• Sonuç bulunamadı

"Bütün, kendini oluĢturan parçaların toplamından ibaret değildir."

Gestalt Psikologları: Max Wertheimer, Kurt Koffka, Wolfgang Kohler.

Algılama farklı duyu organlarımızın aracılığı ile gerçekleşmektedir. Bazen belli bir sürecin gerçekleşmesi için birden fazla duyu organı bir arada işlevsel olmak durumundadır. Ama her algı sürecinde genellikle söz konusu duyulardan biri diğerlerine oranla daha ağırlıklı rol üstlenmektedir. Sözgelimi, görme duyusu merkezli olarak gerçekleşen bir algı görsel algı, duyu merkezli gerçekleşen algı duyusal algı vb. örneklerde olduğu gibi algıyı farklı türlere ayırmak olanaklıdır (İnceoğlu, 2011, s.98).

Görsel algılama; kişi, içinde yer aldığı dış çevreye ilişkin izlenimlerinin önemli bir kesitini görme yoluyla oluşturur. O halde görme duyusu, insanın çevresini algılama ve anlamlandırmasında dolayısıyla çevresiyle ilişki kurmasında önemli bir boyut olarak karşımız açıklamaktadır. Birey, çevresini kuşatmış olan renk, biçim ve cisim karmaşası içinde birçok şey görür ancak onları algısal anlamda görebilmesi için onlara bakması da gerekir. İşte bireyin çevresindeki görüntü karmaşası içinde seçme yaparak görme işlemini gerçekleştirmeye başlaması anından itibaren görsel algılama süreci başlamış demektir. Görsel algılamanın gerçekleşebilmesi için bireyin psikolojik olarak bakmaya ve görmeye hazır olması gerekir. Burada bireyin gereksinim ve güdüleri önemli ölçüde etkili olmaktadır. Başka bir deyişle bireyin, neyi görmek istediği önem taşımaktadır. Diğer

21

yandan da görsel algılamanın gerçekleşmesinde bilişsel süreçler de önemli ölçüde etkilidir. Bireyin neyi nasıl göreceği ve algılayacağı, hangi görüntüleri algılayıp hangilerini algılayamayacağı, duyusal olarak algıladığı görüntülere ne tür anlamlar ve değerler yükleyeceği, büyük ölçüde onun bilgi birikimi ve deneyimleriyle ilişkilidir (İnceoğlu, 2011, s.98-99).

Problem çözmeyle ilgilenen ilk araştırmacılar, Almanya'daki Gestalt psikologlarıdır. Gestalt, kabaca "biçim, Ģekil" ya da "organize edilmiĢ, düzenlenmiĢ bütün" olarak çevrilebilmektedir. Gestalt psikologlarının yaklaşımları, Gestalt sözcüğüyle uyumludur. Davranışı organize edilmiş bir sistem olarak görürler. Algısal olaylar, bireysel parçalar serisi olarak değil bu olayları oluşturan bir bütün şeklinde algılanır. Gestaltçılara göre problemler, özellikle de algısal problemler, algılama ve bellek arasındaki bazı etkileşimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan gerilim ya da stres sırasında olur. Bir problem hakkında düşünüldüğünde ya da farklı açılardan ele alındığında "çözüm" anlık bir iç görüyle, kavrayışla bulunabilir (Solso vd., 2014, s.544).

Gestaltçılara göre görme işlevi başlangıçtan beri örgütlü bir eylemdir. Bir başka deyişle görmede bir bütünlük söz konusudur. İnsan parçaları değil, o parçalar arasındaki bütünsel ilişkiyi görür. Böylece görsel algılama, çevresel nesneler arasındaki bütünsel ilişkilere yönelir. Görsel alan "figüre" (şekil) ve "zemine" (ground) göre yansımıştır. Figür ve zeminin oluşturdukları bütün ise Gestalt'ı oluşturur. Figürün anlamı onun zemin ile ilişkisinden aynı biçimde zeminin anlamı da onun figürle olan ilişkisinden ve bu ilişkilerin bütünsel bir gestalt oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Buradan çıkan sonuç ise herhangi bir nesnenin tek başına değil, ait olduğu ilişkiler çerçevesinde algılandığında bir anlamı olabileceğidir. Buradan da anlaşılacağı gibi algılama, duyular aracılığıyla varlığı anlaşılan birtakım nesnelerin belli ilişki sistemleri (Gestaltlar) içine oturtularak anlamlandırılmaktadır. Bu anlamlandırma ise bireyin küçüklüğünden itibaren nesnelerden duyusal olarak gelen verilerle, verilerin kaynağı olan nesneler arasında zihinsel ve yaşamsal bir ilinti kurması ile gerçekleşmektedir. Böylece algılanan yani anlamlandırılan nesne, bireyin dünyası ile ilişkilerin şeması (zihinsel haritası) içinde bir yere oturtulmuş demektir (İnceoğlu, 2011, s.127-128).

Bilindiği üzere bilimsel psikolojinin gelişimi büyük ölçüde Wundt'un kurduğu algı laboratuvarı sayesinde olmuştur. Algı çalışmalarının öncüleri olan Wundt ve Titchner, Berkley ve Locke gibi empiristleden etkilenmişlerdir. Wundt, algının ayrı ayrı parçalara indirgenerek daha iyi anlaşılabileceğini iddia etmiştir. Wundt'un takipçileri yapısalcı

22

yaklaşım olarak adlandırdıkları ekolü kurmuştur. Yapısalcılar, görsel algıyı bir şeklin rengi, sınırları, hareketi vs. gibi alt modalitelere özgü atomlarının tanınmasına bağlı bir durum olarak görmüşlerdir. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak her bir algı atomunun nasıl duyumsandığı anlaşılırsa insana özü algının da anlaşılacağını öne sürmüşler. Gestalt akımı, yapısalcı akımın algı çalışma yöntemine deneysel kanıtlarla itiraz etmiştir. Gestalt ekolünün öncüleri Köhler (1887-1967), Werthaimer (1880-1943), Koffka (1886-1941) ve Lewine, Wundt'un elementer anlayışına bir isyan olarak bu hareketi başlatmıştır. Gestaltçılar "bütünün parçadan daha fazla bir Ģey" olduğunu, farklı elementlere bölünemeyeceğini vurgulayarak yapısalcı ekolün temel dayanağını sarsmıştır. Gestaltçılar suyun bileşimindeki "H2" ve "O" bir araya geldiklerinde nasıl "H2O" olarak farklı bir bütünlük oluşturuyorsa, görsel elementlerin de bir araya geldiklerinde farklı bir bütünlük oluşturacağını belirtmişler. Gestalt ekolünün en temel iddialarından biri; aynı tür ve Ģiddette uyarılmanın her zaman aynı algıyı yaratmayacağıdır. Eş zamanlı zıtlık etkisi, bu iddianın temel argümanlarındandır. Gestalt akımının öncülerinden Werthaimer 1912'de kısa zaman aralığıyla arka arkaya sunulan resimlerin yarattığı hareket algısının bu algının parçaları olan hiçbir tek resimde bulunmadığını belirtmiştir. Bu sinemanın temel ilkesidir ve bütünün yarattığı algısal etkinin, kendini oluşturan parçaların toplamından daha farklı olduğunun kanıtlarından biridir (Bulduk, 2014, s.78-79).

Gestalt ekolünün temel önermeleri şunlardır (Bulduk, 2014, s.80):

- Algı pasif bir süreç değil dinamik, aktif ve canlı bir süreçtir.

- Algı yukarıdan aşağıya belirli bir tutarlılık ve bütünlük oluşturacak şekilde inşa edilen bir süreçtir.

- Fiziksel ve kişinin algıladığı dünya (fenomenolojik dünya) farklıdır ve fiziksel bir organizasyonun algısal yorumu, algısal dünyanın bir parçasıdır.

- Aynı fiziksel uyarılmayı farklı algılayabildiğimiz gibi değişen uyarılmaları algısal sabitlik çerçevesinde aynı algı gibi deneyimleyebiliriz. Bu durum nesneye dikkat ettiğimizde onun diğer nesnelerle olan ilişkisine de dikkat etmemizden kaynaklanır. Nesneler arası ilişki aynı kaldığı takdirde nesne değişmiş olsa da geçmişteki gibi algılanmaya devam eder. Gestalt akımının öncülerinden Koffka (1935), tarafından öne sürülen pragnanz ilkesi nesne, şekil, desen gibi bir örüntüye baktığımızda olası ihtimaller arasından "en iyi, en basit ve en kalıcı" olanın bir bütünlük oluşturulacağı vurgulanmıştır. Algısal organizasyon ilkeleri bu temel kuralla ilişkilidir.

23 Gestalt'ın algısal ilkeleri:

1. Algıda ġekil-Zemin (Figure-Ground) ĠliĢkisi (ġekil-Yer Algısı): Bir şekli arkasındaki alandan ayırt etme ve şekli oluşturan unsurların bütününe anlam verme olarak tanımlanmaktadır. Ayırt etme, dikkat etme, yoğunlaşma, objelerin tüm parçalarını bütünleştirme, dikkati uygun bir şekilde yönlendirme ve ilgisiz uyarıcıları göz ardı etme yeteneği gerektirir (Özer, 2005, s.106). Algısal organizasyon kuralları çevremizdeki uyaranların belirli bir düzen içinde algılandığını ifade eder ve bu kuralların neler olduğunu saptamaya çalışır. Bu kurallardan ilki görüntüyü otomatikman ikiye ayırmaktır. Bu ikiye ayırma kuralında görsel alandaki uyaranların bir kısmı zemin (fon), bir kısmı şekil olarak algılanır. Şekiller bir nesne izlenimi verir ve zemine nazaran daha belirgin görünürler (Bulduk, 2014, s.80). Bir beyzbol oyuncusunun topa vurmak için beyaz topu yerden ayırt etme zorunluluğu, görsel-şekil-yer algısına bir örnektir. Beden eğitiminde, "şekil-yer algısı" hareket eden objeyi takip etmeye (çizgiyi gözlemleme ve sınırı izleme) bağlı olan oyunlarda ve özel bir uyarıcı üzerine konsantrasyon gerektiren oyunlarda gereklidir. Bu aktiviteler; engelli koşu, geometrik şekiller, haritalar, labirentler, sek sek oyunları ya da ayak baskısı, çizgilerden kaçınma, bahçe aletleri, çemberler, tekerlekler, variller, kutuların etrafında-içinde-altında oynanan oyunları kapsamaktadır (Özer, 2005, s.106).

Şekil-zemin ayrımında "çevirililik, ebat, simetri, paralellik, dış kenarlar ve göreceli hareket" gibi temel prensipler rol oynar. Bu prensiplere göre başka bir alanla sınırları çevrili, küçük ebata sahip, simetrik, birbirine paralel dış hatları olan, daha yakın görünen ve hareketli olma gibi özelliklere sahip bir görünümün şekil veya nesne olarak algılanma ihtimali daha yüksektir. Bütün yüzeyi bir örnek olan görünüm zemin, çeşitli ayrıntılara sahip olan görünüm ise şekil olarak algılanır. Temelde istikrarlı çalışan bu sistemde, aşağıdaki şekilde de (Ruben'in vazosu) görüldüğü gibi "dönüşümlü şekiller" gibi istisnalar vardır. Görsel veriyi değerlendirmeyi sağlayan ipuçları kesinliğini yitirince şekil-zemin algıları da kesinliğini yitirir (Bulduk, 2014, s.81).

24

ġekil 2. Ruben'in vazosu. Algıda şekil-zemin ilişkisi

2. Algıda Gruplama Kuralları: Retinaya düşen bütün imgeleri belirli kurallar çerçevesinde yorumlayarak nesne veya şekil formunda algılarız. Werthaimer bu işlemin "ne, neyle beraber gidiyor" temelinde bir işlemeyle gerçekleştiğini belirten ilk algı kuramcısıdır. Gruplamayla ilgili prensipler şunlardır (Bulduk, 2014, s.82-83):

 Yakınlık (Proximity); zaman ve zeminde yakın olan elementler bir bütün olarak algılanırlar. Yan yana duran insanlar, bahçede yakın duran çiçekler, yan yana uçan kuşlar, müzikte zamansal olarak yakınlaşmış ritim bir bütün gibi algılanır.

 Benzerlik (Similarity); uyaran karmaşası içinden benzer olan elementler seçilip aynı gruplar içinde değerlendirilir. Bir sınıftaki kişileri kızlar-erkekler olarak, bir grup insan çocuk-genç-yaşlı olarak veya esmer-sarışın-kumral olarak ya da görevlerine göre, eğitimlerine göre temelde paylaştıkları özellikler çerçevesinde gruplanabilir.

 Tamamlama (Closure); yarım kalmış şekiller, aşina olunan anlamlar yüklenerek bir bütün halinde algılanır. Yarım kalmış, boş bırakılmış şekiller veya sözcükler evvelki deneyimlere göre zihin tarafından doldurulur.

 Devamlılık ve Simetri (Continuity and Symmetry); şekilde ve müzikte bir dizi farklılık yerine devamlılık algılanır. Ayrı ve bağımsız birimler birlikte belirli bir doğrultuda bulunurlarsa bir bütün olarak algılanırlar. Örneğin melodideki notalar ayrı ayrı sesler olarak değil bir bütün olarak algılanır.

 Birlikte Hareket Etme (Common Fate); yakınlık ilkesine benzer biçimde iki nesnenin ortak hareketinin bütünlük algısı yaratacağını vurgular.

25

3. Mekansal ĠliĢki Algısı: Objeleri bir kişi ve bir başka obje ile ilişkili olarak yerleştirme anlamına gelmektedir. Gerçekte akademik öğrenmenin tüm yönlerini etkileyen mekansal ilişki yön, derinlik ve mesafe bilgisini kapsamaktadır. Yönle ilgili problemlerin çözümünün temelinde mekandaki pozisyon yer almaktadır. Örneğin d, p ve q'yu, 36 ve 63'ü birbirinden ayırt etmede başarısızlık durumunda mekansal ilişki problemi olduğu düşünülmektedir. Mekansal ilişki algısı, işitsel düzen ve sıralamayı da içine almaktadır. Objeleri belirli bir sıra içinde yerleştirmede güçlük çeken insanlar matematik problemlerini çözmede güçlük çekmekteler (doğru sırada işlemleri yapma). Bazı yazarlar mekandaki ilişkinin farkında oluşluluğun bireyin kendi beden parçaları arasındaki ilişkinin farkında oluşluluğundan ortaya çıktığını, bu nedenle mekansal farkındalığın bedenin farkında oluşlulukla geliştirilebildiğini iddia etmektedirler (Özer, 2005, s.106-107).

4. Görsel Algısal DeğiĢmezlik: Objelerin farklı görünümlerine rağmen onları tanıma yeteneğidir. Algısal değişmezlik objenin görünüşü, büyüklüğü, rengi, yapısı, dokusu, parlaklığı, şekli değişse bile objeyi tanımayı içermektedir. Örneğin bir futbol topu, uzaktan görüldüğü zaman bile gerçek ölçüsünde tanınır. Algısal değişmezliğin gelişimi, objeleri görme, hissetme, manipule etme, koklama, tad alma, işitme, isimlendirme, sınıflandırma ve analiz etmeyi kapsamaktadır (Özer, 2005, s.107).

5. Görsel Motor Koordinasyon: Görme ile beden hareketleri arasında koordinasyon sağlama yeteneğidir. Bu yetenek, dokunsal ve kinestetik algı ile görsel algıyı birleştirmeyi kapsamaktadır. Görme ve hareketin koordinasyonu bedenin farklı parçalarını kapsamasına rağmen göz-el ve göz-ayak koordinasyonu genellikle beden eğitimi ve spor aktivitelerinde çok önemlidir. Etkin göz-el, ayak koordinasyonu; kesme, hamurla oynama, parmak boyası, çizme, boyama, tebeşir kullanma, kil kullanma, oyuncaklarla oynama gibi akademik işlerde ve giyinme, ayakkabı bağlama, düğmeleme, basit araçlar kullanma gibi temel beceriler için gereklidir (Özer, 2005, s.107).

Beden eğitiminde çok çeşitli deneyimler, görsel-algısal-motor yetenekleri uyarmak için kullanılabilir. Motor aktiviteler özel bir yeteneğin gelişimi ile sınırlı değilse de bazı aktiviteler özellikle şekil-yer algısı için uygundur. Bunlar; yuvarlanma, fırlatma, yakalama, topa ayakla vurma, aldatma ve çeşitli şekillerde objeleri kovalamak; oyun araçları, bahçe aletleri (salıncak, kaydırak), algı kutuları etrafında-içinde-üzerinde-altında hareket etme, ip aktiviteleri (ip atlama, ipin altından-üstünden geçme gibi), trambolin, yüzme ritim ve dans gibi aktiviteleri kapsamaktadır. Fırlatma, yakalama, topa ayakla vurma, sopa ile vurma ve

26

diğer objeleri kapsayan oyunlar görsel motor koordinasyon aktiviteleri arasındadır (Özer, 2005, s.107-108).

6. Algısal Motor GeliĢim: Hareket deneyimlerden ortaya çıkan duyusal uyarıcıyı bütünleme yeteneğini geliştirme sürecidir. Duyusal bilgi yorumlandığında ya da anlam yüklendiğinde "algı" meydana gelir. Algısal-motor yetenekler hem bireyin yorumunu hem de duyusal uyarıcıya tepkisini kapsadığından bilişsel yetenek gerektirirler. örneğin fırlatılmış topa vuruş; fırlatılmış top madeni levhaya doğru gelirken, madeni levhayı tutan kişi tüm dikkatini topa ve onun izlediği yola yoğunlaştırır. Görsel sistem tarafından (duyusal girdi) hız, yön, dönüş ve diğer özellikler hakkında bilgi toplanır. Bilgi, merkezi sinir sistemine duyusal nöronlar yolu ile aktarılır. Çevrenin çeşitli özellikleri, duyusal bilginin doğası ve geçmiş deneyimler nedeniyle gelen obje vurulacak (algısal-motor) top olarak algılanır. Oyuncunun geçmiş deneyimleri topu izleme ve ona nasıl vurulacağı hakkındaki bilgi sürecini (bilgi işlemeyi) etkileyebilir. Oyuncu topun çizdiği yayı önceki deneyimlerle karşılaştırarak nasıl vuracağına karar verir. Oyuncu bu sürecin ilk adımları olarak sopayı uygun bir şekilde sallamaya karar verir (motor davranış hakkında karar). Bu karar gelecekte referans olarak kullanılmak için uzun süreli belleğin bir parçası olmaya başlar. Fırlatma sırasında, beyin sürekli bedenin ve sopanın pozisyonu hakkında bilgi toplar ve beyin bu bilgiyi sopayı sallama davranışını geliştirmek için kullanır. Motor tepki belirlenir belirlenmez mesajlar tepkiyi (motor çıktı) başlatacak bedenin uygun parçalarına gönderilir. Oyuncu işlemi tamamlarken ve hareket ederken tepkinin başarılı ya da yetersiz (geri bildirim) olup olmadığına karar verecek bilgi elde edilir. Vuruş kaçırılırsa oyuncu, gelecekteki benzer durumlarda değişiklik yapmanın gerekli olduğuna karar verebilir; bu bilgi uzun süreli bellekte depolanır ve öğrenme için bir temel teşkil eder (Özer, 2005, s.103-104).

Algılama yalnızca hayatı tecrübe etmede değil aynı zamanda hayatta kalmada da temel bir rol oynar. Davranış ve eylemlerimizde (spor yapmak, oyun oynamak gibi) kaslarımızın karşılıklı hareketlerinin yanı sıra sahip olduğumuz duyu reseptörlerinin de rolü vardır. Sonuçta hangi bilgiyi algıladığımız, hangi bilgiye yönelik reseptörlere sahip olduğumuza bağlıdır (Gegenfurtner, 2005, s.7).

7. ġekil DeğiĢmezliği: Kimi zaman "nesne değişmezliği" olarak da ifade edilir. Dış dünyadaki her varlığın duruma bağlı olarak değiştiğini bakan kişinin pozisyonuna ve nesne arasında oluşan açıya göre nesnenin retinadaki görüntüsünün değiştiğini biliyoruz. Bir kapı açıldığında ve kapandığında, bir kitabın hafif yan veya düz durduğu hallerde nesnelerin

27

retinal imgeleri farklıdır. Bu farklılığa rağmen nesneler orijinal biçimleriyle algılanmaya devam eder. Nenenin hareket, üç boyutluluk, renk ve yön gibi özelliklerinden bağımsız olarak tanınmasını sağlayan korteks alanları, nesne ya da şekil kalıcılığında rol oynamaktadır (Bulduk, 2014, s.84).

8. Renk Algısı: Renk nesnelerin temel özelliğidir ve nesnelerin biçimlerini algılamada, şekil-zemin ayrımını yapmada önemli rol oynar. Renk görme özünde, nesne yüzeyinden yansıyan ışık tayfı içeriğinin analiz edilmesidir. Renklerden oluştuğunu gözlemlediğimiz fiziksel dünya aslında ışığın ve bizim sinir sistemimizin özelliğinden dolayı böyle görünür. Güneş gibi doğal ve yapay ışık kaynakları, geniş bir spektrumda (400-700 mm) ışık dalgaları yayar. Bazı dalgalar çarptıkları yüzey tarafından soğurulur, bazılarıysa yansır. Örneğin mavi olarak gördüğümüz gökyüzü gerçekte mavi olduğu için değil 500 mm'lik bir ışık yansıdığı için mavi görünür. Dolayısıyla renk olgusu sadece dalga boyları değil ışığın eriştiği objenin içerdiği pigmet miktarı ve görsel sistemin fizyolojisiyle ilgilidir (Bulduk, 2014, s.85).