• Sonuç bulunamadı

1. ELAZIĞ İLİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER

5.1. Halk Hekimliği

Halkın, doktora gitme imkânı olmadığı zamanlarda, tecrübe ve gelenekle oluşturduğu bir takım sağaltma işlemleri vardır. Bu dönemde kullanılan ve hastalıkları iyileştirici yöntemlere halk hekimlği adı verilmektedir. Tecrübe ve geleneğe bağlı uygulamalar olduğu için halk tarafından oldukça rağbet görmektedir. Geçmiş dönemlerde, kasaba ve köylerde yaşayan halk bugünkü gibi sağlık olanaklarından kolayca faydalanamamaktaydı. Bu sebepten muzdarip olan yöre insanı kendi yöntem ve imkânlarıyla hastalıklara karşı mücadele etmeye başlamıştır.

Halk hekimliği kapsamında, halk mevcut olan hastalıkları, bitkilerden ilaç yaparak, yatır ve türbeleri ziyaret ederek, hocalara muska yazdırarak veya bir ocaklıya görünerek tedavi etmeye çalışmıştır.

Dede Korkut Hikâyeleri’nde Dirse Han’ın oğlu Boğaç’ın vurulmasından sonra Hızır Boğaç’ın annesinin yanına gelerek, Boğaç’ın yarasını üç kere sıvazlar ve dağ çiçeği ile anasının sütünün yarasına merhem olacağını söyler. (Ergin, 2009: 32) Yine Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Hikâye’de Karacık Çoban kâfirlerle savaşırken yaralanır ve kâfirlerin cesetlerini yakararak keçesinden isli kül yapıp, yarasını iyileştirir.

(Ergin, 2009: 41) Görüldüğü üzere Orta Asya Türk döneminden bugüne halk, kendi yöntemleriyle hastlıkları tedavi etmeye çalışmıştır. Günümüzde tıbbın gelişmesine rağmen, geleneksel yöntemleri “atadan görme işlemler” olarak adlandırdıkları tedavi yöntemleriyle hastalıkları iyileştirmeye çalışan kesim hala mevcuttur.

Halk hekimliğinin pratiklerinde hem İslam öncesi hem de İslam sonrası inanışlar etkilidir. İslam öncesinde Kamların uyguladıkları yöntemler, İslam sonrasında ocaklıların uyguladıkları pratiklerde devamlılıklarını sürdürmüştür.

Halk hekimliği, insanın sağlık durumundaki bozuklukların yanı sıra, nazar değmesi gibi insanlardan gelebilecek kötü etkilere ve cin, peri, gibi gerçek dışı varlıkların neden olabilecekleri türlü sakatlıklara kadar pek çok kavramı içine almaktadır.

Halk hekimliğinde, hastalıkların teşhisi ve tedavisi için kullanılan yöntemleri genel olarak iki şekilde inceleyebiliriz:

1. Büyüsel-sihirsel işlemler 2. Türbe ziyaretleri

5.1.1. Büyüsel – Sihirsel İşlemler

İlaçla tedavi yöntemi dışında kalan bu yöntem, birtakım uygulamaların yetkili kişiler tarafından yapılmasıdır. Yetkili diye adlandırdığımız kişi “ocak”tır. Ocaklı diye tabir ettiğimiz kavram eski Türk inançlarından günümüze kadar gelen “kam” inancının tezahürü ya da devamı niteliğinde sayabileceğimiz bir kavramdır.

Rıfat Araz ocaklı kişiler hakkında şu bilgileri verir: “Yöremizde ve çevresinde

bazı kişilerin, kişiliklerinde mevcut olan olağanüstü kabiliyetleri sayesinde bazı hastalıkları tedavi edebileceklerine inanılmaktadır. Bu kişilere “ocaklı”, oturdukları eve ise “ocak” denmektedir. Kişinin ocaklı olabilmesi için herhangi bir öğrenim görmesine gerek yoktur. Ocaklı kendisinde bulunan bu kabiliyeti varlığını hissettiği kendi çocuğuna veya kendi soyundan uygun gördüğü birisine el vermek suretiyle devreder. Eski Türk boylarında Kam, Şaman Oyun, Ozan, baskı / bahşı adı verilen ve belli soya bağlı olarak geldiğine inanılan, kuvvet ve kudret fonksiyonlarına sahip kişiler İslamiyet sonrası ocaklı adını alarak, bazı hastalıkları iyileştirmeye çalışmışlardır.”

(Araz, 1995: 84-85) Anlaşılacağı üzere “ocak” diye tabir edilen kişi Eski Türk boylarında görülen, Kam/ Şaman/ Oyun/ Ozan/ Baksı adı verilen olağanüstü güçlere sahip kişilerdir ve hastalıkların iyileştirilmesinde etkili rol oynamaktadır.

“Yöremizde Allah’tan geldiğine inanılan bir belâ, kötü niyetli kişilerin yaptıkları büyü, sihir, nazar gibi usullerle ortaya çıkan bir dert yahut ateş, ocak, eşik gibi kutsal varlıklara karşı gösterilen bir saygısızlık neticesinde aileye gelen bir felaket olarak değerlendirilen muhtelif hastalıklar vardır. Bu hastalıkların teşhis ve tedavisinde geçmişten beri etkisinin olduğuna inanılan hastanın şifa bulacağına inanılan ocaklar mevcuttur. Bu ocaklar, sarılık ocağı, karıncalık ocağı, uçuk ocağı gibi hastalıkların adı ile anılmaktadır.” (Araz, 1995:158) Yöre insanı ise ocaklı kimse için “ Nefesi çok iyi

geldi, Eli çok iyi geldi, Üstümdeki ağırlıklar kalktı” tabirlerini kullanmaktadır.

Geniş bir alana sahip olan bu bölüm ayrı bir çalışma alanına sahip olduğu için biz yörede en yaygın uygulanan uygulamalardan bahsetmeyi uygun gördük.

Yöremizde en yaygın ocak, nazar değmesine karşı kurşun dökme ocağıdır. Kendisine nazar değdiğine inanan kişi bu konuda yetkili ocağa giderek bu kötü etkiden kurtulmak için kurşun döktürme pratiğini uygular. Kem göze gelme, göz değmesi, nazara gelme, nefesi dokunma gibi adlarla ifade edilen nazar, yaratılmış tüm canlı ve cansız varlıkları kötü etki altına aldığına inanılmaktadır. Nazar, kişinin konuşmasına, boyuna, kıyafetine, çalışkanlığına, evine, bahçesine, malına, mülküne, bağına – bahçesine, kişiliğine, ekonomik gücüne ve akla gelebilecek her türlü meseleye hedef olabilmekte ve kişiyi olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla halk, keskin göze, kuvvetli dile ve güçlü nefese sahip olan kötü niyetli kişilerin bakışlarından, nefeslerinden ve dillerinden sakınıp korunmaya çalışır ve bu kötü özelliklere sahip kişilerden uzak durur.

Yöremizde kurşun dökmek, nazar değmesine karşı iyi geldiğine inanılan bir tedavi şeklidir. Yaygın olan inanışa göre kurşunu ehli olan kişiden başka kimse dökemez. Bu pratiği uygulamayı yörede sadece “ocaklı” kişiler yapmaktadır. Nazara geldiğini düşünen kişi nazar ocağına götürülür ve ocaklı kişiler tarafından gerekli tedavi şekli uygulanır.

Kaynak “ocaklı” kişimiz tarafından uygulanan kurşun dökme pratiği şu şekilde gerçekleşmektedir:

Ocaklı kişi tarafından hasta kişinin üzerine bir örtü örtülür.

Bir kalburun içerisine bir miktar tuz, ekmek, bir soğan ve bir üsküre su konulur.

Hasta kişi örtünün altına girer, bir başka kişi de kalburu hasta kişinin başının üstünde tutar, ateşte eritilen kurşun, kalburun içerisinde bulunan üskürenin içine dökülür. Ocaklı kişi suyun içine kurşunu dökerken; “mavi gözler, elâ gözler, yeşil gözler, siyah gözler çıksın” ve “ elemterefiş kem gözlere şiş” der. Ocaklı suyun içindeki kurşuna bakarak çeşitli yorumlar yapar ve nazar değdiren kişinin eşgalini belirlemeye çalışır. Daha sonra suyun içinden alınan kurşun, tekrar ateşe atılarak eritilir ve tekrar hasta kişinin başındaki kalbur içindeki üsküreye dökülür. Bu işlem üç kez tekrarlanır. Bu işlem tamamlandıktan sonra kalbur içindeki malzemeler (ekmek, tuz, soğan) dört yol ağzı olan bir yola atılır ve arkaya bakmadan eve dönülür. Bu sağaltma işleminden sonra hastanın nazarın kötü etkisinden kurtulacağına inanılır. Bu işlem üç çarşamba günü tekrarlanır. Kurşun döken ocaklıya bir miktar para vermek şarttır. (K - 81)

Yapılan işlemlerde kurşun, demirin koruyuculuk vasfını üstlenmiştir. Kurşunun eritilip suya atılırken çıkardığı ses kötü iyeleri / ruhları kovmak, ortamdan uzaklaştırmak içindir. Kurşunun suyun içine atılması suyun temizleyici vasfından kaynaklanmaktadır. Kurşunun su ile temasında hastalığın tedavisi inancı; demir, ateş ve suyun kutsallığına ait inançlarla, “koruyucu ruh” inancıyla bütünleşmektedir. Soğanın ve tuzun yola atılması ise acıların, hastalıkların karşı rakibe geçmesi amacını ve inancını taşır. Kurşun dökme sırasında “Elemtefiş kem gözlere şiş” ifadesi Orta Asya Türk boylarında şamanların ettiği duayı anımsatır.

Geniş bir alana sahip olan bu bölüm ayrı bir çalışma alanına sahip olduğu için biz sadece yörede eski Türk inancıyla yakından ilgili olan kurşun dökme pratiğinden bahsettik ve gördük ki bu uygulamada eski Türk inancının izleri hala canlı bir şekilde yaşatılmaktadır.

5.1.2. Türbe Ziyaretleri

Halk hekimliği kapsamında büyüsel-sihirsel işlemler dışında türbe ve yatır ziyaretleri de bulunmaktadır. Türbe ziyareti, yöremizde oldukça yaygın inanç ve uygulamalardan biridir. Hasta olan kişi doktordan veya halk hekimliğindeki pratiklerden şifa bulmamışsa bölgede kutlu şahıs olarak gördüğü türbe ve yatırlara giderek hatta orada kurbanlar keserek şifa bulacağına inanmaktadır. İnsanlar, türbe ve yatırlara dilekleri doğrultusunda iplikler, çöp bebekler, çaputlar, buğdaylar bırakmış ve

hatta kurbanlar kesip Allah’tan şifa beklemişlerdir. Yöre halkı, bu inançlar ve pratiklerle türbede yatan ulu kişiye dua ile yakarışlarda bulunarak “ulu kişinin yüzü, suyu hürmetine” der ve her türlü bela ve hastalıktan kurtulacağına inanır.

Yöremizde bazı ulu kişilerin türbelerinden umulan şifalardan bazıları şunlardır. Beşikli Baba; çocuğu olmayanların veya olup da yaşamayanların ziyaret ettiği bir türbedir. Çocuğu yaşamayan çiftler bu türbeye giderek bebek ve beşik sembollerini bu türbeye bırakır ve çocuklarına kavuşacağı günü ümitle bekler. (K- 36)

Murat Baba; muradı olup da ulaşamayanların gittiği bir türbedir. (K-21) Uryan Baba; delilerin, sarası olanların ve felçlilerin gittiği bir yatırdır. (K-13)

Nadir Baba; çocuğu olmayan genç gelinlerin ümit kapısıdır. ( K-20) Seyyid Kasım Baba; kulağı ağrıyanlar gider. (K -26)

Çapakçurlu Şeyh; şiddetli baş ağrısı çekenlerin gittiği türbedir. (K-38) Fethi Ahmet Baba; çocuğu olmayanların ve muradının olmasını isteyenlerin gittiği bir türbedir. İnanışa göre, çocuğu olmayan kadın bu türbeyi ziyaret ettikten sonra çocuk sahibi olursa, çocuğunun adını Fethi Ahmet koymak zorundadır. Elazığ ilinde isim analizi yapıldığı zaman, Fethi Ahmet isminin en çok kullanılan isim olduğu görülmüştür.

Türbe ve yatır ziyaretleri İslamiyetle uyum içerisinde görünmesine rağmen, uygulanan pratiklerin İslamla alakalı bir yönü bulunmamaktadır. Bu pratikler halkımız tarafından İslami gerçeklere dayandırılsa da Orta Asya Türk kültüründe görülen Atalar kültü inancının günümüze kadar gelmiş şeklidir. Orta Asya’da İslamiyetten önce, atalar öldükten sonra ruhlarının olağanüstü güçlere sahip olacağı ve bu sayede hayatta kalanlara yardım edeceği inancı vardır. Bu inanca bağlı olarak, insanlar saygı ve korku karışık bir şekilde ölenin ruhuna gereken hürmeti göstermişlerdir. Bu sebeplerden dolayı, eski Türkler atalarının eşyalarını ve mezarlarını kutsal saymışlardır. Hatta o dönemlerde ölenlerin eşyalarıyla birlikte gömülmesi, onların ne kadar kutsal olduğunu göstermektedir. Geçmiş zamanda insanlar atalarının mezarlarını kutsal kabul ederek ruhlarına kurbanlar sunmuşlardır. İslamiyetin kabulüyle bu inanca İslami unsurlar da eklenerek günümüze kadar gelmiştir ve geleneğimizde köklü ve sağlam bir yer edinmiştir. Türbelerde bağlanan çaputlar, bezler, iplikler ise birer saçı mahiyetinde

karşımıza çıkan nesnelerdir. Gök-Tanrı inancının uzantılarından biri olan saçı Orta Asya Türk toplumunda görülen yaygın geleneklerden biridir. Tanrı ile ata ruhlarını memnun etmek amaçlı yapılan bu uygulama geçmiş dönemlerde kansız kurban olarak kabul edilmiştir. Kansız kurban mahiyetinde olan saçı, Türklerin Tanrı’ya yaklaşmak için uyguladıkları yöntemlerden birisidir. Sadece türbe ziyaretlerinde uygulanmakla kalmayarak hayatın geçiş evrelerinde de kullanılmıştır. Geçiş evrelerinde, hayatta yeni bir döneme geçişi kolaylaştırmak amaçlı yapılmıştır. Saçı sayesinde bazı ruhlar memnun edilerek, kötü amaçlı ruhlar da saçı sayesinde ortamdan uzaklaştırılmaktadır.