• Sonuç bulunamadı

Eğitim adına yapılan bir toplantıda böylesine bir kalabalığı görmek gerçekten sevindirici. Eğitime gönül verenleri burada topladığı ve bu tür platformlar hazırladığı için TED’i kutluyoruz. Eminim ki yarın akşam toplantı bittiğinde, bu grupların özellikle Türkiye’nin tartıştığı konularda bir mesajları da olur. Yoksa ortaya bir mesaj çıkmayacaksa 3 günde havanda su dövmüş oluruz, Milli Eğitim Şûralarında olduğu gibi. Umarım yarın akşam söylenecek laflar olur.

Şimdi eğitim hakkı olarak baktığımız zaman, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası çok açık diyor ki, eğitim yaşam hakkından sonra en temel haklardan birisidir. Pek çok anayasada bu madde var. Eğitim hakkından zengin, fakir fark etmeksizin herkes yararlanır diyor. Ama gelip günümüze bakıyoruz, anayasada bugün çok net bir şekilde, herkes temel eğitimden yararlanır, denmesine rağmen, bu ülkede halen 7,5

milyon insan okuma-yazmayı bilmiyor. Bırakın daha ileri eğitim kademelerini. O zaman ne yapıyoruz biz? 80 yıllık Cumhuriyet tarihinde, cumhurbaşkanından köy muhtarına kadar hiç kimse görevini yerine getirmemiş. Anayasal görevlerini yerine getirmemiş ve anayasayı ihlal etmişler. Eğer cumhurbaşkanı’ndan valisine, kaymakamına, muhtarına kadar herkes görevini yerine getirmiş olsaydı, bugün halen Türkiye’de okuryazar olmayan 7,5 milyon insan bulunmazdı. 21. yüzyılda biz hâlâ okuma-yazma kampanyaları düzenliyoruz diye başbakan, cumhurbaşkanları ve milli eğitim başkanları tarafından, aptalca bir şeyi gurur duyucu hale getirmezdik. Yani bu çağda okuma-yazma kursu düzenlemekten daha onur kırıcı bir şey olabilir mi? Ama bugünün Türkiye’sinde bunlar maalesef yaşanabiliyor.

Yine bakıyoruz, temel eğitim zorunludur. Üstelik 8 yıla çıkardık diye övünüyoruz. Sekiz yılı katmıyorum, ama 5 yıllık temel eğitim döneminde %90’lardaydı ilköğretimde okullulaşma oranı ki bu kızlarda %80’lere kadar iniyordu. Bugün son açıklanan istatistiklere göre %94 olarak görünüyor. Anayasa emrine rağmen, biz ilköğretimde bile, zorunlu olmasına rağmen, tam bir okullulaşma oranı sağlayabilmiş değiliz. Ben sayın Milli Eğitim Bakanı’na da ondan önceki bakanlara da başbakan ve cumhurbaşkanına da hep şunu sordum: “Siz bir başbakan olarak, siz bir milli eğitim bakanı olarak şu sözü verebiliyor musunuz?” dedim, veremediler: “Doğan her çocuğu nüfusa kaydedebiliyor musunuz? Okuma çağı gelen her çocuğu okula başlatabiliyor musunuz? Bu sözü verin, ben oyumu size vereyim, ben size en büyük desteği sağlayayım.” Ne cumhurbaşkanları, ne başbakanlar, ne milli eğitim bakanları bu sözü veremediler ve hâlâ da veremiyorlar.

Düşünün öyle bir ülkede yaşıyorsunuz ki, doğan çocuk nüfusa kaydolamıyor, pek çoğu nüfus kâğıdı çıkmadan ölüp gidiyor ve okuma çağı geldiği zaman okula gidemiyor. Böyle bir ülke, böyle bir sorumsuzluk düşünebilir misiniz? Düşünülmez ama biz bugün bunları yaşıyoruz. Şu ana kadar neler konuşuldu, bilmiyorum. Ben yeni geldiğim için pek çoğunun farkında değilim; ama bu tür toplantılarda hep söylenmesi gerekenler değil, konuşulması gerekenler konuşuluyor ve hoşa gidecek söylemler ortaya konuluyor ve Türkiye gerçekleri maalesef çok net bir şekilde anlatılmıyor. Bunları net bir şekilde, biz eğer ortaya koyabilirsek ve bu toplantıdan bunları ciddi bir şekilde isteyerek ayrılabilirsek, o zaman bir ölçüde görevimizi yerine getirebilmiş oluruz.

Siz doğan çocuğu nüfusa kaydedemiyorsunuz, ilköğretim çağına gelmiş çocuğu okula başlatamıyorsunuz. İlköğretimi bitiren öğrenciyi ortaöğretime yönlendiremiyorsunuz. Ortaöğretimi bitirenleri de yükseköğretime girdikleri zaman önlerine engel üzerine engel koyuyorsunuz. Böyle saçma bir sistem olmaz. Bir yanda okuma-yazma kampanyaları düzenletiyor, ille de okuyun diyorsunuz. Öte yandan ben okuyacağım diye kapıları zorlayan insanların önüne 10 tane set çekiyorsunuz. Bunlar Türkiye’nin en büyük çelişkileri ama Türkiye bugünlerde

bunları mı konuşuyor? Niye benim 7,5 milyon insanım okuma-yazma bilmiyoru konuşmuyor, niye türbanla üniversitelere giriliyor ya da girilmiyor, türbanla mı, şalvarla mı, işte kara çarşafla mı üniversiteye girilsin, girilmesin tartışmaları yapılıyor. Türkiye son günlerde bunu tartışma noktasına geliyor. Burada elbette herkesin eğitim hakkı olmalıdır; ama eğer siz eğitim hakkından bahsediyorsanız, önce gelin siz 7,5 milyon insan neden okula gitmemiş, neden okuma-yazma bilmiyor ve temel eğitim çağındaki %6’lık nüfus niye hâlâ okula gidemiyor, bunları da bir konuşalım, bunları da tartışalım. Ondan sonra o çerçeve içerisinde türbanlının da, imam hatiplinin de, diğer konumlu meslek liselerinden mezun olanların da eğitim haklarını sonuna kadar savunalım. Ama biz ufak ağaçları görmekten, ormanı göremez noktasına geliyoruz.

Son anayasal tartışmalara bakıyorsunuz, Türkiye buna kilitlenmiş bir vaziyette. Türkiye’nin onca sorunu var; işsizlik yükseköğrenim mezunları arasında %25’lere çıktı. Bir yandan insanlara okuyun, okuyun diyoruz, okuyorlar ama üniversiteyi bitirdikten sonra işsizlikle karşı karşıya kalıyorlar. Türkiye işsizliğini hiç konuşmuyor ve ama biz çok sık bir şekilde türban kaldırılsın mı, kaldırılmasın mı konuşuyoruz. O da konuşulsun ama ben daha genele bakılsın istiyorum özellikle. Burada ben hemen birkaç şeyi onaylamak istiyorum ve yarın verilecek mesajla da bunun Türkiye’ye de buradan çıkan bir sonucu olsun istiyorum. Mesela şunu sormak istiyorum: Üniversitelerde her türlü koşullarda kıyafet serbestisi kalksın mı, türbanla insanlar derslere girebilsin mi, tabi dini inançlar gereği türbanlı giren olduğu zaman, yarın haçla girmek isteyenler de olacak ya da keple girmek isteyen de olacak.

Farklı dinlere mensup insanların da kendi inançları doğrultusunda sınıflara girip girmemesi konusunda sizlerin de bir nabzını tutmak istiyorum. Türban yasağı kaldırılsın diyenler bir elini kaldırılsın, ben bunu görmek istiyorum. Türban yasağı kaldırılsın diyenler, her şeyiyle kaldırılsın, özgür, özerk bir üniversite olsun, herkes istediği kıyafetle üniversitelere girsin diyenler? Hayır, kaldırılmasın diyenler. Bugünkü şekliyle devam etsin diyenler? Evet Ankara’da Türkiye’yi yönetenler umarız hiçbir ideolojik takıntısı olmayan, tek amaçları eğitim olan insanların burada ortaya koydukları bu tavrı da bir şekilde görürler. Yarın çıkıp da buraya seçmece insanlar gelmişler, bunlar taraflar ya da karşı taraflar demeden, sadece eğitim açısından bakıldığında ortaya çıkan tablo budur. Ha farklı bir toplantıda ben bunu yaptığım zaman da çok farklı, tam tersi bir sonuç çıkıyor. Bu da Türkiye’de koşulların nasıl birbirinden çok farklı olduğunu ortaya koyuyor. Neyi koyuyor? Orta noktalarda buluşamıyoruz. Siyaseten orta noktalarda buluşmak zorunda değiliz. Herkesin siyasi, fikri, ideolojik takıntıları olabilir; ama eğitimde biz orta noktalarda buluşmak zorundayız. Eğer biz eğitim hakkını tartışıyorsak, hiçbir fark gözetmeksizin bu ülkede doğan herkesin eğitim hakkından yararlanması için elimizden geleni yapmamız gerekir.

Bir tarafta 7,5 milyon insan okuma-yazma bilmiyor, bir tarafta her yıl 1 milyon 300 bin çocuk doğuyor. Ortalama 1 milyon 200 bini okula başlıyor ve her yıl 100 binden fazla okuma çağına gelen çocuk okula başlayamıyor. Biz bunları da tartışalım diyoruz. Nasıl türbanlıların eğitim hakkını savunuyorsak, onların eğitim haklarının sonuna kadar verilmesi konusunda çaba gösteriyorsak, diğer tüm kesimlerin aynı olanaklarla eğitim hakkından yararlanması için de bu çabayı gösterelim istiyoruz. Ben burada hiçbir takıntı ya da şunun bunun peşinde değilim. Ben insanların alabildiği kadar eğitim almasından yanayım. Bu haklarını savunmak istiyorum. Burada bu toplantının amacı da o. Anayasa çok net bir şekilde ortaya koyuyor herkes eğitim hakkından yararlanmalıdır, diyor. Bu anayasal görevi yerine getirecekleri de sıralıyor. Cumhurbaşkanından muhtara kadar da bu görevi yerine getirmesi gerekenler bunlardır diyor. O zaman öncelikle bu görevlerin yerine getirilmesi gerektiğini ben bu toplantının sonunda Sayın Cumhurbaşkanı’na, Sayın Başbakan’a, Sayın Milli Eğitim Bakanı’na, Sayın Valilere hatırlatmak istiyorum. Kömür dağıtacaklarına otursunlar okuma-yazma bilmeyen çocukları arasın, bulsunlar, onlara okul versinler, okul bulsunlar diyorum ben. Keşke Sayın Başbakan, Sayın Valilere kömür dağıtma görevi vereceğine, gidip okuma-yazma bilmeyenleri bulun da bunları eğitin görevi verseydi de Sayın Valiler çoluk çocuğun peşinde koşsaydı, kömür dağıtma yerine. Çünkü öbürü oy getirmek için yapılıyor. Bunların ayrımının yapılması gerekir. Bu tür toplantılarda bu sonuçların da ortaya çıkmasında yarar vardır diyorum.

Bakın, Türkiye’de eğitim hakkı vardır diyoruz. Eğitim hakkından yararlanılması gerekir diyoruz; ama bu ülkede barınma hakkı olmadığı için insanlar barınacak yurt bulamadıkları için yükseköğrenim olanaklarından yararlanamıyorlar, ortaöğretim olanaklarından yararlanamıyorlar. Türkiye yılda 6-700 bin konut üretiyor ama yılda 100 tane yurt yapamıyor. Türkiye isterse yılda 100 yurt değil, 1000 tane de yurt yapabilir. Yükseköğretim olanağı kazanan insanların pek çoğu da gidip istedikleri yurtlarda kalabilirler; tarikatların, cemaatlerin eline düşmeden öğrenim olanaklarına sahip olabilirler. Ama Türkiye bu yurtları yapmıyor. Niye yapmıyor, bunun da burada sorgulanması lazım.

Yükseköğretim öğrencilerine verilen bursun kaç para olduğunu biliyor musunuz? 152 YTL.’ydi. Bu yıl müjde diye 160 YTL.’ye çıkarıldı. Bunun karşılığı da kaç dolar eder? 100 dolar eder mi? 100-110 dolar. 160 YTL.’yle bir öğrencinin İstanbul’da, Ankara’da nasıl yaşayabileceğini gözünüzün önüne getirin. Ben biliyorum, Anadolu’dan gelen öğrencilerin pek çoğu tek öğün yemekle gününü geçiriyor; çünkü parası yok cebinde. 3 km’yi, 5 km’yi yürüyerek gidiyor. Çünkü bilet alacak parası yok cebinde. 50-60 milyar dolar cari açık veren, 50-60 milyar dolar batık bankalara para ayıran Türkiye, istese, üniversite öğrencisine asgari ücret düzeyinde, yani 5-600 YTL. burs veremez mi? Üniversite öğrenciliği demek, sadece karnını tek öğün yemekle doyurmak demek mi? 3 km’lik yolu yaya yürüyerek zamanını harcamak demek mi?

Eğer bir ülkede gençlere önem veriliyorsa, onlara adam gibi eğitim olanakları tanınır ve ceplerine de adam gibi paralar konulur ve üniversite öğrencilerine yaşayabilecekleri bir ortam sağlayabilecek kadar da burs ve kredi olanakları sağlanır. Yoksa ben gençleri seviyorum söylemlerini inandırıcı bulmam. Bu ülkede çocuklar eğer gerçekten seviliyorsa, onlar doğdukları zaman nüfusa kaydolurlar, okuma çağı geldiklerinde okula giderler ve üniversiteye kadar desteklenirler ve üniversiteyi de bitirmeleri sağlanabilir. Arkadaşlar her doğan 100 çocuktan sadece 9’u üniversiteyi bitirebiliyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Her 100 çocuktan 9‘u . Niye 20’si, niye 30’u, niye 40’ı değil de niye 9’u sadece üniversiteyi bitirebiliyor. Bizim diğer birçok konu gibi bu konuları da konuşuyor olmamız lazım.

Siz Türkiye’de bu konuların tartışıldığını, konuşulduğunu gördünüz mü? Ne sağ partiler, ne sol partiler, ne farklı partiler hiçbiri konuşmuyor. Çünkü işlerine gelmiyor. Gelse, oturulup bunlar konuşulur. Eğer eğitim hakkından biz bahsediyorsak, eğitimin önemine inanıyorsak, bizim partimize oy versin vermesin, benim görüşümde olsun olmasın herkesin bu eğitim hakkından yararlanması için çaba sarf etmemiz gerekir. Yoksa sadece kendi seçmenine selam verebilecek projelere imza atmak hiçbir partiyi büyütmez, ileriye de götürmez.

Biraz önce bir önceki oturumda Sayın Talim Terbiye Kurulu Başkanı OKS’den bahsetti. Türkiye’de eğitim sisteminin olanakları çok çok kısıtlı iken, zaten olan kaynaklar dershanelere akıtılırken, dershanelere daha da bağımlı hale getirmekten başka hiçbir şey yapmadılar. Türkiye’de 8. sınıfta tek sınav yapılırken 6, 7 ve 8’inci sınıflara 3 sınav yaydılar. Çocuklar şimdi 4. ve 5. sınıftan itibaren dershaneye yöneldi. Hâlâ Talim Terbiye Kurulu Başkanı çıkıyor, biz dershaneye bağımlılığı azalttık diyor. Nasıl azalttılar, ben onu görmüyorum. Ya uzayda yaşıyorlar, ya görmüyorlar ya da gerçekleri çok farklı yansıtmaya çalışıyorlar. Aynı şekilde bakın, geçen sene bu zamanlarda ÖSS başvuruları başlamıştı, kılavuzlar basılmıştı, dağıtılmıştı. Bu sene ÖSS başvuruları başlayamıyor arkadaşlar. Niye başlayamıyor? Bundan daha büyük bir eğitim hakkı olabilir mi? Çünkü katsayılarla ilgili problem olduğu için. Katsayıları değiştirmek istiyorlar. YÖK genel kurulunda hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın atadığı üyelerin çoğunluk kazanması için diğer üniversitelerin atadığı üyeler atanmıyor. Bir yandan da çoğunluk sağlanıyor ki o çoğunluk sağlandıktan sonra katsayılar kaldırılacak tümüyle, diğer meslek liselerinin ve imam hatiplerin önü tamamen açılacak, ondan sonra kılavuzlar basılacak. Ha bu arada sınav takvimi gelmiş, geçmiş bu kimsenin umurunda değil ve kimse tartışmıyor. Ben gene burada bir oylama yapacağım, gene herhalde kızanlar olacaktır. Üniversiteye girişte tüm katsayılar kaldırılsın diyenler, herkes istediği yere girsin diyenler kaç kişi var? Evet, toplam 20 kişi yok, 25 kişi.

Peki, bugünkü sistem biraz daha rahatlatılarak öğrenciler kendi alanları ile ilgili fakültelere girecek şekilde, mesela elektrikten mezun olan elektronik

mühendisliğine, iletişimden mezun olan iletişim fakültesine girebilecek şekilde olsun ve bugünkü alanlara dayalı sistem devam etsin diyenler elini kaldırsın. Yine %90’ın üzerinde. Ama yine sizlerin tam tersi kararlar alınacak. Çünkü bu topluluk ülkeyi yönetenlerin hiç umurunda değil. Sizin ne düşündüğünüz onların hiç umurunda değil; çünkü onlar %47 oy aldılar. Oy aldıkları için de istediklerini yapabileceklerine inanıyorlar.

İşte demokrasilerde çoğunluğun hakları kadar, azınlığın haklarının da korunması gerektiğini aslında en iyi bu iktidardakilerin anlaması gerekirdi. Çünkü onlar da çok sıkıntılar çektiler zamanında. Çok azınlık muamelesi gördüler. O yüzden çok daha dikkatli olmaları gerekir diyorum. Türban tartışmalarından sonra katsayı tartışması Türkiye’yi kilitleyecek. Yani Türkiye’nin bütün sorunları bir tarafa konulacak. Biz türban ve katsayı tartışmaları ile ilgileneceğiz. Oysa şurada iki gündür tartışılıyor ki eğitimin çok fazla sorunları var. Geçenlerde birisi, 10-15 milyar dolar olsa, Türkiye’nin eğitim sorunları tümüyle çözülür dedi. O TED’in yaptığı araştırma var, yılda 8-10 milyar dolar dershanelere gidiyor. Yani biz bir yıldır, iki yıldır dershanelere harcadığımız paraları Türk Eğitim Sistemini iyileştirmek için harcasak, Türkiye’nin eğitim sorunları hepten çözülür.

Bu ülke yılda 150 milyar dolar dışardan ithalat yapıyor ya da dışarıya borçlanıyor. 150 milyar dolar harcayan bir ülke kalkıp da bir 10 milyar dolar eğitime kaynak ayıramaz mı, ayırmıyor. Ayırsa bu ülkede ne okuma-yazma bilmeyen kalır ne de okuma çağı geldiği halde okula gitmeyenler kalır. Bütün bunların çok net bir şekilde konuşuluyor, tartışılıyor olması lazım. Bitirmem gerekirse hemen söyleyin bitiririm. Eğitimin bütününü görmemiz gerekir. Sadece belirli noktalara takılıp kalırsak, bu işin içerisinden çıkamayız.

Türkiye en büyük hatayı nerde yaptı biliyor musunuz? Bu takıntılar nedeniyle yaptı. Bir önceki dönemde biz ne yaptık? Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi çıkaralım diye hep birlikte çaba gösterdik ve Türk Eğitim Sistemine atılan en büyük kazıklardan birisi de bu sekiz yıllık eğitim oldu. Niye? 20.000 köy okulu kapandı. 20.000 köy okulu neden kapandı? Türkiye Cumhuriyeti 60 yıl ,70 yıl uğraştı köylere okul yapalım diye. Sonra biz, kesintisiz olsun diye 20.000 köy okulunu kapattık. Peki, kapattık da ne oldu? Köylerden öğretmenleri çektik ve bunları imamlara teslim ettik. Ondan sonra da ülkede niye imamlar bakan oldu, başbakan oldu diye sormaya başladık. Ha bunun sorumlusu kimdir? Hep birlikte hepimiziz. Bu yüzden kabahati hiç bence iktidara bulmayalım. Bu iktidar daha 4-5 yıllık bir iktidar. Bundan önceki iktidarlara bulalım. Bu iktidarı getiren oydu. Titreyen bir başbakan değil, delikanlı böyle bir Kasımpaşalı, böyle dimdik yürüyen birisi Türk halkının hoşuna gitti. Ecevit iktidara getirdi Tayyip Bey’i. Onları kıyasladık ve seçmenlerin büyük çoğunluğu, böyle titreyen bir başbakan yerine, daha cesur, daha ne istediğini bilen, daha dik yürüyen birisini tercih ediyorum dedi ve onu tercih etti. Ondan sonraki dönemde son 22 Temmuz seçimlerinde ne oldu? İp sallayan bir muhalefet lideri ile başbakan olmaktan kaçan bir başbakan adayı

yerine, muhalefet lideri yerine, ben yine bu başbakan olmak için canla başla çalışan ve bu konuda çok istekli olan bu iktidarı seçiyorum, bu başbakanı seçiyorum dedi.

Aslında bu iktidarı getiren de biziz, bu iktidarı seçen de biziz, bu iktidara gaz veren de biziz, bu iktidarı daha fazla yüreklendiren de biziz. Niye biziz, hep sessiz ve sakin sakin dinlediğimiz için. O yüzden hep bize yaptırmayın bu işleri. Koca koca profesörler telefon açıyor bize, ya şunu şunu yazın. Hocam iyi yazalım da isminizi öğrenebilir miyiz diye sorunca, aman bizi karıştırmayın diyorlar. Sayın Aybar Hocamız ne yaptı? YÖK Başkanlığına Yusuf Özcan atandığı gün istifa etti. Niye etti? Şimdi katsayılar nedeniyle yapılan oylamada tek oy fazlalığı var. Eğer Aybar Hoca oradan istifa etmemiş olsaydı, tek oy nedeniyle o katsayılar geçmeyecekti. Katsayıların önündeki engeller kalkmayacaktı. Aybar Hoca dedi ki ben çalışamam, onun için istifa ettim. O zaman biz de bu ülkeyi terk edelim Fazıl Say’ın dediği gibi. Bu ülkede hepimiz yaşıyoruz. Bu ülke hiç kimsenin değil, hepimizin. Mücadele vermemiz gerekiyorsa hepimizin, her yerde, her platformda mücadele vermesi gerekir. Ben yine altını çizerek söylüyorum: Ne Sayın Milli Eğitim Bakanı, ne Sayın Başbakan, ne Sayın Cumhurbaşkanı’nın tek tek bütün bunları ben programlarımda defalarca çıkarttığım için biliyorum-onların da bizlerden hiçbir farkı yok. Ne ülke sevgisi konusunda, ne diğer eğitim konusunda hiçbir farkı yok; ama biz siyasetçi olduğumuz zaman ya da gruplar haline geldiğimiz zaman çok farklı şekillerde davranıyoruz. O yüzden bence hiç kimseye kabahati bulmayalım. Eğer onlar da bu toplantıda olsaydı, benim yakındığım konularda benden daha fazla yakınırlardı; ama onları bu işleri yapmaya zorlayacak olanlar sizlersiniz. Sizler daha gayretli olursanız, onlar da başka konuları değil, farklı konuları öne çıkaracaklardır. Teşekkür ederim.

Prof. Dr. Aybar Ertepınar

Sayın Güçlü çok teşekkür ederim. Sürenizde tamamladınız ve öncelikle anayasal görevlerini yerine getirmekle yükümlü kişilere anayasal görevi hatırlattınız. Eğitim hakkından herkes yararlandırılmalıdır dediniz ve onları göreve davet ettiniz. Ayrıca popülist diye nitelendirilebilecek yaklaşımları kritik ettiniz ve insana yatırımın aslında eğitim üzerinden olması gereğini vurguladınız ve bunun da uzun soluklu bir iş olduğunu belirttiniz. Yani insana yaptığınız gerçekçi eğitim yatırımının dönüşünü uzun vadede alacaksınız ama kömürün yatırımını bir yıl sonra alabilirsiniz, bunu söylediler. Beni kritik ettiler. Tabii ben o kritikleri iletilerle de alıyorum. Bu konu gündem dışı olduğu için onu ayrıca tartışırız. Tabii Sayın Güçlü bir de eğitime erişim ve eşitliği Türkiye koşullarında inceledi. Doğru bizim için, Türkiye için konuşacağız. Türkiye’de hakikaten bir erişimin, hakkaniyetli bir dağılımın olmadığından, eşitsizliğin de söz konusu olduğundan bahsettiniz. Ayrıca size de şurada katılmıyorum: Meslek Liselerinin varlığının nedeni başka bir şeydir. Yani aslında bu konuda sizden daha farklı düşünüyorum.

Yani oranın motorundan mezun olmak makine mühendisliğine gitmek değildir. Başka bir şeydir. Ara insan gücüyle mühendislik farklı bir şeydir. Yani bu konuda sizden ayrılıyorum.

Abbas Güçlü: Cevabını veririm ben onun.

Prof. Dr. Aybar Ertepınar:Onu ilerde konuşuruz. Çeşitli ülkelerin vocational dediği meslekî ve meslek Türkiye’de karıştırılan bir şey. Doktorluk da meslek, mühendislik de meslek. Peki vocational meslek mi, profession mı ne? Yani meslek olmayan bir şey yok. Sosyal, kültürel tüketim için verilen konular hariç her şey meslek adamı yetiştiriyor. O zaman meslek lisesi kavramı karışıyor. Kaotik bir kavram haline geliyor. Önce kavramı düzeltmemiz lazım. Şimdiki konuşmacımız bu konuyu belki Türkiye sınırlarından dışarı götürüp daha da açıp uluslararası