• Sonuç bulunamadı

1.4. Fanteziye Neden İhtiyaç Duyulur? Fantastik Filmler Hangi İhtiyaçtan Doğdu?

1.4.2. Fantastik Kurgu

Günümüzde fantastik edebiyat 19. yüzyıl akımından yola çıkarak başka bir yöne doğru ilerlemiştir. Bugün fantastik edebiyat denildiğinde fantastik kurgu (fantasy/fantastic fiction) ya da fantezi edebiyatı adıyla anılan tür akla gelir. Bu tür, 19. Yüzyıl akımından daha farklı değerlendirilmelidir.

“Fantastik kurgu, büyü ve büyü gibi diğer doğaüstü temaları kullanan bir edebiyat türüdür. Bu türün çoğu örneği mekân olarak hayali dünyalar yaratır” (Wikipedia, 2015).

Bu basit tanımdan yola çıkarak büyü kavramının fantastik kurgudaki yeri ve büyünün ne ifade ettiğini ortaya koymakta yarar vardır. “Büyü, basit bir olay örgüsü aracı değil (orta seviye fantazi kitapların çoğunda kuşkusuz bundan ibarettir), daha

ziyade insanın güçlerinin genişletilmesi ve bunların sınıra geçişi, bugünün güdük insan organizmasında gizli ve sanal her şeyi gerçek hale getirmesi için bir mecaz olarak okunabilir. Ursula Kroeber Le Guin bu motifi bir bütün olarak şöyle tarif ediyor: “Susamuru'nun kabiliyetinin ilk belirtisi, daha iki ya da üç yaşındayken, kaybolan bir şey varsa, bu ister düşürülmüş bir iğne olsun, ister başka bir yere bırakılmış bir alet, ismini anlamaya başlar başlamaz, doğrudan ona gitmesiydi. Küçük bir oğlanken de en büyük zevki tek başına kırlara çıkıp patikalarda veya tepelerde dolanmak, çıplak ayağının tabanıyla ve tüm bedeniyle yeraltındaki suların, maden cevherlerinin damarlarını ve düğümlerini, kaya çeşitlerinin ve toprağın dizilimlerini ve katmanlarını hissetmekti. Sanki büyük bir binada yürüyor, geçitlerini, odalarını, havadar mağaralara giden inişleri, duvarlarda dallanmış gümüşün pırıltısını görüyordu; yoluna devam ederken de bedeni sanki toprağın bedeni oluyor, toprağın atardamarlarını, organlarını, kaslarını kendi bedeninkiler gibi biliyordu. Çocukken bu güç ona büyük bir zevk veriyordu. Bunu kullanmanın yolunu hiç düşünmemişti. Bu bir sır olmuştu.”

Le Guin'i hatırlayarak, daha da ileriye gidebiliriz: Zira Le Guin'in fantazi romanları bizim açımızdan olağanüstü öneme sahip iki soruyu gündeme getirir: tarih sorunu ve etik iyi-kötü ikiliğinin rolü. Yerdeniz dizisi aslında kötünün uyanışı ile (Ged' in büyüyü ilk defa yanlış kullanmasından, ilk cildin sonunda gölge ya da kötü benlikle karşılaşmasına kadar) başlar ve dünya çapında tarihsel bir kriz boyutuna ulaşan sorunu (büyü güçlerinin Yerdeniz'in her yerinde peyderpey yok oluşu) çözme girişimiyle sonlanır. Nitekim Le Guin etikle başlayıp tarihle bitirir ve bu materyalist bir tarihtir. Zira salt tematik biçimi içinde, muazzam bir tarihsel gerileme ve eski dünyanın, eski toplumun ve eski alışkanlıkların sonuna ilişkin bir görüye fantazinin (ve mitin) her tarafında görülebilir. Tolkien bu gerici Hıristiyan ve ortaçağ dünyası nostaljisinin ilk örneğini sunar ve Le Guin de, diğer pek çoğu gibi, onun bir çömezi olarak işe koyulur. Fakat Le Guin'in köy paradigması -Amerikan Yerlilerinin eski bir üretim tarzının hakim olduğu toplumların nostaljik yad edilişi- tren yollarının güzergahını İngiliz Kilisesi’nden emperyalizmin siyasetine kaydırır (Karabayraktar, 2010: 18).

Yaşam dünyasındaki toptan değişiklikleri adlandıran postmodernliğin, fantazi metinlerindeki salt hayal mahsulü gerçekliğe (bu, büyünün şekli ve işlevidir) işaret

etmesi de beklenebilir: Eski bir dünyanın dünyevileşmesini ve Entzauberung'unu (gizemsizleşme) kaydeder gibi görünse de, gerçekte tanımlayıp ifade ettiği şey belki de tarihin bu derin ritmidir” (Jameson, 2009:102).

İKİNCİ BÖLÜM – TOPLUMSAL ARKA PLANI İLE FANTASTİK TÜRK SİNEMASI

2.1. 1950-1980 Yılları Arasında Türkiye’nin Sosyal ve Siyasi Yapısı

Sinema, gerek teknik anlamda gerekse de içerik anlamında oluşturulduğu dönemin izlerini taşıyan bir bütünlüktür. Bu anlamda fantastik Türk sinemasını inceleyebilmemiz için dönemin siyasi ve sosyal yapısına göz atmak yerinde bir girişim olacaktır. Çalışmamızın bu kısmında Türk sinemasının en parlak yılları olan 1950-1980 döneminin, Türk siyasi ve sosyal yaşantısına değinilerek Fantastik Türk Sineması incelenmiştir.

2.1.1. 1950- 1980 Yılları Arasındaki Siyasi Süreç

Birçok toplum bilimci, 1950’li yılları Türkiye’de önemli toplumsal dönüşümlerin yaşandığı yıllar olarak tanımlar. Tek partili dönemin sona ermesi, tarımsal üretimden sanayi üretimine doğru geçiş ve bununla birlikte yaşanan köyden kente göç, siyasi alanda yaşanan radikal değişimler dönem Türkiye’sinin belirleyicileri olmuştur. 14 Mayıs 1950, Türkiye için önemli bir dönemin başlangıcıdır. Bu tarihte gerçekleştiren seçime katılma oranı %80’leri aşmış, seçimler ülke genelinde büyük bir olay olmadan tamamlanmıştır. Seçimden birkaç gün sonra Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) açıklaması, Demokrat Parti’nin (DP), oyların büyük çoğunluğunu alarak seçimi kazandığı yönünde olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan beri iktidar olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), yerini Demokrat Parti’ye bırakmıştır.

DP, iktidar olduğu dönem içerisinde sınıfsal olarak ve birçok yönden CHP’den farklı özellikler göstermiştir. Yaş ortalaması olarak daha genç olan DP’liler arasında üniversite mezunu az olmakla birlikte hukuk ve ticaret temelli olanlar daha çok olmuştur. CHP’nin bürokrat ve asker kökenli milletvekillerinin aksine DP’de bürokrat ve asker kökenli milletvekili neredeyse hiç olmamıştır (Zürcher, 2007: 321).

DP, 1954 yılında Köy Enstitülerini kapatıp eğitim alanında büyük bir dönüşüm başlatmıştır. Türk halkının aydınlanmasında o güne dek önemli rol oynayan Köy Enstitüleri tarihin karanlık sayfalarına gömülmüştür.

Özel yatırımların genellikle desteklenmeye çalışılması ve kalkınma hamlesinde dış kaynaklara dayalı bir kalkınma politikasının belirlenmesi, dönemin ekonomi politikasını belirleyen temel unsurlar olmuştur (Özgür, 1976: 190).

DP’nin ilk yılları ekonomik başarılarla geçmiş; parti, yatırımlarında önceliği tarıma ve tarım sanayisine vermiştir. Bu dönemlere rastlayan Kore Savaşı, bazı tarım hammaddelerinin fiyatını yükseltmiştir. Bununla birlikte iklim şartlarının da olumlu seyretmesi üzerine tarım sektöründe başarılı bir dönem yaşanmıştır. Bu başarılar ekonomiye olumlu katkıda bulunmuştur. Dönemin önemli ekonomik faaliyetleri arasında, toprak ıslah çalışmasıyla ekili alanların iki katına çıkmasını; tarımda makineleşme çalışmalarını göstermek mümkündür. İlerleyen zamanlarda ekonomiyi iflasa sürüklese de, dış kredilerin tarım alanına kaydırılması bu gelişmelerin temel nedenidir. DP öncesi çok büyük kıtlıklar yaşayan (1938-1945) Türkiye için, DP’nin ilk yılları oldukça rahat yıllar olmuştur. İlk yıllarda yaşanan olumlu gelişmeler, şehir yaşantısına da yansımıştır. Kentlerde küçük sanayici ve tüccarların karları çoğalmıştır. Temelini dış borçtan alan kalkınma hareketi, kötüye giden ekonomi ile birlikte, ithal ikameci politikasıyla sekteye uğramış, cari açık artmış ve ciddi bir mali kriz baş göstermiştir. Bu durum, ülkede ciddi siyasal sıkıntıları doğurmuştur (Çoruh, 2010: 58).

1960’lı yıllardaki siyasi havaya baktığımızda bir darbe ile karşılaşmaktayız. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde anayasal hükümeti deviren üç adet askeri darbeden ilki 27 Mayıs 1960’da gerçekleşmiştir. 27 Mayıs, milli kurtuluş savaşı anlamında bir ihtilal olmadığı gibi, siyasal iktidarın sınıf değiştirmesi anlamında devrim de olmamıştır. 27 Mayıs’ı, askerlerin yönetimi ele geçirmesi ve parlamenter demokrasinin kesintiye uğraması sebebiyle darbe olarak adlandırmak doğru bir yaklaşım olacaktır; fakat bu darbe sıradan bir darbe olarak görülmemelidir. Gerçekleştirilmesinde büyük çoğunluğun olmasa bile büyük çevrelerin etkisi olmuş bir darbedir. Farklı yaklaşımlara rağmen 27 Mayıs’a ilişkin genel yorum, darbenin DP yönetiminin genel anlayış ve uygulamalarına karşı nitelikte olduğudur (Akşin, 2005: 229).

Demokrat Parti, aldığı oy oranı yüzde ellinin altında kalsa da 1957 seçimlerini de kazanmıştır. Her ne kadar durum DP’nin lehine olsa da bu durum DP açısından başarısızlık olarak algılanmıştır. Seçimlerin ardından Türkiye’deki siyasi atmosfer ve özellikle hükümet ve karşıt partilerin arası iyice kötüleşmiştir. Bununla birlikte çoğu tüketim maddelerinin kara borsaya düşmesi ile çoğalan ekonomik problemler, hükümete yönelik olumsuz tavırları artırmıştır. CHP’nin basın, sendikalar, öğrencilerce de desteklenen muhalefetine karşı DP Tahkikat Komisyonunu kurarak önlem almaya çalışmıştır. Tahkikat Komisyonu, 28 Nisan 1960’da savcı, sivil ve asker yargıçların tüm yetkileri ile oluşturulmuştur. Komisyonun çok keskin bir otoritesi olmuş, komisyondan üst bir makam olmamıştır. Hükümet darbesi olarak da değerlendirilen bu uygulamalara bir de basını susturmaya yönelik sansürler eklenince, zaman zaman güvenlik güçleri ile öğrenciler arasında çatışmalar yaşanmıştır. Durum böyle olunca olayları durdurmak için sıkı yönetim ilan edilmiştir. Gizli tutuklamalar ve sorgulamalar var olan gerilimi artırmıştır. Böylelikle ordu çok sayıda aydının da desteğiyle hükümet darbesini gerçekleştirmiştir (Akşin, 2005: 229).

13 Aralık 1960 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 158. Kanun çerçevesinde 296 üyeyle oluşturulan kurucu meclis demokratik bir şekilde kurulmamıştır. CHP’nin doğrudan seçtiği 49 üye dışında, il temsilcisi olarak seçilenlerin veya meslek kuruluşlarının seçtiği üyelerin büyük bir çoğunluğunun CHP’li oluşu, MBK’nın sivil yönetime dönmek istemesinin temelinde CHP’nin olabileceği yönündeki tahminleri güçlendiren gelişmeler olmuştur (Bahçıvan, 2005: 55-56).

27 Mayıs 1961 anayasası, Kurucu Meclis tarafından kanuni olarak kabul edilmiştir. Bu anayasa, darbe öncesinde ülke içindeki sıkıntılara çare olmak ve demokratik bir yönetim şekli sergileme amacını güden bir yasa olmuştur.

Çalışanlara, önceden işverenlerden izin almaksızın sendika kurma, sendikalara üye olma ve grev haklarının verilmesi, 1961 anayasasının 1960’lı yılların Türkiye’sini şekillendiren çok önemli maddeleri olmuştur. DP’nin kapatılmasını takiben DP’nin devamı niteliğinde Adalet Partisi (AP) ve Yeni Türkiye Partisi (YTP) kurulmuştur. 1961 yılı itibariyle sosyalist akım gündeme gelmiştir. Sosyalist akım, Atatürkçü ve antiemperyalist olduklarını iddia eden ilerici aydınlar ve öğrenciler

tarafından desteklenen bir akım olmuştur. Sosyalist akımın ikinci boyutu olan Türkiye İşçi Partisi (TİP), Şubat 1961’de bir grup işçi tarafından kurulmuştur.

1966 yılının Mart ayında, dönemin Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın AP’nin desteğini alarak Cemal Gürsel’den boşalan Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle 1971 yılına kadar sürecek bir denge dönemi başlamıştır. 1963 yılına yaklaşırken ekonomide yeni gelişmeler baş göstermeye başlamıştır. 1963 yılından itibaren makro düzeyde bir planlama tabanına oturtulmuş iktisat politikaları hedeflenilen sonuca ulaşabilmiştir. Bu ekonomik büyüme dönemi, 1976’ya kadar dengesini koruyarak devam etmiştir (Müftüoğlu ve Sabuncu, 1993: 27).

1970’lere gelindiğinde parlamento dışı siyaset, AP’nin yeniden tek başına iktidara gelmesiyle dönem içinde hızlanmıştır. Bu ortamda demokratik yöntemleri savunanların etkisi azalmış ve parlamento dışına kaymış, Devrim dergisi, AP, CHP, ve TİP’in faaliyetlerini eleştirmiştir. Öğrenciler arasındaki gerginlik artmış, iktidar ve muhalefet eksenli tartışmalar, düzen yanlısı ve karşıtı olarak şekillenmiştir. 1960’lı yıllarda kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonu, geniş bir öğrenci kesimini ciddi boyutta siyasallaştırmıştır (Bulut, 2006: 41). Bununla birlikte 12 Mart Muhtırası’na giden süreçte 1960’lı yıllardaki sendika hareketlerinin de etkisi olduğu ortadadır. Sendikaların eylemleri sadece ekonomik hayata yönelik olmamış, iktidarlar üzerinde de bir tür baskı unsuru olarak kendini göstermiştir. Türkiye’nin en eski konfederasyonu Türkiye İşçi Sendikası (TÜRK-İŞ), genel anlamda partiler üstü bir politika anlayışı benimsemiş, bu anlayışı benimsemeyenlerce kurulan Devrimci İşçi Sendikası (DİSK) ise işçi sınıfının menfaatleri bazında bir demokratik yaşam fikrini savunmuştur. DİSK ve memur sendikalarının öne çıkan ismi Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) sol harekete verdikleri desteklerle ön plana çıkmışlardır (Bulut, 2006: 45).

70’lerde öğrencilerin içinde bulunduğu olaylar “Kent Gerillası” tipine kaymıştır. Bununla birlikte, banka soygunları ve Amerikalılara yönelik eylemler yapılmış, üniversitelerde büyük olaylar çıkmıştır. Deniz Gezmiş’e ait olan Türk Halk Kurtuluş Ordusu 3 Mart 1971’de dört ABD’li subayı kaçırmış, güvenlik güçleri Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) kaçırılan subayları aramaya kalkışınca üniversitede çok büyük olaylar yaşanmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Mart 1971 tarihinde bir muhtıra yayınlamıştır. Muhtırayı yayınlayan generaller, anarşi, ekonomik ve sosyal huzursuzluklardan parlamentoyu sorumlu tutmuş ve bunu da muhtıranın sebebi olarak göstermişlerdir (Akşin, 2005:262). Çeşitli sol grupların eylemleri, gergin olan ortam içinde kışkırtmalarla birlikte şiddete yönelmiş, böylelikle ordu bir kez daha siyasete karışmıştır (Kongar, 1999: 367).

12 Mart 1971 rejiminin sözcüleri, müdahale öncesinde öğrenciler, işçiler, köylülerce gerçekleştirilen hak arama eylemlerinin bastırılacağını, bu tarz eylemlere karşı, istikrarı koruyacaklarını açıklamışlardır (Akşin, 2005: 263).

12 Mart yönetimi, söylem olarak siyasi istikrarsızlığı ön plana çıkarsa da sol muhalefeti bastırmak için elinden geleni yapmıştır. TİP, bu dönemde kapatılmış, DİSK’in birçok yöneticisi tutuklanmıştır. Öğrenci hareketlerinin öne çıkan isimleri tutuklanmış, bazıları da idam edilmiştir. Bununla birlikte üniversite ve edebiyat dünyasında da birçok kişi tutuklanmıştır. 12 Mart dönemi boyunca işçi ücretleri düşmüş, sermaye sınıfı rahatlamıştır (Turan, 2010: 35).

Tam anlamıyla sivil idareye dönüş 1973 yılında gerçekleşmiştir. 1974 yazında, Yunanistan’la Türkiye arasında yaşanan Ege sorunu ve yine Yunanistan’da askeri darbe ile başa gelen hükümetten destek alan Türkçesi “Kıbrıslı Savaşçıların Milli Örgütü” olan Ethniki Organosis Kyprion Agoniston (EOKA)’nın Kıbrıs’ta darbe yapmasıyla, burada yaşayan Türklerin haklarını korumayı, Türkiye, bir numaralı gündem maddesi yapmıştır. Bu yüzden 20-22 Temmuz ve 14-16 Ağustos 1974 tarihlerinde olmak üzere iki tane askeri harekat gerçekleştirilmiştir. Rum milislerinin Ada Türklerine saldırılarını engellemek ve Türkiye’nin güney kıyılarının güvenliğini sağlamakla sınırlı olan askeri operasyonlar sırasında hükümetin Milli Selamet Partisi (MSP) kanadı Ada’nın tamamen ele geçirilmesi yolunda “fetihçi” önerilerde bulunmuştur (Akşin, 2005: 271-272).

2.1.2. 1950 - 1980 Yılları Arasında Türkiye’nin Sosyal Yapısı

1950’li yıllarda yaşanan önemli gelişmelerden biri kentlerin ve kırsal kesimin karayollarıyla birbirine bağlanması olmuştur. Böylelikle köy ve kasabalarda yaşayan işsiz kesim, İstanbul başta olmak üzere kentleri fırsat olarak görmüştür.

1956 yılına gelindiğinde çıkartılan Ulusal Koruma Kanunu’nda hükümet daha önce kullandığı liberal söylemlerinden vazgeçmiştir. Hükümet, mal ve hizmetlerin dağılımıyla fiyatları belirlemiştir. Bu durum kara borsayı artırmıştır. Bu süreçte Türk Lirası çok fazla değer kaybetmiş, popülist tarım politikaları büyük çiftçiyi zengin etmiş; fakat bu gelişme yatırım anlamında değerlendirilmemiştir. Artan enflasyon ile birlikte, sabit gelirli memurlar, subaylar ve işçiler artık dar boğaza düşmüşlerdir. Tarih 1960 olduğunda ekonomi artık çökmüş bir duruma gelmiştir (Ahmad, 2006: 142).

DP, o dönemin en önemli propaganda aracı olan devlet radyolarını, 5545 sayılı kanunun 45. ve 48. maddelerini kaldırarak bir nevi kendisine bağlamış; hükümet aleyhinde propaganda yapmasını yasaklamıştır. Bu şekilde muhalefetin radyodaki gücü engellenmiştir (Tunçkaya, 1996: 137).

28 Nisan günü başlayan öğrenci gösterileriyle birlikte ortam iyice gerginleşmiş; gösterileri bastırmak isteyen hükümet, gerginliği daha çok artırmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanı, hükümete erken seçim uyarısında bulunmasına rağmen, DP bu uyarıyı dikkate almamıştır. 27 Mayıs 1960’da Milli Birlik Komitesi (MBK) adında subaylardan oluşan grup, yönetimi ele geçirmiştir (Akşin, 2005: 222-223).

1960’lı yıllarda yaşanan sosyal yaşamdaki değişimler, dönemin sinemasına damga vurmuştur. Yeşilçam sinemasının bu yıllarda yaşadığı altın çağ, Türkiye’deki siyasi ve sosyal yapı çerçevesinde şekillenmiştir. Bu anlamda 1960’lı yılların gerek siyasi yapısı, gerek sosyal yapısı, Yeşilçam dönemi fantastik Türk sinemasının incelenmesi açısından oldukça önemli rol oynamaktadır.

Bu dönemin ekonomik yapısına bakıldığında, ekonomik kalkınma hareketlerinin beş yıllık kalkınma planları şeklinde yapılandırıldığı görülmektedir. 27 Mayıs darbesinden sonra DP döneminin ekonomi politikasına tepki olarak kurulan Devlet Planlama Teşkilatı tarafından bilimsel yöntemlerle oluşturulan bu planlar konuya verilen önemi ortaya koymuştur. Birinci Beş Yıllık (1963-1967) Kalkınma

Planı, İsmet İnönü başkanlığında kurulan yeni hükümet döneminde hazırlanmıştır. Amaç, milli tasarrufu artırmak, toplum yararına yatırımlar yapmak, demokratik bir uygulama gerçekleştirme olarak belirtilmiştir. Aslında kalkınma planıyla, özel sektörü destekleyecek şekilde hazırlanmış olup, özel kesimin hem ekonomik kalkınmaya destek vermesi hem de ekonomik kalkınma yoluyla güçlenmesi amaçlanmıştır (Kongar, 1985: 277-278).

Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik kalkınma hareketi karma bir ekonomiyi gerektirmiştir. Durum böyle olsa da uygulamada farklılıklar yaşanmış, AP, özel kesimi destekleyerek Devlet Planlama Teşkilatı’nı özel sektör lehine kullanmıştır. Birinci ve ikinci kalkınma planları arasındaki fark uygulamada kendini göstermiştir.

1960’lar Türkiye’si tarım ekonomisi tarafından şekillenmiştir. İklime bağlı tarım faaliyetleri değiştikçe ekonomi de buna paralel olarak değişmiştir. 60’lı yıllardaki kalkınma planları döneminde yaklaşık %7’lik bir büyüme gerçekleşmiştir (Çoruh, 2010: 19-20).

60’lı yıllarda evi içi yaşam için üretilen küçük ev aletleri ve dayanıklı beyaz eşyalar, modernliği temsil eden unsurlar olmuştur. Beyaz eşyalar, seçkin azınlığa mahsus olmaktan çıkıp, halk içinde yaygınlaşmıştır (Kırel, 2005: 28).

Otomobil sektöründe yaşanan gelişmeler, dönemin bir diğer önemli özelliği olmuştur. Otomobile artan talep ile birlikte yerli araba üretimi yapan fabrikalar açılmıştır (Kırel, 2005: 18). Otomobil bu sürecin içerisinde ekonomik yapıya da önemli katkıda bulunmuştur. 1950’li yıllardaki Amerikan otomobillerinin ithaline yönelim, 1960’larda Avrupa markalarına doğru olmuştur (Keyder, 2006: 209).

Otomobil sahibi olmak, günlük yaşamda birey için çok fazla anlam barındırmıştır. Öyle ki; 1960’larda Yeşilçam Sineması’nda otomobil unsuru sıkça kullanılmaya başlanılarak, seçkin azınlığın tercihi olmaktan çıkıp halkın da ulaşabileceği bir meta haline gelmiştir.

60’lı yıllarda, nüfus anlamında ciddi değişmeler yaşanmıştır. 1960’da Türkiye’nin toplam nüfusu 27.754.820 iken 1965 yılına gelindiğinde 31.391.421 olmuş, 1970 yılında ise 35.605.176 olmuştur. Kent nüfusu oran olarak genel nüfusa nazaran hızla artmıştır. Kentsel nüfustaki bu değişiklik apartman hayatını ön plana çıkartmış; talep çokluğuyla yapsatçılık artmış, kooperatifleşme, banka kredisi gibi çözümler üretilmeye çalışılmıştır (Kırel, 2005: 14).

1960 yılı sonrası özel teşebbüsler, sanayiye yönelmeler artmış bu gelişmelerin sonucunda sanayileşme artmıştır. Kentlerde veya kentlerin çevresinde iş olanakları sağlayan sanayi ve hizmet kuruluşları, kentlerdeki kazancın köyde elde edilenden daha fazla olması, popüler kültürün ele geçirdiği eğlence sektörleri, eğitim, sağlık vb. olanakların fazla olması göç olgusuyla temellenen şehirleşmeyi arttırmıştır. Bu yıllarda dış göçün de arttığını söylemek mümkündür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yıkıma uğrayan Avrupa, dışarıdan işçi talep ederek Türkiye’nin de iş gücünden faydalanmıştır. Ülkedeki işsizlerin birçoğu kendini tümüyle yabancı bir toplumsal ve kültürel yapının içerisinde bulmuştur. Popüler kültürün kapitalist sistemde en büyük etkisi, tüketimin artması yönünde olmuştur. İnsanlar sınıf farklılıklarını gidermek adına bu ürünlere sahip olmak istedikçe, ihtiyaçtan ziyade kullanımı yaygınlaşan ürünlere yönelmiş, böylelikle tüketim kontrolden çıkmıştır. 1961 Anayasası’ndan sonra, Batı’da gözlenen sınıf farklılıkları artık Türkiye’de de oluşmaya başlamış, insanlar bu sınıf farklılıklarını azaltmak için popüler olana, kullanımı yaygınlaşana ve bir üst sınıfın kullandığı metalara yönelmiştir. Sınıf farkıyla ortaya çıkan popüler olana yönelme ve tüketimde artış insanlar arasında kimlik bunalımına neden olmuştur. Televizyon bu dönemde aktif rol oynamış, televizyonun etkisiyle herkes o dönemde moda olan ürünlere sahip olmaya çalışmıştır. Türkiye de ithalat ve ihracat kapılarının açılmasıyla birlikte toplum, Batı’dan gelen ürünleri, markaları bolca kullanmaya başlamış, Batı’ya yakın hayat standardına sahip olmuştur. Özentilikle başlayan tüketim, özellikle alt kesim arasında çok sıkıntı yaratmış, insanlar hem enflasyon hem de popüler kültür ile baş etmek zorunda kalmıştır. Toplumun bu kesiminde bir üst sınıf ile olan farkı kapatabilmek için sürekli bir tüketim gerçekleşmiştir (Artukoğlu, 2013: 22).

1960’lı yıllardaki değişim, popüler kültürle yakın bağı olan bir değişimdir. Özellikle radyo, bu dönemin kültüründe mihenk taşı olmuştur. Radyonun yanı sıra magazin dergileri, sinema, fotoromanlar, çizgi romanlar, gazeteler dönem için önemli unsurlardır. 1960’lı yıllar televizyonun hakimiyeti olmadığı yıllardır. Bu anlamda, radyo özellikle okuma yazması olmayan insanlar için önemli bir bilgilenme kanalı olmuştur (Kırel, 2005: 16).

Bu dönemin iletişim ortamında televizyon sonradan ön plana çıkmıştır. 31 Ocak 1968 tarihindeki Ankara Televizyonu’nun deneme yayını, halkın televizyon

yayınına ilk tanıklığı olmuştur. Bu yayınla birlikte haftada 3 kez deneme yayını yapılması kararlaştırılmıştır (Cankaya, 1997: 32).

1960’ların sonlarıyla Türkiye’de televizyonlu günler de başlamıştır. Televizyonun gelmesiyle birlikte Türkiye’deki sosyal yaşantı ciddi bir şekilde