• Sonuç bulunamadı

Gelecek için Perspektifler: Yaşam Boyu Öğrenme ve Herkes için Eğitim

Sunucu: Fulin Arıkan

Değerli Konuklar, günün son oturumuna geldi sıra. Dördüncü oturumumuzu yine Profesör Doktor Aybar Ertepınar yönetecekler. Konuşmacı olarak, Slovenya eski Milli Eğitim Bakanı Ljubljana Üniversitesi’nden Profesör Doktor Pavel Zgaga ve Ankara Üniversitesi Çankırı Meslek Yüksekokulu’ndan Profesör Doktor Sabahattin Balcı katılıyorlar. Ben Sayın oturum başkanımızı bir kez daha tanıtmayacağım. Sadece müsaadenizle Giresun- Şebinkarahisarlı olduğunuzun altını çizerek sözü size bırakıyorum.

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Aybar Ertepınar, Yükseköğretim Kurulu Eski Başkan Vekili

Çok teşekkür ederim. Bu oturumun konusu yaşam boyu öğrenme ve herkes için eğitim. Gelecek Perspektifleri ana başlığı altında. Yaşam boyu öğrenme ve herkes için eğitim, en azından ben yüksek öğretim düzeyi için söyleyebilirim, Türkiye’nin zayıf karnıdır. İki açıdan zayıf karnıdır. Birisi, uzun süre de böyle devam edeceğini sanıyorum, bir yükseköğretim kurumuna başvuru koşulunu sağlamak için, formal eğitim dışında herhangi bir bilgi birikimini kabul etmiyoruz. Ha, buna diyebilirsiniz ki; çok fazla sorun değil, zaten bir buçuk milyonun üstünde kişi başvuruyor, şu kadar kişi giriyor. Ama bizim informal ve non-formal öğrenimle ilgili edinilen bilgileri bir derece üste kazandırmamız şu anda mümkün değil. Diğeri de, lisans düzeyinde başka türlü edinilen bilgileri biz henüz programımızda formal bir dersin yerine saydıracak durumda değiliz. Ama lisans üstünde bu çalışmalar başladı. Yani, uygulamalar başladı.

Sayın Zgaga, Sayın Sabahattin Hocam konuşma süreleriniz yarımşar saat. Değerli dostum Profesör Zgaga, kendileri, Bolonya izleme sürecinde tanıdım, benim için büyük bir onur, konuşmacı olduğu bu panelde oturum başkanlığı yapmak. Özgeçmişleri, Eğitim Bakanlığı yapmışlardır Slovenya’da. Bunun dışında Ljubljana Üniversitesi’nde Eğitim Fakültesi’nde dekanlık görevi yapmıştır. Yüksek Öğretim’den Sorumlu Devlet Bakanlığı ve Eğitim ve Spor Bakanlığı. Ve ben tanıdığım zaman, sanıyorum 2002 yılıydı, Pavel, Bolonya izleme sürecinde, Bakanlar düzeyindeki Prag toplantısından sonra Berlin’e hazırlanan raporun raportörü olarak göreve başlamıştı ve Pavel’i orada iki yıl boyunca zorlu bir süreçte tanıdım. Ve bir Avrupa yüksek öğretim alanını oluşturan heyete iki yılda neler yapıldı, iki yıl bir sonraki iki yıl için harita ne olmalıdırın raporunu toparlamak benim için hakikaten gece uykularımı kaçıracak bir şeydi. Zaten gerek

Prag gerek Berlin çok önemli kilometre taşlarıydı. Ben, sözü fazla uzatmadan... Pardon, bu kitabı da kendilerine teşekkür ederek imzalattım bu sefer. Mesela bu, Sosyal yeniden Yapılanmada Eğitimin Önemi. Şimdi, eski Yugoslavya’yı düşünün ve Güneydoğu Avrupa’yı düşünün ve oradaki problemleri düşünün. Şimdi bunun için bir stabilite paktı vardı. Ve hala da var. Stabilite paktı. Bunun büyük bir parçası da tabii ki eğitimden geçiyor. Bu bölgeyi tekrar doksanlardaki hırpalanmış halinden çıkarmak için. Sayın Zgaga’nın bu kitabı da bu nedenle, bu gerekçeyle kendilerine verilmiş bir görev sonucu ortaya çıkmıştı. Yakında yenisi geliyor diye duydum, çok sevindim. Sayın Zgaga, söz sizin, yarım saatiniz var, buyurun Hocam.

Prof. Dr. Pavel Zgaga, Slovenya Eski Milli Eğitim Bakanı, Ljubljana Üniversitesi

İltifatınıza teşekkür ederim Sayın Başkan. Hanımefendiler ve Beyefendiler, iyi günler. Sözlerime başlamadan önce bu forumu düzenleyenlere beni Ankara’ya davet etmiş oldukları için teşekkür etmek istiyorum. Türkiye’de değil ama Ankara’da ilk defa bulunuyorum. Yurt dışından gelen diğer meslektaşlarım gibi ben de sekseninci yılınızı kutlamak isterim. Ülkem Slovenya adına sizi tebrik etmek istiyorum. Uzun eğitim basamakları ve güçlü eğitim yapıları kurmanın önemini biz de ülkemizde kavramış bulunuyoruz. Belki öncelikle şunu belirtmeliyim: benim ülkem Türkiye kadar büyük bir ülke değil. Yanılmıyorsam iki milyonluk nüfusumuzla sizden otuz kat kadar küçüğüz. Haritaya baktığınızda size küçük bir nokta gibi görünecektir. Belki artık, bu senenin ilk yarısından beri yeni Avrupa haritası olarak anılan ülkelerden biri olarak ilk defa Avrupa Birliği Başkanlığı görevi bizde olduğundan Avrupa’da biraz daha iyi tanınacağız. Konuşmamda anlatacaklarımın bağlamsal çerçevesi biraz da bunlardan oluşacak. Hayat boyu süren öğrenme kavramından yola çıkarak, eğitim üzerine bir konuşma yapmam istendi. Sorun, söze nereden ve ne şekilde başlanacağıydı. İşe bu bağlamda kullandığımız sözcüklerden başlamak gerektiğine inanıyorum. Bu sözcükleri sıklıkla birbirleriyle eş anlamlı olarak kullanıyor olsak da aslında bunlar farklı sözcükler. Konuşmama dünden bu yana bu konferansta yüz, belki de iki yüz defa telaffuz edilmiş olan bir cümleyle başlamak istiyorum: “Modern toplumlarda eğitimin karakteri büyük değişim gösterdi.” Bu gerçeği tekrar ediyoruz. Dahası, açıkça görebildiğimiz bu gerçeğin daha da açıkça görülebilmesi için biz insanlar yeni sözcükler türettik. Örneğin “bilgi toplumu” kavramı bunlardan biridir. Bu yalnızca üst düzeyde bilgiye sahip insanların, politikacıların, öğretim görevlilerinin, politika geliştirenlerin kullandığı bir ifade değildir. Günlük hayatta kullandığımız oldukça basit bir ifadedir aynı zamanda. Bu ifadeyle vurgulanmak istenen, bütün bu değişimlerden sonra ortaya yeni bir şeyin çıkmış olduğudur. Ortaya çıkan bu yeni şey de eğitim ve öğrenmedir, yalnız bilgi değildir. Bunlar yalnız seçkinlere yönelik değildir, hepimiz içindir. Ulusal ve

uluslararası belgeler bugün eğitimi “herkes için eğitim” olarak ele alıyor. Eğitimden sürekli olarak “hayat boyu eğitim” olarak söz ediliyor. Eğitim yalnız gençlere yönelik değildir. Hayatımız boyunca öğrenmeye devam etmek zorundayız. Ekranda gördüğümüz cesur Türklerin ne kadar iyimser bir bakış açısına sahip olduğunu her birimizin hissedebildiğine inanıyorum. Ancak, günlük yaşantımızda bilgi, “toplumsal gereklilik” olarak ifade etmek istediğim şeye dönüşmüştür. Eğitim bir sonuç olmaktan çıktı, sonuçlara yönelik bir araç haline geldi. Eski anlayışa göre eğitim, elde edilecek bir sonuçtu. Belki de buna iyimser bir seçenekten çok günümüzün kötümser seçeneği adını vermek gereklidir. Bir önceki oturumun sonunda Dakmara konuşmasını çok hoş bir espriyle bitirdi. Hatırlayacaksınız, patates yetiştirmekle ilgili olan. Bunun bir kara mizah örneği olduğunu söylemek mümkün. Bu kara mizah bizi bugünümüz ve yarınımız hakkında eleştirel bir şekilde düşünmeye sevk ediyor. Kendimize şunu sorabilir miyiz? Günümüzde eğitim kendine özgü romantizmini kayıp mı etti? Öğretmenler zaman zaman bugünün öğrencilerinin içten gelen motifleri olmadığından yakınıyorlar. Öğrenmenin ve hatta öğretmenin bir takım dış amaçlara yönelik gerçekleştirildiğinden şikâyet ediyorlar. Bu romantizmin sonunun gelmiş olduğu anlamına mı gelmektedir? Konuyla ilgili şahsi görüşüm, tarihi ya sonsuz bir olumlu ilerlemeye ya da zamanın boşluğuna doğru çizen bir yaklaşımın şimdiye kadar tarihin yanlış yönlendirilmesine herhangi bir katkıda bulunmamış olduğudur. Bu “ya öyle ya da böyle” görüşünden hoşlanmıyorum. Realizm ve romantizm adını verdiğimiz ikiliğin ardında yatan, ancak şimdiki zamanla yapılacak üretken bir yüzleşme olacaktır. İyimserliğin ve kötümserliğin ötesinde… Aynı şekilde, içinde bulunduğumuz zamanın doğrusal olduğuna inanmıyorum, daha çok çelişkili olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, bu konferansta yapacağımız tartışmaların, günümüzün bu çelişkili karakterini yansıtması gerektiğine inanıyorum. Yaşadığımız tartışma ve polemikler; şimdiye kadar bunlar oldu, umarım yarın da olacaktır, kanımca geleceğe yönelik güçlü sütunlar inşa ediyor. Yapacağım kısa sunumda bundan bahsetme zorunluluğunu hissediyorum.

Başlangıçtaki bu felsefenin diğer tarafındaysa günlük dilde son derece rahat ve açık bir şekilde kullandığımız “yaşam boyu eğitim” ya da “yaşam boyu öğrenme” ifadeleri olduğunu biliyoruz. Avrupa Komisyonu belgelerinden oldukça iyi bilinen bir tanesinde bir kaç cümle aldım. Bu, 2000 tarihli ve yaşam boyu öğrenme konulu bir belgeden. Büyük olasılıkla hepiniz bunu biliyorsunuz ve sanıyorum bu anlayışa hemen hemen hepimiz katılıyoruz. Bu bir çeşit uzlaşmadır, günümüzde yaşam boyu süren eğitim ve öğrenmenin büyük ölçüde kabul görmüş tanımıdır. Çocukluğumuzda öğrendiklerimizin yaşam boyu sürmeyeceğini vurgulamakta fayda görüyorum. Öğrenmenin beşikten mezara kadar sürmesini sağlamak zorundayız. Temel eğitimin nitelikli olmasına büyük önem vermeliyiz. Çünkü yaşamımız boyunca yapacaklarımızın temelini, temel eğitim teşkil etmektedir.

Hayatımız boyunca nasıl öğrenmeye devam edebileceğimizi öğrenmeliyiz. Bu sözlere katılıyorum, çoğunuzun da benimle hemfikir olduğunu ümit ediyorum. Ancak, içimde bu sözleri adeta birer mantra haline getirecek şekilde tekrar edip durmakta olduğumuza dair bir his var. Sözler bu şekilde tekrar edilmeye başlandığında anlamlarını kaybederler. Bu gibi durumlarda dönüp kavramların kökenlerine bakmak bize yardımcı olacaktır. Günümüzün akademik ve akademi dışı çalışmalarında rastladığımız ilginç bir noktadır bu. “Yaşam boyu eğitim” veya “öğrenme” ifadelerinin tarihini araştırmak. Bu kavramları kim yaratmıştır? Bazı yazarlar İkinci Dünya Savaşı sonrasına bakmamız gerektiğini söylerken, bazıları daha erken tarihlerin incelenmesi gerektiğini söylemektedir. Örneğin, 1991 tarihli meşhur İngiltere Raporu (bu rapor Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda İngiltere Yeniden Yapılanma Bakanlığı tarafından hazırlanmıştı). Hayatımız boyunca öğrenmeye devam etmemize ilişkin bu fikirlerin bir kısmı oldukça eski tarihli. İnsanlık tarihinin başlangıcına dahi gidebiliriz. O kadar geriye gitmeyeceğim, ama Orta Çağ’ın ünlü filozoflarından Thomas More’un meşhur eseri “Utopia”dan pek bilinmeyen ve ilginç bir alıntıyı sizlerle paylaşacağım. Sunumumun sonunda bunun nedenini göreceksiniz. Bu sözünü ettiğim tarihler, Amerika’nın keşfinden bir iki yıl kadar sonraya tekabül ediyor. More kendi kurguladığı Utopia bölgesinde yaşayanları yazıyor. Bu arada kısaca belirtmekte fayda görüyorum. More kitabının bir yerinde Utopia’da yaşayanların günün yalnız altı saatinde çalıştığını, diğer zamanlarınsa eğitime ve öğrenmeye ayrıldığını anlatıyor. Ne kadar güzel bir fikir, değil mi? Düşünün, bundan beş yüz yıl önce. Bu önemli alıntıyı okuyacak olursanız, diyor ki: “Her sabah gün doğmadan önce halka ders verilirdi. Bu derslere katılım, edebiyatçılar hariç, zorunlu değildi. Hem kadınlar hem de erkekler için.” Vurgulamak istiyorum, kadınlar da erkekler de ilgi alanlarına göre dersler dinlemeye giderlerdi. Bu kadarla bitmiyor. İkinci kısım belki daha da ilginç çünkü More günümüzde kullandığımız yaşam boyu öğrenme ifadesine çok benzer bir ifade kullanıyor: “Yaşam boyunca”. Bundan beş yüz yıl önce.

Elbette, modern zamana odaklanmamız gerekiyor. Bu kavramın modern tarihi, bana kalırsa, 60’ların sonunda, 70’lerin başında ortaya çıkar. Sembolik olarak dönemin eğitim alanındaki belirleyici işareti öğrenci ayaklanmaları ve 68 Mayısı olaylarıdır. Dünyanın her yerinde, aynı zamanda Türkiye’de de, üniversite kampüslerinde yaşanan bu olaylar modern zamanların ekonomi ve toplumlarında meydana gelen büyük değişikliklerin dışarıdan göstergeleridir. Busüreçleri burada ayrıntılı bir şekilde incelememize olanak yok. Ancak o zamanlardan bugüne eğitime ilişkin gelişmelere şekil veren birkaç önemli özelliğin vurgulanmasında yarar var. Önemli bulduğum noktalardan biri; zorunlu eğitimden sürekli eğitime veya yüksek öğretime kayan politikalar oldu. Öte yandan, 70’li yıllarda gelecekte eğitime ilişkin çok sayıda ilginç ve ünlü rapor bulabiliyoruz. Bunları bugün bile kütüphanelerde bulabiliriz. Benim kuşağımdan olanlar veya yaşı benden fazla olanlar Edgar Faure’ın yaşam boyu eğitim raporunu hatırlayacaklardır. Paris’te

yaşanan 68 öğrenci olayları sırasında Edgar Faure bakanlık görevini yürütüyordu. Sonrasında eğitimde olanların yeniden düşünülmesi ve geleceğin nasıl daha iyi, daha emin hale getirileceği konularında UNESCO’da görev yaptı. Öte yandan, OECD’nin bir raporunu da okumamız mümkün. Söz konusu rapor, “tekrarlanan” eğitim hakkındadır. Kullanılan ifadeye dikkat etmeliyiz: Yaşam boyu değil, öğrenim değil. Her iki örnekte de yazarlar “eğitim” ifadesini kullanmışlar, “öğrenme”yi değil. Diğer yandan, OECD günümüzde kullandığımız “yaşam boyu” ifadesini değil “tekrarlanan” ifadesini kullanmış. İsveç-Kanada asıllı ünlü akademisyen Kiel Rubinson’ın yaptığı ilginç bir tanımlamayla karşılaştım. Bu tanımlamanın arka planda yatanı anlamamızda bize çok yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Diyor ki, OECD’de ilinti sorunu, asıl olarak eğitim planlamasının işgücü tahminleriyle ilişkilendirilememesi meselesine indirgenmiştir. UNESCO içinse ilintililik modernleşme sürecine ne şekilde cevap verileceği sorunu haline gelmiştir. Modern hayatta ve üçüncü dünya ülkelerinde...

Şahsi fikrim yaşam boyu öğrenme ve eğitime ilişkin modern söylemde bir ikililiğin ortaya çıktığı noktanın tam da bu nokta olduğu. Burada elimizde iki oldukça net sütun, iki akademisyen grubu, politika analisti, politikacı, vs. var. Konu iki ilginç bakış açısından tartışılıyor. Şimdi biraz ilerleyelim ve ayrıntıya girelim. Öncelikle, 70’lerin sonlarının, 80’lerin başlarının yazılı materyallerine baktığınızda göreceksiniz ki, yaşam boyu öğrenme/eğitim kavramı birkaç yıllık bir sure için ortadan kalkmıştır. Daha sonra iyi bir dönüş yapmıştır, ama bu dönemde bu tartışmalar durmuştur. Peki, 80’lerdeki ortam nasıldı? Elbette burada eğitim ortamından söz ediyoruz ve bunu Avrupa’nın bakış açısıyla ele alıyoruz. Hatırlayacağımız üzere bu dönemde küresel boyutta bir petrol krizi yaşanmaktaydı. Bu krizin bir sonucu olarak kamu fonlarında azalma yaşanmıştır. Eğitimin etkinliği tartışmaları ve geleceğe yönelik eğitimin anlaşılması ve tasarlanması açısından, ama bir tek bu açıdan değil, bu oldukça yeni bir bağlamdı. Avrupa’da bir unsur daha göze çarpıyordu. Petrol krizi gibi küresel boyutlu olmasa da, Avrupa düzeyinde aşılması gereken yeni bir zorluk söz konusuydu. Bu da, Avrupa’nın açılımı, bir araya gelmesi adı verilen olaydır. O zamanlar Berlin Duvarı henüz duruyordu. Yıkılması fikri yeni yeni ortaya atılmaktaydı. Bunun eğitim üzerinde de önemli etkileri oldu. Yalnız malların değil, fikirlerin ve insanların da hareketinin sınırlandırılmaması gerektiği anlaşıldı.

Yıllardır Avrupa Birliği’nde yapılan tartışmalarda eğitim, ulusal devletlerin kendi sorumlulukları olarak yer aldı. Yalnız ve yalnız ülkelerin kendi sorumlulukları… Avrupa Birliği Anlaşması’nın bugüne kadar yenilenmiş metinlerini okuduğunuzda göreceksiniz ki, Brüksel’in yani Avrupa Komisyonu’nun eğitim sorumluluğuna ilişkin ifadelerinin yer aldığı maddelere ancak 1992’den sonra rastlayacaksınız. En önemli sorumluluklardan biri olan ve Türkiye’nin de içinde yer aldığı ERASMUS programı 80’li yılların sonunda ortaya çıktı ve 90’lı yıllarda gelişmeye başladı. Bu dönem eğitim çağıdır. ERASMUS’la beraber SOCRATES

programı hayata geçirildi ve eğitimin her alanına yayıldı. LEONARDO DA VINCI programıysa mesleki eğitimi de kapsayacak şekilde gelişti. Dolayısıyla 90’lı yıllarda 15 ülkeden oluşmakta olan küçük Avrupa Birliği’nde bu ilgi çekici hareketlenmeler yaşanmaktaydı. Bu fikirler sonradan, 1990 yılında yıkılmış olan, iyi ki yıkılmış olan, duvarın diğer tarafında da yankı bulmaktaydı.

Günümüzde eğitim uluslararası söylemin konusu olmaktadır. En azından bir Avrupalı olarak, Avrupalı bir bakış açısından baktığımda, bu noktanın oldukça önemli olduğu görüşündeyim. Neden? Çünkü son 200 yılda eğitim sıkı bir şekilde koruma altına alınmıştı. Uluslar kendilerinden başkasıyla paylaşmıyorlardı. Dışarıdan gelecek kişilerden korunması gereken bir kimlik gibiydi. Peki, ne oldu da böyle bir değişiklik yaşandı? Afganistan’da, Kosova’da, vs. uluslararası silahlı kuvvetlerimiz var örneğin. Bir de uluslararası eğitimimiz var. Bu da eğitim sorumluluğunun en azından bir kısmının uluslararası bir düzeye taşınması gerektiği anlamına geliyor. Üniversitelede verdiğimiz dereceler hakkında uzlaşma sağlamayı denersek (burada biz derken Avrupa Birliği’ni kast ediyorum, Slovenya’yı ya da Türkiye’yi değil) bu uzlaşmayı ulusal düzeyde değil de uluslar üstü bir düzeyde sağlamamız gerekecektir. Bu gerçekten de aşılması zor bir güçlüktür. Yalnız politikalar ve politika geliştirme açısından değil, akademik dünya için de zordur.

Bu noktada UNESCO, OECD, Dünya Bankası, Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi, vs. çok önemli bir rol üstlenmiş oluyor. Ancak bence günümüzde karşı karşıya olduğumuz en önemli soru şudur: felsefi bir kavram olan yaşam boyu eğitim kavramını operasyonel bir kavrama nasıl dönüştüreceğiz? Yetmişli ve 80li yılların fikirlerini eğitimin daha iyi işlemesine, gerçek hayatın, günlük hayatın bir parçası halini almasına yönelik olarak ne şekilde kullanacağız? Doksanlı yıllarda iki çok önemli rapor hazırlandı. Bunlardan biri, eminim duymuşsunuzdur, Jak Deleon, “The Treasure Within”i yazdı. Bu oldukça ünlü bir kitaptır, kırktan fazla dile çevrilmiştir. Fakat bana kalırsa bu eserin ulusal eğitim politikalarına, aynı dönemde yazılmış olan OECD’nin Herkes için Yaşam Boyu Öğrenme Raporu kadar etki etmemiştir. Burada temel olan nedir? Son on- onbeş yılda öğrenme bilgi toplumuna geçişte ekonomik ilerlemenin en önemli boyutu olarak tanımlandı. Dün ve bugün burada tartışmakta olduğumuz da bu. Hepsini tekrar etmek istemiyorum. Fakat başlıca noktaları özetleyecek olursak, inanıyorum ki günümüzün itici gücü yaşam boyu öğrenme kavramıdır. Neden? Bunun birkaç farklı sebebi var. Bunlardan biri, ulusal ekonomilerimizdeki bireysel pozisyonlarımızın her zaman belirsiz olmasıdır. İş gücü pazarındaki konumumun, işimin ve benzerlerinin teminat altında olmasını istiyorsam, daha fazla bilgi edinmem gerekiyor. Öte yandan, insani becerilerimiz sayesinde kalıcı değişimlere uyum sağlayabiliyoruz. Dilimizden düşürmediğimiz üzere değişim çağında yaşıyoruz. Durum böyleyse, elbette ki bu açıdan oldukça esnek hareket etmeliyiz ve uyum sağlamanın yolu öğrenmek olmalıdır. Bugün yaygın bir şekilde kabul görmüş bir inanç, öğrenimin iyi bir gelecek kadar refaha da katkısının olduğudur.

Bütün bu sözünü ettiklerimiz eğitimin önüne aşılması zor engeller çıkarmaktadır. Bir yanda merkez, artık kurumlardan ve okullardan bireye kaymış durumdadır. Öğrencilerin standart bir eğitime tabi tutulması günümüzün başlıca paradigmasıdır. Diğer yandan, eğitime değil, birey olarak öğrenmeye odaklanılmış olması modern zamanların belirleyici özelliklerindendir. Bunun tam anlamıyla iyi bir şey olduğundan o kadar da emin değilim. Bu durum sorunlara da yol açabilir. Diğer taraftan “eğitim” ifadesinden geçmişte ne anladığımızı yitirmiş oluyoruz bu durumda.

Son olarak, yaşam boyu öğrenmenin çok sayıda disiplini olduğunu biliyoruz. Bunlardan birkaç tanesinden söz etmeye çalışacağım. Avrupa Komisyonu belgelerinden birinde yaşam boyu öğrenimin eşit derecede önem taşıyan iki amacının vurgulanması gerektiğini okuyacaksınız. Bunlar bir yandan aktif vatandaşlığın ve diğer yandan istihdam edilebilirliğin teşvik edilmesidir. Politik söylemin ve politika geliştirme söyleminin açıkça anlaşılmış olduğu ortada; 70’li yıllardaki OECD ve UNESCO görüşlerinin her ikisinin de vurgulanması gerekiyor. Bu sorunun biraz önce sözünü ettiğim gibi “ya bu ya da diğeri” örneğindeki gibi ele alınmamasını sağlamalıyız. Bunları bir arada tutmalıyız. Bunun ciddi bir sorun olabileceğini düşünüyorum. Bu noktada modern bilim eğitiminin “guru”su sayılan Peter Jarvis’ten bir alıntı yapmak istiyorum. Yakın tarihli makalelerinden birinde diyor ki, hayat boyu öğrenim karmaşık ve belirsiz bir kavramdır; bir yandan değişime yol açan bir etken, diğer yandan toplumsal değişime verilen bir tepkidir. Hem değerlidir, hem de bir tehdit unsurudur. Bunları tartışırken bu iki görüşün de lehinde olan argümanların farkında olmamız gerektiğine inanıyorum.

Sona atlayalım. Nasıl yapacağız? Belirli alanlarda uzmanlaşmanın yanında, daha geniş bir çerçevede bir tasarım yapmaya çalışmamız gerektiğini düşünüyorum.