• Sonuç bulunamadı

H erşeyden önce halkın gücüne inanan, am a yü zeyd e kalm ıyan yazarlar da var. Bunların en başında adı anılacak yazar, yirm i üç yaşım sürerken ölen Georg Büchner’dir. Büchner, 1813 yılında doğm uştur. A ym y ıl O tto Ludwing, Friedrich H ebbel, Bichard W agner gibi büyük yazarların da dünyaya geldiğini izleriz. Bu raslantıyı daha önem li yapan bir özellik de var: bu yazarların dördü de eskiye kar­

şı çıkmışlardır. Her biri kendi oranlarında yen i bir anlayış getirmişlerdir. Dördün­

de de, ondokuzuncu yüzyıldaki değişimlerin etkisiyle oluşan, belli bir huzursuz­

lu k sezilir.

Alfred de M usset, kendi kuşağının ruh durumundan, “Olmuş olanlar artık yok, olacak olanlar ise henüz olmadılar; bunun için, acdanm ızın nedenini başka bir şeyde b ulm alıyız...” diye sözeder (1). M usset’nin kendi kuşağım bu yolda tanım ­ lam ası yerinde bir görüştür; ancak Büchner düşünüldüğünde bu sözler biraz uzak­

(1) E m st Jo a c h im - Büchner (R ow ohlt V erlag), s. 7

ta kalır. Çok erken yitm iş bir dehadır o; en son R om antik olm adığı gibi, ilk Ger­

çekçi yazar da değildir. 0 çağının akımları dışında kalan bir yazardır. Belki, şö y ­ le denebilir: o Sbakespeare kadar R om antik, eğer Shakespeare gerçekçi ise onun kadar gerçekçi bir yazardır. Ü slubunu kendi kendine geliştirm iş ve hiçbir akımın etkisine kapılm am ıştır Büchner; kendine özgüdür bunun için de.

D aha yirm i yaşlarındayken dış etkilerin tam am en uzağında kalan Büchner, ne felsefî, ne din , ne de edebî akımların birinden yan a olm uştur. O kendi kafasında, kendi evrenini yaratm ış, bu evreni de gerçekleriyle kendi yarattığı düşünce düze­

yin e oturtabilm iştir. İlkelerini, bu denli genç ya şta sağlam ca sürebilmiştir ortaya.

Onyedi yaşındayken Cato’nun intiharım savunurken, dinliyenleri şaşırtacak ka­

dar güzel bir konuşm a hazırlam ıştır. “Cato U ticensis” başlığı altında yaptığı bu konuşm ada, Cato’nun kendini öldürmesini özgürlük duygusuna bağlıyarak savu n ­ m uştur. B u noktada, o, varoluşçuluğun habercilerinden biridir.

Genç yaşta görülmemiş bir olgunluk evresine giren Büchner’in yazarbk yaşan ­ tısını şöylece beş ruh durumuna ayırabiliriz:

1. H eyecan, karşı durma: Der Hessische Landbote (1834) 2. K üskünlük: Dantons Tod (1835)

3. A lay: Leonce und Lena (1836) 4. İnanç: Lerız (1835-6)

5. K ızgınlık: JVoyzeck (1836-7)

Büchner’in yaşadığı dönem , siyasî karışıldıkların oluştuğu, ekonomik ayak­

lanm aların hız bulduğu süre içine girer. Birtakım düşünürlerin etk isiyle yen i bir toplum sal düzen konusu gittikçe yoğunlaşm aktadır. Büchner de bu değişim in or­

ta yerine düşm üş bir yazar olduğundan, yen i bir toplum düzeni üzerine çok düşün­

m üş bir aydındır. Toplum sal koşulların kesin olarak değişm esi gerektiğine ina­

nan yazarın, bu yolda ilk yazıh çıkışı, arkadaşı A ugust Stöker’e, 9 Aralık 1833 tarihinde yazdığı bir m ektuptur:

“ Şu siyasal koşullar beni delirtiyor. Zavallı halk b üyü k bir sabırla sürünürken, düklerim iz ve soylu beylerim iz m aym unca şaklabanlıklarını sürdürüp gidiyorlar. Her akşam sokak fenerlerine yakarıyorum ben de” (1)

Oysa yalnızca sokak fenerlerine yakarm am ış tır Büchner; bu m ektuptan aşa­

ğı yukarı bir y ıl sonra o yılların en güçlü siyasal bildirisini yayım lam ıştır. Hessen'li K ö y Postacısı (Der H essische Landbote) adım verdiği bu bildiride, düklerin ve soylu kişilerin yönetim ine çatm ış ve halkın bu zorba yön etim e karşı durmasını öğütlem iştir. Y azan n çok sert bir dille yazdığı bu bildiri, ne yazık ki halkın eline geçm eden, Büchner’in bir arkadaşının evinde polisçe bulunm uştur. Y azan n arka­

daşı hapse atılm ış, Büchner aleyhine bir delil bulunam adığından o özgür kalm ış­

tır. Am a polis Büchner’i h ayatı boyunca göz hapsinde tutm uştur.

(1) Bk. ibid., s. 53

Şu sözlerle başlar Büchner bu bildiriye: K U L Ü B E L E R E B A R IŞ , S A R A Y ­ LA R A SAVAŞ. Sonra da şöyle sürdürür bildirisini:

“ Soylu beyler için h ayat uzun bir pazar günüdür;

güzel evlerde otururlar, yum uşak kum aşlardandır giysileri, rahat yüzleri, özel bir dilleri vardır. (. .) Y a halk!

K öylüler için h ayat uzun bir iş günüdür; yabancılar onların gözleri önünde tarlalarını yutar; gövdeleri nasır bağlam ıştır; kanları, soylu kişilerin yem eğinin tuzudur.” (1)

B u dizgelerden sonra devletin bütçesine de değinen yazar, halktan toplanan ver­

gilerin yerini bulm adığından, boş yere para harcandığından yakınır. Büchner, çağının d evlet yönetim ine haklı yere karşı çıkm ıştır. Onun için de, her fırsatta halkın kam m em en, yalnızca kendi rahatlarına bakan soylu kişileri yere çarpmış­

tır Büchner. Bakın, bildirisinin bir yerinde ne diyor:

“D ük sizi em en sülüğün başıdır. B ak anlan dişleri, m em urlan da kuyruğudur. D ükün yüksek yerlere yerleştirdiği soylu beylerin aç mideleri ülkemize yayılm ış van tu z başlandır. (...) D ükün pelerini, saraylı b ay v e b ayan lan n üstünde şehvetlerini iç içe vals ettirdikleri bir halıdır. Çıbanlarını

nişanlar ve m adalyalarla örterler. Cüzzamlı gövdelerini değerli giysilerle gizlerler. H alkın kızları onlann hizm etçileri, orospulandır; halkın oğulları ise bekçileri ve askerleridir.” (2)

Büchner, halka inanan bir yazardır. O aydınları da, soylu kişileri de yadsır.

Bir toplum sal düzen gerekiyorsa bunun halkın gücüyle kurulması gerektiğini savu ­ nur. Am a öyle siyasal bir yazar da değildir. Hiçbir siyasal düşüncenin ardından gitm em iştir. B u onun kendi inancıdır. H alkın etkin bir güç olduğuna inanır. Sağ­

lıklı bir düzenin ancak halkın eliyle kurulabileceğini belirtir bildirisinde. Hiçbir düşünüşe bağıtlı olm adığından, bu inancını içtenlikle genişletir, yayar K ö y Posta- ctsı’nda. B u inancını yazdığı üç oyunda da tekrar tekrar ele alır.

Büchner, bu bildirisinden dolayı göz hapsinde bulunduğundan bunalmış ve kendini doğasal bilim ler eğitim ine vem iştir. Strassbourg’daki bu çalışm ası sırasın­

da oturduğu pansiyonun sahibi, S t. W ilhelm kilisesi rahibi, Johann J. Jaegle’nin kızı Minna’ya tutulm uş ve onunla nişanlanm ıştır. Büchner, Minna da bulduğu sevginin verdiği hızla K ö y P ostacısı’nın ardından duyduğu küskünlüğü söndürecek bir oyun yazm aya koyulm uştur. İşte yazarın en büyük oyunu D anton'un ölü m ü (D antons Tod) böylece ortaya çıkmıştır.

Büchner bu oyunu yazm aya başladığında h ayattak i tek tutanağı olan Minna’ya bağlanm ıştı. A m a onu kötümser yapacak her şey vardı. Polis onu arıyor, m ahkem e onu tanıklığa çağırıyordu. İçinde bulunduğu durumdan duyduğu huzursuzluğu

(1) G eorg B üchner - Der Hessische Landbote (G oldm ann V erlag, 1956), s. 169 (2) Aynı y apıt, s. 174

kâğıda dökm ek istiyen Büchner, Dantorı'un ölü m ü ile bu isteğine erişm işti. Y aza­

rın o sırada içinde bulunduğu durum, bu oyunda açık seçik belli olur. Polisçe aran­

ması, Minna’ya olan sevgisi hep bu oyunun havasına girmiştir. Büchner, kendine yakın bir tarihi kişiyi oyunun baş kişisi olarak seçm iştir: D anton, Minna ise D an ­ ton ’un karısı Ju lie’nin kişiliği ile yansır.

Yazar, D anton ’un sonunu kendi abnyazısına benzetm iştir. D anton kendi sonunu kendi eliyle hazırlamış bir kişidir, Büchner de öyle. Sonra D anton, Fran­

sız İhtilâli içinde “kahraman” olm ayan tek kişi olarak kabul edilir; o Robespierre gibi, bir erdem sem bolü değildir, zaafları vardır. Düşkün yönleriyle, ülküleştiril- miş “kahraman” lardan ayrılır. Büchner de kendini böyle hissediyordu. Asbnda, yaptığı bir tarih incelem ede, “kahram an” olarak adlandırılan kişilerin, ne denli gerçekten uzak, gülünç olduklarım anlam ıştı. O, kahramanları, “geçit törenlerinin süslü püslü atları ve dünya tarihinin köşebaşlannı tu tan kim seleri” olarak adlan­

dırmıştı. D anton, böyle bir kahram an değildi; bilinçliydi o. Sonunun ne olacağını önceden kestirem ese bile, abnyazısına inanıyordu. D anton da, Büchner gibi, “fata- ü st” bir kişiydi. Büchner, bütün insanları bu “fatalist” tutu m la inceliyordu. Oyun­

larının tüm ünde bu “fatalism ” çeşitli yollarda gelişir ve oyunlarının evrensel yön ü ­ nü kurar.

Büchner’in, kendiyle D anton arasında bulduğu bir başka benzerlik de, bence, bir “sonuçsuzluk” duygusuyla ortaya çıkar. Büchner’in K ö y Postacısı bildirisinin ardından duyduğu küskünlük, hayal kınkkğı onu bir yoldan D anton ’a bağlam ış­

tır. D an ton ’un çabası da sonunda boşa gitm iştir, tıpkı Büchner’in çabası gibi. K a­

nım ca yazar bu duygusunu her oyununda biraz daha genişletm iş ve bu “sonuçsuz­

luk” duygusunu bütün insanların abnyazısı içine oturtm uştur. Hiçbir düşünceyi saptam am ış olan Büchner’in bu düzeyde Schopenhouer’den etkilenm iş olması bir olasılıktır.

Dantorı'un ölü m ü 'nde, yazarın bildirisinde öne sürdüğü düşünceleri iz liy o ­ ruz. Örneğin, oyunun bir yerinde kentliler arasında şöyle bir konuşm a geçer:

“ Halkın kızlarım böyle baştan çıkaranların v a y haline!

Sizin açlıktan gözleriniz kararıyor, onlar mide şişkinliğinden rahatsız; sizin ceketleriniz delik deşik, onların ne güzel sıcak paltoları var. Sizin avuçlarınızda nasırlar, onların elleri atlas gibi. E v e t, siz

çalışıyorsunuz, onlar yan gelip yatıyorlar; evet, siz kazandım z, onlar çaldılar: evet siz çahnmış servetinizden birkaç m eteliği geri alm ak istediniz mi, orospuluk, dilencilik yapm am z gerekiyor...”

(I. Perde, 2. Sahne)

Büchner, halk yönetim ini tekrar tekrar ele alm ış, bunun önem ini türlü deyişlerle belirtm iştir. Yazarın “kahram an” kavram ını yadsım ası da biraz onun bu düşün­

cesinden doğar. Onca en büyük güç halktır. “ K ahram an” ise halkın kendi gücünü bastırarak kendi üstüne çıkardığı bir insandır. Bir insan kahraman olm uşsa bu

bir raslantıdır. Bu düşünceyle hareket eden Büchner, dolaysıyle “idealism ” i de yadsır; Schiller’in “kahramanbk” kavram ı onca kabul edilem iyecek kadar şişirme bir hayaldir. İşte Büchner’in bu düşüncesi, onu, yirm inci yü zyıl içinde de ileri bir yazar yapm aktadır. Onun için, Büchner’i, hiç çekinm eden modern tiyatro ozan­

ları arasına koyabiliriz.

Büchner’in yapıtlarını incelerken, onun özelliğini kesin bir yolda ışığa çıkaran şey, bence, onun “değişm ez alınyazısı” düşüncesidir. Onca bütün insanların alın- yazısı değişm iyen bir y ol izler. N etekim , D an ton ’un alınyazısı da, W oyzeck’in alın- yazısı da değişm ez bir yol üstünde gelişir. D anton bu değişm ez alınyazısı yolunda ötekilerden daha bilinçlidir. Sanki sonunu bile bile hazırlar D anton. Oyunun baş­

larında, Philippeau, Robespierre’in sert gidişine karşı, D anton ve arkadaşlarından yeni bir ihtilâl ister. Ama D anton yeni bir ihtilâlin yen i bir şey getireceğine inan­

maz. Onun için de, D anton, Robespierre’e vak it kazandırır. D anton, bu ihtilâlde kendilerinin başlarının gideceğini daha önceden hisseder. B öylece, Büchner “değiş­

mez alınyazısı” tem asını daha oyunun başlarında verir seyirciye. Yazarın bu

“fatalism ” i çeşitli boyutlarla gelişir ve oyunun sonunda noktasını koyar bir şar­

kıya:

“Bir orakçı varm ış, adı ölümm üş, B u ona Tanrının verdiği güçm üş.”

N etekim , fahişe Marion’un da alınyazısı bir değişm ezlik içindedir; Marion, ben h ayatım da hiçbir akış, hiçbir değişim tanım ıyorum . B en hep böyle aynıyım , bir türlüyüm ,” der. Robespierre, D an ton ’u erdem diye adlandırdığı bir ilke uğruna öldürür. E ylül öldürüşünde iki eli bileğine dek kana bulanan D anton için ahnyazısı ölümdür. Marion’un nasıl değişm ez bir alınyazısı varsa, D anton ’un da kendi y o l­

unda öyle bir alınyazısı vardır. Y a Büchner için? Bunun yan ıtı, yazarın Giessen’den yazdığı bir m ek tu pta bulunabilir:

şu bizim içim izde etkin olan, yalan söyliyen, öldüren, çalan şey nedir?”

Büchner’e göre, şu “etkin olan, yalan söyliyen, öldüren, çalan şey ” , birey değil, insanı bunları yap m ıya zorluyan, bireyin dışında baskı yapan bir güçtür, ya da bir düzendir. B aşka bir deyim le, birey sorumlu değildir, yazar için. B ireyi zorlu­

yan güç, ahnyazısıdır. Çevresinde izlediği düzensizliği siyasal bir düzeye oturtm u­

yor Büchner; bunu insanlığın varoluşuna bağhyor. Camille, oyunun ikinci perde­

sinde, “İnsanlık, bitm ez, tükenm ez açlığı ile daha nekadar zam an kendini y iy e ­ cek?” diye sorar

Büchner’in genel olarak insanlığa bağladığı bu düzensizlik, onun karamsar olduğunu gösterir; ama o, kim i eleştiricilerin savunduğu gibi, bir “nihilist” değil­

dir kam m ea. O, herşeye rağm en varolan bazı değerleri yadsım az. H ayatı bir nok­

tada değerli bulur Büchner. Onun için de, D anton ’u, “Ölmek istem iyorum ben, hayır, ölm ek istem iyorum ,” diye haykırtır. Büchner de, D anton gibi, bu düzen­

sizlik içinde bazı değerleri kabul etm iştir. Çünkü bu değerler, her şeye rağm en, insanı yaşatan, h ayata bağhyan nedenlerdir.

Yazarın, aynı düşünceye tekrar tekrar döndüğü görülür. D anton, giyotine götürüleceği günün erken saatlerinde, “ Evren dediğin kaos’tur. H içlik bu evreni doğuran Tanrıdır,” der arkadaşı Camille’e. B u sözleri tek başına alan eleştiriciler, D anton ’u bir “nihilist” olarak kabul etmişlerdir. D olaysıyle Büchner’i de bu yar­

gıya vurmuşlardır. Oysa bu tezelden verilm iş bir yargıdır kanım ca. D anton, daha önce bir “a teist” olduğunu söylerken şunu da belirtir:

"... Şu lân etli kanun: bir varbk, hiçlik olamaz, ben ise bir varlığım , felâket burada! Yaradılış kendini o denli yaym ış ki, hiçbir yer boş kalm am ış. Her taraf kargaşalık içinde.

H içlik kendini öldürm üş.”

(II. Perde, 14. sahne)

D anton kendi varoluşuna inandığı için kesin anlam da bir “nihilist” değildir. Büch- ner de, D anton gibi, varoluşun değeri önünde eğilir. Y alm zca varoluşa inanm aları D anton’u da, Büchner’i de “nihilist” tutum dan uzaklaştırır.

Danton'un ölü m ü , Büchner’in güçlü bir tiyatro ozam olduğunu tanıtlar bize.

Oyunun dokusu da bu şiirli yönü ile yoğun bir yolda örülüdür. En gerçekçi sahne­

ler bile, belli bir şür estetiği ile yuğulm uştur. D anton ’un fahişelere olan ilişkisi, Büchner’in oyununda en güzel anlam ını bulur. Bu şiirli dili destekliyen bir özel­

lik de, Büchner’in kendi özgü olan “espri” sidir:

Legendre : D anton nerede ?

Lacroix: N e b ileyim ? H erhalde, Palais R oyal’da Medici Venüsü’n ü n bütün parçalarını Parİ6 grizetlerinde bulup bir araya getirm eye çalışıyordur; kendi deyim iyle, m ozaik yapıyor; Allah bilir, şimdi V enüs’ün hangi organıyla m eşgul?...

Bu konuşma gibi, Marion’un kendini tanım lam ası da aynı renkli, şiirli “espri’nin kaynağından çıkar:

Marion: ... ben, herşeyi yu tan , yu ttuk ça ağzını daha derin açan bir deniz gibiyim ... ben

hayatım da hiçbir akış, hiçbir değişim tanım ıyorum . Hep böyle aynıyım ben, bir türlüyüm . Bir

özleyiş, kucaklayış, bir kızgın ocak, bir ırmağım b en,”

(I. Perde, 5. sahne)

Büchner’in bir fahişeyi bu denli sevim li yapışım , onun Alm an tiyatrosunda fahi- şelerden ön yargısız söz eden ilk yazar oluşuna bağhyabiliriz. Büchner, yaşadığı düzen içinde fahişeliği normal bir sonuç olarak görür. Onun bu düşüncesini, daha oyunun ilk başlarında konuşturduğu halktan kişilerden anlarız. K ızı yüzünden, karısına çatan babaya k an sı şu cevabı verir

“Y ezit melun: Genç beyler kızın odasında pantolonlarını çıkarmasalardı, kıçına giyecek donu nerede bulacaktın?”

(I. Perde, 2. sahne)

Danton'un ölü m ü yazarı için, fahişelik bir ahlâksızlık değil, dengesiz bir düze­

nin sebep olduğu bir sonuçtur. Bunu K ö y Postacısı'nda da im â etm iştir Büchner.

Onca, k ötü sayılan her şey bir dengesizliğin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Onun için bağışlanm ası gerekir. N etekim , Büchner, insanların katılığını da kınam az.

İnsanların duygusuzluğu, katılığı, sertliği yine insanca olan bir şeydir. İnsanlara bir sorum luluk yüklem iyor onun için de. B iliyor çünkü, insanlar hiç değişm iyecek- lerdir. Büchner bu inancıyla da, “değişm ez ahnyazısı” düşüncesine gider. Oyunda insanların katılığını şöyle belirtir yazar: Robespierre ve arkadaşlarının kişisel kor­

k u lan yüzünden giyotine gönderilen D anton ile arkadaşları halkın arasından geçiri­

lirler. O sırada türlü konuşm alar gelir kulağa:

Bir kadın: (çocuklanyla birliktedir) Bize de yer açın!

Çocuklar ağlayıp duruyor, karınları aç;

seyrettireyim de kesilsin sesleri!

bir başka ses şöyle der:

E vet, insanlan türlü şartlar içinde görmeli;

ölüm ün böyle herkesin önünde olması iyi bir şey.

B ütün bu katılığa kızm az Büchner. Çünkü bu katılığın da içten içe gelişen, yoğu n ­ laşan bir nedeni vardır, diye düşünür. Danton'un ölü m ü , bu düşünceyle gebşen

um utsuzluğu, tüm çıplaklığıyla gösteren bir oyundur.

Küskündür Büchner, bu oyunu yazarken. K ö y P ostacısın d ak i heyecanım yitir­

m iştir. A rtık o ihtilâllere olan inancım da körletm iştir. Büchner, Fransız ihtilâli­

nin hem en hiçbir şey değiştirm ediğine inanm aktadır bundan böyle. Hiçbir deği­

şikliğin, bu süregelen insanlık düzenini onaram ıyacağını anlamıştır. D anton ’un um utsuzca giyotine başını verm esi gibi, o da her yönden inancını tük etm iş, küsm üş­

tür insanlığa.

Y azarın, ilk sahne yap ıtı olan bu oyun, onun uzun olan tek oyunudur. Belki de, en güçlüsü, en etkileyicisidir. Onun için değil m i y a , genç yaşta ölen yazarın Zürich yakınlarındaki mezar taşına, “Danton'un ölü m ü ozanı, Georg Büchner’in anısına sayg ıy la ...” diye yazılm ıştır.

E rtesi y ıl yazdığı güldürüsüne bakılınca, yazarın küskünlüğünü acı bir alaya çevirdiğini görüyoruz. Sanki Danton tragedyasından sonra gelen bir “ satür” oyunu­

dur Leonse ile Lena (Leonce und Lena). İlk oyunu gibi, insan alınyazısını ele alm ış­

tır yine Büchner. Am a bu öncekilerden tüm ayrı bir hava içinde gelişir. Bir düş oyunudur bu; Shakespeare’in B ir Yazdönüm ü Gecesi D üşü'nü anımsatır.

Büchner, bu güldürüsüne başlarken, R om antik yazarlardan Clemens

Bren-tan o’nun (1) Ponce de Leon adlı güldürüsünü düşünüyordu. BrenBren-tano’nun bu ro­

m antik güldürüsü, b a b a-k ız-aşık üçlüsünü düğüm leyip çözen, Commedia dell’Arte (2) tekniğinin etkisi altında kalmış bir oyundu. Leonse ile Lena adlı güldürüsünü aşağı yukarı bu düzen ile kurm ayı düşünm üştü Büchner de. Bir yandan Tieck, E .T .A . H offm ann, Brentano gibi R om antik anlayışta yazarları örnek alan Büchner, öbür yanda baş oyun kişilerini Commedia dell’Arte renkleriyle bezem işti. Leonce’nin uşağı Valerio, Arlecchino’nun niteliği içinde, R osetta da Columbina’m n renkleriy­

le ortaya çıkm ıştır. Şöyle özetlenebilir bu güldürünün dokusu: Commedia deU’Arte düzeninde gelişen bir aksiyonu olan oyunun havası R om antik anlayıştadır. B öyle bir dokunun üzerine örülen konuşm a düzeni ise, Shakespeare’in kom edyalarında izlediğim iz kıvrakbğı taşır.

Bu oyunuyla Büchner, K ö y Postacısı’nda söylediği şeyleri bu kez buruk bir alayın içine oturtm uştur. H eyecanla çevresine karşı duran bir yazar değildir ar­

tık; Danton’un ölü m ü ile katılaşm ış, küskünlüğünü acı bir alaya çevirm iştir, ö r ­ neğin, Valerio, Büchner’in bildiride belirttiği sözleri şöyle tekrar eder:

“Fena mı kıral olacaksınız! B undan iy i eğlence mi olur? Sabahtan akşam a dek sokakta gezer, selâm dalgasıyla halkın şapkasını eskitirsiniz; namuslu kişilerden namuslu erler yapabilir insan, hem de hiç göze batm az böylesi; sonra kara firakları, ak

papyonları devletin uşağı yapabilirsiniz; öldüğünüzde bütün parlak düğm eleriniz hırstan kararır, çok çalm aktan kilisenin çanını çeken ipler kopuverir.

Bundan iyi eğlence mi olur? (3)”

(I. Perde)

Oyunda, Büchner alınyazısı tem asını şiirli im aj’larla verir; şöyle söyletir Val- rio’ya örneğin:

“... Güneşi m eyhanenin üstüne asmışlar, ışıklı

bulutlarla adım yazm ışlar: A L T IN G Ü N E Ş M E Y H A N E Sİ.

Y eryüzü bir m asaya benziyor, aşağıdaki göl, bu m asanın üstüne dökülmüş şarap sanki. Bizler de oyun kâğıtlarıyız... Tanrıyla şeytanın canı sıkddığı için bir el oynuyorlar b izim le.” (4)

Bildiride, Büchner’in halk üzerine söylediği şeyler, bu oyunda şöyle renk bulur:

Derebeyi: Sizlere söylüyorum , programda şöyle deniyor:

“Halk tem iz giyinm iş olacak, sıhhatli görünüşle, güler yüzle yol boyuna dizilecekler.” Aman

(1) C lem ens B rentano, 1778 d e doğm uş, 1842’de ölm üştür. A lm an R o m an tizm in in en renkli y azarların d an biridir, ö z ellik le, hikâyeleriyle anılır.

(2) Bk. E k: 1

(3) A dalet C im coz’un çevirisinden alınm ıştır.

(4) Aynı çeviri

sakın utandırm ayın bizi.

Müdür: D edik ya, sıkın dişinizi! Gelinle gü vey geçerken kafanızı kaşım ayın, burnunuzu karıştırm ayın, gerekli duyguyu gösterin, yoksa karışmam,

Müdür: D edik ya, sıkın dişinizi! Gelinle gü vey geçerken kafanızı kaşım ayın, burnunuzu karıştırm ayın, gerekli duyguyu gösterin, yoksa karışmam,