satmasındandır. İnsanlarla çıkarları doğrultusunda birlikte olduğu için birlikte olduğu erkekleri kansız bir varlığa dönüştürür.

Tahsin Yücel’in “Dokuz Ay On Gün” adlı öyküsündeki Adapazarlı Mualla tipi de bir hayat kadınıdır. Geçimini etini satarak kazanan Adapazarlı Mualla, bu işi fakirliğinden, hayata tutunmak için yapan bir kadındır. Bu işi yaparken bir kaza sonrasında bir oğlan çocuğu dünyaya getirir. Bu çocuğun babası belli değildir. Ekmeğini kazanmak için çalışırken babası olmayan bir çocuğu dünyaya getiren Mualla analığın verdiği dürtüyle evladını bağrına basar. Hayat kadını Mualla’nın bu davranışı

çok onurlu bir davranıştır. Bundan sonrada etini evladını geliştirmek için satacak olan Mualla oğlunun adını “Satılmış” koyar. Toplumsal bir bozulmuşluk denizi içerisinde kendi güçlerini aşan şartlara karşı koyan bu tip kadınlar, aynı zamanda da çok koruyucudurlar. Hayatı ve hayatın çekilmez yüküne karşı etrafındaki sevdiklerini korumak için kendilerini feda eden bu kadınlar hayatın kendileriyle dalga geçen bir yaşam haritasına sahiptir. Mualla da bu yüzden içinde tutunmaya çalıştığı hayatın kollarına bıraktığı oğluna “Satılmış” ismini koyar.

“Unutmuştun bile dertli türküyü, dertli türküyü söyleyen adam da çoktan susmuştu, ama Tarlabaşı’nda bir evde dertli türküler kadar acı bir çığlık yükseldi. Yumuk gözlü, yumuk elli bir bebek doğdu ardından. Anasına Adapazarlı Mualla derlerdi, babası belli değildi. Adapazarlı Mualla ekmeğini etiyle kazanırdı, yazgısı samanlıkta ırzına geçilen kadınınkine benzerdi. “Oğlan mı, kız mı?” diye sordu gözlerini açar açmaz “Oğlan” dediler, gülümsedi Adapazarlı Mualla ekmeğini etiyle kazanırdı ama her şeyden önce anaydı, garip bir sevinç içindeydi, “Adını Satılmış koysak “dedi.” (Dokuz Ay On Gün: 80).

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşıldığı gibi hayatın geçim darbeleriyle yere kapanan bu tip kadınlar, hayatı fazla sorgulamayan tiplerdir. Mualla da bu yüzden başına gelen olayı garip sevinçle karşılar. Çünkü her ne olursa olsun bütün kadınlar annelik duygusunu evrensel bir duyguyla sevince dönüştürürler.

“Şampanya” adlı öyküdeki Saime de bu tip kadınları andıran davranışlar sergiler. Bunu para karşılığında yapmasa bile hayatta iyi bir mevki edinmek için tanımadığı insanların koynuna ve kolları arasına kendini atmaktan alıkoyamaz. Dostları tarafından şehvetin doyumunu gideren Saime bu yüzden dostu İlyas’ı kaybeder. İlyas ise Saime’yi kaybetmenin acısı ile kendini şehrin karanlık sokaklarında bulur. Fakat burada üzerinde durulması gereken durum Saime’nin neden kendine böyle kötü bir yolu seçtiğidir. Kadın her zaman bir erkek tarafından sevilmek ve korunmak ister. Ancak ne var ki kendini yitiren kadınlar sevgi ve aşkı tanımazlar. Onlar için madde ve ihtiras erişilmezliğin en önemli sermayeleridir. Saime de bu sermayeleri çoğaltmak için kendini dostlarının kollarına bırakarak tipik şehirli hayat kadını görünümünü kazanır.

“Dostların yerinden sıçradılar. Uzun uzun alkışladılar seni. Sonra sıraya girdiler. En başta o çıtı-pıtı herif vardı. Seni kendine doğru çekti. Sonra dudaklarını dudaklarına yapıştırdı. Uzun uzun emdi dudaklarını. Kalbi bozmadan öpse yanmazdım” (Şampanya: 43) diyen İlyas, Saime’yi bir hayat kadını gibi resmeder. Anlatıcı konumundaki İlyas

kadınların kendilerini bu türlü bitirmelerine isyan eder. Fakat bu tip kadınları sevgiyle beslemenin aslında imkânsız olduğunun farkına varmaz.

Tahsin Yücel, hayata karşı tutunma noktası olarak bedenlerini kullanan kadınları her cepheden ele almış bir yazardır. Her yönüyle varlıklarını öykülerinde kesinlemeye çalışan yazar kadınların her ne amaçla olursa olsun tükettiklerinin mesajını verir.