• Sonuç bulunamadı

Yararcılık olarak da adlandırılan faydacılık kavramı, Bentham tarafından, en büyük sayının en büyük mutluluğu için eylemde bulunmak olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda, birey ve topluluk için üretme ve yarar sağlama eğilimini ya da hazzı, iyiliği ve mutluluğu artırma eğilimlerinden teşekkül ettiğini ileri sürmektedir. Yani doğru ya da yanlışın yegâne ölçütü en çok birey için iyilik yapmakta yatmaktadır (Bentham, 2002: 11/25). Faydacılık kavramının bir diğer önemli araştırmacısı olan Mill, Ahlakın temeli ve en büyük mutluluk prensibini benimseyen bir öğreti, eylemlerin mutluluğu sağlama eğilimi oranında doğru, mutluluğun tersi sonuçlar üretme eğilimi oranında yanlış olduklarını savunmaktadır. Mutluluktan kasıt, hazzın var olması ve acının olmaması iken, mutsuzluktan kastedilen ise, acının var olduğu ve hazzın olmadığı durumlardır (Mill, 2003: 186).

Ahlak teorisinin bir örneği olan faydacılık, temelde bir eylemin doğru eylem olabilmesinin merkezine mutluluğu maksimize etmeyi koymuştur. Yani eylemler kendi başlarına bir anlam ifade etmeseler de, sonuçları itibariyle iyi ya da kötü olmalarına göre doğru ya da yanlış olarak tasnif edilirler. Bentham tarafından on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru ortaya konan ve Mill tarafından geliştirilen klasik faydacılık paradigmasına göre, mutluluk ya da haz, acının aksine, bir ruh hali olarak değerlendirilir. Daha modernist görüşlere göre mutluluk, tercihlerin ya da arzuların gerçekleşmesi olarak görülür. İki durumda da gerçekleşen ortak birleşim, mutluluğun arzulanan bir olay olması ve mutluluk miktarı temelinde farklı sonuçlar arasında kıyaslamalar yapılabilmesidir. Burada mutluluk kavramının göreceli olduğu ve kişiler arası farklılıklar gösterebildiği tebarüz etmektedir. Bu nedenle faydacılık, bu karmaşıklığı gidermek adına bireysel tercihleri ve bunların belirli bir ölçüte göre ölçülebilmesini önererek en azından ilke düzeyinde insanlar arasında karşılaştırmaya olanak sağlanabilmesini öngörmüştür (Nuttall, 1997: 222).

Eylemlerden doğacak mutluluk miktarını hesap ederek tek tek eylemlerin doğruluğuna ya da yanlışlığına karar verilen eylem faydacılığı yukarda tarif edilmiştir. Eğer bir faydacı kimi zaman sözünde durma, kimi zaman doğruyu söyleme gibi genel kurallara göre davranıyorsa, bu durum kurallara uymanın verdiği mutluluğu daha da çoğaltmaktan başka bir şey değildir. Kural faydacılığı da denen

bu durumda, kişinin bir karar verme durumunda maruz kaldığı, her seferinde neticeleri hesaplamak yerine, faydacının kullanmayı uygun ve belki de iyicil gördüğü üstün körü kurallardır. Eylem faydacılığının alternatifi kural faydacılığıdır ki, burada hesaplanan tek tek eylemlerin sonuçları değil, belli bir kurala uymanın neticeleridir. Kural faydacılığına göre eğer bir birey, bir kuralı izlemenin izlememekten daha çok mutluluk getirdiğini düşünüyorsa, o zaman bu kuralı bir ahlak ilkesi olarak içselleştirir ve (her bir eylemin neticesine bakmaksızın) her daim kurallara göre davranma eğilimindedir (Nuttall, 1997: 225).

Faydacılık (yararcılık) açık şekilde, ilk çağ hazcılığının, bireyin hazzına ve mutluluğuna yönelik ilginin toplumsal bir ilgiyle neticelendirilmiş olduğu modern sürümü biçiminde ifade edilebilir. Faydacılığın uzun süre dünyada etkili olmasının en temel sebeplerinde biri, doğallıkla yararcılığın 17. yüzyıldan beri güç kazanan kapitalizmin etik paradigmasına sahip olması ve onunla piyasa teorisi arasında kavramsal ve tarihsel ilişkilerin olmasıdır. Öyle ki öncelikle, faydacılığın en yüksek iyi olarak gördüğü haz ve mutluluk ya da yarar, piyasaların ve ekonomik insan görüşünün de bireysel motivasyona ilişkin bakış açısına uymaktadır. Diğer taraftan, gerek faydacılık gerekse piyasa teorisi aynı rasyonalite konsepsiyonunu somutlaştırsa da, içsel değeri yeterli düzeyde tartışılmamış olan belirli ya da verili bir hedef, nihai bir amaç taşımamaktadır. Burada aklın rolü, bu amaç ve hedefe ulaşmada ortaya çıkaracağı bedeli (maliyeti) minimize etmekte yatmaktadır. Benzer şekilde faydacılık, maliyet-fayda analizini dâhil etmek açısınındın da piyasa teorisini anımsatmaktadır. Daha da önemlisi, faydacılık acı ve mutluluğu meydana getiren ya da doğuran nesnelere, aynı piyasanın kendisi gibi, gayri şahsi bir tavır sergilemektedir. Faydacılığın bireylerin mutluluk ve hazzını en üst düzeye çıkararak, acılarını ve zararlarını en aza indirmeye çalışması iken, bireylerin toplam faydalarını en üst düzeye çıkarması rasyonel insan anlayışıyla ve eski hazcı paradigma ile uyuşsa da, gerek özel mülkiyet hakları gerek bireysel çıkarların çakışması ve gerekse başkalarına verilen sözlerin bireysel çıkarlarla çelişmesi durumu gibi ahlaksal sorunların doğmasına neden olur. Bu noktada kuralcı faydacılığın devreye girmesi, kanunlar ve ilkelerle bireylerin hak ve hukuklarının bir sınır içerisinde korunmasını öngörmektedir. Bu da, insanların menfaatlerinin çeliştiği noktalarda, kurallara uymanın faydalarına olacağı anlayışının gelişmesini sağlar (Poole, 1991: 7-8).

Yararcılık, öncelikle normatif ya da kural koyucu bir etik anlayışını tanımlamakla birlikte, her ne kadar insan psikolojisine dayanan bir yönü ve betimleyici bir temeli olsa da, sadece ahlak alanında olup bitenleri tasvir etmekle yetinmez. Bu ayrıma ek olarak, faydacılık insanlar için neyin iyi neyin kötü olduğuyla, insanların ne yapıp nelerden sakınmaları, hayatta nihai amaçlarının ne olması ve yaşamlarını nasıl sürdürmeleri gerektiği ile ilgilenen geniş perspektifli bir paradigmaya sahiptir. Dahası ahlaki eylemelerle ilgili kurallar koyarak düzenleyici ilkeler getirmektedir. Normatif bir etik görüşü olarak faydacılık, aslında bir ahlaki yükümlülük teorisinden ziyade, bir ahlaki değer teorisini tanımlamaktadır. Yani faydacılığın temelindeki varsayım, ‘en yüksek iyi’ nin ne olduğu iken, neyin doğru olduğuyla ilgili konuşmak yerine, neyin iyi ya da değerli olduğuyla ilgili paradigma geliştirmektedir (Cevizci, 2002: 191).

Bu bağlamda faydacılık, etik alanında ehemmiyetli olan yegâne şeyin ve en yüksek değerin mutluluk olduğunu ifade etmektedir. Faydacı etik esasında, insan tabiatına ilişkin bir tasvirden, insanların nasıl davranmaları gerektiğine dair bir paradigmaya geçtiği, iyinin ve kötünün ne olduğunu sergileyebilmek amacıyla haz ve dolayısıyla mutluluğun niteliksel ve niceliksel bir ölçümünü yapmaya çalıştığı için doğalcı bir etik teorisi olarak adlandırılmaktadır. İyiyi mutluluk ve fayda sağlayan şeyle özdeşleştiren ve çok farklı biçimlerde tanımlana gelen ahlaki bir değer teorisi olarak faydacılığın bilinen en temel tanımı şöyle yapılabilir. Faydacılık, bir eylemin ahlaken iyi bir eylem olabilmesi için, onun eylemden etkilenen en yüksek sayıda birey için en üst düzeyde mutluluğu meydana getirmesi beklenir. Bu durum fayda ya da ‘en yüksek mutluluk ilkesi’, olarak da ifade edilebilir (Cevizci, 2002: 191).

Ekonomik açıdan bakılacak olursa, çağdaş klasik ekonomik sistemin felsefesini oluşturan Adam Smith’in Milletlerin zenginliği (1976) adlı çalışmasıyla ortaya koyduğu ekonomi anlayışının temellerinde, insanın rasyonel olduğu ve her bireyin faydasını maksimize etmek için çalıştığı öngörülmektedir. Ancak yakın zamana kadar göz ardı edilen bir gerçek var ki, epistemolojik bir yaklaşımla incelendiğinde Adam Smith’in ekonomi konusundaki paradigması, ahlaki bir anlayış içeresinde ele alındığı ortaya çıkacaktır. Öyle ki Ulusların Zenginliği adlı çalışmasından 17 yıl önce ele aldığı, Ahlaki Duygular Teorisi (1756) adlı eserde,

görünmez el fikrinin klasik ekonomistler, piyasa katılımcılarının bağımsız

kararlarının yönlendiricisi olarak telakki etmeleri gibi yanlış yorumlamalara neden olmuştur. Hâlbuki her iki kitabında da ortak noktaların, kendi çıkarları peşinde koşan aktörlerin eylemlerinin sonucunda bütüncül bakış açısıyla kaynakların verimli dağılımı ve böylece toplum için en üst seviyede zenginliği meydana getirecek mükemmel bir Yaratıcı’nın tasarımını ima etmektedir (Mirakhor ve Bao, 2014: 30; Evensky, 2005).

Simith’in The Theory of Moral Sentiments (Ahlaki Duygular Teorisi) kitabında sunduğu en ehemmiyetli katkı, Yaradan’ın tasarımıyla uyumlu istikrarlı bir ahlaki sistemi tahayyül edip bu ahlaki ilkelerin toplumdaki her ferde nasıl uygulatılacağını göstermesidir. Bu durumun faydacılık anlayışı gibi insani zaaflara ilişkin farkındalık katması, nesilden nesile değerler toplamında oluşan ahlaki sistem içerisinde birey ve toplumun organik bir evrimleşme ihtiyacının farkındalığına götürmektedir (Mirakhor ve Bao, 2014: 30-31). Bu noktada çalışmanın önemli varsayımlarından biri olarak beliren, Müslümanların dindarlık algılarının artması ve yönelimlerinin çoğalması ile birey temelli çıkarlara, haz ve mutluluğa dayanan faydacılık algısından feragat ederek daha toplumsal çıktılara ve totalde herkesin kazandığı faydacılık algısına yönelecekleri söylenebilir. Bu nedenle, ahlaksal açıdan hoş karşılanmayan bireysel faydacılığın düşürülmesi dindarlık ve inancın artmasıyla açıklanabilecek önemli bir varsayımı ortaya çıkarmaktadır. Faydacılığın alt bileşenleri olarak bu çalışmada yer alan unsurlar aşağıda kısaca tartışılmaktadır. Belirlenen faydacılık bileşenleri literatürdeki benzer çalışmalardan (Wang, vd., 2003; Davis, 1986; Luarn ve Lin, 2005; Wu ve Wang, 2005; Kleijnen, vd., 2004) yararlanılarak oluşturulmuştur.

Eldeki faydacılıkla ilgili boyutlar sadece bunlarla sınırlı değil, ancak bu çalışma açısından algılanan faydacılığı ölçmeye dönük bileşenler olarak değinilen kavramlar varsayılmıştır. Genel olarak kullanılan bu üç boyut, algılanan kullanışlılık, algılanan güvenilirlik ve algılanan finansal maliyet kavramlarından oluşmaktadır.

2.3.1. Algılanan Güvenilirlik

Algılanan güvenilirlik, güvenlik ve gizlilik gibi iki kavramı kapsamaktadır. Yani faizsiz finansal ürünleri satın alan müşterilerin kullanım güvenliği ve bilgi gizliliği tehdidi olmayacağına inanma derecesini ifade etmektedir. Genel olarak bu kavram, insanların işlemlerini güvenli bir şekilde sonuçlandırmak ve kişisel bilgilerinin gizliliğini korumak esasına dayanmaktadır (Wang, vd., 2003; Luarn ve Lin, 2005: 880). Burada güvenlik, bilgilerin ve sistemlerin izinsiz girişlere veya çıkışlara karşı korunmasını ifade etmektedir. Öyle ki güvenlik zaafı korkusu, çoğu durumda internet alış verişleri ve kullanımını düşürmektedir. O yüzden tüketiciler, bankaların internet bankacılığı ve finansal ürünlerin kullanımını içeren sistemleri her hangi bir güvenlik ihlali olmadan yürütebildikleri ölçüde, güvenilirlik algılarını önemli miktarda artırırlar. Öte yandan gizlilik, kullanıcıların internet bankacılığı ve finansal ürünlerin kullanımını içeren sistemlerin etkileşimleri sırasında toplanan (kullanıcıların bilgisi dâhilinde olan veya olmayan) çeşitli veri türlerinin korunmasını ifade etmektedir. Kısaca güvenlik dışarıdan gelebilecek tehditlerle başa çıkabilme kapasitesi iken, gizlilik şirket içindeki müşteri bilgilerinin korunmasını kapsamaktadır. Ayrıca gizlilik politikasının kullanıcılar tarafından algılanması ve internet bankacılığı sistemlerinin izlediği kurallar, bu sistemlerin kullanımını etkileyebilmektedir. Diğer taraftan algılanan güvenilirlik ile algılanan riskler ve algılanan güvende farklılık arz etmektedir (Wang, vd., 2003: 508-509; Wu ve Wang, 2005).

Özellikle günümüz baş döndüren dijitalleşme süreci ve teknoloji yoğunluğu, bankacılık sektöründe ve dahi katılım bankalarında, kullanılan hizmetlerde, güvenilirlik konusunu elzem hale getirmektedir. İnternet faktörünün hızlı gelişmesi ve güvenlik problemleri doğurması, birçok kullanıcının, internet üzerinden bankacılık işlemleri için şahsi ve hassas bilgilerin korunmasına azami önem atfetmesine neden olmuştur. Algılanan güvenirliliğin eksikliği, tüketicilerin internet bankacılığı sisteminin ve/veya sistemi işgal eden bilgisayar korsanlarının, kişisel ya da finansal bilgileri ya da izni olmadan üçüncü kişilere özel bilgilerin transferi endişesini ortaya çıkarmaktadır. Bu endişe gündelik hayatın her alanında olsa da, internetin özel nitelikleri nedeniyle bu konu çevrim için ve internet tabanlı alt

yapıları kullanan bankaların güvenilirliklerini iyiden iyiye tartışmaya açmaktadır. Bu nedenle, gerek şahsi müşteri bilgilerinin ifşa edilme korkusu, gerek tüketicilerin güvensizlik duygularının artması ve gerekse rekabetçi alternatiflerin bulunması (daha güvenilir rakipler), müşteri temelli internet bankacılığı ve firma temelli internet alt yapısının kullanılması durumunda, kullanıcıların algılanan güvenilirliklerini düşürmemek ve bunu artırma çabaları bankacılara engeller teşkil etmektedir. Eğer kullanıcılar hassas bilgileri internet aracılığıyla paylaşırken güvenlik zaafı hissederlerse, bu hizmetleri satın almak ve kullanmaktan kaçınacaklardır (Wang, vd., 2003: 508).

2.3.2. Algılanan Kullanışlılık

Algılanan kullanışlılık, bir bireyin belirli bir sistemi kullanmasının iş performansını olumlu etkileyeceğine inanma düzeyini ifade etmektedir. Öte yandan algılanan kullanım kolaylığı, bir bireyin belirli bir sistemi kullanımının fiziksel ve zihinsel çabalardan arınma durumuna güvenme düzeyi olarak tanımlanabilir. Teknoloji Kabul Modeli (TKM), bu iki kavramı farklı ölçmekte ve algılanan kullanım kolaylığının algılanan kullanışlılık üzerinde etkisinin olduğunu varsaymaktadır. Bu doğrudan etkinin nedeni, herkesin eşit düzeyde kullanımı hızlı ve kolay bir sistemle elde etmesi ve işinin kullanım kolaylığının artması ile kullanıcı için daha yüksek bir iş performansı (yani daha fazla fayda) ve verimlilik meydana getirmesidir (Davis, 1986: 26). Birçok çalışmada (Davis, 1986; Luarn ve Lin, 2005; Agarwal ve Prasad, 1999; Wu ve Wang, 2005; Kuo ve Yen, 2009; Gu, vd., 2009; Kleijnen, vd., 2004) kullanım kolaylığının kullanışlılığı da artırdığı hipotezi teyit edilmesinden yola çıkarak bu çalışmada, hem öğrenim hem de kullanım kolaylığını kapsayan kullanışlılık değişkeni ele alınmaktadır. Bir başka tanıma göre algılanan kullanışlılık, tüketicilerin bankacılık hizmetlerinin günlük faaliyetleriyle ne kadar iyi uyumlu olduklarına inançları olarak tanımlanmaktadır (Kleijnen, vd., 2004).

Robey (1979: 537) ise, dikkatli uygulama çabalarına karşın insanlara işlerini yapmalarına olanak sunmayan bir sistemin uygun biçimde alınma olanağının olmadığını ve bu da bankacılık ürünlerinin kullanışlılığının düşük olmasına neden olduğunu ifade etmektedir.

2.3.3. Algılanan Finansal Maliyet

Algılanan finansal maliyet, bir kişinin faizsiz finansal ürünleri kullanması durumunda, ortaya çıkacak bedelin (maliyet) ölçüsünü ifade etmektedir. Modern ekonomik sistemin öngördüğü rasyonel hareket eden ve fayda en üst düzeye çıkarmaya yönelen insan, bütün aktivitelerinde maliyetlerini dikkate alması olağandır. Diğer bir ifadeyle bir bireyin katılım bankalarının hizmetlerini kullanması durumunda doğabilecek parasal giderlere inanma derecesidir (Wang, vd., 2003).

Öyle ki literatürdeki birçok çalışma (Kleijnen, vd., 2004; Luarn ve Lin, 2005; Wu ve Wang, 2005) tüketicilerin algıladıkları finansal maliyet arttığında kullanma niyetleri, tutumları ve gerçek satın alma davranışları olumsuz yönde etkileneceğini teyit etmektedir.

Genişletilmiş TKM’ye göre tüketicilerin satın alma davranışlarında etkisi olan önemli değişkenlerden biri de algılanan finansal maliyettir. Genel olarak Bu değişken satın alma davranışlarını anlamlı ve fakat negatif etkisi gözlenmektedir. Sun ve arkadaşları (2012), faizsiz mobil bankacılık uygulamalarını kullanma niyeti üzerinde algılanan finansal maliyetin önemli bir etkisi gözlenmemiştir. En önemli nedeni Malezya’da mobil bankacılık uygulamalarının müşteriler için finansal endişe oluşturacak kadar yüksek maliyetli olmamasıdır.

Luarn ve Lin (2005) ise, mobil bankacılık hizmetlerini kullanma niyetlerini genişletilmiş TKM ile ele almış ve algılanan finansal maliyetin beklenildiği gibi satın alma niyetlerini anlamlı ve negatif yönde etkilediği tespit edilmiştir. Çalışmada ayrıca genişletilmiş TKM ile elde edilen bulgular TKM’nin en önemli model varsayımlarından olan algılanan kullanışlılık ve kullanım kolaylığından daha fazla önemli olan algılanan güvenilirlik ve finansal maliyet kavramları ortaya çıkarılmıştır.