• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ZEMİN

1.2. Altkültür Kavramı ve Tartışmalar

İkinci Dünya Savaşı sonrası, altkültür kavramı etrafında sosyolojik tartışmaların başladığı dönem olarak önümüze çıkmaktadır. Sosyoloji literatüründe altkültür kavramı 1947 yılında McLung Lee ve M. Gordon31 tarafından ilk kez kullanılmıştır. İki sosyolog bu kavramı ulusal kültürün bir alt uygulaması şeklinde kullanmışlardır (Brake, 1980: 5; Livesey, 2007: 2). Bu dönemdeki çalışmalar daha ziyade Chicago Okulu32 tarafından yürütülmekteydi. Fakat kavramın esaslı çerçevesi 1970’li ve 80’li yıllarda Birmingham Üniversitesi bünyesinde kurulan Centre for Contemporary Cultural Studies'in araştırmaları sayesinde belirlenmiş; gençlik, tarz ve müzik arasındaki ilişki genellikle altkültür teorisi üzerinden bu araştırmalar neticesinde okunur hâle gelmiştir. 1990’lardan sonra ise postmodernist teorisyenler, altkültür kavramının hakim kültüre karşı sınıfsal bir karşıtlığı temsil etmekten ziyade postmodern dönemin her şeyi kitleselleştirdiği ve tüketime sunduğu gerçekliğinden hareketle, gençliğin kültürle olan ilişkisinin geçici ve kaygan zeminlerde gerçekleştiğine vurgu yapmaya başlamışlardır. Andy Bennett’in (1999), Michel Maffesoli'nin kabile kavramı üzerinden altkültür

31Gordon altkültürü şöyle tanımlayacaktır: ‘Ulusal kültür içerisinde; sınıf, etnik köken, bölge ve kırsal bölge veya kent sakinliği, dini inanç gibi öğelere ayrılabilen toplumsal koşulların birleşiminden oluşan, ama bir araya geldiklerinde o kültürdeki birey üzerinde bütüncül bir etkisi olan işlevsel bir bütün oluşturan bir alt bölüm’ (Karaaslan, 2008: 5).

32Stahl’a göre (1999) Dick Hebdige, A. Cohen, S. J. Hall ve J. Clarke'ın altkültür teorileri işlevselci anomi teorisine dayanmakta ve Chicago Okulunu kaynak göstermektedir. Bu yazarların geneline göre sapkınlık olarak kabul edilen altkültür, yapısal sorunlara karşı üretilen refere etmek bir çözümdür (Stahl, http://www.rochester.edu/in_visible_culture/issue2/stahl.htm, 1999).

gruplarının geçici olarak kurulmuş ortaklıklar olduğunu iddia etmesi böylesi bir sürecin ürünü olarak karşımızda durmaktadır (Bennett, 1999: 599-617; Jensen, 2011: 1-31). Altkültür kavramının zaman içerisinde geçirmiş olduğu değişimler göz önüne alındığında, kavram hakkında pek çok farklı tanımlama ve açıklamanın varlığından söz edelebilecektir. Bazı sosyologlarca altkültür; dil, gelenek, değerler ve birtakım sosyal normlar açısından içinde yaşadıkları toplumun hayat pratiklerinden farklılaşan ve ayrışan bir grupsal yaşam biçim olarak kabul edilmektedir. Bu temelde meseleye yaklaştığımızda altkültür grubu toplumla ortak dil ve iktisadi birliktelikleri sürdürebilen, bununla beraber içinde yaşadığı toplumsal kültürden ve anlayıştan, en az bir ya da birden fazla kültürel tavır alışla farklılaşmaya yönelen bir grup özelliği göstermektedir. Bir başka yaklaşım biçiminde ise altkültür, gençlik altkültürleri üzerinden değerlendirilmek suretiyle içinde yaşanılan dönemin sosyo-ekonomik ve kültürel getirilerinden etkilenen ve bu sayede daha geniş anlamıyla tüm gençliği etkisi altına alabilen bir kavram olarak tartışılmaktadır (Kızılçelik ve Erjem, 1992: 25-26; Doğan, 1993: 107-129). Giddens ise gençlik altkültürü ile gençlerin yetişkin toplumdan farklı olarak; özel değerler, standartlar, beklentiler ve davranış örüntülerine katılımlarının sağlandığına ve bunlarla sosyalleştiklerine dikkat çekmekte, aynı zamanda bu durumun iki yaş kategorisi (gençlik-yetişkinlik) arasındaki uçuruma ve nesiller arası savaşa karşılık geldiğini düşünmektedir (Giddens, 1995: 135).

Bu tanımlamaların dışında toplum tarafından kimi zaman suça bulaşmış ve suçla anılan gruplar altkültür olarak kabul edilebilirken, kimi zaman ise giyinişleri ve dinledikleri müzikler ile toplumdan farklılaşan gençler bu tanımlamanın muhatabı hâline dönüşmekte, bazen de -örneğin Amerikan toplumunda- geleneksel hayatlarını sürdürmeye ve modernleşme karşıtı bir tutum ile yaşamaya devam eden Amishler (Haviland, 2008: 68-70) benzeri farklı dar sosyal grupları tanımlamak için altkültür kavramı kullanılabilmektedir. Fakat potansiyel olarak altkültür kavramı modern toplumlarda her toplumsal grup için kullanılabilecek, her biri kendi değer ve beğeni sistemine sahip farklı grupların tanımlanmasında başvurulabilecek bir kavramsal kategoriyi de temsil etmektedir (Abercrombie, Hill ve Turner, 2006: 384). Bu sayede altkültürleşme,33 modernleşme süreçlerinin toplumlara yaşatmış olduğu derin hayal

kırıklıklarının, maddi yoksunlukların, toplum içerisindeki bireysel başarısızlıkların, toplumsal konumu itibarıyla dezavantajlı bir pozisyona bürünmüş olanların çaresizliklerinin bir çıkış yolu olarak hakim kültürden uzaklaşma sürecine dönüşmektedir. Toplum içerisinde bu nev’i bireylerin ya da dinî, etnik, siyasi grupların böylesi süreçlerin mağduru haline dönüşmesi kolektif bir çözümün aranmasına, kaçınılmaz bir birlikteliğin doğmasına ve toplumsal işleyişten bağımsız ve fakat topluma yönelik bir çabanın gelişmesine sebep olmaktadır (Marshall, 1999: 16-17). Aynı zamanda bu durum, yani gençlerin altkültür grupları olarak kendilerini ifade ediş biçimleri, onların gerçekte ne olduğunu değil; ne olmak istediğini, ne olmak istemediğini ve ne olmayı başaramadığını işaret eder bir tarzda biçimlenmektedir (Liogier, 2005: 25-41). Dolayısıyla sosyolojinin konusu hâline dönüşen gençlik çalışmaları, suç sosyolojisi, yeni toplumsal hareketler, etnisite ve din konuları altkültür çalışmalarının sosyolojik zeminini de oluşturmaktadır (Bahar, 2008: 59).

Altkültür kavramı genelde toplumsal anlamda alt sınıfları ve düşük statülü bireyleri (“mavi yakalılar”), sapkın davranışlar sergileyen madde bağımlıları ve suçluları, toplumda farklı olarak algılanan gençlik gruplarını tanımlamak maksadıyla kullanılmaktadır. Bu yaklaşım biçiminin temelinde toplumsal kabul görmüş ve yaygın bir şekilde uygulanagelen kültürel yaklaşımların ve hayat tarzlarının “büyük kültür” ya da “ana-baskın kültür” olarak görülmesi; bu yapının dışında kalan her türlü kültürel formun ise altkültür olarak değerlendirerek kategorize edilmesi gerçeği ile karşılaşmaktayız (Journet, 2009: 308-309). Altkültür kavramı etrafında yapılan tanımlamalardaki, bir ana kültür içerisinde çeşitli kültürel, dinî ya da etnik farklılaşmalara dayalı olarak ortaya çıktığı kabul edilen bu yaklaşımlar, en temelde 19. yüzyılla birlikte toplumların kaderlerinin ulus devlet çizgisi ile yeniden belirlendiğine dair oluşan siyasal ve düşünsel kabul edişlerin bir yansıması olarak belirmektedir (Emiroğlu ve Aydın, 2003: 38). Bu durum kaçınılmaz olarak hiyerarşik bir kültürel

'Fischer'a göre altkültürleşme şehirleşmenin bir sonucudur. Fischer topluluk ile şehirleşme arasında bir bağlantı kurar, şöyle ki, kentsel bölgelerdeki geniş heterojen nüfus yoğunlaşması, insanlar arası bağı, öncelikli toplumsal yapıları ve belirli konsensüsleri zayıflatmaktadır. Böylece nüfustaki sürekli devinim, yabancılaşma, organize olamama, sapkın davranışlar ve anomik sonuçlar doğuracak yapısal ve kompleks farklılıklar kaçınılmaz olmaktadır. Liebow ise bu noktada, daha çok getto bölgelerdeki bu tarz davranışları sergileyenlerin işsizler ve özellikle genç işsizler arasında yaygınlık kazandığını ve bu grupların altkültürlerde kendini ifade etme yoluna başvurduğunu hatırlatmaktadır (Brake, 1980: 10).

yaklaşım biçiminin belirmesine, toplumsal kabullerin dışında kalan diğer tüm kültürel alışkanlıkların ise kimi zaman dışlanmasına, ötekileştirilmesine en azından düşük kültür formu olarak kabul edilmesine neden olabilmektedir.

Antropoloji, ulus-devletlerin kendi tarihlerini yeniden yazması, bir anlamda üretmesi sürecine dikkat çekerken geçmiş kültürleri, uluslaştırma veya ulus dışı sayma gibi bir yaklaşımı benimsediklerine vurgu yapmaktadır. Ana kültürün belirlenmesi sürecinde ideolojik vaziyet alışların öne çıkması ve ulusun menfaatlerinin dışında kalan unsurların siyasal otorite tarafından belirlenir hâle gelmesi, altkültür yaklaşımlarının en belirgin tartışma alanlarından birisi olarak ortaya çıkmaktadır.

Gençlik altkültür gruplarının baskın kültürden sapmayı temsil eden davranış kalıplarını değiştirebilmek, değilse topluma uyumlu hâle getirebilmek, 20. yüzyıl boyunca sürekli istenen ve uygulanmaya çalışılan bir yöntem olagelmiştir. Genelde bu süreç 1950’lerden sonra başlayıp günümüze kadar gelen pek çok altkültür grubu için aynı şekilde cereyan etmiştir. Öncelikle topluma bu “garip” giyinişli ve tavırlı gençlerin aslında “bizim de çocuğumuz” olabileceği, dolayısıyla çok da yadırgamamamız gerektiği telkin edilmekte, sonrasında gençlerin kullanmış olduğu aksesuarların çoğu kitle üretim malzemesi hâline dönüştürülmekte ve son olarak da “sapkın” davranışlar baskın-ana kültürün üreticileri ve kollayıcıları tarafından yeniden tanımlanmakta âdeta yeni bir etiket ile toplumsal yapıya uyumlu bir hâle kavuşturulmaktadır.34 Apaçi gençliğin saç tarzının, kıyafet anlayışının kıyasıya eleştirilmesi fakat bir süre sonra eleştiren gruplar tarafından tarz olarak benimsenmesi, apaçi müziği ve dans biçimleriyle dalga geçilmesi ve fakat yine dalga geçen toplumsal kesimler tarafından farklı şekillerde taklit edilip-üretiliyor olması aslında hem altkültür gruplarının kültürü dönüştürücü etkisini göstermekte hem de apaçiliğe karşı geliştirilen ötekileştirici dilin niteliği hakkında bize ipuçları vermektedir.

34Cléret ve Remy bir altkültür tarzının oluşumunda 5 aşamanın varlığına dikkat çekmektedir: 1) Devşirme ve oluşturma: Hiçbir tarz, sıfırdan yaratılmaz, hep var olan kültürel nesne ve imgelerin farklı yorumlanır, eklemlenişi ve biçim değişimiyle oluşturulur. Gençlik grubu, kendi kimliğini oluşturmak için mevcut simgesel düzenden unsurlar devşirir. 2) Uyum ve otantiklik: Tarz, altkültür nesnelerini ve grup üyelerini tutarlı bir biçimde birbiriyle ilişkilendirir ve otantiklik iddiasını güçlendirir. 3) Yayılma ve parçalanma: Tarz, yayılır ve kendi bağlamından kopar. Bir yandan yeni bağlamı farklı alıcılar bulabilirken diğer yandan hakim kültür tarafından fark edilir ve baskılanmak için damgalanır. 4) Alımlanma ve pazarlanma: Tarz, o kadar yayılır ki müzik endüstrisinin ve piyasanın ilgisini çeker ve giyim kuşam boyutuyla beraber bir bütün olarak pazarlanmaya başlar. Medyada yer alır. 5) Banalleşme: Gerek medya gerek internet üzerinden artık banalleşir ve altkültür tarzları piyasasında yerleşik bir yere sahip olur. Başlangıçtaki çıkış noktasını ve simgesel direniş tavrını kaybederek gençlerin rağbeti seyrelir ve sadece bağımlı sempatizanları icra eder (Cléret ve Eric, 2010: 55).

Literatürde gençlik altkültürü ile gençlik kültürü kavramlarının kimi zaman benzer manaları içerecek şekilde kullanıldığına kimi zaman ise farklı tanımlamalara karşılık gelecek bir tarzda kullanıldığına tanık olunmaktadır. Her iki kullanım arasında bir ayrımdan söz edilecekse bu genellikle gençlik kültürünün, toplumda var olan gençlerinin genel kültürel eğilimlerini tanımlamak maksadıyla kullanılması ile farklılaştığı; gençlik altkültürünün ise geniş anlamda gençlik kültürünün altında bir ayrışmaya karşılık gelebildiği şeklinde ifade edilebilir.35 Gençlik altkültürü olarak adlandırabilecek bir tanımlamanın oluşabilmesi için üç özelliğin (Abercrombie, Hill ve Turner, 2006: 435; Eisenstadt, 2007: 51) belirgin bir şekilde bahsi geçen grupta bulunması gerekmektedir: İlk olarak gençlik altkültürü bir boş zaman kültürüdür. Bu boş zaman modern dönemde eğitim süresinin uzaması ile doğrudan ilişkili bir seyir takip etmektedir. İster eğitim sürecine devam etsin, isterse belirli bir süre sonra bu süreçten kopup ayrılsın, gençler hem okurken hem de okuldan ayrıldıktan sonra yaygın ve uzun süreli işsizlik süreçlerinde yeteri kadar boş zaman sahibi olabilmekte, hatta bu durum “başıboş” gençlik tanımlamasına zemin hazırlayacak bir şekilde gelişmektedir. İkinci olarak bir gençlik altkültürü grubundan söz edebilmesi için akran ilişkilerinin, sosyalleşme ve topluma katılım süreçlerinde asıl belirleyici unsur olarak belirmesi gerekmektedir. Bu durum aynı zamanda Mead’ın (1970: 1-2) tanımlamasında anlam bulan kofigüratif toplum yapısına işaret etmektedir ki; ebeveynin genç üzerindeki etkisinin kademeli olarak azaldığı ve özellikle akran gruplarının gencin yetişmesinde belirleyici bir role büründüğü bir sosyal zemine denk gelmektedir. Son olarak bir gençlik altkültüründen söz edebilmemiz için dil kullanımlarından, giyim kuşam alışkanlıklarına, müzik tercihlerinden bedenin görünür kılınma şekillerine değin pek çok bileşenin özenli bir biçimde kurgulanıyor olmasıdır.

Bu üç ana bileşen üzerinden apaçi gençliğin bir altkültür grubu olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunda şu noktanın altı çizilmelidir: Apaçi gençlik olarak tanımlanan gençlik grubu, her ne kadar kendilerini bu adla adlandırmasalar da, gerek

35Chris bu tarz farklı kullanımların daha net bir ayrımını şöylece özetlemektedir: “Gençlik kültürü ile gençlik altkültürü arasındaki farklılık konusunda iki temel ayrım vardır. Gençlik kültürü teorileri gençleri geniş, farklılaşmayan topluluklar olarak ele alır; burada kişiler etraflarında kendilerini çevreleyen belirgin durumlara benzer tepkiler verirler. Diğer taraftan gençlik altkültürü teorileri gençliğin spesifik bir sosyal kategori olduğunu kabul etmekle beraber gençliği grup grup ele alarak bunların üzerine yoğunlaşırlar. Yani, tüm genç insanlar toplumdaki pozisyonlarına göre belli özellik ve karakteristikleri paylaşmalarına rağmen, biz grupların farklı davranışlarını belli sosyal perspektiflere göre (sınıf, etnisite, cinsiyet, bölge) ayırabiliriz” (Livesey, 2007: 10).

boş zaman ile kurdukları ilişki çerçevesinde gerek akran ilişkileri üzerinden kendilerini var ve anlamlı kılma çabalarında ve gerekse de kendilerine ait giyiniş, dil kullanımı ve müzik kültürü oluşturmaları ile bir alt kültür özelliği taşımaktadırlar. Bu açıdan belki de Türkiye’ye has olarak farklı bir altkültür kavramsallaştırmasına gidilmeli ve altkültür

iddiası olmayan bir altkültür örnekliği ile durumu izah etmenin yerinde olacağı

düşünülmektedir. Fakat yine de altkültür olmanın temel vasıflarından biri olarak beliren, bu grupların mevcut düzene ve kültüre karşı yürütmüş olduğu muhalif yaklaşımın, apaçilik özelinde yoksulluğa, göçle gelmişliğe, işsizliğe, eğitimsizliğe ve sosyal dışlanmaya karşı farklı bir var olabilme çabası olarak üretildiği fark edilmektedir. Nihayetinde muhalifinin dilinden, bedeninde, müziğinden ve giyinişinden imitasyona bir çeşit kültürel kopyalamaya başvurmak suretiyle, bir muhalif kabullendirme ve var olabilme pratiği üretilmektedir. Bu noktada “punk”larda, “gotikler”de ya da “teddy boy”larda giyim kuşamın, müziğin ve konuşma biçimlerinin muhalif temsiliyeti içerisinde barındıran yapısına karşın, günümüz gençlik altkültürlerinde daha özelde apaçi gençlikte tüm bu farklılık unsurları simgesel bir direnişin ötesinde tüketim kültürünün36 birer enstrümanı hâline dönüşmektedir (Abercrombie ve diğerleri, 2006: 435). Bu sayede Cohen’in altını çizdiği durum gerçekleşecek ve işçi sınıfı ya da göçmen gençlerin toplumsal planda yaşamakta oldukları statü tıkanmalarının ve toplumsal dışlanmışlıklarının bir nebzede nebze önüne geçilmeye çalışılacak, kendilerini ifade etmeye dayanan ve haz kültürü ile beslenen bir çıkış yolunun imkânları zorlanacaktır (1955: 17).

Burada apaçi gençliğin kendi içerisinde; müzik beğenilerinden, kıyafet tercihlerine, kullanılan aksesuarlardaki renk seçimlerine, eğlenme ve dans etme anlayışlarına, kimi zaman eğitim durumlarında ve iş hayatında bulunuşlarına göre bireysel anlamda çok farklı toplumsal gerçeklikleri temsil ettikleri hatırlatılmalıdır. Nitekim bu durum Bennett’in altını çizdiği ve geleneksel anlamda bütüncül ve uyumlu bir altkültür

36Konyar yaşanan süreci şöyle özetlemektedir: “Gençlik altkültürleri muhalif karakterleri ve kendilerine özgü stilleri ile orta sınıf gençlik kitlesinin tüketmeyi çok fazla istediği kültürel biçimlerdir. Ancak medya tarafından da hızla dönüştürülüp kitlesel tüketime sunulan bir kültürdür. Bu denli hızla dönüştürülmeleri alt kültürlerin artık suni/yapay olarak oluşturulmalarına, hızlı ve çok fazla tüketilme talebinin olması nedeniyle de sadece gençlik kitlesinin değil orta sınıf kitlenin büyük bir kesiminin tükettiği kültür haline dönüşmesine neden olmuştur. Medya tarafından popüler kültüre dönüştürüldüklerinde ise, muhalifliklerini kaybetmiş sadece beden kültürü halinde, gençlik imajı olarak, stilistik özelliklerin ön plana çıkarıldığı, eğlence ve hazzın sembolü haline getirilmişlerdir.” (Konyar, 2008: 55-76).

yapısından ziyade, değişken sınırların, temsiliyetlerin ve vaziyet alışların hayat bulduğu hareketli ve geçişken bir bağlılığa denk düşmektedir (1999: 599-617).

II. Dünya Savaşı sonrası dönem Avrupa için her açıdan olduğu gibi toplumsal ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi, özellikle savaş döneminin esaslı mağduru olarak beliren gençliğin konumunun yeniden belirlenmesi açısından da önemli bir sürece denk gelmektedir. 1960’larda II. Dünya Savaşı Avrupası’nda yeni bir kültür formu olarak belirmeye başlayan “Pop Kültür”ün büyük oranda gençlik üzerinden toplumsal yaygınlık kazanmaya başlaması, âdeta dünya tarihinde ilk kez gençlik döneminin ekonomik değeri yüksek bir pazar hâline dönüşmesine zemin hazırlamıştır. Nitekim gençlik kültürü (youth culture) bu dönemde gündeme gelmekte ve pop kültürü ile paralel bir seyir izleyerek gelişmekte; ekonomik etkinliğin belirgin biçimde hissedildiği bir kültürel form olabilme dahası dans etmenin, farklı tarzlarda giyinmenin, dışarıda yeme-içme ve kafeye gitme alışkanlıklarının belirmesinin ve tarihsel olarak eşine az rastlanır bir değişim seyrini ifade edercesine ebeveyn kültürün farklılaşarak yeni bir gençlik altkültürünün doğuşuna tanık olunmuştur (Lemonnier, 2009: 303-311). Yaşanan tüm bu süreçler içerisinde gençlik altkültürleri bir bir ortaya çıkmaya başlamış ve belki de bu anlamda en belirgin gençlik altkültür grubu prototipi sayılabilecek “punk”çılar, tüm dünya gençliğine yepyeni bir model sunarcasına gündeme oturmuşlardır. Bu açıdan punk altkültürü diğer gençlik altkültürlerini derinlemesine etkilemesi yönüyle incelemeye değer bir grup özelliği taşımaktadır.

Punk gençlik altkültürü, II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın alt üst olmuş toplumsal yapısında, içerisinde pek çok farklı kültürel ve tarihsel dönemin izleri taşıyan farklı gençlik altkültürleri bir havuzda toplamayı başarmış bir özelliğe sahiptir. Punk gençliği37 en temel anlamıyla sistem karşıtlığı ve baskın toplumsal kültüre muhalif

37Türkiye’deki punk altkültür grubu hakkında akademik alanda tek çalışma olma özelliğine sahip olan “Türkiye’de 1980 Sonrasında Bir Altkültür Grubu Olarak Punk’ın Oluşumu”nda yazar kendisini punkçı olarak tanımlayan on gençle yaptığı derinlemesine çalışmada, Türkiye’de altkültür grupları arasında toplumsal ve siyasal bir duruşu içerisinde barındıran punkçıların genelde orta ya da orta-üst sınıfa mensup olduklarına dikkat çekmektedir. Görüşme yapılan gençlerden birine göre Türkiye’de gençlik altkültürleri içerisinde punkın yeri ve konumu şöylece dile getirilmektedir: “Tikiler pop filan dinliyor. Daha salaş olanlar rock-metal filan dinliyor. Hem salaş hem de entelektüel olanlar caz, blues, klasik müzik de dinliyor rock ve metale ek olarak. Varoşlardan arabeskler, apaçiler, rapçiler çıkıyor. Öfkeli orta sınıf gençlikten punk çıkıyor. Ama emin olduğum bir şey var, Türk Sanat Müziği artık dinlenmiyor. Önceden rock müzik dinleyenler, punkla tanıştıktan sonra rockçılarla dalga geçiyorlar artık. Punk ciddi şeylerle ilgileniyor çünkü. Duygusal durumlarla değil. Benim tanıdığım punklar hep orta sınıf. Punkı özenme sebebiyle dinleyen insanlar da var. Özellikle emolar filan. Ama şöyle bir şey var, özentilik bu müziği dinlemeye başlaman için bir vesile olabilir, ancak bu müziği dinlemeye devam etmek için yeterli değil. Bir punk modasıdır aldı

yapısıyla tanımlanabilecektir. Bu altkültür grubu içerisinde deri ceketlerden, sivri uçlu ayakkabılara, dazlak saç traşlarından, dar pantolonlara, çengelli iğnelere, mandallara ve bandajlara değin pek çok farklı aksesuar kendisine yer bulmakta, ayrıca köle kıyafetleri, zincirler, deriler ve benzeri sadomazoşist giysiler yeni anlamlar kazanmaktadır (Pektaş, 2006: 164). Gençlik altkültürleri içerisinde özellikle İngiltere’de bu kadar geniş katılımlı bir gençlik konsensüsünün oluşmasına zemin hazırlayan asıl tetikleyici gücün, özellikle 1950’lerden sonra İngiltere’nin neredeyse her bölgesine özellikle de sanayi kentlerine doğru hızlanan göçmen akışının ve toplum içerisindeki siyahi nüfusun artışının olduğu fark edilmektedir (Hebdige, 2004: 77). Cohen, Londra örneği üzerinden gençlik altkültürlerinin ortaya çıkışı ile alakalı şöyle bir tarihsel-toplumsal süreçten bahsetmektedir: 20. yüzyılın başlarında Londra’da nüfus artışı hızla gelişmekte, iş göçü merkezli yeni yerleşmeler kentin yoksul mahallelerinde kendine yer bulmaktadır. Geleneksel işçi aileleri bu göç dalgasından önemli ölçüde etkileniyor, bu durum işçi ailelerinin birbirinden kopup uzaklaşmasına sebep oluyor. Göçle beraber daralan iş piyasası mavi-yakalı işçilerin eski işlerini yitirmesine ve daha düşük işlerde kendilerine yer bulabilmelerine neden oluyor. Bu durum kaçınılmaz olarak babalarının çalıştığı işlerin benzerlerini dahi bulamayan yaygın bir genç sınıf işsizliğini tetikliyor. Bir yandan işçi aileleri arasındaki birlikteliğin dağılması, komşuluk ilişkilerinin zorunlu iş