• Sonuç bulunamadı

Fizikî Özellikleri, Kişiliği ve Mizacı

Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz söyleşide4 Eren Miyasoğlu’ndan babasının fizikî portresiyle ilgili şunları öğrenmekteyiz:

“Babam beden olarak çok güçlü, kuvvetli bir insan değildi, bünyesi

zayıftı. Narin bir yapısı vardı. Bir yetmiş boylarında, 45-50 yaşlarına kadar benim gibi ince, uzun. Vücudunun ince olması herhalde bünye meselesi ama 45- 50 yaşlarından sonra yavaş yavaş kilo almaya başladı. Buna rağmen yine de toplu bir insan olduğu söylenemez. Kumral, buğday tenli, saçları siyah son zamanlarda gümüş rengi bir yapıdaydı. Gözleri ela, yeşile yakın” (A.g.g.).

Tanışmadan önce, gazetede ya da bir kitabın kapağında fotoğrafını gördüğü Miyasoğlu’nu İbnülemin Mahmut Kemal’e benzeten A. Vahap Akbaş aynı yaklaşımı bir dostunun da gösterdiğini belirtir. (Akbaş, 2013a:6).

1972’de Miyasoğlu ile tanışan Abdullah Satoğlu onun son derece ağır, vakur, zayıfça, uzun boylu, sıcak ve samimî bakışlarla gülümseyen bir yüz hattına sahip olduğunu söyler (Satoğlu, 2013:43).

Yine benzer ifadelerle hocalarının fizikî yapısıyla ilgili görüş beyan eden öğrencileri onun naif, uzun boylu, uzunca yüzlü ve gür saçlarıyla çok yakışıklı olduğunu dile getirir (Bostan, 2006:32).

Sanatçının kişilik ve mizacının, dava eksenli oluştuğu ve bu minvalde perçinleştiğini söyleyebiliriz. Anıldığı özelliklerin belirgin çizgileri bu uğurda verdiği mücadelelerden hareketle tespit edilebilir. Saatlerce süren konferans

niteliğindeki telefon konuşmaları, her an yeni projeler üretmek için faaliyette bulunan üretken bir zihin, Miyasoğlu’nun kişilik özelliklerinin çerçevesini belirler.

Daha çok, kendisini tanıyanların verdikleri bilgiler ışığında onun kişiliğini ve mizacını oluşturan belli başlı özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

- Konuşkan bir yapıya sahiptir.

Dursun Gürlek’in şu sıra dışı benzetmesi Miyasoğlu’nun bu yönünü aydınlatacak önemli bir örnektir:

“Dostluğu gibi konuşmaları da uzundu. Uzun sözün kısasından

hoşlanmıyordu. Bilâkis, hayranı olduğu Ahmet Mithat Efendi’nin gazete

tefrikaları gibi uzattıkça uzatıyordu” (Gürlek, 2013:28).

Ancak bu özellik onda boş ve sıradanlıktan uzak; kültür, sanat, edebiyat içerikli muhabbetlerle zenginleştirilmiştir. İlk olarak iç dünyasında suskun, kapanık bir mizaca sahip izlenimi veren Miyasoğlu, zamanla istidadı doğrultusunda muhatabına birtakım sorumluluklar yükler. Konuşkanlığı yüz yüze olmanın yanı sıra saatlerce süren telefon görüşmelerine de yansımıştır. Bu hususta Üzeyir İlbak’ın şu hatırası dikkate değer görülmektedir:

“Mustafa ağabeyle nerede karşılaşırsanız, ayaküstü muhteşem bir konferans dinlerdiniz. Hep bir derdi ve hedefi vardı, anlatmaktan hiç üşenmezdi… Bir defasında Eyüp’teki dergi merkezinden çıktım, telefon çaldı.

Arayan Miyasoğlu abiydi, kulaklığı taktım. Feshane önünde taksiye bindiğimde

konuşuyorduk. Köprü geçildi, Ümraniye’ye ulaştım ve site önünde taksiye ödemeyi yaptıktan sonra asansörde telefon kesilmesin diye bahçede oturdum, bir süre daha dinledim. Son sözü ‘gereğini yapalım azizim’ oldu” (İlbak, 2013b:20- 23).

- Sürekli projeler üreten, çalışkan, dinamik velut bir yazardır.

Bedenen ve zihnen sürekli bir faaliyet içinde bulunan sanatçı aynı anda pek çok düşünceyi tasarlayıp pratiğe dökmenin yollarını arar. Kimi vakit, nihayete erip kitaplaşmış projeler zamanla gelişip başka türden eserlerin vücut bulmasını sağlar. Farklı türden yazılarını takip ettiği A. Vahap Akbaş’taki edebî istidadın farkına varan Miyasoğlu ona birtakım tavsiyelerde bulunur. Öyle kıyıda köşede kalmaması gerektiğini söyleyerek, birlikte yapabilecekleri bazı çalışmalardan bahseder. İlk tanışma esnasında bu tür projelerden bahsedilmesi genç şairde şaşkınlık oluşturur:

“Daha oracıkta kendimi bir edebiyat dergisi çıkarma projesinin içine alınmış olarak gördüm. Heyecanımın tebdilinden bahsetmem bundandı. Eve döndüğümde kafam allak bullaktı. Ağır, sakin düşünme alışkanlığım tepetaklak olmuştu. Bir yığın isim, eser, dergi, proje zihnimde devinip duruyordu” (Akbaş, 2013b:31).

Çok seri düşünen, sürekli projeler üreten ve bunları hemen uygulamaya koyan Miyasoğlu’nun çok yönlülük ve verimliliğinin de bu özelliklerinden ileri geldiğini dile getiren Akbaş, sözlerine şöyle devam eder:

“Tanıştığımızda, bir dergi çıkarma hazırlığı içindeydi. Dergi çıktı çıkacak derken, birden bir yıllık çıkarma projesi çıktı ortaya. Suffe Yayınları’nın kuruluşu ve beş ciltlik Suffe Yıllığı bu projenin hayata geçirilişinin ürünleridir. Şiir, roman ve denemenin dışında, biyografiler yazması (Asaf Halet, Ziya Osman

Saba, Haldun Taner), Antolojiler hazırlaması (Çağdaş İslâmî Şiirler Antolojisi,

Gül Şiirleri Antolojisi), sadeleştirmeler yapması (Çengi Sümbül ve Daniş Çelebi) onun bu karakter özelliğinden kaynaklanıyor” (Akbaş, 2013b:6).

- Çevresindeki yetenekleri yüreklendirip yazmaya teşvik etmiştir.

Zamanı verimli kullanma çabasında olan Miyasoğlu aynı anda birçok düşünceyi hayata geçirme ve onları etkin kılma amacındadır. Dünya görüşüne, davasına yakın gördüğü kabiliyetleri cesaretlendirip yapılması gerekenler noktasında onlara ön ayak olmuştur. Abdullah Uçman’ın şu ifadeleri sanatçının çevresine olan duyarlılığını ortaya koymaktadır:

“… eski ve yeni kitaplar satın alıp okuyor, tabir caizse, ilk yazı denemelerimi karalıyordum. Bu ilk yazılarımın, fakülte birinci sınıfta abone olduğum ve bir okuyucu olarak izlediğim Hisar ve Hareket dergilerinde yayımlanmasını da yine Mustafa’nın teşviklerine, zorlamalarına borçlu olduğumu özellikle söylemeliyim. Mustafa’nın bu şekilde çevresindekileri daima yüreklendiren, gerektiğinde zorlayan bir tutumu vardır” (Uçman, 2013b:26).

En olumsuz zaman ve şartlarda, kalem arkadaşlarının türlü sebepler ileri sürerek yazmayı bıraktığı durumlarda dahi çalışma azminden taviz vermemiş, bununla da yetinmeyip dostlarını harekete geçirmiştir (Akbaş, 2013c:49).

- Sorumluluğunun bilincindedir.

İçinden çıktığı sosyal çevrenin değer yargılarını önemser. Toplumun aksayan yanlarına çareler arar. Sanatçının aşağıdaki ifadeleri bu bilincin güzel bir örneğidir:

“Ben yazmasam Kaybolmuş Günler’de anlatmasam, benim gibi düşünen

Anadolu çocuklarının 68 Kuşağı içindeki durumu hepten unutulup gidecekti; Dönenmeç’te ele aldığım Anadolu şehirlerinin iç hayatı tümden meçhul kalacaktı. Edebiyat Geleneği, ben yazmasam bu kadar şuurla fark edilmeyecekti;

Bir Gülü Andıkça’da ifade ettiğim güzellikler hiç bilinmeyecekti”(Miyasoğlu,

2013:72).

- Sevimli, güler yüzlü aynı zamanda agresif bir yanı vardır.

Konu davası olunca hiddetlenen Miyasoğlu, onun dışında mülayim tavrını korumaya özen gösterir. Konuşmalarında sesinin yükseldiği duyulsa da bu reaksiyon, şahsından ziyade İslâmi değerler uğrunadır. Kendisi için bir öğretmen olarak nitelediği babasının bu yönünü oğlu Emre şu cümlelerle anlatır:

“Sinirli oluşu kendisiyle ilgili şeylerden değil, sadece işiyle, davasından ötürüydü. Hakka ve hakikate öylesine bağlı bir adamdı ki hataya, tembelliğe, ihmale hiç tahammülü yoktu. (…) O benim için bir öğretmendi, hem de katı kuralları olan, yanlışa asla taviz vermeyen, öğrenmeye direnen çocukluğumla pes etmeden savaşan bir öğretmen. Asabi, ama sınırsız bir sevgiyle doluydu. Asabiyetinin sebebi de belki olağanüstü sevgisinin ve fedakârlığının getirdiği eğitme arzusuydu” (Miyasoğlu, 2013:20-21).

Bütün bu özelliklerinin yanı sıra Mustafa Miyasoğlu; Bekir Oğuz Başaran, Ahmet Özdemir, Şeref Akbaba gibi onu çok iyi tanıyan dostlarının tanımlamasıyla “Akif duruşlu” bir adamdır. İnandığı değerler uğruna eğilip bükülmeden mücadele veren, doğrunun hatırını dostunun hatırından âli gören ve neye mâl olursa olsun doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen bir şahsiyettir.

A. Vahap Akbaş fizikî özellikler yönünden benzerlikler kurduğu İbnülemin Mahmut Kemal ile Miyasoğlu’nu ilmî donanım, ilkeli duruş, estetik zevk ve benzeri mizaç özellikleri noktasında da ortak paydada birleştirir:

“Ben yine de Miyasoğlu ile İbnülemin Mahmut Kemal’in mizaç olarak da

benzer taraflarının bulunduğunu düşünüyorum. İbnülemin, dil ve anlatımı ile zevk ve estetiği ile güçlü ilmi ile, bu alandaki cehdi ile, keskin ama ilkeli tavırları ile ‘bir devr-i kadim efendisi’ idi. Miyasoğlu’da benzer özellikleriyle kendi devrinin efendisidir şüphesiz” (Akbaş, 2013a:6).