• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2.2. Evrim Anlayışı

Bergson’un evrim anlayışı ile ilgili görüşleri onun felsefesinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu konudaki görüşlerini, aynı zamanda biyoloji ile de ilişkili olan kitabı Yaratıcı Evrim’de sunmaktadır. Hayat ile ilgili belirlemelerinde evrimle ilgili temel düşünceleri önem kazanmaktadır. Çünkü ona göre hayat evrimdir. Bergson, buradaki değerlendirmelerini bilimsel sonuçları yorumlayarak yapar (Vaughan, 2007: 8). Daha önce değinildiği gibi Bergson kendi evrim anlayışı ile ilgili belirlemelerini aslında hayat hamlesi anlayışı çerçevesinde oluşturmuştur. Bergson’un bilimsel evrim teorilerinde hem kabul ettiği hem de itiraz ettiği hususlar vardır. Onun için Bergson’un etkilendiği ve eleştirdiği Darwin ve Spencer’ın görüşlerine kısaca değinilecektir.

Bergson’un hayatın gelişimine ilişkin düşüncelerinin oluşmasında Darwin’in evrim teorisinin önemli etkileri olmuştur. Darwin, “Türlerin Kökeni” adlı eserini 1859 yayınlaması ile birlikte bilim dünyasında, düşünce dünyasında hatta siyaset biliminde çok büyük etkiler meydana getirmiştir. Elbette Darwin’den önce bu görüşe kaynaklık eden görüşler vardır, ancak Darwin evrim düşüncesini tam olarak sistemleştirmiş ve bilimsel kanıtlar ortaya koymuştur (Buican, 1991: 46). Düşüncesinin temelinde “doğal ayıklanma” ve “uyum gösterme” kavramları ile ilgili ileri sürdüğü görüşleri vardır. Darwinci evrim kuramı ile ilişkili olarak şu temel varsayımlar ileri sürülebilir. Birincisi, aynı türün üyeleri arasında, çevreye uyum göstermeleri bakımından bireysel farklılıklar vardır. İkincisi, uyum göstermedeki bu farklılıklar kalıtsaldır ve kalıtım yoluyla sonraki nesillere aktarılırlar. Üçüncüsü ise doğanın yiyecek sağlama yeteneğinin organizmaların üreme hızına yetişemeyeceği Malthusçu nüfus yasası doğrudur ve bundan dolayı bireyler arasında var olma mücadelesi vardır (Soysal, 2009: 249). Doğal ayıklanma (Natural Selection) anlayışı onun düşüncelerinin temelinde yer alır. Ona göre doğal ayıklanma, yaşama savaşında, daha az uyum sağlayan, daha az yetenekli bireylerin elenerek daha iyi uyum sağlayanların, daha yeteneklilerin hayatta kalması durumudur (Cevizci, 1999: 254). Darwin evrim anlayışında, soyut bir ilkeyle açıklama türünden bir yaklaşıma kesinlikle karşıdır. O bu türlü bir yaklaşımın bilimsel olmayacağını düşünür (Miquel, 2007: 43). Bir değişme anlamsız olsa da yararlıysa sürdürülmesi zorunludur.

Bu ilke doğal ayıklanma (seçilim) dır. Darwin uyum anlayışı ile ilgili olarak, daha uyumlu olanın hayatta kalacağını söylemiştir (Darwin, 2005: 145). Bu kavramla bağlantılı olarak Darwin, yaşam mücadelesi (struggle of life) anlayışını gündeme getirmiştir. Bununla, her canlının yaşamını sürdürebilmesi için doğal ortamın çıkardığı tüm engellere karşı mücadele içinde olma gerekliliğini ifade eder (Tort, 2007: 41). Darwin’e göre, evrim sürecinde doğal ayıklanmanın yanı sıra cinsel ayıklanma da etkindir.

Doğal ayıklanmada belirleyici olan varolma mücadelesiyken, cinsel ayıklanmada belirleyici olan daha uygun nesiller üretebilmek için karşı cinse sahip olma mücadelesidir (Soysal, 2009: 251). Onun düşüncelerindeki rastlantı kavramı tartışmalara neden olmuştur. Ona göre evrimci değişme mekanizmasının iki temel unsuru vardır. Bunlardan ilki değişimin kaynağı olan evrimin kökeninde rastlantı, diğeri ise değişkenler arasında bir seçme yapan ve bir kök-topluluktan itibaren çeşitli kuşakları doğurmak ve türün sürekliliğini sağlamak için en iyi nitelikleri taşıyanları tutan ayıklamadır. Bu ayrıcı döllenme, doğal denen bir ayıklanmaya götürür, çünkü çevre koşullarına göre oluşur; çıkarcıdır ve bir karşı-rastlantı gibi etkin olur (Devillers ve Tintant, 2009: 103).

Darwin evrimsel değişmeleri sadece ve sadece doğal nedenlere dayanarak açıklamak gerektiğine inanır ve bundan dolayı da içsel bilinç gibi kavramlara yer vermez. O Lamarck’ın tersine, bütün canlı türlerinin tek veya birkaç hücreden evrimleştiğini savunup, Lamarck’ın inorganik maddeden sürekli olarak yeni canlıların türediği fikrine karşı çıkmaktaydı. Ayrıca Darwin’e göre evrimsel değişimlerin bir yönü de yoktu. Ancak Darwin de Lamarck gibi, canlıların kendi yaşam süreçlerinde kazandıkları bir takım özellikleri üreme esnasında yavrularına geçirebileceğini savunur (Elgin, 2004: 707).

Bergson’un düşünce yapısı üzerinde başlangıçta olumlu, daha sonra ise olumsuz bir etki uyandıran evrimle ilişkili fikirleri düşünce tarihinde önemli bir yere sahip olan bir düşünür de Herbert Spencer’dır. Spencer’a göre evrim test edilebilir, savunulup temellendirilebilir bir kuramdır. Spencer evrimin basitten karmaşığa, homojen olandan heterojen olana doğru gerçekleştiğini düşünür. Bu alandaki düşüncelerini doğa, toplum ve ahlaki yaşam üzerinden örneklendirerek ortaya koyar (Cevizci, 1999: 800; Saffet,

1933: 108). Ona göre gelişen hayat başlangıçta aynı bir yapı sergileyen ve gelişmemiş olan düzen daha sonra gelişmiş bir yapıya evrimleşmektedir (Durant, 2002: 357). Spencer’a göre hayat, iç ilişkilerin sürekli olarak dış ilişkilere göre ayarlanmasıdır. Hayatın tamlığı, bunların karşılıklı olan uygunluğun tamlığına bağlıdır (Durant, 2002: 361). Spencer, Darwin’in evrim sürecinde doğal ayıklanma yaklaşımının önemini kabul etmekle beraber, Lamarck’ın edinilmiş karakteristik özelliklerin miras kaldığına ilişkin teorisini kabul etmeye de eğilimliydi. Böylece Spencer insanlığın gerek zihinsel gerekse fiziksel açıdan doğuştan gelen özelliklerinin aktarılmasıyla gittikçe daha üst düzeylerde bir entelektüel mükemmelliğe ulaşması gerektiğini ileri süren, evrimci bir iyimser olarak kalır (Swingewood, 1998: 74).

Bergson’un evrim anlayışına geri dönecek olursak, ona göre hayat eğilim olduğundan evrim yolundaki dallanmalar çoktur ancak iki-üç büyük yolun dışında birçok çıkmazlar vardır. Bu yollardan sadece biri hayatın büyük hamlesinin serbestçe geçmesine elverişli olmuş ve omurgalılardan insana giden yol oluşmuştur (Bergson, 1986a: 137,138). Genel bir hamle olarak birbirlerinden uzaklaşan yollarda her zaman yeni şekiller yaratan hayatın hamlesidir (Bergson, 1986a: 138). Hayat hamlesinin sürekli olarak yeni şekiller yaratması, onun içerdiği sonsuz olasılıklar yapısının bir izahıdır ve hayat hamlesinin yaratıcı yanına vurgu yapmaktadır. Hayat hamlesi kavramı ve evrim kavramları, transformizm ve vitalistlerin görüşleri ile yakından ilişkilidir.

Bergson’un felsefî anlayışında evrim ile ilgili düşüncelerini şekillendirirken transformizmist ve vitalist anlayışın etkisinde kalmıştır. Vitalist anlayışta ortaya konan hayati ilke Bergson’un evrim anlayışı için önemli bir kaynaktır. Transformizm anlayışı, Darwin’den önce evrim ile ilgili bir teori geliştiren Lamarck’a aittir. “Lamarck, ‘Kendiliğinden Türeme’ ve ‘Canlı türlerin bir şekilden başka bir şekle geçmesi’ (Transformizm) teorilerini ortaya koymuştur. Darwin transformizmi, Lamarck’tan farklı bir şekilde geliştirerek kendi teorisinde kullanmıştır. Lamarck teorisini, fertten hareket ederek, bireyin bağlı bulunduğu şartlar toplamının, yani çevresinin etkisinde kaldığını, bu etkiyle yavaş yavaş değiştiğini, bazı organların değişip bazılarının da dumura uğradığını yani köreldiğini, bu etkilerin kalıtımla yeni nesillere geçtiğini, çevre etkilerinin bitkilerde doğrudan, hayvanlarda ise dolaylı olduğunu, çevrenin ihtiyaçları tayin edip alışkanlıklar doğurduğunu, fonksiyonun organı yarattığı ileri sürmüştür” (Bolay, 2004: 257).

“Darwin’in ve Lamarck’ın evrim kuramı kazanılmış özelliklerin yeni nesillere geçmesi postulatına dayanır. Fakat Weismann ve Nagaelli, araştırmalarında hücrenin hayatı boyunca kazandığı özelliklerin yeni nesle geçmediğini ispat etmişlerdir. Kalıtımı belirleyen hücrenin içidir, dışı değil, Hugo de Vries de çevre etkilerinin oluşturduğu değişikliğin ferdi olduğunu ortaya koymuştur. Bu ispatlar ve buluşlar Lamarckçılığı ve Darwinciliği kökünden sarsmıştır: Bunu yapanlar da Yeni Lamarckçı ve Yeni Darwinci denilen kimselerdir. Yeni Lamarckçılığın karakteristik vasıfları, evrimin sadece fizyolojik süreçlerle açıklanması, seçkinleşmenin yaratıcı rolünün inkârı, organizmaların amaçsallığı esasının kabulüdür” (Bolay, 2004: 257, 258).

Bergson transformizmist görüşü şöyle değerlendirir. Transformizmist görüşte türler arasındaki geçiş imkânı, embriyona bakarken görülebilir. Kuş embriyosunun gelişimi bir dereceye kadar sürüngen embriyosundan güçlükle ayrılabilir. Bireyde embriyon hayatı sırasında genel olarak bir sürü transformasyondan geçmektedir. Bergson, bunların türden türe geçişlere benzetilebileceğini söyler. Hayatın en yüksek şekilleri çok ilkel şekillerden çıkmaktadır ve deneyim bize bunu göstermektedir. Paleontolojinin verileri bu iddiaları doğrulamaktadır. Önemli değişmelerin birdenbire gerçekleştiği ve düzenli olarak geçtikleri gösterildiğinden transformizmist anlayışın kabul edilirliği artmıştır (Bergson, 1986a: 40). O, transformizmist anlayışın gerçeğe daha yakın bir anlayış olduğunu iddia eder (Bergson, 1986a: 41).

Mustafa Şekip Tunç da Yaratıcı Tekamül’ün giriş kısmındaki yazısında burada anlatılanlara paralel olarak, Bergson’un bu anlayışla ilişkisini şöyle kurar. Hayat hamlesinin madde ile çarpışmasını ve bu yüzden bazı şekiller kazanmasını kabul ettiği için Lamarkçılıkla kısmen uyuşuyor, demektir (Tunç, 1986: 34). Bergson’a göre transformizmanın hataları gösterilse bile yani süreksiz bir sürecin olduğu, türlerin ayrı ayrı varoldukları çıkarım ile ya da deneyimle gösterilse de önemini yitirmeyecektir. Bu embriyolojinin bugünkü verilerinin değişmeyeceğini, biyolojinin dahi transformizmanın canlı şekiller arasında varsaydığı akrabalık bağını devam ettireceğini söyler. Ona göre paleontolojinin bugünkü verileri aynı kalacağı için, aralarında ilişki bulunan varlıkların birden belirmeyip arka arkaya meydana geldikleri zorunlu olarak kabul edilecektir (Bergson, 1986a: 41). Bergson, burada dogmatik bir tavırla hareket etmektedir ve bu bilim kaynaklı uygulanan bir dogmatizmdir. Bergson, burada bilimi eleştirdiği noktada, aynı hataya kendisi düşmektedir. Dolayısıyla Bergson, bilime yönelttiği eleştiriler olan

donuklaştırıcı ve statikleştirici olma özelliklerini, kendi düşüne yapısında uyguluyor görünmektedir.

Vitalistlerle Bergson’un evrim hakkındaki düşünceleri arasında şöyle bir bağ kurulabilir. Bergson, vitalistlerin hayat ilkesine dair şöyle bir açıklama yapar: Bergson, vitalistlerin Hayati İlke (Principle Vitale) ile büyük bir şeyi açıklamadığını, ancak bu ilkenin bilgisizliğimizi göstermesi bakımından önemli olduğunu söyler. Ayrıca o, mekanizmin bunu unutturmaya çalıştığını belirtmektedir (Bergson, 1986a: 64). Bahsedilen anlayışı ferdiyet bağlamında eleştirir ve bu anlayışı, her ferde ayrı ayrı bir hayati ilke vermenin imkânı olmadığını söyler. Dolayısıyla Bergson kendi felsefesinde her ferde ayrı ayrı yer vermemiştir, genel bir ilke ortaya koymuştur (Bergson, 1986a: 65). Bergson bu anlayışı kendi felsefesinde en iyi şekilde uygulamaya çalışmıştır. Hayati ilke onun felsefesine genel olarak hâkim olmuştur. Bergson evrimle ilgili düşüncelerini ortaya koyarken özellikle mekanizm ve finalizm eleştirisi önemli bir yer tutar.

Bergson’un mekanizm ve finalizm anlayışları ile genel belirlemelerine kısaca değinilecek olursa, daha sonra onun bu konuyla ilgili yapmış olduğu eleştiriler daha iyi anlaşılabilir. Bergson’un mekanizm ve finalizm anlayışlarının eleştirisinin temelinde, her iki anlayışın da zamanı yok saymalarına ilişkin görüşleri vardır. Bu iki anlayış da varlığı bir oluş olarak ele almaktan uzaktırlar ve zamanı yok saydıklarından varlığı bir sabitliğe, belirlenmişliğe hapsetmektedirler (Bergson, 1986a: 67, 68). Bergson’un düşüncesinde zaman geri döndürülemez ve önceden belirlenemezdir. Mekanizm, canlı varlığı oluşturan temel özelliğin bellek olduğu ve varlık düzenin de, aynı zamanda olduğu gibi geri döndürülemez bir özelliğe sahip olduğunu kabul etmemesinden dolayı yanlışa düşer (Bergson, 1986a: 32). Bergson mekanizm ve maddi olanla zekâ arasında bağ kurmuştur. Bergson, zekânın iş kalıplarına göre yani maddeye göre oluştuğunu söyler (Bergson, 1986a: 66). Ona göre zekâ evrimin bir aşamasında aletle ilişkili olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla sadece zekâmızı kullanarak evrimi ve hayatı tam anlamı ile anlama imkânımız yoktur (Bergson, 1986a: 70). Çünkü zekâ, kalıplara göre değerlendirmede bulunur ve onun için ölçülebilir olan anlamlıdır (Bergson, 1986a: 71). Bergson’a göre hayat zekânın değerlendirmesini aşan bir özelliğe sahiptir. Mekanist teorinin hayatın bütününü açıklamaya yeten bir yapısı yoktur (Cunningham, 1916: 191). Bergson’un düşüncesinde hayat yaratıcı olduğundan mekanizmin yetersizliğini ortaya

konmuş olur (Ray, 1993: 143). Ona göre mekanist tez sadece sebeplerden, finalist tez ise amaçlardan bahseder (Bergson, 1986a: 131).

Finaliteye göre ise evren ezelden beri var olan bir programı gerçekleştirdiğinden evrende önceden bilinmeyecek hiçbir şey kalmamaktadır. Bergson bu bakış açısı ile finalizmin tersine çevrilmiş bir mekanizm olarak değerlendirilebileceğini söyler (Bergson, 1986a: 60). Finalizm ile mekanizm arasında bir karşılaştırma yapınca, finalizmin ona göre psikolojik bir yapıya sahip olduğu için daha elastikidir ve bundan dolayı farklı şekillerde yorumlanarak değiştirilebilir, böylece kabul edilebilir. Mekanizm ise ya tümden kabul edilecek ya da reddedilecek bir özelliğe sahiptir (Bergson, 1986a: 61). Bergson burada kendisinin finalist teoriye, bu anlamda daha yakın olduğun söyler.

Bergson’un, evrim hareketinin incelenmesinin üç şekilde olması gerektiğini söyler. Bunlardan birincisi, birbirinden uzaklaşan evrim yönlerini ayırmak, ikincisi bunların her birindeki şeylerin önemini vermek, üçüncüsü ise dağılmış eğilimlerin özelliğini belirlemektir (Bergson, 1986a: 139). Böylece bu eğilimler bir araya toplanınca hamlelerin kaynağı olan görünmez hareket ettirici ilkeye yaklaşılacaktır. Bergson bu belirttiği eksende görüşlerini ortaya koymuştur. Bitki, hayvan, insan ile birbirinden uzaklaşan evrim yönlerini ayırmış, sonra da bunların her birinin önemini belirtmiş sonra da temel özelliklerini ortaya koymuştur. Buradan hareketle de hayat hamlesi kavramına ulaşacaktır. Bu çalışmada onun düşünceleri anlatılmaya çalışılırken, bu çizdiği yön takip edilmeye çalışılmıştır.

Bergson, mekanizmin evrim düşüncesi ile ilişkili olarak temel iddiası, evrimi yönlendiren unsurun dış şartlara karşı bir uyum serisi olduğu anlayışı ile finalizmin evrimle ilişkili iddiası olan evrimi yönlendiren unsurun, genel bir plan gerçekleşmesi şeklindeki düşüncelerin yanlış olduğunu iddiası üzerinde şekillenmiştir (Bergson, 1986a: 139). Bu anlayışlarda eksik olan noktanın, bu görünmez olan hareket ettirici ilke olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, Bergson evrimi, hayat hamlesinin kendisini oluşturması, açımlaması, olasılık/imkânlar alanın ortaya çıkması olarak ele aldığından, hayatın, evrimin kendine özgü yapısını mekanist ve finalist teorilerle açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Çünkü bu teoriler, evrimi açıklamak için yanlış varsayımlardan hareket etmektedirler ki bu yanlış varsayımların temeli bunların durağan bir mekânsal

yapı üzerinden açıklama sunmaları esasına dayanır. Bergson, bu konuda kendisine hareket noktası olarak hayat hamlesi anlayışını alır ve böylece bu teorilerin görüşlerini değerlendirir. Bergson bu düşünceler açısından ön plana çıkan çevre ve uyum kavramlarını incelemeye geçer.

Bergson’a göre evrim teorisinin çevreyi hesaba katması ayrı bir şeydir, diğer yandan evrimi idare eden sebebin çevre olduğunu iddia etmesi ise bambaşka bir şeydir. Ona göre evrimin zorunlu şartı çevreye uymak olabilir, çünkü çevresine uymayan bir canlı yaşayamaz (Bergson, 1986a: 139). Bergson çevreye uyum kavramının genel bir ilke olarak ele alınması durumunda hayatın özünü yakalamaktan uzaklaşılacağını iddia eder. Çünkü hayatın özü, uyumla anlatılamayacak kadar geniştir. Ona göre, uyum evrim hareketlerinin ayrıntılarını açıklayabilse de genel yönünü ve özellikle kendisini açıklayamaz (Bergson, 1986a: 139,140). Bergson, mekanizmin uyum iddiasının hayatı daha karmaşık şekillerle gittikçe yükseklere götüren bir iç hamle anlayışını reddettiğini dile getirir. Ona göre hamle görülebilen bir şeydir. Biz bunu evrimin zorunlu olmadığını gösteren fosillere bakınca görebiliriz ki bu örnekten hayatın evrimden vazgeçebileceği anlayışına ulaşabiliriz (Bergson, 1986a: 139). Bergson’un burada düşüncelerini anlamak bir bakıma güçleşmektedir. Çünkü daha önce hayatın bir ilerleme, niteliksel bir değişme olduğunu ileri sürerken ve bu kavramı süre, hayat hamlesi, hayat, bilinç ve bellek gibi kavramlarla bağlayıp bunlarla neredeyse özdeşleştirirken şimdi hangi nedenle olduğu belli olmayan bir şekilde evrim kavramının zorunlu bir kavram olmadığını ileri sürmektedir.

Bergson hayat hamlesinin kendini gerçekleştirmesi ile evrim arasında bir bağ kurmuştur, ancak neden bu kavramın zorunluluğundan vazgeçtiği açık değildir. Evrimin olmaması durumunda o, hayat hamlesinin kendisini nasıl ortaya koyacağını izah etmemektedir. Bu durumda, imkânlar/olasılıklar alanı olan hayatın tümüyle, kendini birden ortaya koyması gerekmez mi? Bir diğer noktada, Bergson evrimleşme kavramını kullanarak hayat hamlesi ile madde arasındaki ilişki ve oluşu açıklarken, evrim olmadan bu konunun nasıl izah edileceği bir sorun belirmektedir. Çünkü evrim, bir anlamda hayatın madde ile olan mücadelesi sonucunda, daha gerçekleşmemiş olanların mevcudiyet bulmasının ifadesidir.

Burada ortaya çıkan bir diğer mesele ise, hayat evrimleşmekten vazgeçebiliyorsa o zaman hayat kendi isteğine göre oluşabilir demektir, o zaman maddenin direncinden vazgeçebilir gibi bir sonuç çıkar. Bu durumda maddenin mevcudiyeti zorunlu değildir. Dolayısıyla hayatın madde engelini aşması gibi bir durumun olması mecburiyet olmadığından, varlığın varoluşunu açıklamak problemli bir hal almaktadır. Çünkü hayat buna göre şekillenmektedir. Ayrıca hayatın evrimden vazgeçmek veya vazgeçmemek gibi bir durumu varsa, demek ki önceden bilinebilen bir varlık alanı mevcudiyet bulmaktadır. Bu durumda Bergson, karşı olduğu geleceğin önceden bilinebilirliği düşüncesine kendisi de katılmış olmaktadır, böylece o da zamanı mekanlaştırmış olmaktadır.

Daha önce değinildiği gibi, Bergson’un düşüncesinde evrimin belli bir amacı yoktur, evrimin amacı sadece kendini gerçekleştirmektir. Bundan dolayı da evrim sadece tek bir yol tutmaz, birçok alana yönelerek kendini ortaya koyar ve sonuçta o uyumlarında bile yaratıcı olur, çünkü bu uyum şekillerinde bile yeni ilişkiler ortaya koyar. Bergson burada özellikle evrimin yaratıcı yanına değinir, evrimin bu yaratıcı yanına değinerek, temel özelliği yaratma isteği olan hayat hamlesi ile evrimin bağını kurmuş olmaktadır. Bu noktada uyum yaratıcı bir nitelik kazanmakta, sadece alıcı ve pasif bir özellik arz etmekten kurtulmaktadır. Bu anlamda kendisi aktif bir nitelik kazandığından pasif nitelikte olmayan uyum kavramıyla hayatın evrimi, geçici durumlara bir sıra uyum olmaktan kurtulur ve yaratıcı bir özelliğe sahip olmasından ötürü, sadece bir planın gerçekleşmesi olmadığı ortaya çıkar. Plan süre kavramının temel özelliği olarak ortaya çıkan özellik, önceden bilinir olmasıdır (Bergson, 1986a: 140). Bergson burada plan kavramına karşı çıkarken, aslında finalist görüşle kendi görüşünün farkını ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu anlamda görüşlerini ortaya koyarak, evrimle ilişkili olarak, finalizm anlayışını eleştirecektir. Evrim durmadan bir yenileşme, bir yaratma ise gittikçe hayatın yalnız şekillerini değil, zekâ için bu şekilleri anlamaya elverişli olacak fikirleri ve hatta bu fikirleri ifade edecek anlatımları da yaratacaktır. O zaman hayatın geleceği, şimdiki halini aşacak önceden mevcut veya tasarlanmış bir planın gerçekleşmesi olmayacaktır. Finalizmin ilk yanılması buradadır ve bu onu daha büyük yanılsamalara iter.

Bergson kendini finalist anlayışa daha yakın görmektedir, ancak onun uyumla ilişkili olarak finalist anlayışa getireceği farklı yorum, hem onun özgürlük anlayışına

daha uygun olacaktır hem de bahsedilen finalist anlayışın yaklaşımından daha farklı fikirler ileri sürmüş olacaktır. Finalist anlayışa göre hayat bir planın gerçekleşmesidir, bu nedenle daha uzaklara gittikçe daha yüksek bir uyumu belirtmesi gerekir. Oysa Bergson’a göre hayatın birliği böyle değildir. Ona göre hayatın birliği, kendisini zaman yolu üzerinde iten bir hamlede olduğundan uyum ileride değil, geridedir (Bergson, 1986a: 141). Burada birlik daha baştan bir içtepi (impulsion) halinde mevcuttur. Hamle ihtilat ettiği (in communicating itself/ karışma, katışma; karşılaşıp görüşme) oranda dallanır. Hayatın ilerledikçe bazı yönlerden birbirlerini tamamlayan bir takım belirtiler halinde dağılması, bunların aynı kaynaktan geldiğini gösterir. Bu belirtiler birbirlerine zıt ve uyuşmaz bir haldedirler. Hayat ilerledikçe türler arasındaki uyumsuzluk da gittikçe artmaktadır (Bergson, 1986a: 141). Bergson bu tanımı ile doğada görülen uyumsuzlukları da açıklamış olmaktadır ve ayrıca finalizmi de bir anlamda ters çevirerek kendi görüşlerine uygun hale getirmiştir. Dolayısıyla uyumun oluşmasından çok bir tür uyumun bozulması vardır, denebilir. Önceden tasarlanamayan hayat da sürekli olarak kendini aşmaktadır. Böylelikle evrenden bir belirlenmişlik değil, aksine belirlenmemişlik ve özgürlük alanı oluşur. Böylece hayat hamlesi sayesinde, evren zıtların uyumuna sahip olması yoluyla bir bütün olarak uyum içindedir.

Bergson düşüncesinde böylece varılacak bir yer anlayışı ortadan kalkmaktadır. Bergson’a göre evrim sırf ileri giden bir hareket değildir, ancak evrimin ana ekseni bir ilerleme içerisindedir. Hayat her boyutuyla ilerleme içerisinde olmadığından,