• Sonuç bulunamadı

3. ESERLERİ

2.2. Erkek Kahramanlar

2.2.2. Tiplerine Göre Erkek Kahramanlar

2.2.2.4. Bohem Tipler

Bireyleri kendi psikolojik dünyalarından dışarıya sızdıran yazar, bunu yaparken kişilerin içsel bunaltılarını da dışarıya yansıtır. Tahsin Yücel, bohem tipli karakterleri oldukça başarılı bir şekilde yaşatır. Onun bu başarısı bu tipteki kişilere oldukça geniş bir boyut kazandırır. Boyutluluktan kastımız; bu tipteki bireylerin her yönüyle öyküde kendilerini var etmelerinden dolayıdır. Tahsin Yücel’in öykülerinde bohem tipler, başkahraman fonksiyonuyla karşımıza çıktığı gibi, fon karakter, karşıt güç gibi

fonksiyonlarla da karşımıza çıkarlar. Bu tipler “yarını düşünmenden günü güne tasasız, derbeder bir yaşayışı olan” (Türkçe Sözlük, 2005: 295) kimselerdir. Hayata karşı hiçbir sorumluluk duymayan bu kişiler, bir düzene bağlı olmaktan nefret ederler. Etrafındakileri karamsarlıklarıyla bunalıma iteleyen bu kişiler, adeta salgın bir hastalık gibidir. Bazen içe kapanık olurlar, bazen de tam tersine oldukça saldırgan tiplere dönüşürler. Bu karakterin özelliklerini gösteren kişilerin, günü güne uymaz. Bir saat içinde mutlu-mutsuz, nefret-sevgi vb. gibi zıt duyumları yaşayabilen kimselerdir. Tahsin Yücel’in öykülerinde bohem tipler ağırlıklı bir yer tutar. Kaos içinde kendini yeniden dönüştürmeye çalışan bu kişiler, öyküleri bir bunalım bir karamsarlık çukuruna dönüştürür. Kahramanlar bu çukurdan: “Yarpızlı, İdiris, Ahmet, Ahmet Elden” gibi kişilere dönüşür, ortaya çıkarlar. Yazar, öykülerinde bu kişilerin psikolojilerini öyle derin bir boyut içinde vermiştir ki bazı öykülerde olay örgüsü silinmiş ve bir kişinin içine düştüğü bir durum öyküsüne dönüşmüştür. Şimdi bu öykülerin isimlerini ve kişilerini vererek bu öykülerden bazılarını tahlil edelim:

“İnce Sanat” Hüseyin Efendi, “Şampanya” İlyas, “Resim İle Elişi” Ahmet Elden, “Kelepçe” Hanife’nin eşi ve sinemanın sahibi, “Yastık” Ahmet, “Akça Gölge” saçların sahibi olan genç , “Sisli Ses” Durdu Memet, “Dönüşüm” Yarpızlı, “Yürümek” Kâtiba “Benlem” İdiris, “İkilem” Beşira ve “Büyükbaba” Abbas Yücebaş, gibi kahramanlar bu guruba girer.

“Resim ile Elişi” adlı öyküdeki Ahmet Elden, yalnızlığın pençesinde kıvranan bir karakter olarak karşımıza çıkar. Yazar, Ahmet Elden’in kimliğini tamamen ortaya çıkarabilmek için onu bir odada gece yarısı tek başına yakalar. Ahmet Elden 38 yaşında bir adamdır. Yalnızlığın verdiği karamsarlıkla durmadan etrafındaki nesnelere saldırır. Hayatı, kendini sorgulayan fakat bu işin sonucunu bir türlü getiremeyen bir kahramandır. Gece sabahlara kadar içine düştüğü yalnızlıktan kurtulmanın yollarını arayan Ahmet Elden, kendini bir çatışmanın eşiğinde bulur. Etrafında mutlu insanları gördükçe kendi içine kapanır ve geçmişini sorgular. Onun kendisini ve geçmişini sorgulaması kendi içinde yaşadığı ruhsal kırılmaların bir göstergesidir. Kişi kendi psişik alanı çatışmalar arenasına dönüştürdüğü vakit, tıpkı Ahmet Elden gibi zamanı, mekânı ve düzeni hiçe sayar. Düşünsel olarak, birine veya bir yere ait olamama kişiyi bilinçaltına iter. Kişi orada tek başına yaşamaya başlar. Buradan mutlu bir şekilde gerçek hayata dönen insan, mutluluğun ve uyuşmanın anahtarını da beraberinde getirir. Ne var ki Ahmet Elden, kendi ile giriştiği iç sorgulama savaşından eli boş dönmüştür.

Ahmet Elden bundan dolayı hayatın acımasızlığına ve hayatın kendi elinden aldıklarına bir türlü dayanamaz. Hayatı durmadan suçlar. Adler “Bu gibi bir gizli öç alma arzusu ve suçlamalarıyla, insanlarla ve kurallarla mücadele ederken toplumsal aktiviteyi dışlayarak doyumsuzluklardan biraz olsun kurtu(lan)” (Adler, 2004: 21) insanlar kendilerini dışlanmışlığın verdiği sancıyla ileride daha da kötü hissederler. Doyuma ulaşma anı geçici bir saplantının başladığı andır. Ahmet Elden de eski evraklarını karıştırırken bulduğu resim ile doyuma ulaşır. Ancak doyum anı kısa ve geçici olduğu için tekrar karamsar ve bedbin kişilik görünümüne döner. Resimdeki kadınla ortaya çıkan ani cinsel istek, bohem tiplerinin, günü birlik yaşamak için başvurduğu bir yoldur. Bu tipler içkiye, kadına veya dürtülere yönelerek kendilerini tatmin ederler.

“Şimdi masadaki kadına bakıyor. Başı dönüyor. İçinde duygular Arap saçına dönmüş, karmakarışık bir parça yorgunluk bir parça kırgınlık, bir parça utanç, bir parça sıcaklık, bir parça soğukluk, bir parça gerginlik, bir parça tiksinti, bir parça sıcaklık daha, bir parça çaresizlik, bir parça umut.” (Resim ve Elişi: 24).

Ahmet Elden masadaki kadının resmine bakarken cinsel bir boşalma yaşar. Onun bu başıboş davranışı onu öykünün başkahramanı yaptığı gibi “içe atılmış isteklerin bir resim karşısında elişi (masturbation) yoluyla dışa vurulması olgusu” (Bezirci, 2003: 46) ortaya koyar. Ahmet Elden’in ruhsal bir dalgalanma yaşaması onun kişisel yaşamını insancıl bir yaşama bağlama çabasından kaynaklanır. Ancak Ahmet Elden’in yalnız coğrafyasında gezindikçe onun psişik dünyasındaki nevroz halkaları genişleyerek devam edecektir.

“Dönüşüm” adlı öyküdeki “Yarpızlı” “Dokuzuncu”nun peşinden koşan ve onu her yerde arayan bir tip olarak karşımıza belirir. Yarpızlı, uzak bir ülkede tutsak edildiğinde “Dokuzuncu”yla karşılaşır. Beethoven Dokuzuncu Senfonisi Yarpızlı’nın dilinde “Dokuzuncu”ya dönüşür. Karadede’nin baskıları sonucunda Yarpızlı “Dokuzuncu”yu bir ıslığa dönüştürür. Islığa dönüşen “Dokuzuncu” ta ki Tekelci’nin küçük oğlu Muharrem’in gramofona Dokuzuncu Senfoni’yi koyması ile ortaya çıkar. “Dokuzuncu”nun Yarpızlı üzerindeki etkisi onun bilişsel olarak, dönüşmesini neden olur. Varlığını kesin çizgiler ile bulamayan insan, başka varlıklara dönüşmek ister. Yarpızlı da bu yüzden kendini yeniden yaratmak için bir bunalımlı hava içerisine girer.

“Yarpızlı hep aynı konunun çevresinde dönüp durduğuna göre, hangi yoldan giderse gitsin, bu çocuk da kendi aradığı bahçeyi arıyor demekti, öyleyse kendi

düzleminde bocalayan, bir bakıma kendisi ile özdeşleşen bir insandı, baskılarından farklıydı kendisine doğru yürüyen değil kendisiyle yürüyendi. (Dönüşüm: 83).

Kendisiyle yürüyen kişi görünümündeki Yarpızlı, bu yürüyüş esnasında hiç kimseyi göremeyecek kadar kendi içinde kaybolmuş bir başkahramandır. Olayların aksiyonerliği onun kendi içindeki çatışmalarından kaynaklanır. “Bütün insanların ortak bir bahçede buluşma arzusu”, aslında Yarpızlı’nın ayrışmışlığının etkisiyle söylenmiş bir ifadelerdir. Onun ayrışmışlığı, içine düştüğü çatışmalar denizinden kaynaklanır. Kendisiyle bir türlü ortak bir paydada buluşamayan Yarpızlı, bütün anılarını ölü bir teneşire serer. Onun ölü anıları, etrafındaki insanlardan kapması, kendi hayatını kendi içinde yaşamasını sağlar. Bohem tiplerinin en önemli özelliklerinden bir tanesi sadece kendi egolarını tatmin etme arzularıdır. Bu yüzden devamlı kendilerini sorgulayarak içine düştükleri durumu daha da vahim bir hale dönüştürürler. Ancak bu kendilerini tatmin etmekten başka bir şey değildir.

“Yürümek” adlı öyküdeki Kâtiba, sevdiği insana ulaşmak için kendini bütün yaşamın işleyişinden soyutlar ve sadece Zöhre Bacı’nın arkasından gider. Onun içine düştüğü karşılıksız sevgi bunalımı hayatını dar bir yola dönüştürür. Yaşamı bir gelgite dönüşür. Kâtiba, gittiği hiçbir yere tutunamayışı Zöhre Bacı’nın karşılıksız sevgisiyle iyice trajik boyut kazanır. Mekânları oturma yeri olmaktan çıkan kahraman ruhsal bir bunalım yaşar. Bu yüzden hiçbir yere tutunamaz ve kendisini yurtsuz ve sahipsiz hisseder. Bilinçli olmasa da Kâtiba sonu gelmeyen yürüyüşleri ile kendini ölümün eşiğine sürükler. Tahsin Yücel; “Kâtiba da çok basit nedenlerle kendini öldürtüyor. Bir de şu var bunu yalnız ruhbilimsel açıdan değerlendirmemek gerekir. Anlatıcının eltililiği açısından da intihar her zaman çarpıcı bir olaydır.” (Durak, 2000: 292) demesi Kâtiba’nın ruhsal bir ölümün eşiğine neden getirildiğini açıklar niteliktedir.

“Yaşamı sonu gelmez bir yürüyüş olmuştu, durmayı düşünmezdi. Yıllardır. Hep yürür görürdük onu çarşıda, köprübaşı’nda. Cahan kıyılarında Ötegeçe’nin daracık sokaklarında, kasabanın uçlarında sessiz, kısa adımlarıyla yürür dururdu sabah akşam, ağır ağır, yerden toz kaldırmadan koşarcasına, gözleri uzak bir boşlukta.” (Yürümek: 99).

Kâtiba’nın sonu gelmeyen yürüyüşü, onun sorunlu bir kişiliğe sahip olduğunu bize gösterir. Yalnız başına sokaklarda dolaşması, kimsesizliği ve içine düştüğü sevgi darboğazı onun kişilik bunalımına düşmesine neden olmuştur.

“Büyükbaba” adlı öyküdeki Büyükbaba, Abbas Yücebaş öykünün başkahramanıdır. Abbas Yücebaş, kişiliği ile öyküyü karamsar, boğucu ve tek düze bir yapıya dönüştürür. Onun okulda yapmak istediği düzen öğrencilerin tek tipe dönüşmesini sağlamaktan ibarettir. Başöğretmenliğe atanmadan önce içine kapanık bir kişiliğe sahip olan Abbas Yücebaş, başöğretmen olduktan sonra kendini bölen, böldükçe de başka bir dünyanın insanına dönüşen bir tip olur. Kendine karşı gelinmesini (tiranlaşma) istemez ve etrafındaki insanların körü körüne ona bağlanmasını ister. Bunun nedeni kendi benliğinde oluşturduğu katı dünyasının etrafında insanları çevrelemesinden kaynaklanır. “Büyükbabanın yalnızca kendisinin koyduğu ve herkesi uymaya zorladığı basmakalıp kurallar dizgesi hemen bütün çocukların büyüklerde algıladığı bir durumdur.” (Durak, 2000: 107) diyen Yalçın, bu tip insanların toplumda ne sıklıkta bulunduğunun üzerinde durur. Ayrıca kendini tatmin etmek için durmadan başka kişilerin imzalarına öykünmesi, onun bireysel olgunluğa ulaşamadığını gösterir. “İmzaya öykünme, bize Büyükbaba’nın içindeki çelişmeyi, olduğu biçimiyle yetinmemişliği, başkaca olmamışlığı yansıtır. Ancak bu yetinmezlik; öykünme gibi görünmekten olmaya dönüşmediği için dönüşemeyeceği için bir dengesizlik biçiminde sürer. İmza onun için bir olma biçimidir. Nasıl bir tiyatro oyuncusu rolden role, kişilikten kişiliğe girip çıkıyorsa, o da imzadan imzaya girip çıkar.” (Durak, 1996: 99) Büyükbaba’nın içinde bulunduğu durum özellikle imza dönüşlerinin sonunda benimsediği kişiliklerle ortaya çıkar. Emeklilik, onun yalnız tek başına yaşamayı yeğlediği bohem tipin oluşumunu sağlar. Büyükbaba’nın emekli olarak kendi iç dünyasına çekilmesi olaylara karamsar bir gözle bakmasına sebeb olmuştur.

“Ama aynı günün akşamı, bizim evde, babamla amcamın ortasında, sessiz sessiz otururken, o kocaman, yakışıklı adamın tam karşıtı olup çıkmıştı. Koltuğunda büzülüp küçülmüş, değişmez bir noktaya bakıyor, annemin, babamın, yengemin, halamın bütün konuşma girişimlerini baş ve soğuk bir bakışla geri püskürtüyordu. Babamın bütün aileyi bizim evde bir araya getirerek emekliliği bir de kendi aramızda kutlama tasarısı tersine dönmüştü böylece.” (Büyükbaba: 38).

Büyükbaba’nın emekli olduktan sonra kendi içine kapanması büzülüp ufalması onun ne kadar bohem bir kimliğe büründüğünü gösterir.