• Sonuç bulunamadı

2.1. Halkla İlişkiler Kavramı

2.1.1. Halkla İlişkilerin Gelişimi

2.1.1.1. Halkla İlişkilerin Dünyadaki Gelişimi

Halkla ilişkilerin tarihi, kitle iletişime geçildiğinin göstergesi de olan, öncelikle kil veya mum doldurularak oluşturulan ahşap tabletlere; papirüsten ve parşömenden rulolara, devamında ise ahşap kodeks kapaklı (günümüz kitap yapısına benzeyen) kâğıtlara yazılan yazılarla başlar. Ortadoğu’da Sümerlilerin hâkimiyeti döneminde, iletişim için kullanılan çivi yazılı kil tabletler; bozulmaya, çizilmeye, yangına karşı dayanıklı olsalar da, kolay kırılabilme ve taşıma zorluğu gibi dezavantajları bulunmaktaydı (Hazar, 2009:17). Araştırmalarda ortaya çıkan Sümerler ve Babil'e ait tabletler (levha) incelendiğinde, sulamanın ve hasatın nasıl yapılacağına dair bilgiler verilmiştir (Dietrich, 2016:13; İşçi, 1997:17; Yazman, 2004:71).

Eski Yunan ve Roma döneminde uygulanan "Forum", halkla ilişkilerin ilk örneklerindendir (Bülbül, 1998:8; Yazman, 2004:71). Kâtipler Mısır'da firavunların işlerini yazıya dökmüşler; Roma'da Jül Sezar gibi liderler, halkı politik emellerini desteklemeye ikna edebilmek için biyografilerini yazdırmışlardır. İkna ve hitabet sanatı, itibar oluşturmak ve yöneticilerle yönetilenler arasında aracılık etmek gibi konularda halkla ilişkilere dair pek çok örnek vardır (Dietrich, 2016:13).

Antik çağda halkla ilişkiler uygulamaları, daha çok propaganda çalışması görünümündeydi (İşçi, 1997:17). Matbaanın icadı, halkla iletişimde broşür kullanımını ve günümüz gazetelerdekine benzer tanıtım çalışmalarını artırdı. Katolik Kilisesi, alternatif Hristiyanlık biçimlerinin yükselişiyle mücadele etmek için, propagandayı kullanarak inancı yayma girişimlerinde bulundu (Roberts-Bowman, 2016:9).

Endüstrileşmeyle birlikte on dokuzuncu yüzyıl boyunca, gelişen demokratik süreçler, okuryazarlık ve yükselen eğitim standartları, demiryolları aracılığıyla telgraf ve gazetelerin geliştirilmesi, devletlerin vatandaşlarla iletişim kurma ihtiyacın artması, halkla ilişkiler çağını başlattı. Birinci Dünya Savaşı esnasında uluslar, savaş çabalarına destek sağlamak için kitle iletişim araçlarını kullandılar (Roberts- Bowman, 2016:9).

Halkla ilişkilere dönük uygulamaların düzenli bir yapıya dönüştüğü on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı, siyasal kampanyalarda çeşitli propaganda yöntemlerinin uygulandığı bir dönemdir (Küçüksaraç, 2008:46). Amerikan başkanlarından Thomas Woodrow Wilson, Beyaz Saray'da düzenli olarak basın toplantıları düzenlerken, Andrew Jackson'un halkoyu danışmanı A. Kendall tarafından 18. yüzyılın sonralarına doğru yapılmaya başlanan kamuoyu araştırmaları hızlı bir gelişme göstermiştir (Kazancı, 1980:1).

ABD’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson, halkla ilişkiler deyimini ilk olarak, 1807 yılında kongrede sunduğu bir bildiride, ülkenin dış ilişkilerine dair vatandaşların düşünce kalıplarını tanımlamak için kullanmıştır (Kazancı, 1980:1; Peltekoğlu, 2004:66; Tortop ve Özer, 2013:11). New York'lu bir hukukçu olan Dorman Eaton da halkla ilişkiler deyimini ilk kullananlardandır. 1882 yılında Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirenlere hitaben yaptığı bir konuşmanın başlığı, "Hukuk Mesleğinin Halkla İlişkileri ve Ödevleri"ydi (Ertekin, 1986:5; Mıhçıoğlu, 1970:93-94). Kimi kaynaklara göre İngiltere Kraliçesi Elizabet I, kimi kaynaklara göre ise köleliğin kaldırılmasında önemli rolü olan Wilberfoce, halkla ilişkilerin ilk öncüleri olarak kabul edilmektedir (Bülbül, 1998:7).

New York - San Francisco Pasifik demiryollarının 1870 yılındaki açılışına, yüz elli seçkin davetli katılmış, güne dair haberlerin aktarıldığı gazete çıkarılmış ve kopyaları iş insanlarına, siyasetçilere ve ilgililere gönderilerek halkla ilişkiler çalışmaları yapılmıştır (Tortop ve Özer, 2013:11). Halkla ilişkiler deyimi 1897 yılında Amerikan demiryolları hakkında çıkarılan "Demiryolu Yıllığı'nda kullanılmıştır (Ertekin, 1986:5).

Çağdaş anlamda ilk halkla ilişkiler birimini George Westinghouse, 1889 yılında kendisine ait olan elektrik şirketinde meydana gelen krizden dolayı oluşturmuştur (Bülbül, 1998:8). Halkla ilişkiler terimine asıl anlamını veren, Amerika telefon ve telgraf şirketi tarafından 1908 yılında şirketin yıllık raporunda: "Halkın çıkarına saygı duyulmalıdır. Halkın bilgi eksikliğini ve anlaşmazlıkları ortadan kaldırmanın yegane yolu, açık kapı ve bilgilendirme hizmetinden geçmektedir." ifadeleridir (Tortop ve Özer, 2013:11).

İlk halkla ilişkiler bürosu, Ivy Ledbetter Lee tarafından 1903 yılında New York’ta açılmıştır (Küçüksaraç, 2008:47). Gazeteci ve J.D. Rockefeller'in danışmanı olan Ivy Lee, halkla ilişkiler alanına önemli katkıları olan ilkeler beyannamesinde (Declaration of Principles) düşüncelerini şu şekilde özetlemiştir: "Halka bilgi verilmelidir." (Tortop ve Özer, 2013:11). Lee, iş çevrelerinin bir ilk olarak, hedef kamularına seslenmesini sağlayan bültenler hazırlamıştır. Bu şekilde kamuoyu; ücret politikası, arz-talep ve tekeller konusuyla ilgili bilgilendirilmeye ve aydınlatılmaya başlanmıştır (Işık, 2012:30).

Halkla ilişkilerin danışmanlık işlevinin mimarı olan Edward Bernays, kuruluşların yönetim birimlerinin, kamuoyunu etkilemek için politikalarını nasıl uygulaması gerektiğini belirtmiştir (Küçüksaraç, 2008:47). Başkan Wilson tarafından George Creel'e kurdurulan Bernays'in de içinde görev aldığı "Kamuoyunu Bilgilendirme Kurulu", I. Dünya Savaşı esnasında düşmanın moralini zayıflatmak, Almanya'ya karşı ABD müttefiklerinin moralini yükseltmek, tarafsızları kendi saflarına çekmek ve nihayetinde Wilson'un barış planına destek sağlamak için çalışmıştır (Bıçakçı, 2000:111).

İngiltere'de ilk kez halkla ilişkiler yöntemine, 1912 yılında Başbakan L. George'un seçim kampanyasında başvuruldu. İngiltere'de halkla ilişkiler sözcüğü ilk defa 1932 yılında kullanıldı. İngiltere'de halkla ilişkiler uzmanı olarak bilinen ilk kişi Sir Stephen Tarrents'dir. 1946 yılında hükûmetin tanıtımı için Merkez Enformasyon Bürosu (COI) kuruldu. Kanada'da 1940, Fransa'da 1946, Hollanda'da 1948, Norveç'te 1949 mesleki faaliyetlerin başladığı yıllardır. Halkla İlişkiler mesleği Belçika, Finlandiya, İtalya ve İsveç'te 1950'den itibaren; Orta Amerika, Avustralya, Güney

Amerika, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika ülkelerinde ise 1950-1955 yılları arasında yayılmaya başladı (Mardin, 1988:26).

1900-1914 yıllarını içine alan dört yıllık dönemde halkla ilişkilere egemen olan anlayış, gerçeklerin ortaya çıkarılması ve halkın bilgilendirilmesi gerekliliğidir. 1914-1918 yıllarında, hükûmetlerin I. Dünya Savaşı'ndaki amaçlarını kamuoyuna benimsetme çabalarını içeren dönemin devamında halkla ilişkiler faaliyetleri, 1919- 1929 yıllarında gelişen sanayi alanında yoğunlaşma göstermiştir. 1929 yılı itibarıyla, ekonomide ortaya çıkan krizden dolayı, halkla ilişkilere olan gereksinim artarken; bahsi geçen dönemde halkla ilişkiler anlayışına dair en belirgin özellik, uygulamalarda özel çıkarları kamu sorumluluğu ile ortak bir zeminde buluşturması olmuştur. Bir meslek olarak kabul gören halkla ilişkiler uygulamalarının 1930-1940 yıllarında daha geniş kitlelere yayılması ve alanla ilgili yayınların sayısındaki artışın olması; akademik eğitimin öneminin üzerinde durulması konusunda görüş birliği oluşturmuştur (Peltekoğlu, 2004:69).

Halkla ilişkiler uygulamasının gelişimine bakıldığında, belirli aşamalardan geçildiği görülmektedir. Bu aşamaların içinde en dikkat çekici noktalar ise, şüphesiz yirminci yüzyılda ve özellikle ABD'de meydana gelen gelişmeler ve değişikliklerdir (Kazancı, 1980:1). Halkla ilişkiler alanındaki akademik araştırmalara bakıldığında ABD'de, 1950'li yıllarda kitle iletişim araştırmaları çerçevesinde başladığı görülmektedir. O dönemlerde kitle iletişiminin kamular üzerindeki etkileri konusunda araştırma yapmak oldukça popülerdi. İçinde akademisyenlerin de yer aldığı farklı sektörlerden pek çok kişi; medyanın, siyasi seçimlerin ve çocukların üzerinde güçlü bir yönlendirme gücünün varlığına, toplum içindeki suçun ve şiddetin katlanmasına neden olabileceğine, hatta savaş veya barış kararlarının alınması üzerinde etkisinin var olduğuna inanıyorlardı (Tunçel, 2011:150).

Medyanın toplum üzerindeki etkisinin artmasıyla halkla ilişkilerin en temel fonksiyonu, medya ile doğru ve etkili ilişkiler kurmak, geliştirmek ve sürdürmek olmuştur. Bu nedenledir ki halkla ilişkiler, yirminci yüzyılın büyük kısmında basınla ilişki kurmak ve basına bilgi akışı sağlamakla görevli bir fonksiyon ve birim haline

gelmiştir. Yukarıda da değinildiği gibi ilk halkla ilişkiler uygulamacıları da gazetecilik mesleğinden gelen kişilerdir (Sayımer, 2008:139).

Halkla ilişkilerin gelişmesini ve önem kazanmasını sağlayan, birbiriyle bağlantılı üç olgunun olduğunu söylemek mümkündür. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, esasen halkla ilişkilerin ortaya çıkmasının ve gelişmesinin zeminini oluşturan olgular, genel olarak teknolojik alandaki gelişmeler, artan rekabet ve demokratikleşme başlıkları altında toplanabilir. Bu üç olgu şu şekilde açıklanabilir (Işık, 2012:30):

• Teknolojik alandaki gelişmeler: Teknolojik gelişmeler, üretilen ürün veya hizmetlerin çeşitliliğini artırmıştır. Benzer ürün ya da hizmet üreten farklı kuruluşların ortaya çıkmasını, dolayısıyla yoğun rekabet ortamını oluşturmuştur.

• Artan rekabet: Artan rekabet ortamı, ürün ve hizmetlerin satılmasının yanında, hedef kitlenin-müşterilerin de öneminin anlaşılmasını sağlamıştır. Müşteri memnuniyeti ve müşteri ilişkileri gibi müşteri odaklı olgular, halkla ilişkilerin öneminin anlaşılmasının zeminini oluşturmuşlardır.

• Demokratikleşme: Demokratikleşme yaklaşımlarının artması ile birlikte yönetimlerin meşruiyet kazanmasının bir zorunluluk haline gelmesi, halkla ilişkiler uygulamalarının önemini artırmıştır. Kurum ve kuruluşlarla kamuları arasında karşılıklı güvene dayalı ilişkilerin kurulması ve sürdürülmesi zorunluluğu, halkla ilişkilerin kabul edilmesini ve vazgeçilemez bir olgu olarak görülmesini sağlamıştır.

Toplumsal gelişmelerin sonucunda sanayiciler ve kuruluş yöneticileri; müşterilere, çalışanlara ve hükûmete karşı bazı sorumluluklarının olduğunu anlamışlardır. Bu gelişmeler kuruluşların, çevreyi etkilemek ve denetim altında tutmak için girişimlerde bulunmalarını zorunlu hale getirmiştir. Aynı zamanda mevcut sistemin sürekliliğini sağlamak adına yönetimin, bazı yükümlülüklerini paylaşma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bir başka ifadeyle özel kuruluşlar, hayır işleri yapmak, araştırma enstitüleri ve vakıflar kurmak, öğrencilere burslar vermek gibi

faaliyetlerle toplumda olumlu bir imaj oluşturma gayreti içinde olmuşlardır (Kazancı, 1980:4).