• Sonuç bulunamadı

2.2. Dindarlık ve Faydacılıkla İlgili Genel Bilgiler

2.2.1. Dindarlık ve Maneviyat Kavramları

Dindarlık, pek çok açıdan kapsayıcı bir kavramdır ve dindar insanın manevi hali olarak düşünülebilir. Dindarlık, teolojik ve psikolojik olmak üzere iki temel açıdan ele alındığında, bu durum kendisini daha berraklaştırmaktadır. Yani ister teolojik ister psikolojik olarak bakılsın, ortak nokta dindarlığın insani bir vasıf olmasıdır. Yine de teolojik perspektiften teyit etmek gerekirse, inananların dinin vecibelerini yerine getirmesi olarak bakılabiliyorken, psikolojik açıdan kişinin kutsal ile arasındaki özel bir bağ olarak bakılabilmektedir. Yani teolojik açıdan bakılırsa dindarlık, insanların inandığı dinin yasakladıklarından kaçınması ve yasaklamadıklarından (helal kabul ettiklerini) da bireysel özgürlüğü ile hareket etmesidir. Diğer taraftan psikolojik olarak bakıldığında ise, kurulan bu bağda birey aktiftir ve bu aktiflik bireyin manevi ve bedeni yaşantısında ortaya çıkmaktadır (Ulu, 2013: 18).

Dindarlık, inanç, uygulama, bilgi, deneyim ve sonuç, bunun yanı sıra içsel ve dışsal boyutları, peşi sıra ideolojik, ritüel, entelektüel, deneyim ve sonuç gibi genel kabul görmüş bileşenlerden oluşmaktadır. Çoğunluğunun diğer dine mensupların dindarlık algılarının ölçülmesi üzerine yapılan araştırmalarla (Glock, 1972; Lenski, 1961; King, 1967; King ve Hunt, 1975; Himmelfarb, 1975; Verbit, 1970; Stark ve Glock, 1968), elde edilen dindarlık ölçeklerini ve bileşenlerini oluşturan kavramlar, zamanla Müslüman dindarlığının alt bileşenlerinin, belirli uyarlamalarla (Hassan, 2005; Salleh, 2012; Sharma, vd., 2017) oluşmasına yol açmaktadır. Öyle ki Müslümanlar açısından dindarlık, dinin mayası, özü, esası ve Müslüman kimliğinin ruhu ve kanıtı olarak görülmektedir (Piazza ve Glock, 1979; Hassan, 2007; Sharma, vd., 2017).

Gerçek bir Müslüman’ın bağlılığının ve sergilemesi gereken davranış biçiminin nasıl olması gerektiğini anlatmak olarak da ifade edilebilen dindarlığın

(dini bağlılık) içeriği ve yapısı birçok kez tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmaların en önemlilerinden biri ise, iyi bir Müslüman’ın etik, davranışsal ve bilişsel düzeyde dindarlığının olup olmadığıdır (Hassan, 2007).

Din ve dindarlık kavramı ile ilgili pek çok çalışma ve tanım bilhassa Hristiyanlığa göre şekillenen tanımlar yapıla gelmiştir. İlk olarak din kavramını ele alacak olursak, insanın var olmasını aşkın bir şey olarak algılamaya atıfta bulunan inançların, ritüelleşmiş deneyimlerin, normların ve grupların bir arada var olması olarak tanımlanabilir. Bu tanım hem yerleşik dinleri (Hristiyanlık, Musevilik, Budizm

ve İslamiyet) hem de yeni dinleri (satanizm, deizm gibi zararlılar) ve mezhepsel

farklılıkları (Katolik, Protestan, Şii, Sünni gibi) da kapsayacak kadar geniştir (Saroglou, 2014: 4).

Din kelimesinin tanımlanması ile dindar kelimesinin tanımlanması ister istemez bağlantılı olduğundan, din kelimesinin nasıl tanımlandığı dindarlığın da sınırlarını çizmeye yardım eder. Yani din kelimesinin içeriği pratik olarak dindar insanın yaşantısını oluşturduğundan, din kavramının tanımlanmasındaki herhangi bir eksiklik, bireyi eksik bir dini algıya sürükleyebilir. Daha da kötüsü dini dar bir alana hapseden bu bakış açısı dinin dinamizmini de yok etmektedir. Oysa psikolojik perspektiften din kavramının tanımının çerçevesini, dindar bireylerin yaşantılarının hudutları çizer (Ulu, 2013: 19).

Türk Dil Kurumu (TDK)’ye göre din; İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç

ve ülkü, kült; Tanrı’ya doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, bu nitelikteki inançları kurallar,

kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen’, gibi birkaç şekilde tanımlanmıştır. Güven (2012)’in İbn-i Faris referansında dinin tanımlaması; boyun eğmek, bir şeye sahip ve malik olmak, hükmetmek, birinin karşısında borçlu ve zelil durumda olmak gibi birçok anlamı bünyesinde bulunduran ‘‘deyene’’ fiilinden türetildiğini öngörmektedir. Buna mukabil batı ve diğer dinlerde, din kelimesinin karşılığı olarak kullanılan religion kelimesi, bir şeyi vazife edinmek, bir görevi yerine getirmek, bir şeyi sürekli okumak ve insanı, inandığı Yaratıcı’ya intisap eden manevi bir bağ gibi anlamlarda kullanılmaktadır (Güven, 2012: 940).

Evrensel olarak kabul gören din tanımı yapmak gerekirse, doğrudan ya da dolaylı olarak, ilahi veya kutsal (mukaddes) olanla girişilen ilişkiler neticesinde, gerek etkileri gerekse sonuçları itibariyle, ister bireysel isterse toplumsal olsun çeşitli seviyelerde belirli duyuş, düşünüş ve davranış kalıbı sunan, hayata bir nitelik ve gaye atfeden, insanın ontolojik endişelerine çözüm üreten, tabilerine belirli ve farklı bir kimlik duygusu sağlayan, inananlar topluluğu oluşturan sembolik bir sistemdir (Yapıcı, 2007. Atr. Gülmez, 2014: 11).

Tek tanrılı dinlere ait kutsal kitaplar ve ayetleri incelendiğinde din tanımının tekâmül ettiği, diğer bir ifade ile ilk dönemlerde vurgulanan sorumluluk ve hesaptan öteye tevhit ve teslimiyet aşamasına geçildiği görülmektedir. Nursi (2016c: 376)’de,

iman tevhidi; tevhid teslimi; teslim ise saadet-i dareyni (iki dünya saadetini) iktiza eder cümlesi ile dinde iman ve tevhidin ne kadar önemli olduğuna ve sonuçlarına

işaret etmektedir.

Buna göre insan yalnız Tanrı’ya ibadet edecek ve O’na şirk koşmayacaktır. Yani din, Tanrı tarafından konulan ve beşerî O’na ulaştıran yol olarak tanımlanır. Özellikle Kutsal kitap Kur’an’a göre dinin, mutlak olarak tanıma ulaştığı aşama burasıdır. Bir başka değişle mutlak din, insanı yalnız Tanrı’ya ibadet etmeyi gerektiren, O’na ibadet edip şirkten uzaklaştıran (teslimiyet), Tanrı’nın tüm elçilerine, getirdiği esas ve ilkeleri belirli olan, zaman ve zemine göre şartlara ve kişilere göre değişmeyen ilkelerin toplamı olarak ifade edilmektedir (Erkol, 2004: 14).

Dindarlık, insanların aşkın bir varlık olarak gördüklerini ifade eden tutumlar, bilişler, duygular ve davranışları içeren, dinle ilgilenme veya ilgilenmeme konusundaki bireysel farklılıklar olarak tanımlanabilir (Saroglou, 2014: 5). Öte yandan dindarlıkla ilgili tarih boyunca süre gelen birçok tanımı Zinnbauer ve Pargament (2005) sistematiğe oturtarak sunduğu tanımlardan yararlanarak tablo halinde sunmuşlardır.

Aşağıda yer alan Tablo 2.3 dindarlıkla ilgili tanımları muhtasar bir şekilde ifade etmektedir.

Tablo 2.3: Geçmişten Günümüze Dindarlıkla İlgili Tanımlar

Salleh (2012: 266) Bir kişinin dinsel gayret ve isteği ile nitelenen Tanrı inancı. Clark (1958: 22)

Bireyin ahireti düşündüğündeki içsel tecrübesi; özellikle bu tecrübenin davranışlar üzerindeki etkisi, bireyin yaşantısı ile ahireti aktif bir şekilde bağdaştırmaya çalıştığı zaman ortaya çıkan davranışları…

James (1902/1961: 42)

Şimdiye kadar insanın ilahi olan hakkında düşünebildikleri her şeyi kendi kendine ayakta tutmayı öğrendiği gibi, kendi yalnızlığı içerisinde bireysel olarak insanın duyguları, davranışları ve tecrübeleri öğrenmesi.

Bellah (1970: 21) Bellah (1970: 21): İnsanla ve onun varlığının nihai durumları ile ilgili davranışların ve sembolik biçimlerin bir bütünü. Argyle ve Beit-Hallahmi

(1975: 1)

İlahi ya da insanüstü bir güçle ilgili inanç sistemi ve tapınma uygulamaları ya da böyle bir güce doğru yöneltilen diğer ritüeller.

O’Collins ve Farrugia (1991: 203)

Kutsal kitapları, mezhepsel ritüelleri ve müntesiplerinin etik uygulamalarını içeren inanç sistemleri ve ilahi olana verdiği yanıt. Doyle (1992: 303) Somut bir kavram olarak, bir inanç sahibi olanlar tarafından yürütülen uygulamalardır. Jung, (1938: 6) Soyut bir kavram olarak, İlahi ya da Kutsal deneyimiyle değiştirilmiş bir bilince özgü tutumdur. Rahner ve Vorgrimler

(1981: 437)

Metafizik olarak kavram, Yaratıcı dediğimiz dünyanın temeli ve amacı ile

ilgileniyor.

Batson, Schoenrade ve Ventis (1993: 8)

Biz ve bize benzeyen diğer varlıklar, canlı olduğunun ve bir gün öleceğinin farkında olduğu için yüz yüze geldiği sorunlara karşı kişisel olarak giriştiği mücadelede yaptıkları şeylerin bütünü.

Peteet (1994: 237) İnançlara bağlılıklar ve özel geleneklerin karakteristik uygulamaları. Dollahite (1998: 5) Öğretilerle ve öykülerle birlikte kutsal arayışını artıran toplumsal inanç

akdi. Nursi (2016)

İnsanın cüz’i ihtiyarinin istimalinden sonra Cenab-ı Hak’ın fazlı ile kullarının kalbine yerleştirdiği bir nura, bir mevhibeye, bir intisap kuvvetine dayanan içsel ve dışsal ruh hali…

Kaynak: Zinnbauer, vd., (1999; 893); Zinnbauer ve Pargament, 2005: 23.

Dindarlığın tanımlanması hakkındaki yaklaşımları geleneksel ve sabit yaklaşımlar diye tasnif etmek mümkündür. Geleneksel yaklaşımların özelliği, dini olgunun gerek sabit gerekse işlevsel olarak anlaşılmasıdır. Diğer taraftan sabit yaklaşımlar ise dini, onun kendi özü olan kutsalla ifade etmektedir. Bu tür araştırmalar, duyguları, düşünceleri, davranışları, ilişkileri ve aşkın ya da yakın güçle dolaysız bağlantılı olan şeyleri ele alır. Dahası sabit yaklaşımlar kutsal nitelikleri de inceler. Bunun örneklerinden biri olarak Argyle ve Beit-Hallahmi’nin yaptığı, ilahi

ya da insanüstü bir güçle ilgili inanç sistemi ve tapınma uygulamaları ya da böyle bir güce doğru yöneltilen diğer ritüeller” gibi bir dindarlık tanımı yapılmaktadır

İşlevsel yaklaşımlar ise, bireyin yaşamına katkı sağlayan, hizmet eden dindarlığın amaçlarını ele alır. İnançlar, duygular, uygulamalar ve tecrübeler işlevsel yaklaşımlarda, anlam, ölüm, acı, yalnızlık ve adaletsizlik gibi temel varoluşsal konularla ilgili olarak kullanılan işlevsel mekanizmalar olarak ele alınabilir. Batson, Schroenrade ve Ventis tarafından biz ve bize benzeyen diğer varlıklar, canlı

olduğunun ve bir gün öleceğinin farkında olduğu için yüz yüze geldiği sorunlara karşı kişisel olarak giriştiği mücadelede yaptıkları şeylerin bütünü şeklinde yapılan

dindarlık tanımı bu yaklaşımı temsil eder (Zinnbauer ve Pargament, 2005: 24). Dindarlığa, bir başka açıdan olaya bakılacak olursa yine temel ya da işlevsel olmak üzere ele alınabilir. Temel yaklaşım, bireylerin daha yüksek bir güç veya ilahi varlığa ilişkin inançlarına, duygularına, uygulamalarına ve ilişkilerine odaklanmaktadır. Yani buradaki tanımın ya da bakış açısının odak noktasında kutsallar bulunur ve dindarlığı temel olarak kategorize eden kutsaldır. Öte yandan işlevsel yaklaşım ise, dindarlığın bireyin yaşamına hizmet ettiği işlevi vurgulamaktadır. Yani inançlar, duygular, uygulamalar ve deneyimler ele alınır. Ancak burada odak nokta, yaşam, ölüm, acı ve adaletsizlik gibi temel varoluş sorunlarıyla başa çıkmada nasıl kullanıldığıdır (Pargament, 1997).

Bu dindarlık yaklaşımlarında kayda değer olan şey, hepsinin oldukça geniş ve çeşitli unsurlar içermesidir. En nihayetinde geleneksel bu tanımlar ve kavramsallaştırmalar birey, kurumsal inanç ve etkinlikleri kapsamanın yanı sıra maneviyat kavramını da içerecek kadar geniştir. Ancak maneviyat, dindarlıktan farklılaştığı halde, bizzat dindarlığın içinde yer alan bazı unsurları da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, dindarlıkla ilgili tanımlar daha dar ve daha az kapsayıcı bir renge bürünmeye başlamaktadır. Öyle ki dindarlık, teoloji ve ritüellerin zaman aşımına uğraması ve dini dar bir resmiyet içeren resmi kuruluşlar olarak tanımlanmaktadır (Zinnbauer, vd., 1997: 551).

Dindarlıkla maneviyat arasındaki en kritik ayrım, dindarlığın daha yüksek otoriterlik, dini Ortodoksluk, içsel dindarlık, ebeveyn (taklidi iman) dindarlığı, haklılık ve ibadethanelere devam etmeyle ilgili, hem Yaratıcı’ya inanç ya da daha yüksek bir güç gibi kişisel inançları, hem de ibadethaneye (kilise, cami vs.) üyelik ve örgütlü bir dini inanç sistemine bağlılık gibi kurumsal inanç ya da uygulamaları ifade

etmektedir. Diğer taraftan maneviyat ise, mistik deneyimler, yeniçağ inanç ve uygulamalar, yüksek gelir, Yaratıcı’ya inanmak veya Yaratıcı ile güçlü bir ilişki kurmak ya da daha yüksek bir güç olmak gibi kişisel ve deneysel terimlerle ilgilidir (Zinnbauer, vd., 1997: 561). Maneviyat kavramının tarihsel gelişimini gösteren tanımlamaları Tablo 2.4. aracılığıyla ifade etmek mümkündür.

Tablo 2.4: Geçmişten Günümüze Maneviyat Tanımları

Tart (1975) Nihai amaçlarla, yüksek varlıklarla, Yaratıcı’yla, sevgiyle, şefkatle, amaçla alakalı insanın geniş potansiyel alanı. Shafranske ve Gorsuch

(1984: 231)

İnsani tecrübedeki aşkın bir boyut… Kişisel varlığın anlamı ile ilgili bireysel soruların ve benliği daha geniş ontolojik bağlam içerisine konumlandırma çabalarının öneminin keşfedilmesi.

Elkins, Henderson, Hughes, Leaf ve Saunders (1988: 10)

Aşkın boyuttan meydana gelen, benlik yaşam ve kişinin nihai olan hakkında düşünebildiği her şeyle mutlak olarak tanımlanabilen, değerler tarafından karakterize edilen, varoluşun ve tecrübenin bir türü.

Benner (1989: 20)

Yaratıcı’nın kendisi ile bağlantı halinde olunmasına yönelik nazik davetine insanın verdiği yanıt. Kendini aşma, teslim olma özlemi veya yerimizi bulma özlemidir.

Fahlberg ve Fahlberg (1991)

Benliği ya da özüyle ilahi olanla bağlantı kurarak ona karışma hali. Vaughan (1991: 105) Kutsalın öznel bir tecrübesi.

O’Collins ve Farrugia (1991: 228)

İbadet eden, dindar ve disiplinli bir Hristiyan yaşamının sistematik pratiği ve yansımasıdır.

Doyle (1992: 302) Varoluşsal anlam arayışı.

Hart (1994) Günlük yaşantıda kişinin inancının sonsuza kadar yaşama yöntemi, bireyin, varlığın nihai durumları ile ilgili yöntemi. Armstrong (1995: 3) Dünyadaki işlerinde kişiyi farklı şekillerde etkileyen yüksek güçle kurulan ilişkinin sağladığı iç huzur. Yeğin, (2010) Maddi olmayan kuvvet. Mana âlemine ait olanlar. Dinden, imandan ve

mukaddesattan gelen kuvvet.

Kaynak: Zinnbauer, vd., (1999; 893); Zinnbauer ve Pargament, 2005: 23.

Maneviyat batıda, farklı bir düzlemde ele alınmış ve geçen on yıllar süresince konuyla ilgili çalışmaların merkezine oturmuştur. İlk başlarda dindarlıktan farklı ve bağımsız olarak değerlendirilmemesine karşın daha sonra inancın pek çok şekli,

maneviyat başlığı altında 1980’lerden günümüze kadar ününü artırmıştır. Religion

Index içerisindeki maneviyat kaynakları 1940’lardan günümüze kadar çoğunlukla artmış ve maneviyat, psikoloji kapsamında araştırma ve ölçek geliştirme bakımından devasa bir ilgiyle incelenmiştir. Bu değişiklikler, geleneksel dini yapıların gerilemesinin görünmeyen yüzünde, inanç ifadesinin kişiselleşmiş şekillerinde artışa, inanç üzerindeki odağın direkt kutsalın tecrübe edilmesine dönük hareketliliğe ve dini çoğulculuk kültürüne meydan okumuştur. Aynı zamanda maneviyat temelli araştırmalar hakkındaki bilimsel yazının çoğalmasının da gösterdiği gibi yaygın

kullanımda dindarlığın yerine kullanıldığı gözlenmiştir (Zinnbauer ve Pargament, 2005: 24).

İslami bir bakış açısından dindar bir birey, insanın fıtratına uygun biçimde davranan ve kişilik gibi takva dışındaki nitelikleri dikkate almayan insanlar olarak değerlendirilebilir. Nitekim kutsal kitap Kur’an’ın Rum Suresi’nde de ifade edildiği üzere Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde

yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler (Rum: 30/30) şeklinde

vurgulanmaktadır.

İslam dini diğer dinlerden ne kadar farklı ise, İslam dininin ön gördüğü dindarlık ile batı ve diğer dinlerin esas aldığı dindarlık kavramları da bir o kadar farklıdır. Öyle ki, 1950’de Harvard Üniversitesi’nde önemli bir araştırma yapan Gordon Allport, dindarlığı dış güdümlü ve içgüdülü dindarlık diye iki alt bileşene ayırmıştır. Temelde dış güdümlü dindarlığı, kurumsallaşmış, emniyet veren, sosyal ihtiyaçları tatmin eden ya da itibar kazandıran, başka amaçlara araç olan din olarak tanımlamıştır. Diğer taraftan içgüdülü dindarlık, dini inançları ve kendi diğer ihtiyaçlarını dinle uyum içinde içselleştirmek, odağına dini vecibeleri almak ve kendi başına bir amaç olarak dini içselleştirmektir (Peterson ve Park, 2007: 521).

Dış güdümlü dindarlar çoğu zaman dini, statü, güvenlik, rahatlık, toplum içinde kabul görme gibi faydacı ve enstrümantal yapıları için kullanırlar. Bunlar dini ifadelerin ehemmiyet kesp ettiği platformlarda dindar gözükürken, görece ihtiyaç olmadığı zaman ve mekânlarda önemsemezler. Dahası zorda kalındığında duaya yönelme ile Tanrı’dan istenilen şeylerin geleceği umudu ile rahatlarlar. Yardımsever olmamakla beraber menfaatlerinin olduğu yerlerde cömert davranırlar. Kısaca Tanrı’yı bile işlerine fayda sağladığı ölçüde kullanırlar (Ulu, 2013: 20).

Kutsal kitap Kur’an’da bu tip insanlardan; insanın başına bir sıkıntı gelince

rabbine yönelerek ona yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince önceden yalvarmış olduğunu unutur (Zümer: 39/8); denizde başınıza bir musibet geldiğinde ondan başka bütün yalvardıkları kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında (yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür ( İsra: 17/67);

görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belaya çarptırılıp imtihan ediliyorlar. Sonra ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar (Tevbe: 9/126) şeklinde

bahsedilir.

Bu tür dindarlığa, psikolojik ihtiyaçlar dini ya da fonksiyonel din olarak da değinilebilir. Bu tür dindarlarda kendinden fedakârlık yapmadan dinden bir şeyler bekleme temel mantıktır (Ulu, 2013: 21).

İçgüdülü dindarlığa meyilli olan kişiler, dini bir hayat felsefesi, ona kendi ihtiyaçlarından daha üstün bir derece verirler ki bu da İslami perspektifte takva olarak adlandırılır, dini değerler etrafında kişilik geliştirirler. Cömertlik, fedakârlık, edep vs. gibi değerler, dinin atfettiği önem sebebiyle ideal kişilikte bulunması gereken bileşenlerdir ve sırf daimi bir huzur ve tevekkül hali kazanarak, en ala maksadı, dinin vecibeleri için yaşamak olarak görülür. İçgüdülü dindarlar değil dünyevi menfaatleri uhrevi faydaları dahi istemeden yalnızca Tanrı’nın rızası için dine bağlanırlar (Nursi, 2016d).

O dinin mensubu olmalarının meydana getirdiği kulluk bilinci ve manevi rahatlama yeterli bir kaynaktır. Ayrıca bu kişiler için dua, Tanrı ile kendileri arasında irtibatı kuvvetlendiren bir iletişim ve ibadet şeklidir. Bu nedenle ibadet olan bir şeyin sıkıntı olsun olmasın her daim yapılması gerektiği inancı vardır. İçgüdülü tipler toplumla ve çevreyle daha bütünleşmiş ve daha mistik yapıya sahiptirler. Tanrı’nın rızası için yardım eder, karşılıksız sevgi ve önyargısız muamele gösterirler (Ulu, 2013: 21).