• Sonuç bulunamadı

Fabrika Dönemi Çalışma İlişkileri İle Günümüz Çalışma İlişkilerine İlişkin Düşünceler

Modern öncesi toplumlarda ekonomik örgütlenme daha çok basit iş bölümü şeklinde kendini gösterirken endüstrinin gelişmesiyle beraber ekonomik örgütlenmede dönüşüme ivme kazandırmıştır. Weber’e göre geleneksel örgütleneme yöntemi tarım toplumlarının ihtiyaçlarına cevap verse bile endüstri toplumlarının karmaşıklaşan ve dev örgütler içinde faaliyette bulunan işletmelerin ihtiyaçlarına cevap veremez bir hale gelmektedir (Dereli, 1981: 17’den aktaran Bozkurt, 2003: 217). Çalışanlardan istenilen verimi elde etmek için bir “işin örgütlenmesinde” uzmanlaşmaya gidilerek iş’in dönüşümüne neden olmuştur. Özellikle Taylorist bilimsel yönetimin iş’in işleyişine uygulanması iş’in dönüşümü kendini daha çok göstermeye başlamaktadır. Taylor’a göre bir iş yerinde daha iyi bir verim almak için bir dizi düzenlemelerin yapılmasını önermiştir. Taylor, bu özelliklerini şu şekilde sıralar:

“1. Tercihen farklı iş ortamlarında, söz konusu işte özellikle yetenekli bir grup işçi bulun. 2. Bu işçilerin çalışırken kullandığı temel hareketleri dikkatlice inceleyin.

3. Her aşamayı yapmanın verimli yolunu bulma amacıyla bu temel aşamalarla ilgili süreyi tutun. 4.Bütün yanlış hareketler, yavaş hareketler ve yararsız hareketler” verimsiz aşamaları ortadan işi verimli hale getirin.

Son olarak bütün gereksiz hareketler ortadan kaldırıldıktan sonra en verimli hareketleri birleştirerek bir işi yapmanın ünlü “en iyi yol”unu yaratın” (Ritzer, 2011: 83).

Taylor’un bilimsel yönetimi uygulamada temsilcisi Henry Ford olmuştur. Ford, Taylor’un ilkelerinden hareketle kendi otomobil fabrikasında sipariş usulü üretiminden kitle halinde seri üretime yönelmiştir (Bozkurt, 2003: 2018). Seri üretimin başlamasıyla beraber çalışanda ileri derecede iş bölümü ve standartlaşmaya doğru bir yol izlenmiştir. 1970’lerin başlarına kadar kitle üretim sistemi geçerliğini korumuştu. Ancak 1970’li yıllarda Dünyada genel olarak ekonomik krizle birlikte kitle üretiminin de krize girdiği yıllar olmuştur (Bozkurt, 2003: 221). Kitlesel üretim siteminde kriz yaşanmasında etkili olan başka bir faktörde tüketim tarzların eskiye göre farklılaştığı ya da başka bir deyişle tüketicin talebindeki değişikliğin etkili olduğu söylenebilir. Fordizm krizinin yaşanması ile beraber post-fordist

üretim sistemine geçilmeye başlanmıştır. Standartlaşmanın ve aşırı derecede uzmanlaşmanın yerini “esnek uzmanlaşma” almaktadır. Ayrıca esnek uzmanlaşma esnek üretim sistemini de doğurmaktaydı. Çalışanın iş’ine yabancılaştığı bir durum olarak görüldüğü aşırı uzmanlaşma sisteminin yerini esnek uzmanlaşma almaya başlamaktadır. Esnek uzmanlaşma yeni malların daha hızlı tüketime ulaştırılması olarak görülmektedir (Kumar, 2010: 61).

Kapitalist üretim tarzında taylorizm üretim tarzı etkili olduğu görünmketedir. Taylorizm, "yani içinde bulunduğumuz yüzyılın başalrında Frederick Winslow Taylor tarafından savunulan 'bilimsel yönetim' ilkeleri, en iyi haliyle, çok çeşitli sınai bağlamlarda neredeyse sonsuz bir şekilde uygulamaya elverişli olan güçlü bir iş örgütlenmesi olarak düşünülebilir" (Kumar, 2010: 32). Bu iş örgütlenmesi seri ve bandaj üretime dayanıyordu. Ancak post-fordizm ile birlikte yeni bir yapılanmaya dönüşmektedir. Bu dönüşüm yeni kapitalist kültürünün yeni üretim tarzını doğurmaktadır. Yeni kapitalist kültürün istihdam üzerindeki etkisini açıklayan Sennett; esnek istihdam için şunları der: esnek istihdam yönetimini MP3 çalar'a benzer. MP3 çalar'da belli şarkılar bulunmakta ve her parçayı istediği

zaman dinlenebilmektedir. Sennet, bu durumu üretimdeki esnek istihdamla benzerliğini ise şu şekilde kurar: "MP3 makinesi, repertuarında yanlızca bir kaç parça çalışmaya programlanabilir; keza, esnek şirket de herhangi belli bir zamanda pek çok olası işlevinden yalnız bir kaçını seçip yerine getirebilir. Eski tarz şirketlerde ise üretim sabit bir dizi edim vasıtasıyla yapılır; zincirlerdeki halkalar bellidir” (Sennett, 2011a: 36). Esnek üretim tarzı eski tarz şirketlerdeki farkı üretim sırasının arz talep şeklinde değiştirebilmesidir. Sennett'e göre bu yeni çalışma şekli "kurumların katmansızlaştırmasına" izin vermektedir. Esnek üretim tarzının gelişmesi şirketlerin yapısınnı da etkilediğini belirtir Sennett (2011a: 36). Sennett'e göre bu durum emek gücünün "geçicileşme" sine neden olmaktadır. Tam istihdam yerine esnek istidama geçilerek şirketin mevcut durumda talep edeceği kadar personelin çalıştırılmasına izin vermeketdir. Böylece "sözleşmeli" ve "geçici personel" alınarak firmanın değişen etkinliklerine uyacak şekilde üretim örgütlenmesi yapılmaktadır. Sennett, postfordis üretim ilişkisi ile ilgili şunları belirtir:

"Kısa vadeli, görev odaklı emek, işçilerin bir arada çalışma şeklini değiştirir. Emir komuta zinciri piramidinde, vazifeni yapar, işlevini gerçekleştirirsin ve bir işin hamili olarak ya performansın ve ya kıdemin eninde sonunda ödüllendirilirsin ya da görmezden gelinir ve ya kıdemini kaybedersin. Her iki durumda da, firmanın altyapısı yeterince açıktır. Yer değiştiren, kısa vadeli, görev odaklı emekte ise değildir” (Sennett, 2011a: 37).

Yeni üretim tarzı an'a odaklı bir üretim tarzıdırr. Bu üretim tarzında(esnek üretimde) “uzun vade yok (Sennett, 2011b: 24)” şiarıyla hereket etmektedir.Şirket için çalışanın öncesi ve sonrası şirketi etkilemez; onun için bulunduğu an' da neler yapıyor olmasıdır. Esnek üretim

tarzının gelişmesinde nitekim enformasyon alanındaki ilerlemelerin etkili olduğu söylenebilir. "Otomsayon yayıldıkça, sabit insan becerileri alanı daralır. bundan elli yıl önce insanın banka özetini gösteren bir makineden bahsetmek bir bilim fantezisi görünüyordu; şimdiyse hayatın ayrılmaz bir parçası. Burada idealleştirmiş yeni benlik ortaya çıkıyor; sürekli yeni beceriler öğrenen, "bilgi temelleri" ni durmadan değiştiren bir birey" (Sennett, 2011a: 34). Esnek istihdam sürecinde çalışan birey çalıştığı kurumda kalıcı bir istihdam için kendisini sürekli yenilemesi gerekmektedir. Değişen koşullara göre kendini yenilemesi gerekmektedir.

Görüşme yaptığımız katılımcılar, istihdam edilip emekli oldukları fabrikadaki emek süreci ile günümüzdeki işçilerin emek sürecinin birbiriden çok farklılaştığını belirtiler. Onlara göre “iş” ve “emeğe” olan bakış açısı kendi dönmelerine göre günümüzde değişmiştir. Bazı katılımcılar bu durumu şu şekilde aktardılar; “çalışıyorum dediğinde; “bunun belli bir saati”, “belli bir yeri” ve “belli bir ücreti” vardır; ama şimdi “esneklik” diye bir şey çıkartmışlar, ne yaptığın iş belli ne de “iş saatin” belli” (G7. E. 68).Dolayısıyla katılımcıların çalıştığı dönemde işin özel yaşamı sömürmediği tam tersine artı bir değer kazandırdığı görülmektedir.

Bu durumda fordist çalışma ilişkileri ile postfordist çalışma ilişkilerinin karşılaştırıldığı görülmektedir. Kendi dönemlerinde “sendikaları” olduğu ve buna bağlı olarak da “işlerini güvence altına aldıklarını” ifade ettiler. Bu şekilde bakıldığında, görüşme yaptığımız katılımcıların iş alanları ve özel alanları birbirinden ayrı olduğu görülür. “Özel – kamusal ayrımı içinde çalışma mekânı, sanayileşmenin ortaya çıkışıyla daha sorunlu bir hal alır; çalışma evden ayrılır ve ücretli işle özdeş hale gelir” (Weeks, 2014: 14). Küreselleşmenin etkisinin giderek göstermesi, enformasyon alanındaki gelişmeler ve neoliberal politikaların uygulanmaya başlanması ile günümüzde “ev ve özel hayat arasındaki sınırlar giderek belirsizleşmektedir” (Kart, 2012: 139). Esneklik, günümüzde, yeni birikim rejiminin temel karakteristiğini yansıtan önemli bir kavram haline gelmiştir. Aynı zaman da neoliberal modele göre kolaylıkla uyum sağlayabilen bir istihdam yapısı da “esneklik” ekseninde anlaşılmaktadır (Durak, 2013: 62). Katılımcılardan biri (G7. E. 68) esneklik için “emeğin istismarı” olarak tanımlamaktadır. Ona göre esneklik “genleştikçe uzayan bir lastik gibidir”. Katılımcıların en çok yakındığı durum; kendi çocukları ve diğer gençlerin günümüz emek piyasası koşullarında güvenceli bir işte istihdam edilememeleridir. Diğer bir deyişle, “güvenceli istihdam” için uygun koşulların sağlanamamasıdır. Katılımcılardan bazıları, kendi çocuklarının istihdam durumu için “ne gecesi belli ne gündüzü”, “bazen gece bazen tam gün çalışıyorlar” gibi söylemlerde bulunmuşlardır. Fleming, gece işçilerini potansiyel açıdan zararlı görmektedir. BBC’den aktardığı pasajında online kitap deposu çalışanları kendilerini şu şekilde tanıtmaktadırlar: “Biz makineyiz, biz robotuz, tarayıcının fişini takıp elimizde

tutuyoruz, ama aslında o fişi kendimizi de takabiliriz” (BBC, 2013’ten aktaran Fleming, 2016: 49).

Görüşmeciler, kendi dönemindeki emek piyasası içerisindeki işgücünün hem “sosyal ve güvenlik koşulları” açısından hem“ekonomik getiri” açısından hem de “çalışma ilişkileri ve saatleri” açısından günümüzdeki emek piyasası içerisindeki işgücünden çok daha avantajlı olduklarını aktarmaktadırlar.Çalışanların saatle ya da zamanla disipline edilmeye başlanması “çalışma etiğinin” dönüşümüne neden olduğunu belirten Bauman (1999: 14), sanayileşmenin erken safhalarında köklü alışkanlıkları olan bireyler yeni cesur dünyanın en büyük engeli olarak görüldüğünü ifade eder. Yazar’a göre, “kökü kazınmak istenen bu alışkanlık, fabrika istihdamın, ustabaşı, saat ve makine tarafından ayarlanan yaşam ritmine usul usul itaate, direnmeye yönelikti” (Bauman, 1999: 14). Bauman, çalışma etiğine şu şekilde açıklık getirmektedir:

“Çalışma etiği iki açık önermeden ve iki dolaylı varsayımdan oluşan bir emirdir. Birinci açık önerme, kişinin hayatta kalabilmek ve güzel bir yaşam sürebilmek için başkaları tarafından bir değeri olan ve karşılığını çalışarak ödemek zorunda olduğu bir iş yapması gerektiğidir. İkinci açık önerme ise, kişinin daha fazlası varken daha azıyla veya sadece sahip olduklarıyla yetinmesinin, daha az çalışıp daha fazla dinlenmesinin yanlış, mantıksız ve ahlaki açıdan zararlı bir davranış olduğunun kabul edilmesidir. Hemen ardından emir gelmektedir: İhtiyacın olan her şeye sahip olsan bile çalışmaya devam etmelisin. Çünkü çalışmak, değerli, asil, normal ve iyi bir faaliyetken, çalışmamak kötü ve anormaldir. Birinci dolaylı varsayım, insanların emeklerini satmaları karşılığında hayatlarını devam ettirebilecekleri geliri hak etmeleridir. İkinci dolaylı varsayım ise belli bir ücret karşılığında satılan bu emeğin diğerlerinin ve çalışma etiğinin kabul gördüğü ahlaki değerlere sahip olmasıdır (1999: 14).

Bu şekilde bakıldığı zaman modern toplum "çalışmayı" meşru bir hale getirmeye çalışmaktadır. Küreselleşmenin giderek yaygınlaşması ve etkisini göstermesi yeni küresel piyasaların veya şirketlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Saat diliminin iş etiğine uygulanması en çok küresel piyasalar için verimli olmaya başlamaktadır. “Küresel piyasalar 7/24 çalışan bir makine; uyumuyor, dinlenmiyor[…] Zamana dair geleneksel alışkanlıklar, ticaretin ve çağın totemi olan rekabetçilik önündeki katı engeller olarak görülüyor” (Standing, 2014: 196). “Sermayenin ve ticaretin serbest hareketi, doğrudan yabancı yatırımlar, çok uluslu şirketlerin dünya çapındaki etkinlikleri ekonomik görünüm ile ortaya çıkan temel unsurlar” (Kart, 2010: 180) olarak görülmektedir. Genel anlamda küreselleşme;“ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin ulusal sınırların dışına çıkarak, küresel ölçekte gerçekleşmesi, biçimlenmesi ve ülkelerin birbiriyle karşılıklı bağımlılığının artması süreci olarak ele alınmaktadır” (Temiz, 2004: 11). Bu anlamda düşünüldüğü zaman, küreselleşme; ekonomik bir olgu olmakla birlikte toplumsal yapının bütün alanlarının yakın ilişki ve karşılıklı etkileşim içinde olmaktadır. Sonuç olarak, küreselleşme süreci toplumsal boyutu da etkilemektedir (Temiz,

2004: 11). Steger (2006: 61) “küreselleşmenin ekonomik boyutunun ulus ötesi şirketlerin ortaya çıkması, küresel ekonomik ilişkilerin giderek yoğunlaşması ve yerel sermayenin, küresel sermaye karşısında rekabet etmeyecek duruma gelmesi” olarak tanımlamaktadır (Steger, 2006: 61). Küreselleşme süreciyle yoğunluk kazanan rekabet koşulları ve neo-liberal pazar ekonomisinin işgücü ve emek piyasası üzerinde etkileri olduğunu belirten Kart (2010: 180) bunları şu şekilde sıralar: “çalışma rejimi koşullarını”, “istikrarsızlık”, “belirsizlik”, “risk”, “işgücünün parçalanması ve bireyselleştirilmesi”(Kart, 2010: 180). Bu ilkeler doğrultusunda işgücünün niteliği dönüşmekte ve biçimlenmektedir121. Adda’ya göre,

“küreselleşmeden söz etmek iktisadi bir sistem olarak kapitalizmin dünyaya yayıldığını söylemektir”(Adda, 2001: 9).

İşgücünün emek piyasası içerisindeki konumunun dönüşmesinde etkili olan bazı faktörler olmuştur. Örneğin, küreselleşme, enformasyon alanındaki gelişmeler ve yeni neo- liberal politikalar bunlardan bazılarıdır. En önemli unsu ise “neolibaral politikaların” uygulanması olarak görülmüştür. Harvey’e göre, neoliberalizmi her şeyden önce bir politik- ekonomik teori olarak görünür. “Bu teorinin, insan refahını artırmanın en iyi yolunun güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaretin temel alındığı bir kurumsal çerçeve olarak içinde bireysel girişim beceri ve hürriyetlerini serbest bırakmak olduğu” iddia edilse de “neoliberalleşme süreci pek çok “yaratıcı yıkım”ı beraberinde getirmiştir (Harvey, 2015: 10). Harvey’e (2015: 11) göre, yıkılanlar sadece önceki kurumsal çerçeveler ve iktidarlar değildir. Aynı zamanda “iş bölümleri, sosyal ilişkiler, refah hizmetleri, teknoloji karışımları, yaşam biçimleri, düşünce şekleri, üreme etkinlikleri, toprağa bağlılık ve en derin alışkanlıklar” (Harvey, 2015: 11) yıkılmaktadır. Bu öğeler, hem işgücünün istihdam sürecini hem de işgücünün emek sürecini etkilemiştir. Katılımcılar, Dokuma Fabrikası’ndaki istihdam durumlarını “güvenli bir iş” olarak görürken; çocuklarının kendileri kadar şanslı olmadıklarını aktarmışlardır. Bunun en temel nedeni ise “yeni istihdam sürecinde etkili olan esneklik olgusu olarak” görmektedirler. Week’in de (2014: 15) belirttiği gibi günümüz emek piyasası istihdam ilişkilerini de etkilemiştir.“İşyeri, tıpkı evi gibi, genellikle özel bir alan; toplumsal bir yapıdan çok, bir dizi bireysel anlaşmanın ürünü; politik gücün uygulandığı bir alandan çok, bireysel tercihler ve insani ihtiyaçların alanı olarak düşünülür” (Weeks, 2014: 15). Katılımcılar, fabrikada istihdam edildiği dönemde daha iyi koşullarda çalıştıklarını ve ücretlerin daha yüksek olduğunu aktardılar. Özelikle fabrikanın kamuya ait olması bunun temel nedeni olarak aktarmışlardır. Katılımcılardan biri bu durumu şu şekilde aktarmaktadır:

“Benim çalıştığım iş yerinde devlet vardı, şimdi hiçbir işyerinde devlet yoktur. Bizim zamanımızda, kapıdan girdiğinde duvarda bir yazı vardır: “gözlüksüz çalışma”, nerde yazıyor? Mesela atölyeye girdik mi zımpara taşı var, zımparanın yanında gözlük vardır, gözlük asılıdır orda, bir de beyaz zemin üstünde kırmızı “gözlüksüz çalışma” yazardı. Ben elemanım. Geldim tutturdum zımparayı, eğer gözüme girerse zarar verir. İş yerinin sorumluluğu değildir. Çünkü orada yazılmış. Peki kaza oldu mu ne olur du? Alırlar seni hastaneye, o zaman da iş kaybı olurdu. O yazının önemi nedir biliyor musun? Devlet diyor ki “ben varım, ben seni görüyorum. Senin çalışmanı izliyorum” diyordur yani. Şimdi yüzlerce işçi ölüyor… O kadar güvencesiz, Allah bundan daha kötüsü yapmasın, beterin beteri de vardır çünkü. Ama şu anda ülkenin durumu çok kötü. Hem işçi konusunda, hem işveren konusunda dünyada en kötü durumdayız”(G13. E. 70).

Aynı şekilde katılımcılar istihdam döneminde sendikalı olarak çalışmanın işçi açısından avantaj sağladığı günümüzdeki işçilerin böyle bir avantajı olmadığını da vurgulamaktadırlar. Katılımcı 13 günümüzdeki işçilerin güvencesi olmayan bir istihdam sürecine dahil olduğunu ve bunun nedenini ise şu şekilde aktarır:

“Bizim ki daha zordu; ama biz bu zorluklara alıştık, aştık. Aç gezdik, çıplak kaldık, sıkıntı çektik. Çocuklarımız şimdi daha iyi durumda. İş konusunda, yeme içme konusunda, sosyal hayat konusunda bizden çok daha üstünler. Ama iş güvenceleri konusunda bizim kadar iyi değillerdi. Mesela arkadaşımın çocuğu çalışıyordu özel sektörde şimdi onu işten attılar. Sendikası yok çünkü çocuğun. Sendika olsa bile sendikanın S’ni bile bırakmadılar”(G13. E. 70).

Bununla birlikte fabrikada istihdam edilenler arasında dayanışma bağının yüksek olduğu sürekli vurgulanmaktadır. Bunun temel nedenini ise, işgücünün kendi içerisinde rekabete dayalı bir üretim sisteminin olmamasından kaynaklandığını belirtmektedirler. Katılımcılar istihdam edildiği işyerlerinde (fabrikada) yaptıkları iş’in daha çok mutluluk getirdiğini belirttiler. Bunun nedeni ise çalışma sonucunda “somut bir ürünün üretilmesi” olarak görmektedirler. Bir katılımcı kendi dönemindeki işgücü ücretini ve işgücü arasındaki dayanışmayı şu şekilde aktarmaktadır:

“Mesela asgari ücret 1300 lira ya en düşük maaş 2500 liraydı. Mesela şimdiki şartlarda 2500 maaş alırdı, bunun ikramiyesi vardı. Yarım maaşta ikramiye ekle. Üç ayda bir alınırdı ama bunu bütün alıyorsun. Yarım maaşta öyle ekleniyordu. Yani ortalama geliri 3000 lira bulurdu. Mesela mesaiye kalırsan 5000 bine çıkartırdın maaşını. Bunun 2000 lirasını harca 3000 lirasını yatırırsın. Ev alacak olursan yatırım yapardın. Mesela ev yapma gibisinden işte ev alanlara biraz toleranslı davranılırdı. Yani işçiler arasında şunu derlerdi: sen ev alacaksın sen dardasın sen mesaiye kal. Yani öncelik ona verilirdi. Bir iş arkadaşlığı dayanışması vardı. 80’lerden öncesine gecekondu yapılırdı. Şimdi almıştır arsasını ev yapacaktır 10 arkadaş birleşirdi ha de su basamağı yapalım derlerdi. İşçiyiz yani kazma kürek alır giderdik”(G2. E. 58). “Bizim kızlar var; bizim işyerine gelir giderlerdi o zamanlar. Geçen şunu dedi; “Ya anne sizin ne kadar güzel arkadaşlıklarınız var, ilişkileriniz ne güzel, hala devam ediyorsunuz arkadaşlığınıza. Bizim işimizde öyle değil.” Ne bileyim şimdiki işçilerin ilişkileri iyi değil, çok samimi görünüp arkasında şikayet eder. Hep rakip olarak görüyorlar birbirilerini. Bizim

dönemimizde yoktu böyle şeyler” (G11. K. 67). Çalıştığım dönemde çalışanlar arasında tatlı bir rekabet vardı. Şimdiki gibi değil” (G22. E. 64).

Sonuç olarak fabrika çalışanları, kendi dönemindeki istihdam koşulları ve çalışma ilişkilerini günümüz emek piyasasının koşullarına göre kıyasladıklarında daha avantajlı olduklarını aktarmışlardır. Kendi çocuklarının istihdam durumundan hareketle, günümüz çalışanlarının “esneklik” adı altında istihdam edildikleri için birçok sosyal ve ekonomik haklardan mahrum bırakıldığını aktarmışlardır. Bu durumun nedenlerini ise genel olarak şu şekilde sıralamışlardır: Günümüz çalışanlarının, “sendika üyeliği olmaması”, “güvencesiz istihdam”, “sabit bir ücretin bulunmaması” ve “bazı sosyal haklardan yoksun bırakılmaları” olarak görmüşlerdir. Sennetti’in yaptığı bir çalışmada da benzer sonuçlara rastlanmıştır. Sennett, “Karakter Aşınması” (2011b) olarak adlandırdığı çalışmasında bir baba (Enrico) ile onun oğlunun (Rio); emek süreçlerindeki durumunu ele almıştır. Rio’nun esnek istihdam koşullarında çalışmakla beraber güvencesiz bir emek sürecine dâhil olduğunu belirtirken; Enrico’nun kuşağında böyle bir düzensizliğin olmadığını belirtir. Rio’nun dönemini “yeni rejim” olarak tanımlayan Sennett; yeni rejimin “uzun vadeyi” kendisine düşman ettiği, iş çevrelerinin vahşi salınmalarının insanlara hiç güven vermediğini belirtmektedir (Sennett, 2011b: 22).