• Sonuç bulunamadı

Fabrikadaki İşgücünün Ekonomik Durumu

Ekonomi her toplumda var olan temel kurumlardan biri olarak görülmektedir. Bu kurum, mallar ile hizmetlerin; üretimi, dağıtımı ve tüketimi örgütler (Bozkurt, 2003: 203). Fabrikada istihdam edilenlerin ekonomik durumu “alım gücü” üzerinden değerlendirilmiştir. Görüşmecilere, fabrikada istihdam edildiği dönemde ekonomik durumları sorulduğunda görüşmeciler, genel olarak “tasarruf yapabildiklerini”, dönemin şartlarına göre “alım gücünün orta” olduğunu belirtmişlerdir. Ancak Antalya’da kurulan diğer fabrikalarda istihdam edilenlerden daha düşük ücret aldıklarını ifade etmişlerdir. Bunun yanında, Dokuma Fabrikası’nın “sosyal harcamaları”, “ikramiye” durumları ile fabrikanın, işçilere yönelik olumlu tavırları ve fabrika çalışanlarının kendi aralarındaki sosyal dayanışmanın olması bir avantaj olarak görülmüştür. Görüşmecilere göre, Dokuma Fabrikası’nda istihdam edilenler, zaman içerisinde ücretlerine yapılan zamlar ile alım gücünü arttırdığı ifade edilmiştir.

Görüşmecilerden biri günümüzdeki işçilerin alım gücünün giderek düştüğünü belirtti. Görüşmeciye göre, kendilerinin istihdam edildiği dönemde fabrika çalışanlarının alım gücünün daha yüksek olduğu ifade etmiştir.

“160 liraydı aylık. İki senede bir sözleşme oluyordu öyle maaşlar artıyordu. İşten çıktığımda 800 lira alıyordum. Ben arsa aldım. 160 lirayı bitiremiyorduk. Şimdi bir işçi aldığı maaşı yettiremiyor(G12. E. 72).

Görüşmecilerden bazıları alım gücünü “konut edinme” üzerinde değerlendirmektedir. Ona göre, bir fabrika çalışan en az bir ev kredisi ödeyebilecek ekonomik şartlara sahipti.

“Bir maaşla bir ev kredisi ödeyebiliyordunuz o zamanlar. İkramiyenizle, gecekondu da olsa bir ev alabiliyordunuz; ama şimdi almanız imkansız” (G22. E. 64).

Çalıştığı dönemde tasarruf yapabildiğini ifade eden bir görüşmeci ise ekonomik durumunu şu şekilde değerlendirmektedir:

“Ben tasarruf yapabiliyordum. Ben ev eşyası, gayrimenkul alabiliyordum. Bana yetiyordu maaşım. Ben üzerimdeki elbiseyle geldim. Kooperatife girdim, oradan aldığımı sattım öyle geliştirdim. O zamanki para bana yetip arttı bile. İlk maaşım 515 lira ile başladım. O parayı yerdik, kasaptan ayda dört seferde et alırdık” (G9. E. 66).

Bazı görüşmeciler (özellikle işçi statüsünde çalışanlar) aldıkları ücretin ev eşyası almada yetersiz olduğunu ifade etmiştir.

“Bir maaşla ben soba aldım. O zamanlar malzeme pahalıydı. Bir televizyon alırdın 24 ay taksitle alırdınız. Bir televizyon almak aşağı yukarı 5 maaşa denk geliyordu. Şimdi bir maaşla da bir televizyon alabilirsin” (G6. E. 60).

Benzer şekilde başka bir görüşmeci de kendi dönemlerinde ev eşyalarının çok pahallı olduğu ve dolayısıyla alım gücünün düşük olduğu ifade etmiştir:

“Valla ben size bir şey söyleyeyim mi: ilk çalıştığım zamanlarda mesela bir buzdolabı alacaksınız değil mi? Evin demirbaşı, çamaşır makinesi, televizyon, ha evlenirken diyelim ki oturma grubu almışsın ne ala, yoksa sandalyede oturursun, divanda otururusun. Benim hatırladığım şuydu: bir televizyon ya da bir buzdolabı aldığın zaman 12 ay boyunca başka bir şey almazdın. Onun taksiti bitince diğer eşyaları alabiliyordunuz. Ama şimdi yatak odasından diğer takımlara kadar hepsini 5 bin TL alabiliyorsunuz. O zamanlar beyaz eşya, ev eşyaları çok pahalıydı” (G1. E. 69).

Fabrika çalışanlarının fabrikadaki statüsüne göre ekonomik durumlarını etkilendiği ifade edilmiştir. Çalışanın fabrikadaki statüsüne bağlı olarak aldığı ücretin yüksek olduğu belirtilmiştir.

“Ondan sonra işletmede unvana göre maaş alıyorlardı. Mesela ustabaşı ise daha fazla para veriliyordu. Maaşı daha yüksekti. Artı onların o yıllarda ev kredisi çekme imkanı vardı. Bize yoktu ev kredisi çekme imkanı. Onun için aralarında kooperatif kuruyorlardı. Kaç tanesi öyle ev sahibi oldu. Ondan sonra kredi çekiyorlardı. Çoğunun kendi vardı. Ve inan memurların arabası yokken onların arabaları vardı” (G11. K. 67).

Görüşmecilerin anlatılarına göre, bazı çalışanların tasarruf yapabildiğini bazılarının da tasarruf yapamadıklarını ifade edilmiştir. Bu durumunun temel nedeni ise iki şekilde açıklanmaktadır: Çalışanları “tüketim alışkanlığı” ve “yaşam standartlarının” farklı olması olarak görülmüştür. Bazı çalışanlar yaptıkları tasarruflarla gayrimenkule yatırım yaparken, bazıları da “motorlu araç”a yatırım yapmıştır. Bunun yanında fabrikada istihdam edilenlerin bazıları kendi tasarruflarıyla ev eşyası aldıklarını ve çocuklarının eğitimi ve onların evliliği için harcadıklarını ifade etmişlerdir.

Katılımcılar, Dokuma Fabrikası’nda istihdam edilenlerin ekonomik durumunun genel olarak “orta seviye” de olduğunu aktarılmışlardır. Bununla birlikte fabrika çalışanlarının; yerel halk arasında belli bir statüsü olduğunu, yerel esnaflarca fabrikanın işgücüne daha toleranslı davrandığını da belirtmişlerdir. Herhangi bir ekonomik kriz yaşanması durumunda ise ücretlerin ödendiği aktarılmıştır. Katılımcılara göre, fabrikada istihdam edilenlerin ekonomik durumları iyi olduğundan dolayı kendi çocuklarının eğitimine katkılarının yüksek olmuştur. Fabrika çalışanları elde ettikleri gelirle ailenin diğer üyeleri de faydalanmıştır. Çalışanların, çocukların eğitimine verdikleri önem buna örnek verilebilir. Katılımcılardan biri Dokuma Fabrikası’nın çalışanları çocuklarının eğitim durumunu şu şekilde aktarmaktadır:

“Dokuma fabrikasının çocukları genellikle hepsi okumuştur. Arkasında hep şey vardır: orda ki nakit gelecek ya, belli bir şey gelecek. Para gelecek onun için çocuğunu dershaneye gönderebilirsin. Arkasında o güven var yani. Bir çevren var. İşte arkadaştan alırım, oradan alırım, buradan isterim dersin. Ondan sonra okuma olarak oraya gelmiştir. İşin içinde, temelinde dokumadan gelecek güven vardır. En sonda konuşuyoruz bunları Allah bu fabrikayı kuranlardan razı olsun” (G4. E. 59).

Katılımcılara göre, fabrikada istihdam edilenlerin belli bir işi/mesleği ve sabit bir geliri olduğu için onların evlilik durumunu da etkilemiştir. Örneğin, fabrikada istihdam edilen bekar kız ve erkekler “evlenilecek ideal eş” olarak görüldüğü aktarılmıştır. Katılımcılardan biri bu durumu şu şekilde aktarmaktadır:

“İşçilerin ekonomik durumları iyiydi. Seneyi doldurdular mı zam alıyorlardı. Belli bir konumu vardı çalışanların. Mesela bana soruyorlardı yanında çalışan kızlar var mı, bekar var mı?” (G28. K. 91).

Bir diğer katılımcı ise herhangi bir işte çalışan bireylerin evlilik için daha çok tercih edildiği ifade etmektedir:“O dönemde çalışmak güzel bir şey. Herkes çalışamıyordu. Para sıkıntısı vardı zaten. Çalışanlar, evlilik için daha çok tercih edilirdi” (G15. K. 73). Bir işte çalışmayı ile sosyal statü arasında bir ilişki olduğu vurgulanmıştır. “…Çalışanın insanın her zaman bir statüsü vardı. Bir yere gittiğinde değer görürdün. Kız istemeye gittiğinde kendine güvenirdin. İşin nedir diye sordukları zaman dokumda çalışıyorum diyordun” (G12. E. 72). Bazı katılımcılar alışverişlerini yaparken peşin ödeme yaptığını aktarmıştır. “Normal peşin yapıyorduk ödemelerimizi. Eğer fabrikada çalıştığınızı biliyorsa oradan tanıdığı birileri varsa toleranslı davranırlardı bazen” (G18. E. 59).

Fabrika çalışanları istihdam dönemlerinde kendi alışverişlerinin bir yandan fabrikadaki kooperatifte yaparken diğer yandan da kentteki yerel semt pazarlarında ve dükkanlarında yaptıkları görülmüştür.

“Alışverişlerimizi genelde sebze yemeği pazarda, kooperatifin sattığı ürünleri de kooperatiften alırdım. Birde karşıda market vardı bazen de orada alışveriş yapardım. Esnaf şöyle davranıyordu; çünkü para garanti derlerdi. Esnaf bunu göz önüne alırdı… Özel fabrika çalışanlarına göre sosyal refahları daha iyiydi. Toplu sözleşmesi olan işçilerin özel sektörde çalışan işçilere göre daha iyiydi. Diğer fabrikalar ile hemen hemen aynıydı. Halk arasında saygın bir yeri vardı. Orada çalışmak bir ayrıcalıktı” (G22. E. 64).

Çalışanların (özelliklede lojmanda kalanların) genel anlamda tasarruf yapabilmişlerdir. Lojmanda kalanlar işçilerin/memurların tasarruf yapma durumu diğer çalışanlara göre daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Bunun nedeni ise “fabrikada barınmanın112” getirdiği

ayrıcalık olarak görülmüştür. Katılımcılardan biri fabrikada barınanların (fabrika lojmanında kalanlar) tasarruf durumunu şu şekilde aktarmaktadır:

112 Ali Cengizkan’ın derlediği “Fabrikada Barınmak: Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Türkiye’de İşçi Konutları: Yaşam, Mekân ve Kent” çalışmasına gönderme yapılmıştır.

“Şimdi Sümerbank’ta çalışmanız veya kapalı bir yerde –kapalı dediğim şimdi lojmanlarda kalıyorsunuz, lokali var, bide biraz şehrin dışında, şehrin merkezinde değilsiniz. Şehirde ne oldu, şehir nasıl gelişiyor, şehir de ne dümenler dönüyor, bunları pek göremiyorsunuz. Yatırım yapabilirdik. Yapmadık. İki tane çocuğumu yetiştirdim, araba aldım. Bir maaşla rahat yaşıyordum. Tabi benim eşim de öğretmendi. Benim maaşım bana yeterdi. Ev eşyası falan rahatlıkla alabiliyordum. Efendim klima da alabiliyordum, çamaşır makinesini de, fırını da, televizyonu da alabiliyordum. Bu bir arada çalışmanın sadece Dokuma’ya mahsus değil ama biz Dokuma’nın içinde yaşadığımız için bunu gördük. Mesela tüketim kooperatifimiz vardı. Tüketim kooperatifi şöyle; herkes belli bir sermaye koymuş, çok büyük bir sermaye değil bunlar, oraya bir tüketim kooperatifi kurmuş. İsmi de Tüketim Kooperatifiydi. Sümerbank’ta tekstil üzerine ya, diğer fabrikalardan kumaş getirirlerdi, bu kumaşlar satılıyordu, tüketim malzemesi satılıyordu. Kârdan ziyade ucuz alıyorduk. Bide bakkala gidiyorsun peşin alışveriş yapıyorsun ya peşin alışveriş diyelim buna. Fabrikada çalıştığınız için maaşınızdan kesilirdi. Takip ediyor, muhasebesi var. İşçinin de işine geliyor, memurunda işine geliyor. Neden? İşçi alışverişini yapıyor, akşamüstü servisle evine gidiyor ya kendisiyle götürüyordu. Tekrar markete, bakkala gitmesine gerek yoktu. Her şey vardı, yağdır, aklına gelecek bütün tüketim malzemesi vardı. Fabrikanın giriş kapısına taksi durağı var taksi durağın orada tek katlı bir yerdi” (G7. E. 68).

Düzenli bir “ekonomik gelir” ile “alım gücü” birbirine paralel bir şekilde olduğu vurgusu yapılmıştır. Bu durumda ekonomik gelir yükseldiğinde işgücünün alım gücünü de etkilemektedir.

“O zaman herkes birbirini tanıyordu, kredi karı falan yoktu. güvencesi siz oluyordunuz esnafın. Dokumada çalışıyorsa bir işçi; esnafın yanında bir kredisi vardı yani. Atıyorum ben mesela ben bir esnafa göndereceğim, sen benim ismimi veriyorsun. Sen o esnaftan istediğin kadar alışveriş yapardın. Güven vardı. Ve onu sadece deftere yazardı. Senet falan da yoktu. ne zaman ödersin diye söylerdi; şu tarihte şu kadarını öderim derdin o kadar. Ödemediğin taktirde gecikirsin gelip senin yakana yapışmazdı” (G12. E. 72).

İşgücün sosyal güvencesi ve düzenli bir ekonomik gelir kişinin toplum içerisinde saygınlığının artmasında etkili olduğu vurgusu yapılmıştır. Çalışanlar, fabrikada istihdam edildikleri için sosyal çevre içerisinde bir statüsü olduğu gibi çevrede bulunan esnaflarca toleranslı davranılan bir kesimi oluşturmaktadır. Böylece işgücünün ekonomik durumu sosyal ilişkilerini de etkilemektedir.

6.12.1. İşgücü Ücretlerin Ödenmesi

Katılımcılara göre işgücünün ücreti elden ödenmektedir. Bu durumun ise dönemin koşullarından kaynaklandığı ifade edilmiştir. İşgücünün ücretlerinin elde ödenmesi “emeğin karşılığı somut olarak alındığı” ifade edilmiştir. Yani “ emek sonrası gelen bir mutluluk” olarak görülmüştür.

“Elden veriliyordu, o zaman ATM yok, şu banka kartı yok, kredi kartı yok. Veznedarımız vardı, kaç para dağılacaksa o gün gider bankadan çeker gelirdi o gün kimler maaş alacak belli zaten. 6-7 tane ünite var düşünün 1200 kişi. Bunların hepsine adam elden para verecek, açık vermemesi lazım, verilse kendinden gider. Bugün şu birinci kısım alıyor, yarın öbür ikinci kısım alıyor, diğer gün üçüncü kısım alıyor. Haftanın 6 günü böyle birer gün arayla herkes maaş alırdı. Kuyruğa geçer vezneye, veznedar oraya bakar biz ne hesaplamışız o zamanın parasıyla atıyorum, 800 lira. Yanında imza yeri var klasik bordro formları. İmzasını atan 800 lirayı sayar parasını verir gider yani sistem öyleydi” (G19. E. 63).

Fabrikanın kurulduğu dönem nedeniyle işgücü ücretleri elden ödendiği görülmektedir. İşgücü ücretlerini hesaplayan muhasebe bölümü olduğu ve bu hesaplamanın yapılması zaman alan bir süreç olarak görülmektedir. Genel anlamda ücretlerin elden ödenmesi maddi emek sonrası gelen mutluluk olarak görülmektedir. Katılımcılar, fabrikada yaptıkları işleri tanımlarken de “somut bir ürün üretiyorduk” “…Mendil üretiyorduk, ekose gömleklik, askeri kumaş, kaba kumaş üretiyorduk… Ürettiğimizi görüyorduk… Pamuk gelir fabrikaya ürün olarak çıkardı” (G1. E. 69) vurgusu yapmışlardır.