• Sonuç bulunamadı

2.2. Dindarlık ve Faydacılıkla İlgili Genel Bilgiler

2.2.3. Dindarlığın Boyutları ve Ölçekler

Dindarlığın boyutlarını ele alan farklı çalışmalar farklı tarihlerde gerçekleştirilmiştir. 1961’de Lenski, dinsel katılımın kaynaşma sıklığı (Örgütlenme), toplumun öncelikli işlerinin sıklığı (Toplumsal tercih), doktrinal bağlılık, Allah’a adanmışlık gibi dört boyut önermiştir. King (1967), cemaat onayı ve kişisel bağlılık, cemaat faaliyetlerine katılım, kişisel dini deneyim, topluluktaki kişisel bağlar, şüphe götürmeyen entelektüel araştırmaya bağlılık, dini gelişmeye açıklık, dogmatizm, dışsal yönelim, finansal davranış ve finansal tutum, din hakkında konuşma ve okuma gibi 10 boyut önermektedir.

Glock (1972) ise, doğrudan nihai bilgiyi elde eden deneyimsel, takipçilerinin uyması beklenen ideolojik inançlar, ibadet ve dua gibi ritüel dini uygulamalar, inancın temel ilkeleri hakkında entelektüel bilgi ve mensuplarının tutumlarını belirleyen sonuca dönük dini reçeteler olmak üzere beş boyutta ele almıştır. Bu yazarların dışında, Fukuyama (1960), dört boyutta (bilişsel, kültürel, toplumsal, adanmışlık), Allport ve Ross (1967) iki boyutta (içsel ve dışsal) incelemiştir. Sadece Verbit (1970), boyut kavramı yerine bileşenler kavramını kullanmış ve ritüel, doktrin, duygusal, bilgi, etik, toplumsal olmak üzere altı bileşende ölçüm yapmıştır. Bunu yaparken de bileşen kavramının boyutların içine gömülü olduğunu vurgulamaktadır. Yani dinin birkaç bileşeni olduğuna inanır ve bireyin bu bileşenlerin her birine ilişkin davranışlarının birtakım boyutları olduğunu ileri sürmektedir. Nihayetinde bileşen ya da boyut kavramlarını ölçen bu yazarların ortak teması olarak inanç, bilgi, uygulama, tecrübe ve sonuç olarak hülasa edilebilir. Yani bireyler bu boyutların beş kategorisinde de ne kadar yüksekse o kadar dindarlık düzeyleri yüksektir. Aksi durumda ise dindarlık düzeyleri düşüktür.

Dindarlık boyutları ile ilgili belirtilen çalışmaların çoğu diğer dini inanç mensuplarına göre düzenlenmiş ve çalışılmış olsa da Müslüman dini ve diğer dinler için de uygulanabilir ve uyarlanmış ölçeklere bakıldığı zaman benzer temalar gözlenmiştir (Hassan, 2007; Sharma, vd., 2017). Bu nedenle, ölçümlerin yapılageldiği bu boyutlar artık belirli uyarlamalarla evrensel boyuta ulaşmıştır. Her ne kadar uyarlamalar bulunsa da, İslam dini ve uygulamaları oldukça farklılık gösterdiği için kabul edilebilir sapmalar olabileceği unutulmamalıdır.

Dindarlık farklı boyutlarda ölçümlerle ele alınan göreceli bir kavramdır. Birçok psikolog tarafından çok boyutlu olarak ele alınan bu kavram, Allport tarafından geliştirilen iç yönelimli ve dış yönelimli dindarlık boyutları ile önemli bir boyut kazanmaktadır. Burada her iki kavram da bir kimsenin dini inancı uğruna

yaşaması için gerekli olan motivasyonlar olarak tanımlanmaktadır. Her bireyin dini

yaşantı ve düşünce çeşitliliğinin yanı sıra davranışlarının da üzerinde farklı motivasyonlar etkili olduğundan, bu ölçümü gerçekleştirmek için birçok araç geliştirilmektedir. Bunlardan biri olan Münchner Motivasyonel Dindarlık Envanteri

(MMDE), dindarlığın çok boyutlu motifsel yapısını ortaya çıkarmak için geliştirilmiş bir anket yaklaşımıdır (Uysal, vd., 2015:15-16).

Birey temelli bir dindarlık boyutlandırması yapılacak olursa, toplumsal bir gerçeklik olarak din için olduğu gibi, dine yönelik tutumlardaki bireysel farklılıklar olarak dindarlık çok yönlüdür ve inanmak, bağlanmak, davranmak ve ait olmak gibi dört ana boyuttan oluşmaktadır (Saroglou, 2014). Bilhassa, dindarlık şunları içermektedir. İlk olarak İlahi varlığın insanlarla ve dünyayla ilişkileriyle ilgili spesifik fikirlere inanmak, ikinci olarak İlahi varlığa başkalarıyla birlikte özel ve kolektif ritüellerle duygusal bağlanma, üçüncü olarak İlah tarafından belirlenen şekilde algılanan normlara, uygulamalara ve değerlere uyacak biçimde davranmaktır. En nihayetinde ise, ebedi olarak algılanan ve İlahi olanın katıldığı bir gruba aidiyet olarak boyutlandırılabilir (Saroglou, 2014: 5).

Bireyler içinde, bu dört boyut önemli ölçüde birbiriyle ilişkilidir. Ancak, her birine atfedilen ortalama ehemmiyet, bireyler ve gruplar arasındaki farklılıklardan ötürü değişmektedir. Dahası bu dört boyut, din değiştirme ya da bundan kaçınma, yani bilişsel, duygusal, ahlaki ve sosyal motivasyonlar için dört ana motivasyon türüne tekabül etmektedir. Ayrıca, boyutlar, duygusal düzenleme, ahlaki kendini aşma ve sosyal kimliğe aidiyet gereklerini içeren dört psikolojik fonksiyon kategorileriyle de benzer çizgidedir. En nihayetinde birey temelli dindarlık, sosyal psikoloji açısından kişisel dindarlık, dini pratik ve dini ilişki diye tasnif edilebilir (Saroglou, 2014: 5).

Dindarlığı boyutlandırırken en temelde Allport ve Roos (1967), içsel ve dışsal dindarlık olarak sınıflamaktadır. İçsel dindarlık, dinsel motifler tarafından motive edilmiş amaçlar iken, dışsal dindarlık, diğer amaçlara yönelik motive edilmiş bir araç olarak dinsel motiflerin kullanılmasıdır. Öyle ki, kişinin kendi tanıdık ağını artırmak veya meslektaşları tarafından saygınlık kazanmak, dışsal dini motivasyonlara örnek olabilir. Dışsal dindarlık, olası dışsal motivasyonların fazlalığı nedeniyle anlamlı sonuçlar doğurmayacaktır. Öyle ki, modern seküler günümüz toplumlarından dışsal yönelimi ölçmek bir hayli zor hale gelmiştir. Çoğu insan bugün, hala içsel motivasyon nedeniyle değil, toplumsal baskı ya da diğer dış etkenlerden ötürü dindarlık sergilemektedir (Allport ve Roos, 1967). Bu durum çoğunluğu Müslüman

olan Türkiye’de de aynı sonuçlara gebedir. Nitekim siyasal ya da ideolojik yapılara ve/veya yapılanmalara göre şekillenen, odak noktasında menfaati tutan kesim, gerektiğinde dindar gözükebilmektedir. Hâlbuki İslam’da riya ve münafıklık olarak tabir edilebilen bu durum, kutsal öğütlerde (ayet ve hadislerle) şiddetli şekilde yasaklanmıştır. Ancak insanların iç dünyalarını ve niyetlerini kestirmek de bir o kadar zor olduğundan, bu durum kul ile Tanrı arasında kesinleşebilen bir hal almaktadır.

Dindarlığın boyutları birçok çalışma (Hassan, 2005; Glock, 1972; Salleh, 2012; Sharma, vd., 2017; Allport ve Roos, 1967) ile zaman içinde farklı evrelerde farklı dinleri de kapsayacak şekilde değerlendirilmiştir. Birçok yazar (Hassan, 2005; Glock, 1972; Salleh, 2012; Sharma, vd., 2017; Allport ve Roos, 1967; Verbit, 1970; Stark ve Glock, 1968) tarafından farklı dindarlık boyutları ele alınsa da, genel kabul görmüş ve bütün dinler için uygulanması olağan boyutlar dört bileşenden oluştuğu söylenebilir. Bunlar inanç, bilgi, uygulama ve deneyimdir. Bu bileşenlerin dört kategorisi de ne kadar yüksekse bir bireyin dindarlığı o kadar yüksektir. Öyle ki bu bileşenlerden oluşan ve sonuç gibi ek bir bileşeni de içine alan dindarlık ölçümü Müslüman dindarlığı için de kullanılmaktadır (Sharma, vd., 2017). Her ne kadar Müslüman dindarlığını ölçmek için kullanılsa da çoğunlukla bu bileşenler ve buna benzer diğer araştırmacıların ortaya koydukları bileşenler, diğer dinlerin mensuplarının dindarlığını esas alarak geliştirilmiş olduklarından görece uyum problemi doğabilecektir (Salleh, 2012: 266).

Salleh (2012) Müslüman dindarlığı ve İslami kalkınmayı değerlendiren çalışmasında, dindarlıkla ilgili tanımlamayı yaptıktan sonra birçok yazarın dindarlığı boyutlara ayırdığını, pek azının ise bileşen ifadesini kullandığını göstermektedir. Öyle ki bu boyutlandırmayı detaylıca ve ilişkilendirerek modellemekte ve bu modelle daha kolay anlaşılır bir bakış açısı sunmaktadır. Şekil 2.3 Salleh (2012)’nin modellemesini özetlemekte ve bu çalışmanın dindarlık boyutları ve ölçümleri için ehemmiyetli bir noktasını oluşturmaktadır.

Şekil 2.3: Dindarlık Boyutları ve Ölçümleri

Bu model dindarlık sürecindeki gelişimleri ve bilhassa hangi noktalarda boyutlandırıldığını özetlemektedir. Şekil 2.3’te dindarlığın boyutlarını ve bileşenlerini sistemli olarak gösteren Salleh (2012), Lenski (1961)’nin Tanrı için paylaşmaya adanmış olmak (adanmışlık), dogmatik inanç sağlamlığı (doktrinal), öncelikli ilişkilerin sıklığı ve toplumsal öncelik (toplumsal) ve nihayet kurumsal olarak dini ilişkinin sıkılığı (kurumsal) gibi boyutlara ayırdığı görülmektedir. Aynı diyagramda, King (1967)’in, onursal rıza ve kişisel bağlılık, topluluk faaliyetlerine katılım, bireysel dini deneyim, toplulukla kişisel bağlar kurmak, şüphe duyulmasına rağmen entelektüel araştırmaya bağlılık, dini gelişime açıklık, dogmatizm, dışsal yönelim, finansal tutum ve davranış, din hakkında okumalar ve seminerler yapmak gibi on boyutta dindarlığı incelediği gözlenmektedir.

Yine Glock (1972)’un da, nihai bilginin doğrudan tecrübe edinilerek kazanılmasına (deneyimsel), inananların uyması gereken ideolojik boyuta, ibadet gibi dini pratik uygulamalara (ritüelistik), inancın temel ilkelerine dönük entelektüel bilgiye ve inananların tutumunu belirleyen dini emirlerin sonuçsal etkisine dayanan beş boyuttan perspektif sunduğunu betimlemektedir. Glock’un boyutlandırması üzerine dört farklı çalışma ile desteklemeler ve geliştirmeler bulunmaktadır. Diyagramda da bu ilişki açıklanmakla birlikte, Verbit (1970)’in dindarlığı bileşenler diye sınıflandırdığı ve bu bileşenlerin boyutların içine gömüldüğü bir terim olarak ele aldığını söyler. Dahası, dinin birkaç bileşeninin olduğuna ve bireyin bu bileşenlerin her biriyle ilgili davranışlarının bir dizi boyutları olduğu savına inandığını ifade etmektedir.

İslami kalkınmaya dayalı dindarlık ölçümlerini araştıran bir çalışmada, insanların fiilleri ve davranışlarına en yakın olan şeyin, kalkınmanın karakteristiği olduğu vurgulanmaktadır. Dindarlıkla ilgili ölçümler her ne kadar birey temelli dindarlığı esas alsa da bu boyutları İslami bir kalkınma perspektifinde uyarlamak problem olabilir. Bu nedenle, dindarlığı kalkınma ile birlikte boyutlandırmaya çalışan Salleh (2012), bazı uyarlamalarla dindarlığı, divinistik, dogmatik, bütüncül uyum, geçici ve enstrümantal olmak üzere beş boyutta ele almaktadır.

Sharma ve arkadaşları (2017), Müslüman dindarlığını, Kur’an, sünnet ve

takvanın çeşitli boyutları, bir Müslüman dindarlığının farklı yönleriyle ele alınmaktadır. Dindarlığın, takva kuvvetine göre boyutlandırdıkları çalışmalarında, inanç (akide), uygulama (amal), bilgi (marifet), deneyim (ihsan) ve sonuç (netice) gibi boyutların düzeylerine göre değerlendirmeler yapılmaktadır.

Öncelikle, dini inanç (akide), Tanrı, Tanrı Elçisi, Kur’an ve Hadis hakkında inançlar gibi dinle ilgili genel inançları ifade etmektedir (Sharma, vd., 2017: 489). İdeolojik boyut olarak da adlandırılan bu kavram, dindar bir kişinin uyması beklenen ve sık sık uyması gereken temel inançlardan oluşmaktadır (Hassan, 2007: 439).

Bu boyut, bir Müslümanın beklediği dini inançları içerir ve aslında beklemek ve bağlı kalmak zorundadır. İslam’ın inanç yapısı da diğer dinler gibi üç tipte sınıflandırılabilir. İlk tür inançlar İlahi varlığı garanti eder ve onun karakterini tanımlarken ikincisi, İlahi amacı açıklar ve amaç doğrultusunda inananın rolünü ortaya koyar. Sonuncusu ise, dinin etik kınamalarına zemin oluşturmaktadır. Sosyolojik söylemde bunlar genellikle, kefil, amaçlı ve uygulayıcı inançlar olarak tanımlanır (Glock ve Stark, 1965). Yani inanç boyutu, dini bir grubun mensuplarının uyması beklenen inançların içeriği ve kapsamını ifade eder (Youssef, 2011: 790).

İman olarak da adlandırılabilen bu boyut, kulun cüz-i iradesinin sarfından sonra, Tanrı tarafından kalbe ilka edilen bir nur ve ayrıca Tanrı’nın elçisi tarafından tebliğ edilen zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nur olarak da tanımlanmaktadır (Nursi, 2014: 46-47).

Uygulama boyutu, dua (namaz), oruç tutma, ibadetler gibi dinin emrettiği eylemlerle ilgili zekât vermek ve Kur’an okumak gibi İslam’ın temel şartlarını kapsamaktadır (Sharma, vd., 2017: 489). Aslında imanla bağlantılı olarak, inancın artması bunun davranışlara yansımasıyla belli olacağı için, emir ve yasaklara da uymayı doğuracaktır. Bununla birlikte bireylerin rutin olarak yaptıkları ibadetler, dualar ve bazı dini aktivitelere katılım gibi dini uygulamaları da içermektedir (Youssef, vd., 2011: 790). Ritüelistik boyut olarak da değerlendirilen bu kavram, insanların dini taahhütlerini ifade etmek için yaptıkları özel ibadet ve bağlılık eylemlerini kapsamaktadır. Bu boyut genelde, kamu ve toplumla beraber özel veya kişisel ibadetleri de içerir (Hassan, 2007: 439). Kısaca bireyin şahsi âlemindeki, dini

inancın hayata geçirilmesi için gerekli kuralları uygulaması olarak da ifade edilebilir. İbadet boyutu olarak da ifade edilen bu boyut, Tanrı’nın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdani ve akli olan iman hükümleri terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale, İslam âleminin hal-i hazırdaki vaziyeti şahittir. Ayrıca ibadet, dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduğu için, dünya ve ahiret işlerini tanzime sebeptir ve şahsi ve nev’i mükemmelliğe vasıtadır. Tanrı ile kul arasında pek yüksek bir nispet ve şerefli bir rabıtadır (Nursi, 2014).

Bilgi boyutu, bir bireyin dini hakkındaki temel bilgi düzeyini, sadaka verip vermediğini, haram ve helal hakkında bilgisi olup olmadığını, küçük ve büyük günahlardan kaçınıp kaçınmadığını, kısaca hayatın her alanında İslami öğretileri takip edip etmediğini içine almaktadır. Yani, bireylerin dinine ve dini gruplara ilişkin ilahi inançlar ve kutsal yazılar hakkındaki entelektüel birikimi olarak tanımlanabilir (Youssef, vd., 2011: 790). Entelektüel boyut, dindar kişinin inançlarının temel ilkeleri ve kutsal metinleri hakkında biraz bilgi sahibi olacağı beklentisini ifade etmektedir. Bu boyut açıkça ideolojik boyutla yakından ilişkilidir. Çünkü bir inanç bilgisi, o inancı kabul etmek için gerekli bir şarttır. Ancak, inancın bilgiden gelmesi gerekmemekte, tüm dini bilgilerde inanca dayanmamaktadır (Hassan, 2007: 439). Müslüman dindarlığı açısından, Kur’an okumayı bilme- anlama, hadis ilmi, namaz kılmayı bilme ve bunun gibi İslam’ın öngördüğü beş şartı ve imanın öngördüğü altı şartı bilme derecesi olarak tanımlanabilir. Hülasa, dinin emrettiği zaruretleri bilmek ve teferruat kısmında ilerlemeyi esas almaktır.

Tecrübe boyutu, inancın gereklerini yapmayı, nefis ve şeytanla mücadele etmeyi, Tanrı’dan korkmayı ve yanlış bir şey yaptığında Tanrı tarafından cezalandırılacağı duygularını kapsayan, dinin uygulanabilirliğini ifade etmektedir (Sharma, vd., 2017: 489). Deneyimsel boyut olarak da ölçülebilen bu kavram, ilahi izle ilgili herhangi bir duygu veya duyumla alakalıdır. Bireyin belirli bir hastalıktan (maddi/manevi) kurtulduğu ya da iyileştiği hissi, kutsal olanla ilişki duygusudur (Youssef, vd., 2011: 790). Deneyimsel boyut, ister bir birey, ister dindar bir grup ve isterse aşkın bir varlıkla olsun, kurulacak iletişimde ortaya çıkan duyguları, algıları

ve duyumları içeren, dindar kişinin farklı zaman ve mekânlarda farklı şekillerde karşılaştığı dini duygularını ifade etmektedir (Hassan, 2007: 439).

Sonuç boyutu ise, başkalarının hakkını korumak, başkalarına zarar veren faaliyetlerden kaçınmak, yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmek, başkalarına karşı dürüst ve adil davranmak ve başkalarını küçük düşürecek şekilde davranmamak gibi dinin nihai tezahürlerini anlatmaktadır (Sharma, vd., 2017: 489). Etki olarak da kabul edilen bu boyut, dini inançlar, uygulamalar ve deneyimlerle ifade edilen dinin, bireyin davranışlarını, bilhassa dini olmayan bağlamlarda ya da herhangi bir bağlamda ne kadar etkilediğini içermektedir (Youssef, vd., 2011: 790).

Sonuç olarak ortaya çıkan boyut, dini inanç, uygulama, deneyim ve bilginin birey üzerindeki dünyevi etkilerini kapsamaktadır. Yani insanların ne yapması gerektiği ve dinlerinin bir sonucu olarak takınması gereken tutumların neler olduğunu belirten bütün dini emirleri içermektedir (Hassan, 2007: 440).

Divinistik dünya görüşü üç bileşenin derinliklerine dayanır. Bileşenler öncelikle inançtır (iman); ikincisi, kurallar ve düzenlemeler (şeriat); ve üçüncüsü, övgüye değer iyi niteliklerdir (ahlak). İslam'da inanç tevhit bilgisinden, kurallar ve düzenlemeler fıkıh bilgisinden ve övgüye değer nitelikler de tasavvuf bilgisinden doğar. Tevhidin bilgisi altı inanç maddesiyle ilgilidir. Bunlar, Tanrı’ya, Tanrı’nın elçilerine, ahirete, meleklere, ilahi kitaplara ve kadere inanma şeklindedir. Ek olarak, aynı zamanda İslam'ın beş esası; yani şehadet, dualar (namaz), sadaka (zekât), Ramazan'da oruç tutmak ve imkânı olanın Mekke'ye hac ziyareti yapmasıdır. Fıkıh bilgisi ibadet (ibadah), günlük sosyal ve ekonomik işler (muamelah), evlilikler (munakahah) ve kriminoloji (jinayah) ile ilgili kural ve düzenlemelerle ilgilenir. Tasavvuf bilgisi, kötü niteliklerinin (mazmuumah) ortadan kaldırılması ve kişinin kendi özünde iyi niteliklerin ortaya çıkarılması (mahmudah) yoluyla kendini temizleme (tazkiyah an-nafs) ile ilgilidir (Salleh, 2012: 271).

Çünkü nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez bir düstur hükmüne geçmiştir (Nursi, 2016c). Bir başka açıdan, günahlardan içtinap etmek ve emir dairesinde hareket etmektir. Hülasa, bu dünya görüşünün üç bileşeni aslında insan yaşamının tüm yönlerini kapsayan, bütünüyle kucaklayıcıdır. İnanç, itmedir, kurallar

ve düzenlemeler yol gösterici ilkelerdir ve iyi niteliklerle sonuçlanmaktadır. Bir ağacın bileşenlerine benzetilirse, inanç (tevhit) köklerdir, kurallar ve düzenlemeler (fıkıh) saplar ve iyi niyetler (tasavvufun sonuçları) meyvelerdir (Salleh, 2012: 271).

İslam dinine mensup bireylerin içsel doyumu ve maneviyatın yükselmesi divinistik dünya görüşünün yansımalarına ve kaynağına önemli katkı sunmaktadır. Zira ruhların doyurulması ve dünyanın merkezinde (İslam’a göre halife-i zemin) olan insan ve insanın ne olduğu, ne için dünya ya geldiği iyi anlaşılır ve ideal insan yapısı oluşturulursa, birey-aile-toplum-ülke ve hatta bütün insanlık kurtuluşun reçetesini maddi olarak da yakalayacaktır. Bahsi geçen konular birçok zaman diliminde birçok farklı şekilde tanımlanmıştır. Ancak bizim nokta-i nazarımız en azından bu çalışma için, Müslüman dindarlığını anlamak ve bu bakış açısıyla manevi ve maddi gelişimin yolunu aramaktır.

Divinistik görüşü daha iyi algılayabilmek adına bazı kavramların incelenmesi elzemdir. Divinistik bireyler, hayatlarında muhatap oldukları her şeyde, ilahi olanın yani Allah’ın rızasının dâhil edilmesi ve hesaba katılmasını takip ederler. Yani her fiillerinde, hareket planlarının merkezine Tanrı’nın rızasını koyarlar. Dogmatik bileşene sahip kişinin inanç sisteminde ise, bilhassa dine gömülü bir dogmalar dizisini kabul edilmesi yatar. Bütünsel entegrasyon bileşeni, Allah ile ilişkilerinde her şeyi saran üç karışımdan bahsetmek olarak tanımlayabiliriz. Bunlardan ilki, doğrudan doğruya ve dikey olarak Allah ile birey arasındaki ilişkileri (Hablumminallah) mezceder. İkincisinde içe dönük, insan-vicdan-benlik ilişkileri değerlendirilir. Sonuncusunda yatay yönelimle, insan-insan-doğa ilişkisini (Hablumminennas) içeren argümanlardır. Geçici (fani) olan bileşende, kişinin, ahiret hayatına geçmeden önce geçici bir duraklama ve misafirhane olarak hayat yolculuğunu ifade etmektedir. Enstrümantal bileşen ise, herkesin eylemlerinin ibadet olarak kullanılmasını, insanoğlunun hizmetkâr (kul) ve Allah’ın vekil görevini üstlenmesidir (Salleh, 2012: 271).

Operasyonel olarak divinistik dünya görüşünün temel itici gücü, Tanrı’nın kabulünde yatmaktadır. İnançlar, kurallar ve düzenlemeler ile erdemli davranışlar inançla gelen üç mekanizmadır. Tanrı’ya olan inanç (iman) bu durumda kalkınmanın (gelişimin) ana aktörü olarak ilham, teşvik ve kendi içinde birey bazında coşku

meydana getirir. Bu inanç, insanların iç âleminde meydana geldiği için, dindarlığın diğer boyutlarından bazıları gibi görünmez. Bununla birlikte dinamik bir güç olarak (yani operasyonel olarak dışarı ile ilişkilerimize yansıyarak), kalkınma oyuncularının, Tanrı’nın kurallarına ve düzenlemelerine itaat ettiği durumlarda, tezahür ederek kendini gösterir (şeriat). Tanrı’nın koyduğu kurallar ve düzenlemeler uyarınca bir kişi ilişkilerini ve ticaretini artırır. Kalkınma oyuncularının, Tanrı’nın kural ve yönetmeliklerine itaatkâr olmalarının tezahürleri bazen fiziksel biçimde ortaya çıkabileceğinden, görülebilir ve ölçülebilir nitelik de kazanmış olur. Bununla beraber, insanın ve diğer canlıların yaratıcısı olan Tanrı’ya inanç, divinistik dünya görüşünün temel dayanağında derinlemesine kökleşmektedir. İyi nitelikler de (ahlak), gelişim aktörlerinin inancından doğar, jestleri ve eylemleriyle kendini görselleştirir. Ancak, yine de bu dünya görüşünün temel merkezinde derinlemesine iman perspektifi yerleşiktir. Bütünsel bir dindarlık biçiminin kapsamlı bir şekilde ele alındığı bu divinistik dünya görüşünün bu tür bir niteliği ile gelişme (kalkınma) biçiminin yeni bir şekli kalıplanır. Aslında daha iyi anlayabilmek adına derinlemesine bir inceleme daha uygun olacaktır (Salleh, 2012: 271).

Gelişme (kalkınma) somut faktörlerin sınırları içinde tanımlanmamalı, aynı zamanda maddi olmayan faktörleri de dikkate almalıdır. Maddi olmayan unsurlar, Allah’ın vahiyleri, Peygamber’lerin sözleri ve eylemleri, Allah’ın zatı, melekler, ölümden sonra ki dünya, kıyamet günü, cennet, cehennem gibi görünmeyen dini faktörlerle doludur. Bu durum Nobel ekonomi ödülünü alan davranışsal ekonominin temel varsayımlarından rasyonel olmayan insan davranışlarının sonuçlarına benzemektedir. Kalkınma (gelişme) aktörlerinde ruhların kalitesini belirleyen görünmeyen inanç (iman) ve arzular (nefs) vardır. İnançlar ne kadar düşükse nefsi arzular da o nispette artar ve netice olarak ruhun kalitesi de o kadar düşük olur. Bu durumun tam tersi bir durumda senaryo da tam tersi olur. Aynı şekilde, inançlar yükselir ve arzular da azalırsa, ruhun kalitesi de yükselmeye başlar. Başka bir ifadeyle, kalkınmanın belirleyicisi, kalkınma aktörlerinin ruhunun kalitesini içermelidir. Buradan hareketle, ruhların kalitesi ne kadar yüksek olursa, isteklerin seviyesi o kadar düşük, dolayısıyla ihtiyaçları, tüketimi ve harcamaları da o kadar düşüktür. Aynı şekilde, ruhların kalitesi ne kadar düşük olursa, isteklerin seviyesi o

kadar artar, dolayısıyla ihtiyaçları, tüketim ve harcamaları da o kadar yüksek olur (Salleh, 2012: 272).

Bu gelişme paradigmasının kalkınma esaslarına dâhil edilmesi, geleneksel gelişme teorileri tarafından kullanılan temel ihtiyaçların daha derinden anlaşılmasına olanak sağlar. Temel ihtiyaçlara verilen geleneksel materyalist düşüncenin aksine