• Sonuç bulunamadı

Harflerin Sıfatları ve Varoluşsal Karşılıkları 149

Belgede İbn Arabi`de mistik sembolizm (sayfa 158-167)

2. İBN ARABÎ FELSEFESİNDE HARF SEMBOLİZMİ 143

2.1. Fonetik Harfler 143

2.1.2. Harflerin Sıfatları ve Varoluşsal Karşılıkları 149

İbn Arabî bulutu tanrısal bir nefes olarak tanımlamış ve bu nefeste âlemdeki varlıkların ayn’larının küllî olarak belirlendiğini iddia etmiştir. Nefeste küllî olarak belirlenen bu varlıkların daha ayrıntılı olarak bir diğerinden ayrımlaşması İbn Arabî’nin kozmolojisinde ikinci safhayı temsil etmektedir.

İbn Arabî vücûdun âlemdeki varlıklar sûretinde görünmesini nefesin harfler ve kelimeler sûretinde görünmesine benzetir. İnsanda, boğazda başlayan ve dudaklara kadar uzanan bir dizi boğum (‘makta‘) vardır. Nefes bu boğumlardan geçerken farklılaşır ve harfler oluşur. Bir başka deyişle nefes, her boğum veya mahreçte o boğum ve mahrecin hakikatine göre tecellî eder.41

İbn Arabî, harflerin sıfatlarına başlamadan önce ‘elif harfi’nin harf olmadığını belirtir. Kırâat literatüründe ‘elif’ için hakikî değil, takdirî bir mahreç belirlenmiştir.42 Şeyh, elif’i harf olarak görmeyişinin sebebini, onun gerçekte bir mahrece sahip olmayışı olarak açıklar. Kırâat bilginlerinin ‘mukadder mahreç’ dediği şeyi İbn Arabî mahreç olarak görmez.

İbn Arabî’nin elif’i, ‘el-harfu’l-hâvî’ olarak isimlendirişinin sebebi de aynı olsa gerektir. Elif’in böyle isimlendirilişinin sebebi onun bir kelimenin başında gelmeyişi ve hareke kabul etmeyişidir.43 İbn Arabî elif için üç zuhûr biçimi belirler. Bunların ilkinde elif, nefesin boğazdaki seyrinde herhangi bir boğuma takılmadan dışarı çıktığında hâsıl olmaktadır. İkincisinde elif, kendi başına bir harf olmamakla birlikte, kendinden önceki harfin harekesine göre bir mahreç kazanmaktadır. Buna göre kendinden önceki harfin harekesi ötre olduğunda illet vâv’ına dönüşerek ‘u’ sesini çıkarmakta, esre olduğunda ise

40 İbn Arabî, Fütûhât, II/386. 41 Chittick, Imaginal Worlds, s. 19.

42 Abdurrahman Çetin, Kur’ân Okuma Esasları (Tecvid), Sahhaflar Kitap Sarayı, İstanbul tsz., s. 36. 43 Antuan Dahdah, Mu‘cemu Luğati’n-Nahv el-‘Arabî, Mektebetu Lubnân, Lübnan 1996, s. 140.

illet yâ’sına dönüşerek ‘î’ sesini çıkarmaktadır. Bu üç zuhûrun metafizikteki karşılığına gelince, elif, illet vâv’ına dönüştüğünde ulvî ruhlara uğramakta, illet yâ’sına dönüştüğünde ise süflî cisimlere uğramaktadır.

Allah nefesi bildiği için ve bizim belirttiğimiz iş için kalpten çıkarmıştır. Böylece nefes, nefes alan kimse konuşmak istediğinde mahreçleri bulur. Konuşmak istemezse, nefes, ‘hâvî harf’ [yani ‘elif’ harfi] olur. Bu, bize göre harf değildir. O, üç mertebe üzere zâtî bir meyille aşağı doğru düşer (el-hevy) ve ona ‘elif’ denir. Elif, kırâat âlimlerince ‘el- harf el-hâvî’ olarak bilinmektedir. Nefes, inişi sırasında ulvî rûhlara uğrarsa elif için bu ruhlardan ‘illet vâv’ı meydana gelir. Nefes, inişi sırasında tabiî süflî cisimlere uğrarsa, yâ’ meydana gelir. Nefesin bu düşüşü sırasında, bu üçünden başka mertebesi yoktur.44

Elif harfi bir başka yerde yaratılışın genel bir ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Şeyh, Hakk’ın varlıkları ademin şerrinden vücûdun hayrına elif vasıtası ile çıkardığını söylemektedir. O, bu konuda daha fazlasını söylemez. Şeyh’in yarım bıraktığı spekülasyonu biz devam ettirecek olursak şöyle bir tabloyla karşı karşıya kalırız:

Elif harfinin kendisi bir harf olmamakla birlikte, bütün harflerde sârîdir. Bırakalım bir kelimenin oluşturulmasını, bir hecenin bile teşkil edilmesi için elif’e ihtiyaç vardır. Bu kural Türkçe’de de aynı ile vâkidir. Çünkü Türkçe’deki sekiz ünlü harf, Arapça’daki – şimdilik harekeleri bir yana bırakacak olursak- elif’in gördüğü işi görmektedir. “Kalem, mavidir” cümlesini örnek alırsak, bu cümledeki ‘kalem’ sözcüğünde ‘a’ ve ‘e’ olmak üzere iki sesli harf vardır. Bu iki sesli harf olmadan bu kelime oluşmadığı gibi, bu kelimenin telaffuzu dahi mümkün değildir. Bu temsile göre, Tanrı zâtında âlemden münezzeh olmakla birlikte, sıfatları ile âlemle münasebet halindedir.

İbn Arabî’ye göre Arap alfabesindeki yirmi sekiz harften her biri âlemdeki bir menzileye tekabül etmektedir. Bu menzileler, yıldızların aktığı yörüngelerdir. İbn Arabî yıldızların yörüngelerini âlemin yaratılış katmanları olarak görmekte ve onları mahreçlere benzetmektedir. Buna göre nasıl ki nefes her bir mahreçte farklı bir harfe dönüşüyorsa, vücûd da her menzilede farklı bir kozmolojik yapıya bürünür.

Allah insana nefes için yirmi sekiz boğum (makta‘) kılmıştır. Her boğumda bir başkasından çıkmayan bir harf çıkar. Her ne kadar bütün harflerdeki nefes aynı olsa da, bu boğum her harfi diğerinden ayırır. Dolayısıyla her ayn nefes yönünden bir, boğumlar yönünden çoktur. Allah bu boğumları yirmi sekiz tane yapmıştır. Çünkü âlem yirmi sekiz menzile üzeredir. Bu menzilelerde ve burçlarda yıldızlar akar. Bunlar, yıldızların yuvarlak

felekten olan yerleridir. Bu yerler, âlemin varlığa getirilmesi için nefesin çıkış yerleri (mahâric) gibidir.

İbn Arabî diğer yandan harfleri çıkış yerlerine göre üç gruba ayırmakta ve her bir grup için metafizik bir karşılık tayin etmektedir. Bu ayrıma göre ilk grup, Arap alfabesinde ‘boğaz harfleri’ (hurûfu’l-halk)’dir. Bu grup da kendi içinde üç gruba ayrılır. Bunlar; elif ve hâ’ gibi ‘en uzak boğaz harfleri’, ‘ayn ve hâ’ gibi ‘orta boğaz harfleri’ ve son olarak da, ğayn ve hâ’ gibi ‘en yakın boğaz harfleri’dir. İbn Arabî bu üç alt-grubun toplandığı gruba bütün olarak ‘en uzak kısım’ (aksâ’l-kısm) ismini verir. Yalnız bu uzak taraf, dudağa nispetledir. Bir de boğazın göğse bitiştiği noktaya nispetle ‘uzak kısım’ vardır ki, bunlar da ‘dudak harfleri’ (hurûfu’ş-şefeteyn)’dir. Bu harfler mîm, bâ’ ve vâv’dır. İbn Arabî bu altı harf dışında kalan harfleri ‘orta harfler’ (hurûfu’l-vasat) olarak isimlendirir.45 Görüldüğü gibi Şeyh bu tasnifi harflerin mahreç yerlerine göre yapmaktadır.

Bu tasnifin metafizikteki karşılığı, bâtın, zâhir ve ortadır. Orta veya berzah, zâhir ile bâtını birbirinden ayırmaktadır. Berzahın bir yüzü zâhire, diğer yüzü bâtına bakar. İbn Arabî bu bağlamda berzahı, insân-ı kâmil olarak belirler. İnsân-ı kâmil ilâhî isimlerle zuhûr edince Hak, mümkünlük hakikati ile zuhûr edince halk olmaktadır. Şeyh, insân-ı kâmilde de aynı üçlü bölümlemeyi yapar. Bu taksimin unsurları; akıl, his ve hayâldir. Akıl boğaz harflerine, his dudak harflerine, hayâl ise bu ikisi arasında kalan diğer harflere tekabül etmektedir.

Her bir âlem için bu harflerin ayn’larını izhâr eden boğumlar verilmiştir. Sonra O, bu boğumları üç kısma ayırmıştır. En uzak tarafa karşılık en uzak kısım vardır. [Harf yönünden] en uzak tarafa ‘boğaz harfleri’ (hurûfu’l-halk) denir ve bu harfler katmanlara ayrılmıştır. İkinci uzak taraf ise ‘dudak harfleri’ (hurûfu’ş-şefeteyn)’dir. Bir de bu ikisi arasında ‘orta harfler’ yer alır.

Buna karşılık ilâhî hazret de üç mertebe üzeredir; bâtın, zâhir ve orta. Zâhir, bu orta ile bâtından ayrılır. Bu orta, berzahtır. Onun bir yüzü bâtına, diğer yüzü zâhire bakar. Aslında o, yüzün kendisidir. Çünkü o, bölünmez. O, insân-ı kâmildir. Hak, onu Kendisi ile âlem arasına yerleştirmiştir. O, ilâhî isimlerle zuhûr edince Hak olur; mümkünlüğün hakikati ile zuhûr edince halk olur. Allah onu üç mertebe üzere kılmıştır; akıl, his ve hayâl. Bu ikisi uçtur. Üçüncüsü de hayâldir. Hayâl, berzahtır ve mânâ ile his arasında yer alır.46

İbn Arabî harflerin mahreç hiyerarşisine nispetle yaptığı metafiziksel tasniften sonra, harflerin telaffuz karakterlerine geçer. O, ilk olarak ‘yumuşak’ (rihve) ve sert (şiddet) harflerden bahseder. Ancak bu harflerin metafizikte neye karşılık geldiğini belirtmez.

45 İbn Arabî, Fütûhât, II/386. Ayrıca bkz. Çetin, Kur’ân Okuma Esasları s. 36. 46 İbn Arabî, Fütûhât, II/386.

Sonra mechûr ve mehmûs harflerden bahseder. Tecvidde ‘mechûr sıfatı’, harfi harekeli olarak telaffuz ederken, mahrece itimadın kuvvetli olması sebebiyle nefesin tamamının

veya çoğunun hapsedilerek sesin açık olmasıdır.47 Bu sıfata sahip harfler, on dokuz

tanedir.48 ‘Mehmûs sıfatı’ ise, harfi harekeli olarak telaffuz ederken mahrece itimadın zayıflığı sebebiyle nefesin sesle beraber akmasıdır.49 Bu sıfata sahip olan harfler, on tanedir.50

İbn Arabî, sert ve mechûr harfleri kasırgaya ve gök gürültüsüne, yumuşak ve

mehmûs harfleri ise melteme benzetir.51 Yine mehmûs harfleri gayp âlemine, mechûr

harfleri ise şehâdet âlemine karşılık olarak belirlemektedir. Mehmûs harfler Şeyh’e göre müminlerin hem kendilerinin yumuşak huylu oluşlarına hem de birbirlerine karşı yumuşaklıkla muamele edişlerine, mechûr harfleri de kafirlere karşı sert oluşlarına delalet etmektedir.52

Daha sonra ‘ıtbak harfleri’ne geçilir. ‘Itbâk’ın sözlük anlamı yapışmak ve ulaşmaktır. Bir kırâat terimi olarak ıtbâk, dilin üst damağa yapışması ve dil kökünün üst damağa kalkmasıdır. Bu sıfata sahip olan harfler; sâd, dâd, tâ’ ve zâ’dır.53 İbn Arabî, ‘ıtbâk’ kelimesinin sözlük anlamından hareketle bu harflerin karşılığı olarak göğün yedi kat olmasını tayin eder. Ancak İbn Arabî’nin ıtbâk sıfatı ile yaratma arasında kurduğu ilişki gerçek anlamda ‘kun’ harfinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü kâf ve nûn harflerinin birleşmesi, yani ıtbâkı ile ‘kun’ emri oluşmakta ve bu emre istinaden varlıklar zuhûr etmektedir. İlk safhada bu varlıklar birbirine bitişik katmanlar halinde iken sonradan birbirlerinden ayrılmışlardır. Bu ayrılmaya İbn Arabî ‘infitâh’ sıfatına sahip harfleri karşılık olarak görmektedir.54 ‘İnfitâh’ın kelime anlamı açılmak olup, tecvidde dilin damaktan ayrılması demektir. Bu harfler ıtbâk harfleri dışında kalan harflerdir.55

47 Çetin Kur’ân Okuma Esasları, s. 43.

48 Elif, bâ’, cîm, dâl, zâl, râ’, zây, dâd, tâ’, zâ’, ‘ayn, ğayn, kâf, lâm, mîm, nûn, vâv, yâ’, hemze. 49 Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, s. 44.

50 Tâ’, sâ’, hâ, hâ’, sîn, şîn, sâd, fâ’, kâf, hâ’. 51 İbn Arabî, Fütûhât, II/386.

52 İbn Arabî, Fütûhât, I/124–5. Ebû Zeyd, İbn Arabî’nin hâ’ ve hâ’nın mehmûs harfler olmasına rağmen

mechûr harflere dahil ettiğini, tâ’ ve kâf’ın mechûr harfler olmasına rağmen mehmûs harflere dahil ettiğini öne sürmekte ve İbn Arabî’nin harflerin tasnifinde hataya düştüğünü öne sürmektedir (Ebû Zeyd, Felsefetu’t-

Te’vîl, s. 314). Oysa Şeyh’in tasnifi doğru, Ebû Zeyd’inki yanlıştır (Bkz. Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, s.

43–4).

53 Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, s. 45. 54 İbn Arabî, Fütûhât, II/386.

Daha sonra münsefile ve müsta‘liye harflerine geçilir. ‘İsti‘lâ’nın sözlük anlamı yükselmek olup tecviddeki karşılığı dilin üst damağa yükselmesidir. ‘Müsta‘lî’ veya ‘yükselen’ harfler yedi tanedir.56 ‘İnsifâl’ ise aşağı olmak olup, bir tecvid ıstılahı olarak dilin aşağıya meyletmesidir. ‘Münsefil’ veya ‘alçalan’ harfler ‘yükselen’ harflerin dışında kalan yirmi bir harftir.57 İbn Arabî dilin damağa yükselmesi ve damaktan aşağıya doğru meyletmesine göre harfleri ‘yükselen’ ve ‘alçalan’ olarak tasnif ettikten sonra, bu tasnifin metafiziksel karşılığını tayin eder. Buna göre yükselen harfler ruhlar âlemine, alçalan harfler ise cismânî âleme tekabül eder.58

Daha sonra ‘yumuşak harfler’ (hurûf-ı rihvet)59, ‘ıslıklı harfler’ (hurûf-ı safîr)60 ve ‘yayılan harfler’ (hurûf-ı tefeşşî)’e61 geçilir. Yumuşak harfler Allah’ın rahmeti gereği insanlara melek ve insan elçiler göndererek onları dünya ve ahiret saadetine yönlendirmesidir. Islıklı harfler ise, ilâhî nefesin bâtından zâhire çıkarken çıkardığı ses olan ve Hz. Peygamber’in zincirlerin kayaya çarpması sesine benzettiği vahiy sesidir. Yayılan harf olan (tefeşşî) ‘şın’ harfi, Rahmânî nefesin bütün a‘yân-ı sâbiteye yayılmasını temsil etmektedir. Nefes-i Rahmânî vücûdu temsil ettiği için, ‘şın’ harfinin yayılma sıfatı a‘yân-ı sâbitenin varlık kazanıp dış dünyada zuhûr etmesine tekabül etmektedir.62

Daha sonra ‘istitâle harfi’ gelir. ‘İstitâle’nin kelime anlamı uzamak olup, tecvidde sesin uzamasına denir. Bu sıfata sahip olan harf sadece ‘dâd’dır. İbn Arabî bu harfe bu adın verilmesini onun ‘lâm’ harfinin mahrecine kadar uzamasından aldığını belirtir. Dâd harfinin buna göre metafizikteki karşılığı, varlıkların nefes-i ilâhî üzerinde hak ve otorite iddia etmekle küstahlık ve arsızlık (istitâle) etmeleridir. İbn Arabî bu uzamayı veya küstahlığı, varlıkların ayn bir iken onu çok yapması olarak yorumlar.63

Sonra ‘münhârif harf’ gelir. Bu harf ‘lâm’ olup, Şeyh’e göre pek çok harfe telaffuz esnasında karıştığı için bu ismi almıştır. Bu harfin metafizikteki karşılığı Allah’ın hak bir şeriat kılması, sonra insanların o şeriatı tahrif ederek yeni şeriatlar ihdas etmeleridir. Ancak şeriatların çıkış yeri bir olduğu için, yine onlar o birliğe döneceklerdir.

56 Bu harfler şunlardır: Hâ’, sâd, dâd, tâ’, ğayn ve kâf. 57 Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, s. 45.

58 İbn Arabî, Fütûhât, II/386.

59 Bu harfler şunlardır: Sâ’, hâ’, hâ’, zâl, zây, sîn, şîn, sâd, dâd, zâ’, ğayn, fâ’, hâ’, vâv ve yâ’. 60 Bu harfler şunlardır: Zây, sîn ve sâd.

61 Bu harf, ‘şîn’dır.

62 İbn Arabî, Fütûhât, II/386. 63 İbn Arabî, Fütûhât, II/386.

Bu ilâhî nefes, şeriatların varlığa getirilmesinde doğru bir yol ve bu belirli istikametten çıkan bir yol kılınmıştır. Bu ikinci yola ‘saptırmak’ (tahrîf) denmiştir. Nitekim Allah şöyle buyurur: “Onu anladıktan sonra saptırırlar.”64 Oysa, “Bütün iş O’na döner.”65 Sanki [Hak] der ki; sanki o çoğalsa da, nefes onu birleştirir. Böylece insan müteneffisin nefesindeki bu tahrife, ‘yerinden ayrılmış’ (munhârif) harf denir ve harflerin çoğunu karıştırır. Bu [munhârif] harf, ‘lâm’ harfidir. Bu mertebe ancak ona hastır. Bu, kendisinde şeriatların birleştiği bir kısım ahkâm gibidir.66

Sonra ‘tekrîr harfi’ olarak bilinen râ’ harfi gelmektedir. Bilindiği gibi râ’ harfinin telaffuzunda dil ucu titremektedir. Şeyh bu harfin telaffuzu sırasında dil ucunun titreyişi ile ilâhî küllî nefeste a‘yân-ı sâbitenin birbirine benzeyişi arasında bir yakınlık görmektedir. Ayn’lar birbirine benzese de gerçekte onlar farklıdırlar. Gayp âlemindeki bu durum aynıyla şehâdet âleminde de geçerlidir. Nitekim fenomenler âleminde de ilâhî tecellîler birbirine benzer ama gerçekte onlar farklıdır. Çünkü ilâhî tecellîde tekrar yoktur. İbn Arabî son olarak genizden çıkan harflerden bahseder. Ama bu harfler için herhangi bir metafizik veya kozmolojik karşılık göstermez.

Sonra sûretteki ilâhî nefeste misiller zuhûr etmiş ve ayrışma olmamıştır. Böylece onda tekrar vehmedilmiştir. Oysa hakikat onun tekrar olmadığını söyler. İnsanî harfler âleminde mükerrer harf olan ‘râ’ zuhûr etmiştir. Nefes kokular taşır ve çıkışının koklama [yani burun] üzere olduğunu bilirse, o da insânî konuşma harfleri arasında ‘geniz (ğunne) harfleri’ [mîm ve nûn] ismini alır. Çünkü o genizden gelir. Böylece bütün harflerin mertebesi tamam oldu.67

Şimdiye kadar harflerin tek tek mahreç ve telaffuz özelliklerinden ve bu özelliklerin metafizik ve kozmolojik karşılıklarından bahsedildi. Dikkati çekeceği üzere bir özelliğinden ötürü bir grup içine dâhil edilen bir harf, bir başka özelliğinden dolayı bir başka sınıf içine dâhil edilmektedir. Şeyh harflerin farklı tasniflerde farklı isimler almasını, harflerin mertebelere göre sûret değiştirmesi olarak görür. ‘Mertebe’, bir şeyin kendisi için kastolunduğu gâyedir. Yani mertebe, varlıkların yerine getirmekle yükümlü olduğu fonksiyonlardır.

Kendisinden kainatın harflerinin ve âlemin kelimelerinin, âlemdeki varlıkların en mükemmeli olan insânî müteneffisin nefesinden olan harflerin mahreçlerinin mertebelerine göre zuhûr ettiği Rahmân’ın nefesine geri dönelim. Bu harfler yirmi sekiz tanedir. Her harfin, o harfin boğumunun belirlediği bir ismi vardır. Bu harflerin ilki hâ’, sonuncusu ise

64 Bakara Sûresi, 2: 75. 65 Hûd Sûresi, 11: 123. 66 İbn Arabî, Fütûhât, II/386. 67 İbn Arabî, Fütûhât, 385–6.

vâv’dır. Onlardan bir kısmının mahreci tektir; müstatîl, munhârif ve mükerrer harfte olduğu gibi. Bir kısmınınki ise müşterektir; ıslık harflerinde olduğu gibi. Müşterek harfler arasında bir farklılık olsa da, birbirlerine yakındırlar. Bunları doğru telaffuz eden tâ’, dâl ve tâ’ örneğinde olduğu gibi iki müşterek harf arasındaki farkı bilir. Bu üç harf tek bir mahreçten çıksalar bile, ki bu yakınlıktır, bu tam bir özdeşlik değildir. Bu yüzden mahreçlerinin farklılığından dolayı bunların isimleri farklıdır.

Bir harfin nefesten oluşu sırasında mahreç bakımından kendisine benzeyen harften ayrıldığı boğumda nefeste farklı dereceleri vardır. Nitekim noktasız sâd harfi buna örnektir. Bu harf, mehmûs harflerdendir. Kâf da sessizlik yönünden ortaktır ve ıslıklı harflerdendir. Kâf, ıslıklılık yönünden zây ile ortaktır. Zây da itbâk harflerindendir. O da ıtbâk yönünden tâ’ ile ortaktır. Tâ’ da yumuşak (rihve) harflerdendir. O da yumuşaklık yönünden ‘ayn ile müşterektir. ‘Ayn ise yüksek (müsta‘liye) harflerdendir. O da yükseklik yönünden kâf ile ortaktır. Bu tek bir harftir, ama onun isimleri pek çok ve mertebelerdeki zuhûru sebebiyle çoktur. Kendisine uygun her mertebeyi zâtı itibarıyla alır ve kabul eder. Böylece ifadeler ve isimler çeşit çeşit olmuştur.68

Şeyh harfler âlemindeki dinamikliği örneklerle izah ettikten sonra, metafizik hakikatlere geçer. Tek bir hakikatin farklı bağlamlardaki farklı fonksiyonlara binaen farklı isimlerle isimlendirilmesine örnek olarak İlk Akıl zikredilir. Bu hakikat, farklı mânâları ifade etmesi için ‘Kalem’, ‘Rûh’ ve ‘Kalp’ adlarını almaktadır. İbn Arabî vücûdda zuhûr eden ilk mahluk için on kadar isim kullanmaktadır. Ancak bu isimlerin çokluğu ayn’ın çokluğunu değil, sadece ayn’ın farklı bakış açılarına göre sahip olduğu çeşitli yönlerini dile getirir.69

İlk Akıl’ın böyle isimlendirilmesinin sebebine gelince, bu hakikat, Ervâh-ı Müheyyeme içinden kendini, Mûcidini ve âlemi ilk akledendir. Bu yüzden ona bu isim verilmiştir.70 Âlemdeki basit hakikatleri harfler, mürekkeb hakikatleri de kelimeler olarak gördüğümüzde âlem bir bütün olarak yazılmış bir kitap (kitâbun mestûr) olmaktadır. Bu kitabın yazılması için de doğal olarak ilkin kalemin yaratılması gereklidir.71 İbn Arabî’nin ‘kalp’ ve diğer iki hakikat arasında nasıl bir benzerlik gördüğünü tam olarak tespit edemedik. Bununla birlikte, Şeyh’in kalbi, gerçek idrâk organı olarak gördüğünü biliyoruz. İlk Akıl da küllî düzlemde Tanrı’yı akletme işini yapmaktadır. Bu durumda kalple İlk Akıl arasında iki farklı düzlemde yapılan idrâk temelinde bir bağlantı kurulabilir.

68 İbn Arabî, Fütûhât, II/388–9. 69 el-Hakîm, el-Mu‘cem, s. 813. 70 el-Hakîm, el-Mu‘cem, s. 814.

Tanrı için de aynı şey söz konusudur. Ancak bu bağlamda beklenen, İbn Arabî’nin Tanrı’nın pek çok isim ve sıfata sahip olmakla birlikte zâtında bir olduğunu söylemesi iken, o vahdet-i vücûd öğretisinin gereği olarak Tanrı’yı varoluşun aslı olarak tavsif eder. Buna göre âlemdeki bütün varlıklar Tanrı’nın isim ve sıfatlarının birer tecellîsi olmaktadır.

İlk Akıl hakkında da böyle söyleriz. Biz ona bir mânâ için ‘Akıl’ deriz, bir başka mânâ için ‘Kalem’, bir başka mânâ için ‘Rûh’ ve bir başka mânâ için ‘Kalp’ deriz.

Ayn birdir, hüküm ise çeşitli – Böylece rûhlar ve sûretler çeşitli oldu.

Benzer biçimde Hak sayılmaya gelmeyen bir tek vücûdun aslıdır. Böylece O, her ne kadar ayn’ı bir ise de, Hayy, Kayyûm, Azîz, Mütekebbir, Cebbâr vb. doksan dokuz isme varan isimlerle isimlenmiştir. Bu isimler tek bir ayna ama değişik hükümlere isim olmuşlardır. Hayy isminden anlaşılan ne Mürîd’den ve Kadîr’den ne de Muktedir’den anlaşılandır. Biz bunu sâd ve diğer harfler hakkında söylemiştik.72

Harfler belli sayıda olup onların artması veya eksilmesi düşünülemez. En azından Şeyh, Arap harfleri için bunu imkânsız görür. Buna karşın harflerin farklı biçimlerdeki kombinasyonları ile sayısız kelimeler ve cümleler üretilebilir. Âlem için de aynı şey söz konusudur. Her harfe karşılık âlemin bir ‘cinsi’ vardır. Bu cinsler artmaz ve eksilmez. Ancak bu cinslerin birbirleri ile etkileşimi sonucu sonsuz sayıda bireyler oluşur.

Âlemin cinsleri sınırlıdır, fertleri ise sınırsızdır. Fertler, sebep var olduğu müddetçe varlığa gelmeye devam ederler. Sebep ise son bulmaz. Bu yüzden cinsin fertlerinin varlığa getirilmesi son bulmaz. Âlemin nefesten ötürü artmayan ve eksilmeyen yirmi sekiz harfle sınırlı olmasına gelince, bunun ilki Akıl’dır. Akıl da Kalem’dir. Bununla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.), “Allah’ın ilk yarattığı Akıl’dır” buyurmuştur. Bir başka haberde ise, “Allah’ın ilk yarattığı Kalem’dir”, şeklinde geçmektedir. Allah’ın âlemin sûretlerinin kendisinde açılmasını kabul eden nefesten –ki bu nefes de buluttur- ilk yarattığı şey Akıl’dır; o da Kalem’dir. Sonra Nefis, o da Levh’tir. Sonra Tabiat, sonra Hebâ, sonra cisim, sonra şekil, sonra Kürsî, sonra Atlas, sonra Sâbit Yıldızlar Feleği, sonra İlk Gökyüzü,

Belgede İbn Arabi`de mistik sembolizm (sayfa 158-167)