• Sonuç bulunamadı

1.3. Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörlerin Bütçe Sürecine Etkileri

2.1.4. Geleneksel Politik Konjonktürel Dalgalanmalar

2.1.4.1.1. Fırsatçı Konjonktürel Dalgalanma Teorisinin Varsayımları

Geleneksel fırsatçı modelin ana görüşü seçim zamanlarında iktidarda kalma ihtimallerini yükseltmek isteyen hükümetlerin kısa dönemde aktif ekonomi politikaları kullanarak ekonomik genişleme ortamı sağlamaları, daha sonra kısıtlamalarla ekonomik daralma ortamı sağlamaları yönündeki görüştür. Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse seçimler yaklaştıkça hükümetler seçmenleri etkilemek amacıyla ekonomik anlamda canlanma sağlamakta, kişisel gelirleri artırmakta, işsizliği azaltmakta ve böylece sosyal memnuniyeti artırmaktadırlar. Fakat hükümetler seçimlerden sonra ekonomiyi küçültmek için daraltıcı politikalar uygulamaktadırlar. Bu nedenle hükümetler tarafından seçimden önce çoğunlukla genişletici politikaların tercih edildikleri, seçimden sonra ise daraltıcı politikaların tercih edildikleri bilinmektedir. Bu bağlamda geleneksel fırsatçı teoriye göre ekonomi geleneksel Phillips eğrisi ile özetlenmektedir (Halász, 2014: 264). Diğer bir ifade ile geleneksel fırsatçı konjoktürel dalgalanma teorisinin varsayımlarının temelinde bir ekonomide enflasyon ile işsizlik arasındaki negatif yönlü ilişkiyi gösteren Phillips eğrisi yatmaktadır.

Phillips eğrisi, ismini aldığı A.W. Phillips tarafından 1958 yılında yapılan bir çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır. Söz konusu çalışmada Phillips enflasyon ile işsizlik arasında negatif yönlü bir ilişki tespit etmiş ve bu ilişkiye dikkat çekmiştir (King, 2008: 311). Phillips eğrsine göre yüksek enflasyon oranları düşük işsizlik oranlarına, tam tersi durumda yüksek işsizlik oranları da düşük enflasyon oranlarına bağlı olmaktadır. Yani bir ekonomide işsizlik oranı ile enlasyon oranı arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu durumda Phillips eğrisi hükümete sunulan işsizlik-

96

enflasyon kombinasyonlarının odağını temsil eden bir diyagram olarak da ifade edilebilmektedir (Phelps, 1967: 255).

Phillips’in 1861-1957 dönemini kapsayan İngiltere’ye ait verileri kullanarak işsizlik ile enflasyon arasındaki ilişkiye ait tespitlerde bulunduğu iktisat dünyasında ses getiren çalışması daha sonra diğer ülkeler ve diğer dönemler için de araştırılmıştır. Özellikle, Samuelson ve Solow (1960) da Phillips’in çalışmasında kullandığı aynı zaman dilimi içinde Amerika Birleşik Devletleri için benzer bir negatif ilişki tespit etmişlerdir. Ancak 1970’den sonra enflasyon ve işsizlik arasındaki negatif yönlü ilişkide çarpıcı değişiklikler olduğu görülmüştür. Özellikle Phillips'in bulduğu negatif yönlü ilişkinin 1970 yılından sonra ABD verileri kullanıldığında geçersiz olduğu, hatta enflasyon ve işsizlik arasında negatif ilişkiden ziyade pozitif bir ilişki olduğu görülmüştür. Yani Phillips eğrisi, 1970’li yılların başlarında enflasyon ve işsizlik oranlarının aynı anda artış göstermeleriyle ortaya çıkan stagflasyon olgusunu açıklamakta yetersiz kalmıştır. Bu nedenle daha sonraki makroekonomik araştırmalarda Phillips eğrisinde bahsedilen enflasyon ve işsizlik arasındaki değiş tokuş ilişkisinin kısa ve uzun dönem etkilerinin zamana bağlı olarak değişiklik gösterdiği ifade edilmiştir (King ve Watson, 1994: 158-159).

Şöyle ki Milton Friedman’ın ve Edmund S. Phelps’in çalışmaları Keynesyen iktisatçıların Phillips eğrisine dayanan savlarının uzun dönemde geçerli olmadığını göstermiştir. Friedman ve Phelps’e göre Phillips eğrisi uzun dönemde dik bir eğri şeklindedir ve sadece kısa dönemde geçerli olmaktadır. Çünkü yüksek enflasyon ve düşük işsizlik oranlarını ihtiva eden politika uygulamaları uzun dönemde enflasyonist beklentilerin yukarı doğru revize edilmesine yol açmaktadır (Erdoğan, 2004: 51-52).

Şekil 1. Kısa Dönem ve Uzun Dönem Phillips Eğrisi Enflasyon Oranı Uzun Dönem Phillips Eğrisi

Kısa Dönem Phillips Eğrisi İşsizlik Oranı

97

Şekil 1’de görüldüğü üzere kısa dönem Phillips eğrisi ile uzun dönem Phillips eğrisi birbirlerinden oldukça farklı eğimlere sahiplerdir. Kısa dönem Phillips eğrisine bakıldığında eğri üzerinde farklı noktalarda farklı işsizlik ve enflasyon oranı bileşimlerinin tercih edilebileceği görülmektedir. Yani kısa dönem Phillips eğrisi enflasyonu düşürmek için işsizliği artırmak gerektiğine, işsizliği düşürmek için de enflasyonu artırmak gerektiğine dair bir değiş tokuş ilişkisine işaret etmektedir. Oysa uzun dönem Phillips eğrisi yatay eksene dik olan bir doğruyu temsil etmekte, bu nedenle de işsizlik ve enflasyon oranları arasında uzun dönemde bir ilişki olmadığını göstermektedir.

Özetle Phillips eğrisi kapsamında kısa dönemde işsizlikle enflasyon arasındaki değiş tokuş ilişkisi geçerli olmasına rağmen söz konusu ilişki uzun dönemde geçersiz kabul edilmektedir. Yani Phillips eğrisinin kısa dönem varsayımları uzun dönemi de kapsayacak şekilde istikrarlı olarak devam etmemektedir. Değişen beklentiler ışığında işsizlikle enflasyon arasında bahsi geçen değiş tokuş ilişkisi geçersiz olmakta, uzun dönem işsizlik oranı uzun dönem enflasyon oranından bağımsız hareket etmektedir (Dornbusch vd., 2011: 123).

Phillips eğrisinin kısa dönemde geçerli olduğu düşüncesi tekrar seçilme amacı olan politikacılara istihdam artırıcı genişleme politikaları uygulama imkânı sağlamaktadır. Bu nedenle iktidardaki politikacılar memnuniyetle seçim dönemlerinde düşük işsizlik oranı sağlayacak politikaları, seçim sonrası dönemlerdeki yüksek enflasyon oranlarına tercih edebilmektedirler. Yani politikacılar kısa dönem Phillips eğrisinden hareketle politik menfaat sağlamak adına enflasyon ile işsizlik oranları arasında seçim yapabilmektedirler (Tucker, 2010: 732). Yani Phillips eğrisi politikacılar tarafından bir tür iktisat politikası aracı gibi kullanılmaktadır. İktidardaki politikacılar ülkenin içerisinde bulunduğu ve ihtiyaç duyduğu ekonomik durumu gözetmek yerine kendi menfaatlerini gözetecek şekilde Phillips eğrisinden faydalanmak suretiyle işsizlik ve enflasyon oranlarını tayin edebilmektedirler. Bu durumun bir sonucu olarak politikacılar kısa dönemde Phillips eğrisinin varsayımına dayanarak seçimden önce tekrar seçilebilmek için enflasyonist etki doğuracağını bilerek istihdamı artırıcı politikalara yönelebilmektedirler. Seçimden sonra ise uzun dönemde Phillips eğrisi varsayımının geçersiz olduğu düşüncesinden yola çıkarak istihdamı azaltmaya yönelik politikalar uygulamaya başlayabilmektedirler. Böylece iktidardaki politikacılar enflasyon oranı ve işsizlik oranı arasındaki tercihlerini seçim öncesi ve seçim sonrası

98

olmak üzere farklı dönemlerde farklı şekillerde belirleyebilmekte, dolayısıyla tercih esnekliğine sahip olabilmektedirler.

Görüldüğü üzere geleneksel fırsatçı politik konjonktür dalgalanma teorisi en başta kısa dönem Phillips eğrisi varsayımına dayanmaktadır. Söz konusu teorinin dayandığı diğer varsayımlara ilişkin açıklamalara ise aşağıda yer verilecektir.

Fırsatçı politik konjonktür dalgalanma teorisinin dayandığı varsayımlardan bir tanesi de enflasyon beklentilerinin uyarlayıcı (adaptive) yapıda olmaları hususundadır. Bu varsayıma göre beklenen enflasyon yalnızca geçmiş enflasyona bağlıdır (Alesina, 1992: 7). Yani enflasyon beklentileri, geçmişte gözlemlenen enflasyon temelinde uyarlanabilir şekilde oluşturulmuştur. Seçmenler, oy verme kararlarını, geçmiş enflasyon ve işsizlik sonuçlarına göre verirler. Ekonominin yapısı hakkında bilgisiz olan seçmenler, hükümetleri makroekonomik performans temelinde değerlendirirken, ekonomik koşulların iyileşip iyileşmediklerine bakarak çok fazla geçmişe gitmeden içinde bulundukları döneme ilişkin verileri dikkate alırlar ve gelecekle ilgili öngörüde bulunmazlar (Reichenvater, 2007: 3). Yani seçmenler hükümeti yönetecek politikacı tercihlerini yaparlarken söz konusu politikacıların hükümetin başına geçmeleri halinde uygulayacakları politikalara ilişkin beklentilerini sadece ülkenin yakın geçmişteki enflasyon ve işsizlik oranları gibi makroekonomik verilerine bakarak oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla da seçmenler tercih yaparken politikacı beklentilerini dışsal bir değişken olarak görmekte ve tercihlerini şekillendiren diğer değişkenleri göz önünde bulundurmaktadırlar.

Teorinin bir diğer varsayımına göre iktidardaki partilerin tek amaçları seçimler sonucunda yine iktidar olarak kalabilmektir. Bu nedenle fırsatçı teorinin partizan yönü bulunmamaktadır. Yani seçimler neticesinde iktidar olan farklı siyasi partiler arasında ideolojik farklılıkların olması önemsenmemekte, diğer bir ifade ile sağ veya sol parti ayırımına gidilmeden bütün iktidar partilerin amaçları iktidarlarını devam ettirmek yönünde olmaktadır (Jeitziner, 1999: 128). Siyasi partilerin kuruluş amaçları düşünüldüğünde her parti iktidara gelerek ülke yönetiminde söz sahibi olmak amacıyla kurulmaktadır. Bu durum muhalefet partiler için bile geçerlidir. Çünkü partilerin hedefleri arasında en üstte iktidar olma hedefi yatmaktadır. Bu hedefi gerçekleştiren bir siyasi parti ise iktidar partisi olarak görevini daha uzun süre sürdürmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda iktidardaki partilerin ideolojik olarak hareket etmekten ziyade iktidarda olabildiğince uzun süre kalabilmek adına ekonomiyi kendi lehlerine

99

manipüle etme eğiliminde olmaları fırsatçı konjonktür dalgalanma teorisinin önemli varsayımlarından bir tanesini oluşturmaktadır.

Başka bir varsayımda seçimlerde iktidar ve muhalefet olmak üzere iki aday partinin bulunduğu ifade edilmektedir. Bu durum ise seçim neticesinde kazanan bir tarafın ve kaybeden bir tarafın daima olacağına işaret etmektedir.

Teorinin dikkat çekici varsayımlarından bir tanesi de seçmenlerin tutumlarına yönelik olan varsayımdır. Söz konusu varsayıma göre seçmenler ekonomik büyümeden hoşlanmakta, enflasyon ve işsizlik olgularından ise hoşlanmamaktadırlar. Seçmenlerin bu tutumları ise oylama kararları üzerinde etkili olmaktadır. Çünkü uzak geçmişi çok fazla önemsemeyen seçmenlerin oy verme kararları, seçimin hemen öncesinde ekonominin performansından etkilenmektedir (Friedman ve Woodford, 2011: 1029). Varsayımda bütün seçmenler aynı ekonomik performans tercihlerine sahip olmalarına rağmen burada dikkat edilmesi gereken husus seçmenlerin miyop davranışlar içerisinde bulduklarıdır. Yani seçmenler uzağı diğer bir ifade ile gelecekteki dönemleri görememekte seçimlerini sadece içinde bulundukları dönemlerin ekonomik koşullarına göre yapmaktadırlar.

Teorinin önemli varsayımlarından bir tanesine göre politikacıların da tercihleri seçmenler gibi aynı yönde olmaktadır. Yani iktidardaki politikacıların seçim öncesi manipülatif politikalar uygulamak suretiyle fırsatçı davranışlar sergilemeye eğilimli oldukları kabul edilmektedir. Buna göre iktidardaki politikacılar, seçim öncesinde seçmenlerin desteklerini alabilmek için daha düşük işsizlik oranları ve daha yüksek gelir seviyeleri sağlama olasılığı bulunan makroekonomik politikaları tercih eden "fırsatçı" politik karar alıcılar olarak tanımlanmaktadırlar (Krause ve Méndez, 2005: 752). Kısacası iktidardaki politikacıların amaçları bulundukları konumu tekrar seçilme başarısı göstererek gelecek dönemlerde de korumaktır. Konumunu korumak için de birtakım fırsatlara sahip olduğunu bilen iktidardaki politikacıların gelecekteki ekonomik durumu düşünmeden fırsatçı davranışlar içerisine girmeleri teorinin bu varsayımı kapsamında kaçınılmaz olmaktadır.

Politikacıların yeniden seçilebilmek için fırsatçı davranışlar sergiledikleri yönündeki varsayımdan yola çıkıldığında politikacıların bu davranışları hangi araçlar vasıtasıyla sergiledikleri sorusu akla gelmektedir. Bu soruya verilen cevap ise teorinin bir başka varsayımını ortaya koymaktadır. Söz konusu varsayıma göre politikacılar,

100

hızlı büyüme sağlamak ve işsizliği azaltmak için seçim öncesinde toplam talebi teşvik etmektedirler (Alesina vd., 1991: 1). Diğer bir ifade ile toplam talebi etkileyen politika enstrümanları politik karar vericilerin kontrolü altında bulunmaktadır. Daha açık şekilde belirtmek gerekirse; makroekonomik göstergeler politikacılar tarafından kumanda edilebilmektedir. Böylelikle politikacılar ekonomiye kendi istedikleri zamanda ve kendi istedikleri şekilde yön verebilmektedirler. Zaten politikacıların kendi ülkelerindeki ekonomi politikalarının kullanımları üzerinde söz sahibi olmadıkları bir durumda, politik konjonktürel dalgalanmaların ortaya çıkmayacakları da bir gerçektir.

Fırsatçı konjonktürel dalgalanma teorisinin son varsayımı seçim zamanları ile ilgilidir. Bu varsayıma göre iktidardaki politikacılar seçim zamanlarını belirleyebilme konusunda yetki sahibi oldukları için bu durumu kendilerine avantaj sağlayacak şekilde kullanabilmektedirler (Heckelman ve Berument, 1998: 988). Böylelikle iktidarlar gelecek seçimlerde tekrar seçilebilme şanslarını artırmak için en uygun zamanı kollamakta ve seçimlerin kendi istedikleri zamanda yapılmasını sağlamaktadırlar. Seçim zamanını kendi tercihine göre belirleyebilme gücüne sahip bir iktidarın ise ülkede uygulanacak ekonomi politikaları üzerinde de etkiye sahip olacağı kesindir.

Yukarıda temel varsayımları verilen, yapıldığı zamana kadar (1975) politik ve ekonomik konjonktürel dalgalanmalar arasındaki ilişkiyi açıklayan en önemli çalışma olarak kabul edilen Nordhaus’un çalışmasının ampirik sonuçları ise şu şekilde sıralanmaktadır (Alesina ve Roubini, 1990: 4-5):

➢ Seçimlerden önceki bir veya iki yıl içinde ekonomik genişleme; normalin üzerinde gayrisafi milli hâsıla artışı, seçim döneminde normal işsizlik oranının altında işsizlik,

➢ Seçimden hemen önce ya da hemen sonra enflasyonda yükselme eğilimi, ➢ Seçimden sonra enflasyonda düşüş ile birlikte resesyon,

➢ Farklı hükümetlerin politikaları ve politika sonuçları arasında farklılık yoktur

➢ Seçim yıllarında yüksek büyüme ve düşük işsizlik oranları olursa iktidardaki parti yeniden seçilir.

Nordhaus tarafından gündeme getirilen ve fırsatçı politik dalgalanma teorisinin temel varsayımları olarak ifade edilen yukarıdaki temel varsayımlarla yine yukarıda verilen ampirik çalışma sonuçları birlikte değerlendirildiklerinde söz konusu teorinin

101

öncelikle kısa dönem Phillips eğrisinin politikacılar tarafından kendi çıkarlarını korumak için istismar edildiği varsayımına dayandığı anlaşılmaktadır. Tabi ki bu varsayımda seçmenler ve politikacılar olmak üzere iki taraf bulunmaktadır. Bu nedenle teorinin diğer varsayımları da seçmen ve politikacı davranışları üzerinde durmaktadır. Bu varsayımlara göre politikacılar yeniden seçilebilmek için seçmenlerin hoşuna gidecek ekonomik büyüme oranlarında seçim öncesi artış sağlamaktadırlar. Politikacıların büyüme oranları, enflasyon ve işsizlik oranları üzerinde yol açtıkları değişikliklerde para ve maliye politikası araçlarını kullandıkları ifade edilmektedir. Seçmenler ise yakın zamandaki ekonomik gelişmeleri temel alan, geçmişte yaşanan olayları çabuk unutan ve geçmişte yaşanan olaylardan ders almayan, kısa dönemdeki gelişmelerin uzun dönemdeki muhtemel sonuçlarını düşünmeyen ve iktidardaki partinin gelecekteki faaliyetleri hakkında fikir sahibi olmayan kişiler olarak görülmektedirler. Seçmenlerin bu özellikleri ise fırsatçı politikacılar tarafından kullanılmaktadır. Politikacılar kendileri için en uygun zamanda yapılan seçimlerden hemen önceki dönemde ekonomiyi yapay bir şekilde canlandırarak seçmenlerin takdirlerini dolayısıyla da oylarını kazanmakta, seçim sonrası dönemde ise kendi yol açtıkları yapay canlanmanın bir sonucu olan enflasyonu düşürmek için bu yönde politikalar tercih ederek yine seçmenlerin sempatilerini kazanmaktadırlar. Politikacıların tamamen kendi çıkarlarını düşünerek sergiledikleri bu davranışlar görüldüğü üzere seçmenler tarafından olumlu karşılanarak seçim dönemlerinde bu politikacılara oy verilmek suretiyle politikacılar ödüllendirilmektedirler.

Nordhaus modeli alanında çok başarılı olsa da söz konusu modele ilişkin eleştiriler de bulunmaktadır. Bu eleştirilerin başında ülkelerde para politikalarının sadece politikacıların ellerine bırakılmadığı, bağımsız merkez banklarının da uygulanan para politikaları üzerinde etkili oldukları hususu gelmektedir. Fakat burada bağımsız merkez bankalarının da ne kadar bağımsız oldukları sorunu ortaya çıkmaktadır. Çünkü bağımsız merkez bankaları siyasi baskı altında kalabilmektedirler. Nitekim Drazen çalışmasında bazı gözlemcilerin bu konu üzerinde tartıştıklarına değinmiştir. Üzerinde tartışılan konuya göre Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) para politikası kararları üzerinde yürütme organı oldukça yetkilidir ve başkan seçim aracı olarak para politikasını kolaylıkla kullanabilmektedir. Hatta daha detaylı bir argümana göre bağımsız merkez bankası, yürütme organı tarafından yapılan baskıları seçim yılları esnasında ortaya çıkabilecek faiz oranlarındaki keskin hareketleri önlemek amacıyla

102

karşılamaya özellikle gönüllü olmaktadır. Yani seçim zamanlarında merkez bankası faiz oranlarında dalgalanma olabileceği endişesi ile yürütme organın kendi istediği para politikası hakkında uygulayacağı baskıyı kabul etmekte, bu yönü ile de özellikle eleştirilmektedir (Drazen, 2001: 80-81). Böylece merkez bankaları siyasi baskılara göre hareket etmekte ve para politikalarını siyasi talepler doğrultusunda şekillendirmektedirler. Bu nedenle Nordhaus modeline yapılan bu eleştiri zayıf bir eleştiri olarak nitelendirilmektedir.

Nordhaus modeline getirilen ve daha ciddi olan eleştiri ise seçmen davranışlarının irrasyonel olarak kabul edilmeleri konusundadır. Bu eleştiriye göre seçmenler saftır ama enflasyon beklentilerini basit yoldan oluşturmazlar, hükümetin performansını değerlendirerek oluştururlar. Birden çok seçim döngüsüne şahit olan seçmenler, seçim döneminden önce düşük enflasyon ve yüksek ekonomik büyümenin sonraki seçimlerde yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik olarak geri döneceğini bildikleri için ikinci seçim döneminde politikacıları cezalandırma eğiliminde olurlar (Karakaş, 2014: 161). Nordhaus’un modelinde seçmenler miyop ve unutkan olarak değerlendirilmiş olmalarına rağmen bu konuda yapılan eleştiri seçmenlerin rasyonel kişiler olarak kabul edilmeleri gerekliliği hususunda ortaya çıkmıştır. Söz konusu eleştiriye göre seçmenler önceki seçimlerden ders alabilen ve bir sonraki seçimde önceki seçim sonuçlarını göz önünde bulundurarak bilinçli bir şekilde hareket eden kişiler olarak ele alınmalıdırlar.

Son ve daha genel olan eleştiriye göre Nordhaus modelinde transfer harcamaları ve diğer çeşit maliye politikaları seçim öncesi siyasi manipülasyonların bazı bölümlerinde önemli rol oynuyorlarmış gibi görünmelerine rağmen genel olarak maliye politikaları modelde etkisiz kabul edilmektedir (Drazen, 2001: 81). Diğer bir ifade ile Nordhaus modelinde başrolü kısa vadeli Phillips eğrisi manipülasyonuna yol açan para politikası oynamakta, modelde maliye politikası ile ilgili herhangi bir ifadeye yer verilmemesi büyük bir eksiklik olarak dikkat çekmektedir (Kouvavas, 2013: 2).

2.1.4.2. Hibbs ve Partizan Konjonktürel Dalgalanma Teorisi

Geleneksel konjonktürel dalgalanma teorilerini meydana getiren temel iki teoriden birisi yukarıda açıklandığı üzere fırsatçı konjonktürel dalgalanma teorisiyken, diğeri partizan konjonktürel dalgalanma teorisidir (Alesina vd., 1997: 4). Geleneksel fırsatçı teoriye göre politikacılar seçim dönemlerinden hemen önce tekrar seçilebilmek

103

için ekonomik büyüme sağlayarak ve enflasyon işsizlik tercihlerini kullanarak seçimleri etkilemektedirler. Partizan konjonktürel dalgalanma teorisi, parti politikalarının parti ideolojilerinden etkilendiğini, böylece farklı hükümetlerin sistematik olarak farklı hedefler ve dolayısıyla farklı politikalar izledikleri düşüncesine dayanmaktadır (Nannestad ve Paldam, 1999: 18). Yani siyasi partilerin iktidar parti olmaları halinde seçim dönemlerine yönelik izleyecekleri para ve maliye politikaları üzerinde partinin sahip olduğu ideolojik bakış açısına fırsatçı dalgalanma modelinde yer verilmemiştir. Bu noktadan hareketle Douglas Hibbs 1977 yılında yaptığı “Politik Partiler ve Makroekonomik Politika” adlı çalışması ile fırsatçı dalgalanma modelini tamamen reddetmeyen fakat birkaç hususta farklılık arz eden partizan dalgalanma teorisinin temelini atmıştır.

Partizan konjonktürel dalgalanma teorisi de fırsatçı konjonktürel dalgalanma teorisinde olduğu gibi Phillips eğrisinin varsayımlarına dayanmaktadır. Partizan konjonktürel dalgalanma teorisine göre iktidar olan her bir parti yüksek çıktı (düşük işsizlik) ile yüksek enflasyon arasında değiş tokuş imkânı sunan sabit Phillps eğrisi üzerinde farklı pozisyonlar benimsemektedir (Heckelman, 2001: 261). Bu noktadan hareket eden Hibbs çalışmasında savaş sonrası dönemde gelişmiş kapitalist demokrasilerde ekonomi politikaları ve sonuçlarını sağ parti ve sol parti hükümetleri kapsamında incelemiş ve farklı ideolojiye sahip hükümetlerin enflasyon ve işsizlik arasındaki değiş tokuş ilişkisine dayanan tercihlerinin birbirlerinden farklı oldukları sonucuna ulaşmıştır. Hibbs’e göre değişik işsizlik/enflasyon kombinasyonları ulusal gelirin dağıtımı üzerinde önemli derecede etkilidir ve bu kombinasyonlar sosyal grupların çıkarlarını yansıtan politika yapıcıların tercihlerini ortaya çıkarmaktadır (Snowdon ve Vane, 2005: 257). Dikkat edilirse fırsatçı dalgalanma modelinde iktidar parti tarafından seçim öncesi dönemde uygulanacak politika tercihi üzerinde maksimum oy kazanma kaygısının etkili olduğu ifade edilmekteyken, partizan dalgalanma modelinde oy kazanma kaygısının yanında ideolojik bakış açısının da etkili olduğu ifade edilmektedir.

Partizan teori siyasi partileri sağ partiler ve sol partiler olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Buna göre sağ ve sol partiler farklı ekonomik önceliklere sahip olmaktadırlar. Şöyle ki sol partiler işçi sınıfının çıkarlarını gözetmeye yönelik politikalarla ilgilenmekte iken, sağ partiler girişimci sınıfın çıkarlarını gözetmeye yönelik politikalarla ilgilenmektedirler. Bu ilgilerin korunmaya çalışıldıkları partizan

104

dalgalanma teorisine göre bir sol parti işsizliğe enflasyondan daha fazla önem vermekte ve para ve maliye politikalarını üstlenerek büyümeyi ve refahı yükseltmektedir. Sağ parti ise enflasyona işsizlikten daha çok önem vermekte ve para ve maliye politikalarını sol partiye kıyasla daha sıkı bir şekilde uygulamaktadır. Nitekim Hibbs (1977) Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri olmak üzere toplam on iki ülkeyi incelediği çalışmasında sol parti tarafından yönetilen ülkelerde sağ parti tarafından yönetilen ülkelere göre daha düşük işsizlik oranlarına ve daha fazla enflasyon oranlarına rastlamış, yine sol parti tarafından yönetilen ülkelerde sağ parti tarafından yönetilen ülkelerin aksine gevşek para politikası uygulandığına rastlamıştır (Karaçor ve Saraç, 2004: 105-106). Hibbs çalışmasında siyasi partilerin ideolojik davranarak ekonomi politikasına yön verdikleri durumları açıklarken aşağıdaki tablodan faydalanmıştır: Tablo 1. Gelişmiş Endüstri Toplumlarında Siyasi Partilerin Çeşitli Ekonomik Hedeflerine Yönelik Tercihleri

Sosyalist-İşçi Merkez Muhafazakâr-Sağ

Tam istihdam Gelir dağılımında adalet

Fiyat istikrarı

Fiyat İstikrarı Ekonomik büyüme

Ekonomik büyüme