• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ZEMİN

1.1. Genç Kimdir, Genç Olmak Ne Demektir?

Sosyolojinin bir alt başlığı olarak değerlendirilen gençlik sosyolojisi içerisinde gençlik; kişinin biyolojik temelli varoluş durumu yadsınmadan, kültürel ve tarihsel açıdan değişimler geçiren ve sosyal açıdan sürekli var olan bir dönem olarak değerlendirilmektedir. Bahsedilen hâliyle genç, bir geçiş dönemi insanı olarak tanımlanmakta, dolayısıyla geçiş döneminde yaşanabilecek pek çok psikososyal hâlin varlığı kabul edilmektedir. Bu açıdan genç; heyecanın, sabırsızlığın, özgürlüğün, hareketliliğin, kişisel bağımsızlığın kendisinde birleştiği bir psikososyal karakter

hüviyetine bürünmektedir.22 Çocukluk ile yetişkinlik arasında yer aldığı kabul edilen gençlik dönemi, bir sosyo-psiko-biyolojik şekillenme ve toplumsal karakteri kazanma anlamında gelişme dönemi olarak tanımlanmaktadır (Bilton, Bonnett ve Jones, 2008: 81; Doğan, 1998: 385; Tezcan, 1993: 134; Armağan, 2004: 6). Genç olmak, toplumsal ve tarihsel gelişme sürecinde nesnel bir toplumsal katmanın üyesi olmak demektir. Dolayısıyla tarihsel açıdan gençlik, toplumların geleceği olarak varsayılmış, toplumların gelişme seyirlerinde üstlendiği yaratıcı rol sebebiyle her zaman gündemde olmuştur. İçinde yaşadığı toplumla dinamik bir bağ kuran, toplumsal gelişme ve değişimlere aktif olarak katılan ve kimi zaman yön veren bir toplumsal kategoridir gençlik (Armağan, 2004: 5; Gürses ve Gürses, 1997: 48-49; Encyclopedia of Sociology, 1974: 314). Gençlik, sadece belli bir döneme ait bir toplumsal olgu olmadığı için, dönemler üstü bir sosyo-tarihsel kategoriyi temsil etmekte, toplumdan topluma değişebilen bir sosyal gerçekliğe yaslanmaktadır. Bu bağlamda, geleneksel dönemde yaşlı olmanın ve yaşlılığın üstün bir kategoriyi temsil edişi, modern dönemde yetişkinliğin öne çıktığı bir sosyal kabule evrilmiş ve fakat günümüzde gençliğin ön plana alındığı; genç olmak ya da olmamanın belirleyici olduğu, yaşlılığın ve yaşlıların dahi gençlikle anlam bulmaya çalıştığı bir toplumsal pratiğe doğru geçilmiştir23 (Deschavanne–Tavoillot, , 2004: 223-243).

Gençlik dönemini, biyolojik bir temele dayanan ve toplumsal yapı içerisinde anlamlı olarak kabul eden tanımların yanında, gençliği oluşturulmuş bir sosyal statü ve kurgulanmış bir toplumsal adlandırma düzeyinde değerlendiren sosyolojik yaklaşımlar

22Dubet tarih boyunca gençlik tanımlamaları hakkında hem kapsamlı hem de kışkırtıcı bir özetleme yaparak, gençlik meselesini klişeler üzerinden anlaşılan ve tartışılan bir noktada görmektedir: “Gençlik hakkındaki en yaygın basmakalıp: sorumsuzluk, gevşeklik, ahlak ve kültürün bozulması, saygısızlık, hâliyle de tehlike. Modern eğitim değerlerine göreyse gençlik, toplumun dayatmalarına karşıtlık, kendiliğini öne çıkarma, yeni ve özgür bir dünya, tarihin motoru olmak gibi çağrışımlar yapmakta. Kimilerine göre modern gençlik tüketimle damgalanmış, konfor ve narsisizmle tanımlı çünkü hiçbir sorumluluk almıyorlar, kendilerine bu imkân verilmiyor da. Kimilerine göreyse gençlik, toplumun kurbanı. Ve bundan ötürü asi, enerjik, militan ve yaratıcı. Dolayısıyla bu durum suç, şiddet ve zevk kültürünü de beraberinde getiriyor. Bazı gençlik klişeleri ise: Goethe’den Rimbaud’ya 19. yy gençliği romantik ve isyankârdı. 60’lar ve özellikle 68 nesli devrimciydi, ütopyacıydı. 80’lerinkiyse tüketimci ve içe kapanık. Bunlar klişeler. Bugünse gençlik hakkındaki en öne çıkan imge, banliyö gençliği ve tehlike, suç, kriz, şiddet” (Dubet, 2004: 275-293).

23Deschavanne ve Tavoillot tarafından yaşanan durum şöyle özetlenmektedir: “Yetişkin, gencin düşmanıdır. Genç, gelecek yetişkindir. Bu ideoloji, tarihin motoru olarak sınıf mücadelesini değil, yaşlar mücadelesini kabul ediyor. ‘Genç kalın’ sloganıyla hem eğitimi imha ediyor hem de kültürü yok sayıyor. Buna göre yerleşik burjuva yetişkinlerinin ‘özgürlük vermek için yeterince güvenilir değil’ diyerek azınlıkta bıraktığı gençlik, bundan kurtulmak ve yaratma, icat etme gibi kuvvetlerini öne çıkarmak zorunda. Büyümek yaşlanmak, yaşlanmak ölmek demektir. O hâlde yaşamak için hep genç kalmak gerekir” (Deschavanne–Tavoillot, , 2004: 223-243).

da mevcuttur. Bu bakış açısına göre; gençlik kavramı en temelde üç şekilde kullanılmaktadır: Birincisi, bebeklikten yetişkinliğe uzanan sürecin ara kesitini oluşturan bir dönemi içerecek şekilde24; İkincisi, “teenager” olarak tanımlanan ve on ila yirmi yaş arasındakiler üzerine yapılan araştırmaları ve ortaya atılan kuramları tanımlamak için kullanılan bir tanımı içerecek şekilde; üçüncüsü ise sanayileşmiş toplumlarda kentleşmenin beraberinde getirdiği duygusal ve toplumsal sorunları tanımlamak için kullanılan bir kavramı25 ifade edecek şekilde (Marshall, 1999: 264; Grawitz, 2004).

Günümüz gençleri tanımlanırken; ekonomik bağımsızlığının peşinde, aldığı eğitimde başarılı olabilme çabasında, bireyselleşmenin ana figürlerinden biri hâline dönüşmüş ve dolayısıyla “özgürlük” kavramı etrafında kendisine sosyal bir zemin yaratma arayışında, bu hâliyle kimi kez materyalist olarak değerlendirilen, bazen de değişimin dinamosu olarak görülen karmaşık tanımlar da söz konusudur.26 Homojen bir tanımdan ziyade heterojen ve eklektik tanımlar ile gençlik tanımlanmaya çalışılmaktadır. Bu noktada en genel anlamıyla gençlik üzerine üç temel bakış açısının varlığından bahsedilmesi yerinde olacaktır. Bu bakış açılarının ilki Herbert Marcuse’a aittir. Marcuse, gençliği bütün yönleriyle homojen bir kitle olarak kabul etmektedir. Diğer bir yaklaşım ise Pierre Bourdieu tarafından dile getirilmekte ve gençliğin asla homojen bir yapı arz etmediğini bilakis aynı toplumda sosyal statüleri farklı gençlerden söz edilebileceğini iddia etmektedir. Ekonomik durum, eğitim süreci ve bir işe sahip olup olmayışıyla veya ne tür bir işte çalıştığıyla doğrudan alakalı olarak gençlerin birbirinden farklılık

24 “Gençlik, bağımlı çocuklukla otonom yetişkinlik arasındaki hayat dönemidir” (Dubet, 1999).

25Sanayi devrimi ile birlikte “gençlik”in beden ve ahlak sağlığını önceleyerek yeniden tanımlanması süreciyle alakalı ilginç bir örnek olarak: "1690 yılında yayımlanan ünlü Fransız sözlüğünde Furetiere yetişkinliği şöyle tanımlıyor: '14 ile 25 veya 26 yaş aralığındaki genç insanlar'. İki yüzyıldan daha kısa bir süre sonra Pierre Larousse'nin Grand Dictionnaire Universel du XIX. Siecle adlı sözlüğü yetişkinliği tanımlarken aynı yaş aralığını kullanır ve şunları ekler; bu yıllarda sağlık bilimi ve eğitim üzerinde durulmalı ve insanların fiziki ve ahlaki sağlıklarını düzenleyici kurumlar oluşturulmalı" (Caron, 1996: 117-118).

26Singly, yaşanan bu durumu bağımsızlaşma ve otonomi kavramları üzerinden tartışmayı uygun buluyor: “Bağımsızlık ve otonomi, bireyselleşmenin iki boyutu. Bağımsızlık, kendi başına hareket edebilmesi için gereken kaynaklara sahip olan bireyin kimseye hesap vermemesi. Otonomiyse, bireyin kendi kuralını kendi koyması, kendi dünya görüşünü ve dünyasını oluşturabilmesi. Bize göre gençlik, bireyselleşmenin bu iki boyutunun birbirinden kopmasıyla tanımlanıyor. Gençler, belli bir otonomiye ulaşabilecekleri sosyal ve manevi şartlarda yaşarken, ailelerinden bağımsız olmak için gereken ekonomik kaynaklardan mahrumlar. Dolayısıyla mali kaynağı olan ve bağımsız olan gençlerle olmayan gençler olarak ayrılıyor gençlik. Gençler iki biçimde otonomi kazanıyorlar: Beraber oturdukları aileleriyle ortak pratikleri müzakereye açarak veya bir ucu kendi odalarında diğer ucu dışarıda arkadaş ortamında olan bir dünya oluşturarak” (2004: 259-275).

gösterdiği ve böylelikle homojen bir gençlikten söz edilemeyeceğini düşünmektedir (Bourdieu, 1996: 130-133). Üçüncü görüşün sahibi François Dubet ise her iki görüşün dışında ve fakat ikisini birleştiren bir yaklaşımla, gençler her ne kadar bulundukları sosyal statüye göre farklı gençlikleri temsil ediyor olsalar da, yaşadıkları dönemin ortak olması ve aynı sosyo-kültürel ortamdan etkilenmeleri açısından bazı ortaklıkları da yaşamaktadırlar. François Dubet yaşanan bu karmaşık hâli şöyle izah etmektedir; günümüzde gençlik “içi boş bir demagoji” hâline dönüşmüştür, dahası gençlik dönemi bir kendini ispat çabası olarak algılanır olmuştur. Zaten gençlik dönemi Dubet’e göre bir kişilik gelişme ve ispat dönemi olarak âdeta bir sınav havasında şekillenirken, bir de gençler eğitim alanında pek çok sınava tabi tutulmakta, başarılı-başarısız olarak sınıflandırılmaktadırlar. Bu ise kıyasıya bir mücadeleyi kaçınılmaz kılmakta, gençlik dönemi pek çok sorunun aynı anda halledilmesi gereken bir sınav dönemine dönüşmektedir (Bayhan, 2006: 564; Lüküslü, 2005a: 69-72).

Bugün bizim kullandığımız ve anladığımız anlamda gençlik kavramının oluşması, Endüstri Devrimi sonrası döneme denk gelmektedir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, modern öncesi toplumlarda çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi çok kısa sürmekte, âdeta doğal bir seyir izleyerek yetişkinlik dönemi başlamaktadır.27 Özellikle geleneksel toplumlarda, belli ritüeller ve törenler aracılığıyla tamamlanan yetişkinliğe geçiş (Boudon, 1989), 19. yüzyıl sonrası kentleşme, sanayileşme ve okullaşma süreçlerinin toplamından etkilenerek uzamaya başlamıştır. Örneğin 19. yüzyılda ulus-devlet modeline geçiş sürecinde Avrupa’da gençlik, hem ideolojilerin sembolü hâline dönüşmüş, hem de yenilenme ve ilerlemenin dinamosu vazifesini üstlenmiştir. Daha sonraları faşist, nasyonal-sosyalist ve komünist rejimlerde28 de farklı uygulamalarına tanık olduğumuz bu durum, 20. yüzyıl siyasal hareketleri içerisinde

27Dorothy yetişkinlik döneminin tarihsel olarak nasıl bir seyri takip ettiğine dair zihin açıcı tespitlerde bulunmaktadır: Yetişkinlik tanımlamasının geç ve yavaş evriminin çeşitli sebepleri vardır. İlki, ortalama yaşam süresi az olduğundan uzman kimselerin yaş kategorilerinin devamlılığını görmesi zordu. İkincisi, yüksek hayat standartlarına ulaşmak ve onu ilerletmek için işgücü gerekliydi. Fiziksel ve zihinsel yetenekler arasında iyi ayrımlar yapılamamıştı ve gerçekte, kompleks iş güçleri gerekmediğinden yaş gruplandırmaları da gereksizdi. Üçüncüsü, oldukça katı sosyal ve ekonomik hiyerarşilerin doğuşu nüfusun büyük bir kısmını zenginlere ve soylu azınlığa bağlı kılmıştı. Bağımlılık; fiziksel, sosyal veya ekonomik boyutlu olsa da gelişme tanımlamalarında önemli rol oynamıştır (Eichorn, 1968: 86).

28Uygulamalar ile ilgili ufak bir not: “Totaliter rejimlerde gençliğin politik manipülasyonu daha ileri seviyededir. Nazi Almanya’sında 1936’da her genç bir gençlik örgütüne mensup olmak zorundaydı. Hitler Gençliği’ne 14 yaşından itibaren katılım zorunluydu. İçki ve sigara gibi maddelerin kullanımı gençlere yasakken, cinsel serbestlik vardı. Sovyetlerde de gençlik örgütleri “öncülük” mantığındaydı. 1918’de Konsomol, direkt olarak partiye bağlı, idarecileri polit bürodan olan gençlik örgütüydü” (Mouchtouris, 2008: 16).

gençliğin ayrı bir konumda bulunmasına zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla eğitim süreçlerinin tüm dünyada millileştirilmesi ile birlikte gençlik politik ve sosyal bir unsur hâline dönüşmüştür (Caron, 1996: 122).

20. yüzyılın gençliğini analiz edebilmek açısından özellikle Margaret Mead’ın 1970’lerde kaleme aldığı “Culture and Commitment: A Study of the Generation Gap” (Kültür ve Bağımlılık: Kuşaklararası Uçurum Üzerine Bir Çalışma) adlı çalışması gençlik ve kuşak sorununa ilişkin belirli ipuçları sunmaktadır. Mead’a (1970) göre gençliği analiz edebilmek için üç farklı toplum tipinden hareketle bir okuma yapmamız gerekecektir. Birinci toplum tipi olan postfigüratif (geleneksel) toplum tipi; gençlerin eğitiminin yetişkinler tarafından sağlandığı, atalarından öğrendikleri bir sosyal yapıya dayanmaktadır. Bu toplum tipinde yetişkinler gençlerin sosyalleşebilmesi için tüm gereksinimlerin tedarik edicisi konumundadır. Gençliğin önündeki tek model yetişkinlerdir. İkinci toplum tipi olan kofigüratif (modern) toplumda gençlerin eğitim sürecinde hem yetişkinlerin rolü vardır hem de akran gruplarının ve kitle iletişim araçlarının ve bu toplum tipinde gençler emsallerinden öğreneceklerdir kültürü ve hayatı. Bu süreçte kuşak çatışması kaçınılmazdır ve gençler ancak yetişkinlere karşı çıkarak bağımsızlaşabileceklerdir. Son toplum tipi ise prefigüratif’tir (Prefigüratik Kültür: Yaşlıların gençlerden öğrendiği kültür) ve süreç yetişkinlerin kültürel katılımı çocuklarından öğrenmek suretiyle hayata geçirmeleri anlamına gelmektedir (Mead, 1970: 1-2, 10). Mead’ın (1970) tanımıyla prefigüratif toplum günümüz toplumlarını temsil etmektedir. Gençler artık yetişkinlerden bir şey öğrenemezler zira yetişkinler değişime ayak uyduramamaktadır. Gençler sadece yaşıtlarından bir şeyler öğrenebilir hâle gelmişlerdir. Bu durum, kuşaklararası bir çatışmadan çok öte bir dönem olarak

kuşaklararası uçurum dönemi olarak tanımlanmaktadır. François Dubet tam da bu

noktada, Mead’ın bu üçlü gençlik okumasına bir yorum katarak; her üç sosyalleşme sürecinin de aynı anda görülebildiği bir toplumsal yapıyı tanımlama çabasında bulunmaktadır. Dubet’e göre gençler eski bir dünyaya doğdukları için postfigüratif, yetişkinlerden ve akranlarında etkilendikleri için kofigüratif ve son olarak “yeni dünya”ya ayak uyduramayan yetişkinlerden bağımsızlaşarak daha çok arkadaşları üzerinden sosyalleştikleri için de prefigüratif bir toplumun üyesidirler (Lüküslü, 2005: 69-72).

Bu tanımlama çabalarından hareketle sosyoloji kuramlarının gençlik konusunu nasıl ele aldığına dair bir takım çıkarımlar yapılması, konunun anlaşılmasında yardımcı olacaktır. Sosyoloji kuramlarının gençlik konusuna yaklaşımları ve tanımlamalarında birtakım farklılıklar bulunmaktadır. En genel anlamda gençliğin toplum içerisinde konumlanışı ve nasıl bir anlam ifade ettiği üzerinde yapılan yorumlar her kuramın meseleye farklı açılardan yaklaşmasıyla büyük bir değişkenlik arz etmektedir. İlk olarak yapısal fonksiyonalist kuramın gençlik tanımına göz atıldığında, gencin toplumda var olan yetişkin rollerini kazanma sürecinde bulunan bir geçiş dönemi insanı olarak tanımlandığına şahit olunmaktadır. Bu açıdan genç toplumsal yapıda içkin bulunan sosyo-kültürel eğilimlerin taşıyıcısı, uygulayıcısı ve sürdürücüsü rolünü yerine getiren bir geçiş dönemi insanıdır. Genç, bu yeni rolü üstlenirken toplumun tüm fertleriyle, özellikle de yetişkinlerle daha aktif bir ilişkiye geçecek, bu süreçte yetişkin ile genç arasında önemli bir toplumsal etkileşim yaşanacaktır. Yapısal fonksiyonalistler, genç ile yetişkin insan arasında sürecek olan ilişkinin sağlıklı işleyebilmesi için, özellikle yetişkinlerin gençlerin toplumsal statülerini kazanma sürecinde işbirliğine açık ve anlayışlı bir yaklaşım geliştirmelerinin önemini vurgulamaktadır. Bu süreçte gencin toplumu algılaması kadar, toplum tarafından özellikle de yetişkinler tarafından gençlik döneminin nasıl algılandığı sorusu da kuramın üzerinde durduğu konulardandır. Gençlik dönemi bir geçiş dönemi olması nedeniyle, geçiş döneminde bir insandan beklenebilecek tüm aşırılıklar ve farklılıklar genç insanda da aynı oranda görülebilecektir. Bu durum ise gencin toplumla bütünleşmesi konusunda birtakım zorlukların yaşanabileceğinin bir işaretidir. Yapısal fonksiyonalistler bundan dolayı genç insanın toplumla bütünleşmesi süreciyle de yakından ilgilenmişlerdir. Kuramcılar, toplumla bütünleşemeyen gençliğin topluma yabancılaşması, daha sonrasında ise bu durumun bir kuşak farklılaşmasına dönüşmesine dikkat çekmişlerdir. Yapısal fonksiyonalistler bu farklılaşmanın temelinde ise yaş temelli bir toplumsal rol ayrımının mevcut olduğunu, gençlerin kendilerine verilmeyen toplumsal statüleri için yetişkinlerle sorun yaşadıklarını kabul etmişlerdir. Gençlerin statü kazanma ve rol üstlenme çabaları ise kaçınılmaz bir çatışmayı, kuşak çatışmasını meydana getirmektedir. Kuşak çatışması yapısal fonksiyonalistlere göre yaş temelli bir sorundur; bu sorun kuşaklar arasındaki farklı zevk anlayışlarının-tarzlarının çatışmasına, neticede ise kuşaklar arası bir değer ve norm uyuşmazlığı-çatışmasına dönüşmektedir (Burcu, 1998: 125-126; Tezcan, 1991: 26).

Burada yapısal fonksiyonalist gençlik kuramının şekillenmesinde önemli bir yeri olan Coleman’a da değinilmesi gerekmektedir. Coleman, endüstri toplumlarında yaşanan toplumsal değişmelere paralel olarak gençliğin sosyal tanımında da değişmeler yaşandığını kabul etmektedir. Coleman, âdeta Mead’ın kofigüratif olarak tanımladığı toplum tipine yakın bir tanımlamayla, ebeveyn ile genç arasında yaşanan değişmeyi tanımlayarak durumu izah etmektedir. Ona göre, ebeveynlerin gençler üzerinde geleneksel olarak devam eden öğretici rollerinde ve kendi becerilerini aktarıcı modellerinde önemli değişiklikler yaşanmaktadır. Artık yetişkinler kendi düşledikleri gibi bir genç yetiştirememektedir ve gençlerin sosyalleşme zeminlerinde yaşanan farklılaşmalar sebebiyle akran gruplarının gencin üzerindeki etkisi hızla artmaktadır. Endüstrileşme süreci ile ebeveyn-genç arasındaki ilişkinin ilk değişimi, okullaşma süreci ile başlamış ve aile ile genç nesil arasında okulun sosyalleştirici etkisi ile öğretmenlerin gençler için rol-model olması paralel etkiler yaratmıştır. Yeni dönemde ise Coleman’ın da dikkat çektiği gibi, hem ailenin hem de öğretmenlerin sosyalleştirici rolleri azalmış, bunun yerine akran ilişkilerinin belirleyici bir etkinliği oluşmuştur. Dolayısıyla Coleman, hem üniversiteliler üzerinde yapmış olduğu pek çok araştırmadan hareketle hem de gencin sosyalleşmesi sürecinde yaşanan değişime dayanarak artık bağımsız bir ‘genç toplumu’ndan bahseder hâle gelmiştir (Burcu, 1998: 130).

Sosyoloji kuramlarının gençliğe yaklaşımları bağlamında ele alınması gereken diğer bir yaklaşım da Sembolik Etkileşimci Kuram’dır. Sembolik Etkileşimci Kuram’a göre gençlik dönemi, bir kişilik gelişmesi sürecini ifade etmektedir. Kuramın, temelde bireye yapmış olduğu vurgu, gencin sosyalleşme sürecinde de kendisini göstermektedir. Gencin kişiliğinin gelişmesi sürecinde kültürün ve toplumsal rolün, gencin davranış ve duygularının gelişmesinde önemli bir rolü söz konusudur. Kuram, gencin toplumun arzu ettiği ve kabul gördüğü davranışları yapmak suretiyle ödüllendirilerek olgunlaştığını düşünmekte, toplumsal kabullere aykırı davranışların ise sosyalleşme sürecinde cezalandırma ile neticelendiğine dikkat çekmektedir. Orta sınıf ve alt sınıf gençlerinin sosyalleşme süreçlerinde de gözle görülür farklılıklar bulunduğuna dikkat çeken kuramcılar, orta sınıf gençlerinin daha ziyade saygınlık, sosyal pozisyon, başarı, kariyer ve ahlak odaklı bir kültürel beklentiyi öncelediklerini; alt sınıf gençlerin ise daha ziyade geçici ve kısa vadeli zevkler peşinde koştuklarını vurgulamaktadırlar. En genel ifadesiyle Sembolik Etkileşimciler, toplumsal ilişkilerde yetişkinlerin ne

söylediklerinden ziyade gencin kişiliğine ve davranışına yön verecek davranışları ve bu süreçte yetişkinlerin ne gibi rol modeller geliştirdikleri üzerine yoğunlaşmaktadırlar (Burcu, 1998: 124-125).

Son olarak ele alacağımız Çatışmacı Kuram ise gençlik konusunu işçi gençler ve genç emeği üzerinden bir okumaya tabi tutmaktadır. Örneğin Marx, gencin davranışları üzerinde, sahip olduğu mesleğin ve içinde bulunduğu sosyal sınıfın belirleyici olduğunu kabul etmektedir. Genç insan, içerisinde yaşadığı sosyal sınıfın, kültür havzasının, çalışma koşullarının ve bağlı bulunduğu ya da kendisini ait hissettiği sosyal organizasyonların etkisine açıktır ve gencin davranışları tüm bu süreçlerden azami ölçüde etkilenmektedir. Aynı şekilde, endüstri toplumlarında yaşanan hızlı toplumsal değişme, birtakım sosyal sorunlara sebep olmakta ve bu süreç gencin de bazı toplumsal sorunlarla karşılaşması ile neticelenmektedir. Bu durumda yetişkinler ile gençler arasında yaşanan sorunlar derinleşmekte, süreç kaçınılmaz olarak kuşak çatışmasına dönüşmektedir. Neticede ise genç insanın eylemlerinde birtakım sapkın davranışlar oluşmakta, bu durum genci toplumsal ilişkilerde güven eksikliği ve amaç belirleyememe gibi birtakım olumsuz sonuçlara doğru sürüklemektedir (Burcu, 1998: 123).

Bahsi geçen kuramsal yaklaşımlara ilave olarak özellikle iki sosyoloğun da gençlik konusuna yaklaşımlarını burada özetlememiz uygun olacaktır. Bu sosyologlardan ilki olan Parsons, gencin kişilik gelişim sürecinin toplumsal sisteme bağlı bir şekilde geliştiğini, sosyal sistem içinde bizzat sistemi üreten üyelerin tamamının genç insandan bazı toplumsal rolleri gerçekleştirmesi gerektiği yönünde beklenti içerisinde olduklarını söylemektedir. Gençlerin sosyal sistemle bütünleşmesi süreci, kendilerinden beklenilen rolleri yerine getirebilmelerine ve toplumun tüm üyelerinin tutumlarına bağlı olarak şekillenecektir. Parsons’a göre gençlik değerleri yararlılık düzeyine göre değil toplumda etkili olma durumuna göre değerlendirilmelidir. Aynı zamanda Parsons, gençlerin sosyalleşmelerinde okulların önemli bir görev üstlendiğine değinmektedir. Ona göre okullar, hem toplum kültürünü gençlere öğretmek ve benimsetmek için birer araçtır hem de gençlerin toplum içerisinde yeteneklerine ve ilgililerine göre kendilerini konumlandırmalarına yardımcı olan bir sosyalleştirme vasıtasıdır. Gençlikle alakalı olarak Parsons’ın bir başka yaklaşımı da gençliğin “güvenlik supabı” mekânizması