• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

3.2. Ruh Beden Anlayışı

3.2.2. Bellek ve Algı Anlayışı

3.2.2.2. Bellek Anlayışı

Bergson’a göre bellek bilinçtir ve geçmişle denktir. Ayrıca Bergson’un anlayışında belleğin bütünleştirici, yeniden şekillendirici bir yapısı vardır. Dolayısıyla bir anlamda bellek gerçeklik oluşturmaktadır. Bilinç, bedenin zaman ile baş etmesine yardım eder. Şimdiki zaman eylem üzerinden tanımlanır, eylem anı dışında şimdiki an yoktur. Geri kalan her şey temelde bellektir (Guerlac, 2006:122).

Beden, madde ile karşılaşan algı yoluyla şimdiki zamana etki eder. Bergson bellek kavramı ile artık etkide bulunmayan ve bu sebeple de salt idea olan geçmişe gönderme yapmaktadır. Bellek bu anlamda kudretsizliktir. Bilinçdışı ve kudretsizlik böylece birlikte telaffuz edilebilir (Riceour, 2012: 477). Geçmiş varolmayı bırakmamıştır. Yararsızlığı ve eylemden uzaklığıyla, ulaşılamazlığıyla geçmiş vardır. Geçmiş kendinde varlıkla örtüşür. Geçmiş varlığın kendinde halidir, varlığın kendinde saklı durmasının biçimidir (Bernet, 2007: 122). Şimdi ise geçmişten radikal biçimde farklıdır. Bu yüzden bellek, maddeden tümüyle bağımsız bir güç olmalıdır. Bergson’a göre, bellek zihnin maddeden bağımsızlığını tanıtlamaktadır. Bu temelde, bellek materyal gerekçelere indirgenemeyecek bir tin, tinin gerçekliğine ilişkin bir iddiadır (Guerlac, 2006: 123).

Bergson’un zihin-beden problemine yaklaşımını diğerlerinden ayıran şey, onun analizinin karakteridir. Bilinç hakkında metafizik terimlerle konuşmaktansa, belleğin fonksiyonu ve disfonksiyonuna ilişkin deneysel çalışmaları inceler. Ona göre bilinci deneysel olarak incelememizin ve tini en aşikâr haliyle kavrayabilmemizi sağlayan şey bellek fenomenidir. Bellek yoluyla zihnin çalışmalarını maddi/somut olarak inceleyebilir ve bedenle olan ilişkisi ile ondan bağımsızlığını keşfedebiliriz (Guerlac, 2006:123).

Bergson’a göre de bir ruh-beden düalizmi vardır, çünkü zihin maddeye indirgenememektedir ve madde de zihne indirgenememektedir. Fakat fonksiyonel olarak beden ve zihin somut algıda sürekli olarak etkileşimdedir. Metafizik argüman bakımından o halde Bergson’a göre bellek, bilinç ile madde arasındaki bağlantı noktası olmaktadır (Guerlac, 2006:123). Bu noktada daha önce değindiğimiz bireyselleşmeye ilişkin konuda bedenin, maddenin konumuna değinilmişti. Şimdiyse belleğin bu

anlamdaki görevine bakılacak olunursa, bu konuda Sartre, Bergson’un imgeler arsında kendini bir bellek olarak tanımlayan bir tinin bulunduğunu varsaymak gerektiğini vurguladığını belirtir. İşte bu tin de, derlediği imgeler arasında karşılaştırmalar, bireşimler yapar, kendi bedenini çevresindeki öteki imgelerden ayıran da odur. İmgeler algılanır algılanmaz bellekte saptanır ve sıralanırlar (Sartre, 2006: 51). Niteliklere ilişkin deneyimimize subjektifliği ekleyen zamanın farklı anlarını sentezlediğinden bellektir (Guerlac, 2006:166). Ayrıca geçmiş daima bizimledir ve yaptığımız her şeyi biçimlendirir (Guerlac, 2006:148).

Bergson belleğin iki türü olduğunu iddia eder. Bergson daha sonra bunlar arasındaki ilişkiyi belirlerken zaman ve gerçek ile ilgili görüşlerini ortaya koyacaktır. Özellikle de beyin-bellek farkına vurgu yapacaktır. Belleği otomatik (bedenin belleği) bellek ve imge bellek olarak ayırır.

Bellek problemi temelde geçmişin şimdide nasıl varlığını sürdürdüğü ile ilgilidir. Bergson belleğin bunu iki biçimde sürdürdüğünü söyler, biri bedeni içeren ve devinimle ortaya çıkan diğeri ise imgeleri içeren ve tasarımla ortaya çıkan bellek türü. Beden ile ilişkili belleği, alışkanlıkla bağlantılandırır. Örneğin tekrarla ortaya çıkan, ezbere dayanan öğrenme gibi. Biz bu eylemleri yapıp öğrenme durumu ortaya çıkınca, ezber içine giren pek çok okuma hali hatırlanır. Böylelikle bu ayrı okumalar kendiliğinden anıyı gündeme getirir (Guerlac, 2006:125). Her biri örneksiz ve zaman içinde konumlandırılabilir veya açık biçimde bağlam içine yerleştirilebilir olan anı, “imgelem anısı” ya da “kendiliğinden anı” olarak adlandırılır. Kendiliğinden anı, oluştuğu anda kusursuzdur, zaman onun imgesine bir şey eklerse o bozulur. Bu anı yerini ve tarihini bellek için koruyacaktır (Guerlac, 2006:125). Dolayısıyla anı zamandan bağımsız bir şekilde varolur. Bergson’un ikiye ayırdığı bellekten otomatik bellek anlayışı ile ilgili görüşlerini şöyle anlatmaya devam eder.

Bergson’a göre bellekten bahsetmek demek zamandan bahsetmektir. Buradaki zaman akan zamandır. Buradaki bakış açısı ile beden geçmiş bir eylemin sonundaki noktada konumlanır. Beden böylece, gelecek ile geçmiş arasındaki hareketli bir sınır olarak belirtilebilir. Böylece geçmişimiz hiç durmadan geleceğimize doğru giden bir uç olmaktadır. Geçmiş kendini motor alışkanlık olarak kaydeder. Arabaya binince anahtarı kontağa otomatik olarak sokup çalıştırmamız gibi. Bu eylemi yaparken düşünmem,

bedenim ne yapacağını hatırlıyor gibidir. Bunu Bergson motor bellek ya da bedenin belleği olarak adlandırır. Bu otomatiktir ve tekrarla birlikte, tekrar olarak ortaya çıkar. Bir eylemi ya da alışkanlığı eylemle tekrar ettiğimizde, geçmişi şimdide tekrar ederiz. Algının eyleme bağlı olması bakımından, zamanla refleks ya da alışkanlığı oluşturan tekrarlanmış hareketler eşlik eder. “Toplayıcı sinirler beyne uyarıyı iletirler. Bu uyarı kendi yolunu zekice seçtikten sonra, tekrar yoluyla yaratılmış devindirici mekanizmalara aktarılır. Uygun tepki böylece meydana gelir, çevreyle dengeli ilişki tek kelimeyle, hayatın genel amacı olan uyum böyle oluşur” (Bergson, 1991: 89). Görüldüğü üzere bu tip bellek biyolojik (ya da evrimsel) bakımdan yani dış dünyaya bir uyum mekanizması olarak anlaşılır ve sinir sistemine inşa edilmiştir (Guerlac, 2006:126). Bergson ikinci bellek anlayışı olan imge bellek anlayışını ise şöyle dile getirir.

Bir başka tür bellek daha vardır ancak bu geçmişi kendiliğinden imgeler biçiminde muhafaza eder, bu imgeler ki yaşandıkları örneksiz anın izini taşırlar. Bergson bunları imgelem anısı olarak adlandırır. Bu, birinin deneyimlediği geçmiş olayları kendi somutluğunda, kendi şekilleri, renkleri ve zamandaki yerleri ile bellekte konumlandırır. Bergson bu belleğin doğal gereksinim tarafından yönetildiğini söyler. Teoride bu kendiliğinden bellek, somut gerçeği tüm ayrıntılarıyla birlikte, tüm açılarından kaydeder. Ondan hiçbir şey kaçmaz. Günlük hayatlarımızda ortaya çıkan her olayı kaydeder. Bergson bunu geriye yönelik bellek olarak adlandırır çünkü şimdi ile ilgisi yoktur. Bu da bize hayal imgelerini veren şeydir. Bergson’a göre geçmişi imgeler biçiminde çağrıştırmak için, kişinin kendisini şimdiki zamandaki eylemden soyutlayabilmesi, işe yaramaz olana değer bağlamayı bilmesi, düş görmeyi istemesi gerekir. Alışkanlıklardan oluşan motor bellek, imge belleği engeller. İmgelem belleğinin eylemle hiçbir ilgisi yoktur. Saf tasarım ya da fikir olduğu için beyinle de hiçbir ilgisi yoktur, çünkü beyin tasarım meydana getiremez. Saf bellek-anı tümüyle virtüeldir. Spontane olarak işler ve anı imgesi belleğime anında mühürlenmiştir (Guerlac, 2006:127). Saf belleğin hiçbir materyal varoluşu yoktur. Saf idea ya da niyettir, saf virtüelliktir. Yalnızca aracı motor şematik düzen üzerinden algıyla temasa girerek kendini gerçekleştirir (Guerlac, 2006: 146).

Bergson, aktüel bellek anlayışı çerçevesinde, prensipte ayrılmış olan iki belleğin pratik işbirliğini ortaya koyacaktır. Bu iki bellek tipi birbirlerinin desteğini alarak ve

yan yana işlerler (Guerlac, 2006:128). Dolayısıyla bu ikisi bir anlamda birbirlerini tamamlamaktadırlar.

Bergson bu çifte bellek teorisiyle öncelikle belleğin, bedene karşıt bir düalizmde bir eğilim olarak ele alınması eğilimini ortadan kaldırmaktadır. İdeal-reel karşıtlığını bellek terimini kullanarak uyguladığı beden belleği ve imgelem belleği ayrımı şekline sokmuştur. Diğer yandan bu iki bellek arasında tür bakımından bir farklılık koymuştur. Bunlardan biri eylemin merkezi olarak bedenle özdeşleştirilmiştir. Saf Anı, Saf Algı kavramı ile prensipte simetriktir. Bergson’un Virtüel Saf Algı (gayri şahsi ve zaman dışında) terimini ortaya koyduğunu ve aktüel algı (bireyselleştirilmiş ve anı ile doldurulmuş) görüşünü değerlendirir. Burada, yine aynı şekilde, Saf Bellek/Anı olarak adlandırdığı bir terimi ortaya koyar, bu Saf Bellek imgelerin spontane anılarıdır. Daha sonra bu belleğin nasıl sadece algıyla ilişkisinde işlediğini göstermeye koyulur. Her iki durumda da bu, şimdiyi – eylem açısından tanımlanan, bu yüzden de hem eylemin merkezi olarak bedenle hem de başlangıç eylemi olarak beyinle ilişkilidir – eylemsizlik ya da güçsüzlük bakımından tanımlanan geçmişi birbirine bağlama meselesidir. Geçmiş tanımı bakımından eylemeye/etkide bulunmaya muktedir değildir. Ancak bellek imgeleri, eylemle ilişkilerinde faydalı bir fonksiyon sunarlar. Gerçekten de onlar olmaksızın, istemli hiçbir eylem olmazdı. Eğer bellek ve algı genellikle birlikte çalışıyorsa, onları ayırt etmek için bu uzun uzadıya çabanın anlamı nedir? Çünkü belleği çalışan psikologlar, ikisini bir araya toplama ve bileşiği yalnızca otomatik bellek bakımından analiz etme eğilimine sahiplerdir. Bu imgelem belleğinin özgüllüğünü ihmal eden teorilere yani, tüm bellek fonksiyonlarını beyin lokasyonu ya da beyin lezyonuyla açıklamaya çalışan-zihni bedene indirgeyen teorilere götürür (Guerlac, 2006:128).

Bergson bu anlayışını şu şekilde dile getirir. “…Bir elbise asılı bulunduğu çivi ile dayanışıktır, çivi çekilip çıkarılırsa bu elbise yere düşer, çivi kımıldatılırsa bu elbise sallanır, çivinin ucu pek sivri ise bu elbise delinip yırtılır, bundan çivinin her teferruatının elbisenin her teferruatına tekabül eylediği sonucuna varılamayacağını gibi çivinin de elbisenin eşdeğeri olduğu sonucuna varılmaz. Çivi ile elbisenin aynı şey oldukları ise hiç anlaşılmaz. Bundan dolayı şuur söz götürmez bir şekilde beyine asılıdır, fakat bundan, beynin şuurun bütün teferruatını çizdiğini ve şuurun beynin bir parçası olduğu sonucu hiçbir suretle çıkarılamaz” (Bergson, 1998: 49). Burada bilincin

beyinle olan bağını görmüş olmaktayız (Bergson, 1998: 89). Bu bağlamdaki görüşleriyle paralel olarak o belleğe ilişkin hataları şöyle açıklar. Bergson bellek yanılmalarının aslında belleğin akılsal yanının yanılgıları olmayıp, belleği harekete geçiren motor yöntemlerinin yanılgıları olduğunu savunmuştur. Beyin fizyolojisi ve bellek kaybı olgularının incelenmesinden, gerçek belleğin beynin bir işi olmadığının anlaşılmasıyla bu görüş destek bulmuş olur (Russell, 2001b: 396). Bu bağlamda o hayatın hiçbir şeyi unutmadığını iddia eder (Bergson, 1998: 116).

Şimdi gelinen bu aşamada bellek ile algının ilişkisinin ne olduğu açıklanmaya çalışılacaktır. Çünkü bu ikisinin ilişkisi temelde birbirinden çok uzak değildir. Bu ilişkiyi düşünürken unutulmamalıdır ki varoluş bunların sürekli olan ilişkisine bağlıdır. Bergson geçmişin varlığını kabul eder, ancak ona bir yer belirleme anlayışından uzak durur. Çünkü böyle bir yaklaşım zamanı mekânlaştırmaktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla böyle bir sorun ortadan kalkmaktadır. Burada açıklanan düşüncelerden hareketle görülür ki aslında ikici bir yapı olmasına rağmen, hem varlıkta hem insanda, bunlar sürekli olarak iç içedir. Bir diğer husus da Bergson ruh-beden ilişkisine getirdiği çözümün farklılığıdır ki aktüelde, zamanda çözümlenmiştir. Bergson’un bu konudaki görüşleri kısaca değerlendirmeye çalışılacaktır.

Bergson’a göre algı ile bellek birbirlerinden tür bakımından bir farklılık içerirler. O buradan hareketle bunların ilişkisini açıklamaktadır. Şimdi ile geçmiş, köklü bir şekilde kip değiştirme pahasına birleşirler. Buradaki virtüel bir belleğin aktüelleşmesi ile, bir imkanın gerçekleşmesi arasında bir fark olduğunu Bergson sürekli olarak belirtmektedir. Ona göre imkân geçmişe geri yansıtılan eksik bir gerçekliktir. Virtüelin aktüelleşmesinde ise öncelikle virtüelin köklü bir şekilde kip değiştirmesi vardır daha sonra ise yepyeni bir oluşla önceden kestirilemeyen aktüellik yaratılır. Virtüelin geçmişin şimdideki algımda aktüelleşmesinde, bu kip değiştirme, saf bir hafızanın bir anı-imgeye dönüşmesinden oluşur. Bu dönüşüm bir yaratmadır, çünkü belleğimden çıkan bu durum algımda yeni bir anlamla belirmiştir. İmgeye dönüşen bellek, içine çekildiği virtüel ve bilinçdışı bir geçmişten dışarı çıkar ve görünür bir biçim altında vücuda gelir (Bernet, 2007: 129). Bergson geçmişin gerçekleşmesi bağlamında üçlü bir yolun izlendiğini belirtir. Saf Bellek, anı-imge haline gelir ki bu anı-imge daha sonra algıya girer. Bu üç öğenin her biri – Saf Bellek, anı-imge ve algı – diğer ikisiyle

etkileşiminde varolur. Hiçbiri tek başına varolmaz. Hepsi bir sürecin parçasıdır (Guerlac, 2006:140).

Belleğin algıya sızma hareketini başlatan, algıdaki bir hatadır. Bellek, aktüel izlenim ile ona karşılık gelen hareket arasında bir gedik açılmasını bekler. Böylece bu gediği doldurmaya çalışır. Algılanan nesneyi tanıma sürecinde istisnasız tüm algılarda böyle bir gedik ya da hataya rastlanır. Çünkü her algıda beyin zaten açılan yarığı kapamış, uyarım ile duyumsal-motor tepkinin yerine getirilmesi arasında geçirilen tereddüt anını ortadan kaldırmıştır. Beyin bu yarığı kendi başına dolduramazsa ve uyarım ile tepki arasındaki bağlantıyı doğru kuramazsa, kendinden daha güçlü olan virtüel geçmişin bilincine başvurur. Beyin bilince doğrudan erişemediğinden, bu başvuru, normalde algı sürecinin gerçekleşmesi yoluyla bastırılan belleğin, engellerden kurtulmasını ifade eder (Bernet, 2007: 130).

Yönünü yitirmiş olan beyin, kalkanlarını indirir ve kendisini hesaba katmak ve tüm ağırlığıyla algının üzerinde etkide bulunmak için uygun fırsatı kollayan belleğe geçiş izni verir. Bu olaya algılamanın her türlüsünde rastlanır. Böylece algı, doğrudan bedensel bir hareketi nakletmeyi bırakarak, algılanan nesneyi tanımayı hedefleyen bir dikkat edimine dönüşür. Yalnız algının akışında belleğe başvuru, anlama yetisine ait kavramlarca belirlenirse işlevsel olur. Bergson anı-imgelerin kavramsal olduğunu düşünmez, algı-imgeler ona göre algı ve bellek arasındaki sentezin dinamik doğasını vurgularlar. Buradan da algı ve belleğin sentezinin iki yönünü görmüş olduk. Bunlardan ilki, algının belleği çağırması; ikincisi, belleğin kendini algıda aktüelleştirmek üzere oluşturduğu aralıksız baskıdır (Bernet, 2007: 130).

Anıya yönelik bir çağrıda virtüele, geçmişe, geçmişin şu ya da bu sıkışma düzeyindeki belli bir bölgesine yerleşmemi sağlayan, sıçramadır. Burada bahsedilen sıçrama şimdide mevcut yaşamımın tüm meşguliyetlerine sırt çevirip kendimi geçmişe fırlatma şeklinde olur (Bernet, 2007: 128). Deleuze’a göre bu durum belleğin ontolojik yapısını ifade eder. Yok eğer biz çağrışımdan ya da imgenin yeniden çağrılmasından söz etseydik başka bir şeyden bahsetmiş olurduk. Biz anıların beklediği herhangi bir düzeye yerleşir yerleşmez, ama yalnızca o zaman, bu bekleyen anılar edimselleşmeye yönelir. Şimdinin çağrısıyla birlikte, onları saf anılar olarak belirleyen güçsüzlükten, ulaşılmazlıktan kurutulur. Yeniden çağırmaya uygun anı-imgeler haline gelirler.

Edimselleşirler ya da ortaya çıkarlar. Bu edimselleşmenin farklı türden yönleri, aşamaları ve dereceleri vardır. Ama bu aşamalar ve derecelerden geçerek psikolojik bilinci kuran, yalnızca ve yalnızca edimselleşmedir. Deleuze Bergson’un burada devrim yaptığını söyler, bu da biz şimdiden geçmişe, algıdan anıya gitmeyiz; geçmişten şimdiye, anıdan algıya gideriz (Deleuze, 2006: 94).

Bergson’a göre tin eylem düzlemi ile düş düzlemi arasında bulunan aralıkta sürekli gidip gelir. Beden ise tinimizi belirleyen şey olarak gündeme gelir. Beden alınan uyarılar ile yapılan hareketler arasındaki bir buluşma yeridir, Kendi dengesini korumak için tin, bedene demirlemeye ve onun hayata yönelik pragmatik ilgisine ihtiyaç duyar (Guerlac, 2006:154). Beden tinin hayatını eylemden dolayı kısıtlar. Bir seçme mekanizması gibi davranır, yararlı olabilecek bedenin hareketleri tarafından çıkarılan taslağa uyabilecek anı-imgeleri çeker. Tüm bunlar, Bergson’un temel düşüncesinin altını çizer: beden ne tasarımları oluşturur ne de onları beynin belli bölümünde depolar. Onları sadece seçer. Ancak böyle yaparak, Saf Bellek’ten anı-imgeleri çekerek ve eylem yolunda vuku bulan algı yoluyla onları tanıma sürecine sokarak onları aynı zamanda maddileştirir. Bergson’da beden ve tin kendi radikal bağımsızlıklarına sahiptirler, bunlar algı teorisi çerçevesinde birbirleri ile iletişime girerler. Beden ve tin eylem sırasında birbirleri ile karşılaşırlar ve birbirlerine destek verirler (Guerlac, 2006:156).

Bergson’a göre tinin beden üzerinde ya da bedenin tinin üzerinde nasıl etkide bulunduğunu kaba düalizm açıklayamaz, hepsi gizem olarak kalır. Kişi, iki düzen arasındaki bulanık paralelizm kavramıyla ya da bir çeşit önceden tesis edilmiş düzen formuyla baş başa bırakılır. Bergson ise iki terim arasında somut bir etkileşim açıklaması üretmiştir. Onun teorisinde, beden ve zihin prensipte radikal olarak ayrıdır ama aktüelde etkileşirler. Bergson metafiziksel açmazı, mekân değil zaman içinde düşünerek çözmüştür (Guerlac, 2006:167). Bergson’a göre edimde, aktüelde temasa geçen beden ve tinin, bu temas noktasında bitmeyen bir derecelendirmesi olduğunu görürüz. Bilinç düzeyi daha gelişmiş varlıklarda özne, nesneden daha çok bağımsız olacaktır. Çünkü bellek daha etkin olabilecektir (Guerlac, 2006: 168). Daha önce somut algı konusunda değinildiği gibi, bu durumda yani somut algıda madde ve bilinç etkileşir. Bu kapsamda Bergson, beden ve ruh gibi metafiziksel terimler arasında etkileşimci bir düalizm ortaya koymuştur (Guerlac, 2006: 166).

Bu bağlamda Bergson’un insan problemi ile ilgili bir alan olan özgürlük ile ilgili düşüncelerinin incelenmesi uygundur. Bu çalışmada birçok yerde bu konuya değinilmesine rağmen Bergson’un bu konu hakkında Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri adlı eserindeki görüşlerini incelemek yerinde olacaktır. Çünkü bu eserindeki bu konudaki görüşleri, hem özgürlük konusundaki temel iddiasını dile getirir hem de ilerideki görüşlerinin temeli olması bakımından belirleyici ve önemlidir. Şimdi Bergson’un özgürlük ile ilgili görüşlerini ortaya konmaya çalışılacaktır.