• Sonuç bulunamadı

Battal Gazi Destanı Filminin Özeti

3.3. Battal Gazi Destanı Filminin Betimsel Analizi

3.3.1. Battal Gazi Destanı Filminin Özeti

Battal Gazi Destanı, (1971) Hüseyin Gazi’nin (Cüneyt Arkın) kızıl zemin üzerine kelime-i şahadet yazılmış bir sancağı fon kullanarak çekilmiş bir portresiyle başlar. Hüseyin Gazi, Malatya Serdarı olarak Bizans Elçisi Polemon’un tehditlerine alaycı bir küçümsemeyle bakmaktadır. Bu görüşmede Malatya şehir devleti Bizans İmparatorluğu’ndan haraç talep etmektedir. Polemon ki burada aklın ve mantığın sesidir, “koskoca Bizans küçücük Malatya’ya haraç mı verecekmiş?” diye şaşkınlığını belirtir (Yıldırım, 2007: 111). Hüseyin Gazi ise Malatya Beyi Ömer Bey’in (Atıf Kaptan) arzusunu duydunuz hatta daha önce istediğimiz haraç miktarını yükseltiyoruz diye olayın daha da üstüne gider. Her ne kadar Polemon onları aklıselime davet etse de nafiledir. Malatya Bizans’tan haraç alacaktır o kadar. Malatya’nın bu konuda kendine güvenini sağlayan tek bir kozu vardır: Malatya Serdarı Hüseyin Gazi (Yıldırım, 2007:111).

Filmde Hüseyin Gazi Bizans topraklarına oğluyla birlikte gezmeye gider ve bu sırada öldürülür. Bu bölüme kadar olan filmin başlangıç kısmı daha sonraki bütün hareketleri izah edici bir yapıya sahiptir. Filmde Malatya Serdarlığı’nın Bizans’tan haraç istemesi, filmde gerçeklikten kopmayı gözler önüne serer. Güçlerin dengesizliği söz konusudur ve Bizans’tan beklentiler talepler olabildiğince büyüktür. Malatya Serdarlığı, Bizans karşısında küçücük bir şehir devletidir ve Bizans’tan haraç istemekle kalmaz, elçinin tepkisine karşılık bir de haraç arttırılır. Filmde pervasızlık şeklinde görülen bu bariz hareketin tek dayanağı şehrin savaşçısı Hüseyin Gazi’dir. Aslında Malatya’nın değil, Hüseyin Gazi’nin Bizans’a tek başına kafa tutması realiteden uzak bir simgeselliktir.

Şekil 25: Battal Gazi Destanı, 1971

Bu fanteziyi anlamlandırmak için ilk önce bütününü oluşturan parçacıkları tanımlamak gerekir. Battal Gazi Destanı grup kimliğinin (Müslüman Türklük) taşıyıcısı olarak Battal Gazi isimli kahramanın, ilk önce Hüseyin Gazi olarak, daha sonra oğlu Cafer olarak, olağanüstü, mitik, maceralar dizisinden geçerek, otoriteye başkaldırma, kendini ispatlama ve nihayet onu yok etmek veya onunla uzlaşmak seçenekleri arasından ikincisini seçerek bütün ulus adına gerçekleştirdiği bir erginleme ve kimlik oluşturma sürecini anlatır. Eğer topluma mal olmuş bu macerayı tek tek fertlere mal ederek birey planına indirgeyecek olursak, olayların benzer bir örgü içinde gerçekleştiği bir başka mit çıkar karşımıza: Psikanalizdeki ele alınış şekliyle Oidipus. Daha net ifade edebilmek için bu defa fertten başlayarak aynı süreci takip edelim. Üç yaşına giren çocuk oral ve anal dönemleri geride bırakmış ve fallik döneme girmiştir. Bu zamandan beş yaşına kadar geçirilen süre ödipal dönem olarak anılır. Bu dönemde ne yapılır? İlk olarak çocuk cinsiyet farkını ve kendisinin de bir cinse ait olduğunu fark eder, ikinci olarak da özdeşimlerle (erkek çocuk için babayla olan özdeşimlerle) cinsel rolünü benimser ve karşı cinse ulaşma ve buna engel

olabilecek hemcinsini yok etme paradoksuna girer ve dördüncü olarak da içselleştirilen anne-baba figürlerinin ve onların temsil ettiği değer yargılarının oluşturduğu süperego olaya müdahil olur. Bu müdahale erkek çocuğun anneden vazgeçmesi ve düşman olan babayla uzlaşmasını getirir. Bu da erkek çocuk için ödipal çatışmadan çıkış noktasıdır (Yıldırım, 2007: 112-113).

Şekil 26: Battal Gazi Destanı, Hüseyin Gazi, 1971

Baba, tüm toplumun hatta toplumlar üzeri medeniyetler üzeri bir yasanın temsilcisi konumunda algılanır. Baba demek kanun demektir, o otoritedir, kurallardır ve yine baba bunlara uyulmadığı taktirde gelecek olan cezayı sembolize eder. “Früstrasyonları (engellemeleri) ‘baba’ya gönderen annenin söylemidir. O, anne- çocuk ilişkisinde simgesel bir üçüncüye yer verdiği oranda çocuğu kültürün dünyasına bağlamıştır”. Daha önce de belirtildiği gibi bu modelde baba dost değil düşman, çocuğu yok etmeye hazır, erkekliğini keserek kastre etmeye hazırlanmış, ejderleşmiş bir babadır. “Baba, annesiyle yaşadığı cennete dışarıdan giren ilk kişi olarak çocuğun arketipsel düşmanıdır; bu yüzden, yaşam boyunca tüm düşmanlar (bilinçdışında) babanın simgesidir. Öldürülen şey baba olur” (Campbell, 2000:181). Çocuğun ödipal çatışma yolculuğunda istediği şey güç, iktidar ve bundan duyduğu hazdır. İktidar başlangıçta anneyle sembolize olur fakat ilerleyen yaşlarda haz verebilecek başka iktidar nesneleriyle çeşitlenebilir.

Atıf Yılmaz’ın Battal Gazi Destanı filminde realiteden kopuk fantezi dünyasında yaşama reaksiyonu, zayıf kalmış bir egonun içine düştüğü durumdur. Ego, ruhsal aygıtın bilinç, gerçeklik ve benliği taşıyan ve işleyen parçasıdır. Böylesi durumlarda kişi, egosu realite ve idin isteklerine karşı yeterince sağlam duramamış hayatın acı gerçekleri karşısında yenilgiyi kabullenememiş ve idin fantezileri tarafından işgal edilmiş durumdadır. Böyle bir durum “olsa olsa çocukluk ve gençlik düşlerinin yerini henüz gerçekçi bir gelecek çizgisinin almadığını gösterir. Çevredekilere ‘ayakların yere bassın artık’ dedirten tasarılar (ego ve) kimlik zayıflığının göstergesi olarak düşünülebilir” (Dereboy, 1993: 14).

Hüseyin Gazi gerçeklikten uzak bir düşünce yapısına ve vizyona sahiptir. Bu durum fallik dönem öncesi oral ve anal dönemin karmaşık ve kurgusal yapısını andırır. Bu dönemde henüz ben (ego) gelişmediği için gerçeklik duygusu söz konusu değildir. Film, gelişmemiş bir egonun yansıttığı fanteziyle başlıyor. Babanın otorite, iktidar sahibi olma, hükmetme ve kanun koyma özelliklerinin tümünü elinde tutan Bizans’a kafa tutma ve onu sindirme. Bizans ulaşılmak istenilen gıpta edilen ve aynı zamanda rakip görülen baba türevidir. Ona özenilir ve ondan çekinilir. Hedef Bizans olduğu zaman baba kadar ihtiyaç duyulan özenilen o olduğu halde aynı zamanda da ayrışma reaksiyonu da vardır. Arkın’ın Bizans sarayında dövüşürken birden bire “Kahpe Bizans daha ilk günden yolumuzu şaşırttı bize”(Atıf Yılmaz, “Battal Gazi Destanı”, Film 1971) diye nara atması filmin akışı içinde yersiz bir gösteri gibi kalsa da psikolojik olarak babadan ayrışma, onun gibi ‘kahpe olmama’, arzusunun bir yansıması olarak anlam kazanmaktadır (Yıldırım, 2007: 115).