• Sonuç bulunamadı

Gönüllü Sadelik Bilinci Bilinçsiz Tüketime Bir Çözüm Alternatifi Olabilir mi? . 69

Belgede GÖNÜLLÜ SADELİK OLGUSUYLA (sayfa 84-91)

BÖLÜM 2. GÖNÜLLÜ SADELİK

2.2. Gönüllü Sadelik Bilinci Bilinçsiz Tüketime Bir Çözüm Alternatifi Olabilir mi? . 69

Tüketim olgusu, hayatın merkezine yerleşmiş durumdadır. Mal ve hizmetler pazarlamacıların yönlendirmesi ve medya araçlarının sağladığı destekle, alıcılarıyla çok daha albenili halde buluşmaktadır. Bireylere, mutlu bir hayatın ancak daha çok tüketerek yaşanabileceği öğretisi, her geçen gün biraz daha empoze edilerek artmaktadır. Bu öğretinin bir sonucu olarak; çok tüketen bireyler başarıyla eşdeğer tutulmaktadır. Bireyler tüketmek istedikleri, gösterişli mal ve hizmetlere kavuşabilmek adına hep daha fazla çalışmak durumundadır. Tüketimin anlam, saygı, statü, güç, tatmin, oyalanma ve neşe getireceği vaadiyle gencinden yaşlısına birçok insan çok para harcamanın ve lüks bir hayat sürmenin toplumsal bir norm hâline gelmektedir (De Geus, 2013, s. 38). Tüketim-çalışma sarmalı içine girerek çarkın bir dişlisine dönüşen bu bireylerin ne kadar özgün olduğu ve hayatını nitelikli bir biçimde geçirip geçirmediği önemli sorunsallar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Küresel tüketim toplumuna dönüşendünyadatüketim kültürüne bir panzehir olarak karşı duran gönüllü sadelikkavramınıinsanların doğal davranarak, her türlü süs, gösteriş, rolden uzak, üreterek israf etmeden, yardımlaşarak, sağlıklı huzurlu, stressiz, anlamsız koşturmaların olmadığı birhayat ve yaşam şekli olarak tanımlayabiliriz (Yıldırım, 2015).

Toplumun bir üyesi olan insanın, aynı zamanda tüketim mekanizması olduğu düşünüldüğünde, kültürün tüketime olan etkisi bir gerçektir. Toplum içinde yaşayan insanların hayatlarını devam ettirebilmeleri için ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri gerekir.

Kültür, bireyin bu ihtiyaçlarını belirleyici olma noktasında en temel unsurlardan biridir.

Bireyler doğup büyüdükleri toplumlarda gelenek ve değerlerin etkisiyle hayatlarına yön verirken davranış biçimlerini geliştirirler. Davranış biçimleri toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Kültür yiyecek, içecek, giyecek, mobilya, bina gibi somut kavramlara sahip olduğu gibi; eğitim, refah, yasalar gibi soyut kavramları da kapsar.

Kültürel faktörler günlük yaşamımızın önemli bir kısmını oluşturduğu için satın alma

70

kavramlarını daetkiler. Kültür, ne yenilip içileceğini, nerede yaşanıp, nerede seyahat edileceğini geniş ölçüde belirler (Satıcı, 2000: 314-315). Kültürler toplumu kapsayarak, toplumun genelinin davranışlarını etkileyebildiği gibi bireylerin davranışlarını da etkilemektedir. Kültürü oluşturan öğeler toplumun değer yargıları, dili, yasaları, inanışları gelenekleri, materyalist göstergeleri ve toplumun töreleri gibi öğelerdir (Odabaşı ve Barış, 2018: 316-317). Gelişmiş toplumlarda, kültür güçlü bir biçimde tüketimle bağlantılıdır. Belirli bir kültürde yaşayan insanların aldıkları tüketim kararları o dönemin kültürünün hayat kaynağı haline gelmektedir.

İnsanlar, kültürel değerlerle yetişirkenkültürün kendi hayatları süresince değiştiğini de görmektedir. Yeni kelimeler, yeni fikirler, yeni tarzlar sonucunda kültür evrim geçirmekte ve bireyler debu değişimde rol oynamaktadır. Tüketim, kültür kavgasının verildiği ve biçimlendirildiği yer olarak görülmektedir. Tüketim günümüzde insanların kendilerini ifade ettiği bir iletişim aracı haline evrilmiştir. Artık bireyler ihtiyaçlarını gidermekten çok psikolojik rahatlama ve kendilerini olduklarından farklı göstermek için tüketme eğilimindedir. Bireyler, büyük bir kısmının faydası olmayan yalnızca statü ve yenilik arama gibi amaçlar doğrultusunda ürün ve hizmetleri tüketmeyitutkuyla arzulamaktadır (Belk, 1979: 105). Tüketim artık bir deneyim, beyinsel ve zihinsel bir olgu olarak görülmektedir. Fakat modern zamanlardan önce tüketim yalnızca hayatta kalmak için ihtiyaçları gidermekten ibaret olduğundan,tüketici de tüketimde basit bir olgu şeklinde analiz edilebilmekteydi. Tüketim belli bir noktaya odaklandığından, durağan ve istikrarlı bir yapı halindeydi. Ürünler ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde tek ya da az çeşitti ve tüketicinin istekleri dahaönemliydi. Stabil olan insan davranışları günümüzde karmaşık hale gelmiş bu durum tüketim alışkanlıklarını da değiştirmiştir. İnsanlar artık tüketimi zorunlu ihtiyaçlarını gidermekten öte psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama aracı olarak da kullanmaktadırlar. Günümüzde evrensel tüketim kültürüyle şirketler pazarlama bütçelerini büyük ölçüde genişletmiş ve bu genişlemeyi bireylere reklam, multimedya, kitle iletişim kanallarıyla pazarlamışlardır. Bireyler küreselleşen tüketim kültürüyle ihtiyaçları olmamasına rağmen kapitalizm çılgınlığına sürekli tüketerek ayak uydurmuş ve bu durumu yaşam şekline dönüştürmüştür. Yaşanan ekonomik, kültürel, sosyal, ideolojik dönüşümler sonucunda tüketimin anlamı; başarı, haz, eğlence, özgürlük gibi kavramları çağrıştıracak şekilde genişlemiş; iyi bir hayatın anlamı olarak görülmeye

71

başlanmıştır (Güleç, 2015: 75). Günümüzde bireyler yaptıkları tüketimle, kendilerini ifade edebildiklerini, yüksek fiyatla ürün aldıklarında statülerinin yükseldiği mesajını etraftakilere iletir duruma gelmişlerdir.

Teknolojik gelişmelerin hızlanması, bireylerin teknolojik cihazları daha etkin kullanması, medya reklamlarının önemli etkisi, kulaktan kulağa pazarlamanın yayılması, şirketlerin rekabet üstünlüğü yaratmak için tüketicileri etkileme gücü, ürün çeşitliliğinin artışı, tüketimi kolaylaştırıcı hizmetlerinartışı (kredi, kredi kartları vb.), bireylerin gelirlerindeki nispi artış, meslek türlerindeki çeşitlilik gibi bir çok nedenle tüketim kültürü yayılmaya devam ederken asladoyuma ulaşmayacak olan evrensel kapitalizmi beslemeye devam etmektedir (Acar, 2000: 42-47).

Tüketicilerin yaşam tarzları 1970’li yıllara kadar sade ve gönüllü yaşam tarzı olarak devam etmiş, bu durum hem medyanın hem de akademik çevrelerin dikkatini çekmiştir. Bu oluşumun köklerinin insanlık tarihi kadar eski olduğu bilinmektedir.

Günümüzde ise gönüllülük ve sadelik gündelik yaşam alanları ile politika, din, ticaret, felsefe ve sanat gibi alanlarda yaygın olarak görülmektedir.

Literatür incelendiğinde insanların tüketim vasıtasıyla yarattıkları ideal benlik düzeyine ulaşmak için yaptıkları bazı eylemler olduğu görülmektedir. Bu eylemler temelde statü ve kimlik sahibi olmaya çalışma, benlik çatışması yaşama ya da benlik çatışmasından kaçınma şeklinde gözlenmektedir. Fakat insanlar sosyal dışlanmaya maruz kalmama ya da zeki görünmek için tüketime yönelmektedir. Bu da tüektim toplumunu ortaya çıkarmaktadır Baudrillard (2018: 47) bu durumu; “bu dünya tüketme için yok etmekte” biçiminde açıklamaktadır. Bu noktada işaret etmemiz gereken durum ise dünya üzerindeki sınırlı kaynakların verimsiz kullanımıyla tüketim anlayışının değişen yapısı haliyle tüm canlıları etkilerken çevre krizini, bunun yanında bazı psikolojik sıkıntıları da yanında getirmesidir. Bunun yanında toplumun sahip olduğu bazı dinamikler çevre açısından tehlikeli bir boyuta ulaşmakta, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gönüllülük çalışmalarına katılan bireyler bu eylemlerini bırakmak durumunda kalmaktadır. Bu noktada çevrenin korunması ve geliştirilmesi için çözüm odaklı yaklaşımlara gereksinim duyulmaktadır. Daha iyi ve sağlıklı şartlarda yaşamak için gönüllü sadelik olgusu, insanların tüketim alışkanlıklarına yön verdiği zaman anlam kazanmaktadır( Bozdogan, 2018).

72

Gönüllü sadelik kavramı literatürde ilk kez Gregg (1936: 2) tarafından ele alınmış bir konudur. Gregg gönüllü sadelik kavramını “dürüstlük ve içtenlik ilkelerine bağlı kalarak ne istediğini bilme, yaşamın amacına hizmet etmeyen uygulamalar ve dışsal kargaşalardan uzak durma” şeklinde tanımlamaktadır. Bu görüş hem içsel hem de dışsal olarak sadeleşmeyi ifade etmektedir. Bu anlayışa sahip insanlar hayatlarını daha anlamlı yaşamak için bazı kısıtlamalara gitmektedirler. Bu kısıtlamaların düzeyin ve derecesini belirleyen birçok unsur bulunmaktadır. Bu alanda çalışmalar yapan Leonard-Barton (1981: 245) gönüllü sadelik kavramını “insanların günlük yaşam aktivitelerine ilişkin kontrollerini arttırırken, bağımlılıklarını ve tüketim alışkanlıklarını en aza indirmeye yönelik çaba harcamaları” biçiminde tanımlamıştır. Burada materyal basitlik karamı da önem kazanmaktadır. Materyal basitlik kavramı “ekonomik farkındalık, otonomi, kişisel gelişim ve insani ölçü olmak üzere beş boyuttan oluşan gönüllü sadelik” olarak tanımlanmaktadır (Elgin ve Mitchell, 1977: 5).Bu tanıma göre insanlar tüketimi kısıtlamakta, ancak tüketim alışkanlıklarına tamamen son vermemektedir (Kurtulusvd., 2019). Değinilmesi gereken diğer bir durum bu bireylerin, gönüllü sadeliği benimseme motivasyonları ve uygulama oranlarının kişiden kişiye farklılık gösterdiğidir. Bu durum insanların sahip olduğu tüketim alışkanlıklarını değiştirmektedir. Örneğin; kişisel anlamda basit ve sakin bir hayat seçen birey ikinci el ürünlere yönelirken, ekolojik farkındalık düzeyi yüksek olan bireyler sade ambalajlı ürünleri tercih etmektedir. Bu bireyler organik gıda tüketimini yüksek düzeyde gerçekleştiren grupta yer almaktadır (Craig-Lees ve Hill, 2002: 207).

Literatürde yer alan araştırmalar incelendiği zaman birçok insanın gönüllü sadelik ilkelerine göre yaşamayı anlamlı bulduğu, buna karşılık Türkiye’de insanların bu konuya ilişkin bilgi düzeylerinin nispeten daha sınırlı olduğu göze çarpmaktadır.

Türkiye’de bu konuda yapılan bir çalışmada tüketim alışkanlıkları üzerinde belirleyici olan moda ve marka gibi değişkenlerin de gönüllü sadelik kurallarına göre yaşayan bireylerde geçerli olmadığı rapor edilmiştir (Özgül, 2011: 33). Erdoğmuş ve Karapınar (2015: 16) tarafından bu alanda yapılan bir çalışmada da gönüllü sade insanların çevre dostu ürünlere daha fazla önem verdikleri tespit edilmiştir. Bu araştırma sonuçları Türkiye’de gönüllü sadelik konusundaki bilgi birikimini arttırsa da nicel çalışma bulgularının sınırlı olduğu görülmektedir.

73

2.3. Gönüllü Sade Yaşam Tarzının Tarihsel Gelişimi

Sade bir yaşam tarzına sahip olma düşüncesinin temelleri tarihin ilk çağlarına kadar dayanmaktadır. Bu yaşam tarzının ilk örneklerinin Roma ve Antik Yunan da görüldüğü bilinmektedir. Bu dönemlerde yaşayan insanlar ticareti, sanatı, siyaseti ve inancı her zaman felsefi bir yaklaşım ile yürütmeye çalışmış, insanları tatmin eden düşüncelerin başında her zaman felsefi görüşler gelmiştir. Sokrates sadelik kavramını

“sadelik ile fakirlik arasında yer alan anlam ve yolları bulma ve dengede tutma eylemleri” şeklinde tanımlamıştır. Tarihsel süreç içerisinde Horage, Virgil, Aristotle, Plato, Socrates, MarcusAurelius, Seneca, Çiçero ve Zeno da sadelik anlayışını ve maddi varlıkların sahip olduğu değeri sorgulamışlardır (Cengiz, 2014: 26).

Tarihsel süreçte birçok toplum ve inanışta sade hayat süremeye yönelik uygulamalar bulunmaktadır. Antik Yunan medeniyetinde başlayan bu inanış zaman içerisinde İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik, Taozim, Hinduizm ve Budizm’de de görülmüştür. Bunun yanında yaşamsal deneyim uygulamalarının da eski dönemlerde örnekleri mevcuttur. Hz. Muhammed, Hz. İsa, Buda, Lao Tzu ve Musa gibi önemli dinlerin kurucuları da sade yaşam tarzının başlıca savunucuları olmuştur. Bu kişiler kendileri de sade yaşam tarzını benimsemiştir. Liderler ele alındığı zaman Gandi ve Lenin gibi tarihi kişiliğe sahip liderler de sade yaşam tarzını benimseyen, uygulayan ve bu yaşam tarzını yaymaya çalışan kişiler arasında yer almıştır (Gregg, 1936: 1; Elgin, 1981: 46).Söz konusu dönemlerde sade yaşam tarzının temeli dışsal açıdan basit, içsel açıdan da sengin yaşamaya dayandırılmıştır.

Hristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil’de, insanlar ile eşyalar arasındaki manevi yönü belirleyen bir denge bulunmaktadır. Taoizm, Hinduizm ve Budizm gibi doğu inanışlarında ise insanların sahip olduğu varlık eşyalar ile ölçülü olmakta ve insanlar manevi zenginlik için cesaretlendirilmektedir. Antik Yunan düşünürleri arasında yer alan Aristo, Plato ve Sokrates ise fakirlik ve zenginlik arasındaki denge anlamına gelen

“altın anlam” kavramını savunmuşlardır (Elgin, 1993: 46-50).

İslam dininin inşa edildiği dönemlerde de dünya ve ahiret hayatı arasında denge bulunduğuna vurgu yapılmış, insanların sade yaşam tarzına sahip olmaları vurgulanmıştır (Yıldırım, 2014: 331). Yahudilik inanışında da birçok ayet sade yaşam

74

tarzına vurgu yapmıştır (Friedman, 2002).Gönüllü sadelik olgusu temelde tüketim gereksinimleri doğrultusunda gerçekleşen, bir taraftan sürdürülebilir tüketim anlayışını içinde barındıran bir yaşam tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda sade yaşam tarzı günümüz toplumunda yer alan tüketim anlayışına da başkaldırmaktadır (Cengiz ve Torlak, 2018: 2-3).

Gönüllü sadelik hareketine göre yaşamını sürdürmeyi benimsemiş olan insanların temel odak noktaları, üretim sonunda ortaya çıkan ürünleri tükettikleri zaman kaygı gütmeme isteği, geri dönüşümü olan ürünlere yönelme arzusu ve gereksiz tüketimden kaçınma şeklindedir. Bu alanda yapılan çalışmalarda gönüllü sadelik esasına göre yaşayan insanların genellikle yerel üretilmiş, dayanıklı ve geri dönüştürülebilir ürünlere yöneldiklerini göstermektedir. Bu kapsamda gönüllü sadelik esasına göre yaşama sürdürülebilirliği besleyen bir durumdur (Peyer vd., 2017: 38).

Tüketim kültürünün saldırganlık düzeyinde reklam, medya ve benzeri kanallarla bireylere empoze edildiğini fark eden ve bu sisteme bir karşı duruş olarak sade yaşamı savunan bir grup insanın varlığı akademik anlamda ilk olarak 1930’larda ortaya çıktığını daha önce belirtmiştik. Kavram 1936 yılında Richard Gregg tarafından literatüre kazandırılmıştır. Aynı zamanda MahatmaGanhdi’nin öğrencisi olan Gregg’e göre gönüllü sadelik “İçsel ve dışsal durumları içeren, dürüstlük ve içtenlik ile bireyin ne istediğini bilesini ifade eden, bunun yanında yaşamın temel gayesi olmayan mülklerden kaçınma” şeklinde tanımlanmıştır. İnsanların sahip oldukları manevi yönleri geliştirme amacı ile bilinçli bir biçimde dünya karmaşasından ve tüketimden uzaklaşması; hayatın asıl amacına hizmet etmeyen ürünlerden uzak durmayı tercih ettikleri zamanda arzularını, yaşamın diğer yönlerindeki bolluğu sağlamak adına kısıtladıkları anlaşılmaktadır.

Uluslararası literatürdekonu ile ilgili olarak Elgin ve Mitchell (1977)’in çalışmaları yer almaktadır. Konuyu gönüllü yaşam tarzı kapsamında ele almışlarveinsanlara gönüllü sade yaşamı önermişlerdir. Leonard-Barton (1981), Bu alanda ilk ölçek geliştirme çalışmasını yapmış araştırmacı olup, elde ettiği bulgular ışığında sade yaşam tarzının sahip olduğu karakteristik özellikleri ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Dominguez ve Robin (1992), insanların daha sade bir yaşam tarzına sahip olmaları için gerekli ekonomik değişkenlerin neler olduğunu açıklamaya çalışmışlardır.

75

Bu alanda yapılan diğer çalışmalarda (Walther ve Sandlin, 2013: 36) genellikle gönüllü sadelik yaşamını oluşturan temel bileşenler, gönüllü sadelik yaşamının karakteristik özellikleri, sadeliği açıklayan kuramlar, sade yaşamı tercih eden insanların kim oldukları ve temel özellikleri incelenmiştir.

Sade yaşam tarzına ilişkin konulara varoluşçu felsefe de değinmiştir. Şöyleki;

insanların varlıklarının doğadan soyutlanması mümkün değildir. Bu görüşü savunan Henry David Thoreau (2015: 347) insanların hayatlarını basitleştirdikleri sürece evrenin karmaşık bir yapıya sahip olmadığını düşüneceklerdir. Böylece insanlar fakirlik ve yalnızlık gibi kavramları farklı algılayacaklarını, buna paralel olarak kendilerini sınırlandıran olgulardan uzaklaşacaklarını belirtmiştir. Sade hayat tarzının gelişeceğini öngören Elgin (1981: 52-53), 1800’lü yıllarda yaygın hale gelmeye başlayan aşkınsal felsefenin ilk temsilcileri arasında yer almaktadır. Elgin’e göre aşkınsal yolculuk ilk olarak insanın kendisini keşfetmesi ile başlamaktadır. Bunun yanında aşkınsal yolculukta bireyine etrafını saran doğa ve benlik bir bütün oluşturmaktadır. Literatür okumaları incelendiği zaman sade hayat tarzı kavramının sosyal yaşamın felsefi bir keşfi olmadığı görülmektedir. Gönüllü sadeliğin kronolojik derinliği ve dikkat çeken savunucuları olmasına karşılık, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan tüketim patlaması gönüllü sadeliğin hızlı bir biçimde unutulmasına neden olmuştur(Shama ve Wisenblit, 1984: 231). İlerleyen dönemde Amerika’da ortaya çıkan Roma Kulübü gönüllü sadeliğin tekrar önem kazanmasına katkıda bulunmuştur (Leonard-Barton, 1981: 243). Bu dönemde sürdürülebilir ve yeni insan toplulukları yaratmak için büyük adımlar atılmaz ise büyük bir çöküşün beklendiği belirtilmiştir (Meadows vd., 1972: 9).

1972 yılında BM tarafından Uluslararası Çevre Konferansı düzenlenmiştir. Bu konferansta çevreye duyarlı bir hareket planı oluşturulmuştur. Bu kapsamda öncelikli olarak çevreye duyarlı bireyler yetiştirilmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır. 1970’li yıllardan günümüze kadar geçen zaman diliminde de bilim insanları çevre sorunlarına yönelik olarak endişelerini belirtmiş, söz konusu endişelerin temelinde insanların değişen tüketim özelliklerinin olduğuna vurgu yapılmıştır(Kumar, 2016: 148).

Tarihsel süreçte ortaya çıkan gelişmeler ile birlikte hayatın her anlamıyla basit yaşanması gerektiğine vurgu yapılmış, hayatı daha anlamlı yaşamak için gelişen gönüllü

76

sadelik kavramı insanların tüketim alışkanlıklarına yön vermeye başlamıştır. Zaman içerisinde de gönüllü sadelik akımı giderek yaygın hale gelmiştir (Bozdogan, 2018).

Gönüllü sadelik kavramının gelişmesinde de özellikle kavramın önde gelen savunucuları etkili olmuştur.

LeonardBarton (1981: 244)’da gönüllü sadelik üzerine araştırmalar yapmıştır.

Gönüllü sadelik kavramını “insanların günlük yaşam aktiviteleri üzerindeki kontrollerini üst seviyeye çıkarmak için bağımlılık ve tüketimi en aza indiren yaşam tarzına yönelmeleri” şeklinde tanımlamıştır. İnsanların tüketim alışkanlıklarını temel alan diğer bir çalışmada “istemli ve bilinçli bir biçimde hareket edebilen gönüllü sade insanlar tüketim kalıplarını değiştirmeye başlamış, büyüyen ve sistemi kontrol etme niyetinde olan önemli bir tüketici kitlesi halini almıştır” ifadesine yer verilmiştir (Elgin ve Mitchell, 1977).

Belgede GÖNÜLLÜ SADELİK OLGUSUYLA (sayfa 84-91)