• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

3.2. Ruh Beden Anlayışı

3.2.2. Bellek ve Algı Anlayışı

3.2.2.1. Algı Anlayışı

Bergson’un algı kavramına ilişkin değerlendirmeleri felsefe tarihindeki değerlendirmelerden farklıdır. Duyum bahsinde olduğu gibi algı da artık klasik epistemoloji çerçevesinde değerlendirilen bir yapı olmaktan uzaklaşmıştır. Bergson idealistlerin de realistlerin de hatalı olarak algıyı epistemolojik bir fonksiyon olarak değerlendirdiklerini söyler. Ayrıca Bergson algıyı klasik anlayıştan uzak bir şekilde işleyerek ruh-beden problemine farklı bir yaklaşım getirebilecektir. Ona göre algı, realiteyi etkilememizi olanaklı kılar yoksa onu bilmeyi değil. Algıyla biyolojik ihtiyaçlarımızı tatmin ederiz ve algı sayesinde kendimizi korumamızın imkânı doğar. Bergson’a göre yaşayan varlıklar eylemeye, etkide bulunmaya mahkûmdurlar. Bu, hayatın bir kanunudur ve algı bu kanunun sonucudur. Eylem ihtiyaçlar tarafından yönetilir ve devinim olarak ortaya çıkar. Ona göre devinim olarak algılanan fiziksel bir dürtü, bir diğer devinim, aldığı devinime karşılık veren ve onu tüm sistemden geçiren bir devinim, tarafından takip edilecektir (Guerlac, 2006: 111).

Bergson, bu problem içerisine biyoloji ve evrimi de katarak, ruh-beden problemini başka bir biçimde ifade edebilmiştir. Ona göre algı, eyleme hizmet eder, bilgiye değil. Biz algıyı, eylem ve devinim açısından düşündüğümüzde, beyni tasarlayış biçimimiz de değişir. Beyin artık bir bilgi merkezi değil, dünyanın tasarımını üreten bir makinedir. Dolayısıyla beyin bir hareket merkezi haline gelir. Beyin buradan aldığı şeye hiçbir şey eklemez. Bunun sonucunda beynin rolü devinimi iletmek ve ayırmakla sınırlı kalacaktır. Beyin ayıklama işi için yaratılmıştır (Bergson, 1986b: 184). Beyin ya irtibatı derhal sağlayacak ki, bu durumda sonuç otomatik eylem olacaktır, ya da irtibatı beklemeye alacak ki bu durumda istemli eylem ortaya çıkabilecektir (Guerlac, 2006: 112). Buradan hareketle kurulacak olan felsefi kurgu klasik sorunlarla uğraşmayacaktır. Algı bir eylem aracı olarak gündeme geldiğinden, imge kavramını da farklı bir şekilde yorumlamak gerekir. Bergson, görüşlerini imge kavramı ile iyice farklılaştıracaktır.

Bilgiden eyleme dönüşen bakış açısı, kullanılan dili de değiştirecektir. Bergson’a göre ‘şeyler’, ‘görünümler’ gibi ifadeler epistemolojik söyleme aittirler ve bunlar

gerçeğe dair belirtiler taşıyabilecekleri gibi illüzyona dair imalar da içerebilir. Bergson her iki terimi de kullanmaz, bunların yerine, imgelerden bahsedecektir (Guerlac, 2006: 112). Bergson burada yeni bir terminoloji yaratma peşindedir denebilir. İmgelem kavramının içeriğini değiştirerek varlığa farklı bir yaklaşım tarzı getirmeye çalışacaktır. Bu kavram aracılığıyla madde ve tin arasındaki ilişkiyi bir anlamda daha yakın hale getirecektir. Bergson, imge kavramını kullanarak madde ve zihin arasında köprü kurar (Trifonova, 2003: 80). Sartre, Bergson’un metafiziğinin imge kavramında şekillenmiş olduğunu söyler (Sartre, 2006: 47). İmgeler, şeyler değildir ama gerçektirler. Sadece görünümler de değildirler zira ben duyumlarımı kapatıp onları algılamadığımda da var olmaya devam ederler. Ayrıca daima hareket halindedirler (Guerlac, 2006: 112). İmgeler aynı zamanda hem madde hem de algıdırlar (Lawlor, 2003: 2). Bergson imge kavramı ile her zamanki düşünme alışkanlıklarımızı sekteye uğratıp, bizi değişik şekilde düşünmeye yani bilgi açısından değil eylem açısından düşünmeye yöneltmeyi amaçlar (Guerlac, 2006: 112).

Sartre, Bergson’un mücadele ettiği empiristler gibi ve yeni gerçekçiler gibi evreni bir imgeler dünyası haline soktuğunu söyler. Bergson’a göre tüm gerçekliğin bilinçle bir akrabalığı, bir benzeşimi, bir ilişkisi vardır, bundan dolayı da bizi çevreleyen her şeye imge denir. Bergson bu kavramı gerçekliğin tümüne yayar. İmge bir tek gerçekleşmiş bilginin nesnesi değildir. Tasarımlamaya olanak veren her nesne imgedir. Tasarımlama imgeye hiçbir şey katmaz, imgeye yeni bir kimlik, fazladan hiçbir şey aktarmaz. Bilinçli tasarımlama olmadan önce tasarımlama gerçekte virtüel ve yansızlaşmış olarak vardır (Sartre, 2006: 48). Bergson’a göre imgeler açısından tek fark derece farkıdır yoksa olmak ve bilinçli olarak algılanmış olması arasındaki bilinçli fark değildir (Sartre, 2006: 49).

Bergson’un anlayışında, imge kavramı ile birlikte beden kavramı da gündeme gelmektedir. O, buradaki görüşlerinden hareketle ben’i ilk önce beden olarak imge ile ilişkisi bağlamında ortaya koyar. Ona göre ‘ben’ imgeler karşısında ve beden olduğundan imge olarak gündeme gelir. Evrendeki diğer imgeler tarafından hareket ettirilir, o da diğer imgelere göre hareket eder. Bedenimi içerden bilirim (Pearson, 2002: 144), örneğin, bedenim acıyı hisseder. Bu da bir dış dünya ile bir iç dünya arasında bir ‘hareketli sınır’ı beraberinde getirir (Bergson, 1991: 83). Burada bireyselleşme gündeme gelmektedir. Sartre, Bergson’da virtüel bilinci gerçekleştirenin beden

olduğunu belirtir. Beden aynı zamanda bazı imgeleri yalıtarak gerçekleşmiş bir birer tasarımlamaya dönüştürendir (Sartre, 2006: 49). Beden seçici bir araç olarak davranır. Beden sayesinde, imge algı olur (Sartre, 2006: 50). O zaman burada problem olarak ortaya bir öznenin yani benim bedenim diyebileceğim imge ile öteki imgelere de benim tasarımlarım diyecek bir öznenin nasıl oluştuğu sorunu çıkmaktadır. Sartre’a göre Bergson bu soruyu şu şekilde cevaplar. Bergson imgelerin sürekli değiştiğini söyler. Bedenim de bu süreçte değişmeden kaldığından sonunda bedenim mutlaka imgeler ortasında ayrı bir şey olarak kendini gösterecektir. Sartre bu fikri, Descartes’ın fikirleriyle hareket ve hareketsizlik maddeyi kesin olarak bireyselleştirirler, olarak sunar. Bergson terminolojisi ile hareket ve hareketsizlik imgelerini kesin olarak bireyselleştirir (Sartre, 2006: 50,51).

Ben’in beden imge ilişkisinde ikinci olarak Bergson, vücudun duyusal aygıtının karmaşıklığını gündeme getirir. Ona göre ilkel canlılarda refleksif tepki olan davranışlar evrimsel olarak yukarı çıktıkça karmaşıklaşmanın sonucunda refleksif olmaktan uzaklaşır. Çeşitli duyu verilerinin – dokunma, koku, işitme ve görme – kaydının koordinesi için gereken zaman ile mesafeye ilişkin algının ortaya koyduğu zaman, eylemimizin etrafında Bergson’un ‘belirsizlik alanı’ olarak isimlendirdiği şeyi oluşturur. Bu, bir dürtüye ilişkin otomatik cevap mekanizmasına müdahale eder. Onu sekteye uğratır ve böylelikle istemli eylem mümkün olur. Dolayısıyla o özgürlüğü beden ile maddeye dayalı olarak ancak onlardan nasıl farklılaştığını ortaya koymak suretiyle açıklar. Evrendeki diğer imgelerin pek çoğu klasik fizik yasalarına göre hareket eder ve tepki gösterirken bedenim istemli olarak eyleyebilir. Dış uyarana ne zaman ve nasıl yanıt vereceğine karar verebilir. Evreni bir bütün olarak oluşturan etki ve tepkiler sistemine yenilik sunarak etrafındaki dünyadaki değişikliklere etki edebilir (Guerlac, 2006:113).

Bergson bedeni bir eylem merkezi olarak tanımlar. Bu tanımla bedenin etrafındaki imgeler üzerinde etkisi olduğu anlaşılır. Diğer belirtilmesi gereken önemli bir husus, beden dışındaki imgelerin ayrıca algı üzerinde de etkisi olduğudur. Bedenim hareket ettiğinde etki eder ve çevresini değiştirir. Algı bizden bağımsız olan dış dünyayı oluşturan imgeler evreniyle uyuşamaz. Böylece algı, gönüllü eylemi kendi biyolojik ihtiyaçlarının özel gündemine göre, onu çevreleyen imgeler dünyasını kesen beden tarafından bireyselleştirilir. Bu, algımızın sübjektif olduğu anlamına gelmez. Algı

indirgeyerek seçer, bu da bedenin hareket yeteneği ile ilişkilidir (Moore, 1996: 31). Bu sadece bizim bütün resmi değil, bir kısmını gördüğümüz anlamına gelir. Beyin düzgün işlediğinde dünyanın doğru bir resmini, yanlış işlediğinde ya da kimyasal olarak değiştirildiğinde yanlış bir resmini veren bir bilgi merkezi değildir. Beyin bize hiçbir şekilde bir resim vermez çünkü tasarım üretmez. Sadece devinimi iletir ve gecikmeye sebep olur ve beden böylece dünya ile etkileşir (Guerlac, 2006:113). Bergson buradaki görüşleri ile realist anlayışa uygun fikirler ileri sürmektedir. Bergson bu anlamda algı ile ilgili görüşlerini de ortaya koymuştur. Bergson algıyı bir kaleydoskop ya da çerçeve olarak düşünmemizi söyler. Eylemlerimiz bilinçli olarak algıladıklarımızı çerçeveler, onun için algı her zaman imgelerin tümlüğünden daha az bir şey olacaktır. Algımız, dış dünyayla etkileşimimize ilişkin yansıma verir. İhtiyaçlarımızı ve hareketlerimizi ilgilendirmeyen imgeler hiçbir iz bırakmadan geçip giderler. Bergson burada algılanan şeylerin bizim zihinsel inşalarımız olmadığının altını çizer. Çünkü Bergson’a göre beden bir objedir ve bu obje diğerlerini hareket ettirir, bir eylem merkezidir, tasarım meydana getirmek gibi bir özelliğe sahip değildir. Algı, aldatıcı ya da sübjektif değildir. Yalnızca gerçekten daha az bir şeydir. Algı, bütünün olduğu kadar gerçeğin de bir parçasıdır (Guerlac, 2006: 114). Bergson’a göre algı, pragmatik kritere göre bir çeşit sınırlandırma ya da çerçeveleme içerir. İmgeleri eylemimizin ve ölçeğin çıkarına uygun olan bir çeşit koda dönüştürür. Geri kalan kesilip atılır (Guerlac, 2006: 115). Bergson şimdi bu eserdeki düşüncesini temellendirmede kullandığı temel anlayışı açıklamaya geçer. Bu anlayış teorik düzeyde olan saf algıdır.

Bergson’un ‘Saf Algı’ hipotezini ortaya koyarken ilk önce saf algın niteliğini ortaya koyar: “olduğum yerde, yaşadığım biçimde, ancak mevcut zamanın içinde, belleğimin tüm formlarını elimine etme yoluyla, maddenin derhal ve anında bir tasarımını edinmeye muktedirdir” (Bergson, 1991: 31). ‘Saf Algıy’ı teorik bir kurgu olarak adlandırabiliriz çünkü gerçekte, Bergson’un da söyleyeceği gibi, algı her zaman belleği içerir; anlık görü diye bir şey yoktur. Bergson’un vurguladığı şey olan algı ve bellek arasındaki farkı anlamamız algıyı bellek olmadan düşündüğümüzde daha kolay olacaktır. Bergson bunu ‘Saf Algı’ olarak adlandırır (Guerlac, 2006: 116).

Bergson her imgenin diğerlerine nazaran kendini bulduğu direkt temas türüne çağrışım yapmaktadır. Bu sebeple Saf Algı hipotezinde ‘imge’ hem gerçekliği hem de algıyı belirtmek için kullanılır. Saf Algı hipotezine göre bu ikisi birbiriyle tutarlıdır ve

Saf Algı teorisine göre algı hem parçanın hem bütünün bir parçasıdır. Sonuç olarak prensipte, Saf Algı maddenin kendisine denktir. Onun yoluyla biz, yayılımlanmış (extended) imgeler bütünlüğünde kendimizi en baştan konumlandırabiliriz (Guerlac, 2006: 117).

O halde algıda bilincin rolü ne olacaktır? Saf Algı hipotezine göre, hem duygulanım hem de bellek göz önüne alınmaktan çıkarılmıştır. Bilincin yegane fonksiyonu, zamansal bir sentez oluşturmaktır. Saf Algı hipotezinden öğrendiğimiz şey, prensipte algının bilinçle çok az ilişkisi olduğudur. Saf Algı gerçekte dış dünyada yatar çünkü şimdiki zamana yapışıktır (Guerlac, 2006: 117). Bu açıklamalardan sonra Bergson, gerçek durumla ve bellek ile ilişkisi bağlamında algıyı açıklamaya geçer. Burada öne çıkan somut algı kavramıdır.

Saf Algı ile ilgili düşünceleri prensipte algı için doğru olabilir, ancak gerçekte algı hiçbir zaman saf halde ortaya çıkmaz. Algının ortaya çıkması zaman aldığından bellek algıyla karışır. Daha önce bahsettiğimiz belirsizlik alanı doğrultusunda düşündüğümüzde, somut algıda anlık görü ile ilgilenmediğimiz ortaya çıkar. Somut algıyla ilişkisinde, bellek geçmiş imgelerin varlığını sürdürmesi olarak tanımlanır. Bu sebepten de bellek kişiseldir çünkü gördüğümüz üzere, algım ihtiyaç ve eylemlerime göre bireyselleştirilir. Algımda var olan ve istemli eyleme hizmet eden imgeler kesin olarak benimdir. Bu bellek sübjektiftir ve tıpkı saf algının maddeye karşılık gelmesi gibi, bilinçle örtüşür. Bilinç, süreye işaret eder ve bu sebeple bellek algı için gerekli bir ilavedir. Algı ve eylem her zaman birbirlerine nüfuz ederler ve birbirlerinin özelliklerini değiştirirler (Guerlac, 2006:118). Dolayısıyla algı ve bellek ilişkisinde bireysellik hatta kişilik ortaya çıkmaktadır (Kallen, 1914: 214). Somut algı da iki önemli yolda işler. İlkinde geçmişi şimdiyle ilişkilendirir, öyle ki bellek pratik olarak algıdan ayrılamaz. İkincisi, sürenin birçok anını bir araya getirir ve onları tek bir sezgiye akt eder (Guerlac, 2006:122). Bergson algı-bellek ilişkisini ise şöyle değerlendirir.

Bergson’a göre algının temel işlevi belleği etkinleştirmektir. Algı hatırlamaya bir vesiledir. O bellek olmaksızın da algının bize çok az şey verdiğini söyler. Algı bu şekilde dışsallıkla denktir. Bir anlamda belleğin algıya bağlı olması, aslında algının belleğe işlevsellik kazandırmasındandır. Geçmiş imgeler eylem seçimini belirlemede faydalıdır, hatta bellek imgeleri algılanan imgelerden daha faydalıdır çünkü onlar

geçmiş eylemlere ilişkin sonuçların bilgisini taşır (Guerlac, 2006:119). Bunların birbirleri ile olan karşılıklı ilişkilerini ortaya koymuştur. Bu alanla ilişkili olarak zamanın etkisi şu şekilde değerlendirilir.

Saf algı kavramı ile Bergson algı ve bellek arasındaki tür bakımından farklılığı belirtmeye çalışır, bunları da özellikle geçmiş ve şimdinin tür/nitelik olarak farklılığına dayandırır (Al-Saji, 2005: 210). Ona göre insanlar, bellek ile algı birlikte işlediklerinden bunları birbirlerine karıştırmaya eğilimlidirler. O belleğin, algının daha silik bir kopyası olduğu varsayımını kabul etmez. Bu varsayımda hem algıların hem de belleklerin tasarım olmasını gerektirir ve Bergson’un bakış açısına göre algı, tasarım değildir, algı temas içerir. Suje ve obje ya da iç ve dış arasındaki ilişkiler mekân değil, zaman perspektifinden düşünülmelidir. Bu bakış açısından algı ve bellek arasında radikal bir farklılık oluşur. Algı, şimdiye sıkı bir biçimde bağlıyken, bellek aynı sıkılıkta geçmişe demir atmıştır. Şimdi ile geçmiş arasındaki farklılığın tür bakımından olması şuradadır. Yalnızca şimdiki zamanda etkide bulunabiliriz/eyleyebiliriz. Bergson şimdiyi, etkide bulunan ve geçmişi ‘artık etkide bulunmayan/eylemeyen’ olarak tanımlar. Eylemin merkezi olarak bedenlerimiz, şimdide olan madde (ya da imgeler) ile temasa geçer. Şimdiki dünyaya etkileri vardır. Geçmişte etkide bulunmak imkânsızdır. Geçmiş yalnızca tasarımdır, fikirden ibarettir. Şimdi geçmişten tümüyle farklı olduğuna göre, algı bellekten tümüyle farklıdır. Saf Algı hipoteziyle algının dışında bırakılan tasarım, bellek olarak dönmektedir (Guerlac, 2006:120). Dolayısıyla Bergson’un düşüncesinde algı şimdiki zamanla bellek geçmiş zamanla ortaya konmuştur.

Bergson, algı zaman ilişkisini şu şekilde izah etmeye devam eder. Saf Algı ne tefekkürî ne de spekülatiftir. Saf algı, eylemle ilişkili olarak şimdinin gerçeği ile bağ kurar. Devinimi alma, engelleme ve iletme işlevlerini barındırır. Saf Algı objektiftir, (somut) algı sübjektiftir ve belleğin ona getirdikleri ile ilişkili olarak ortaya çıkar. Bellek de sübjektiftir. Algıyla karışır çünkü gerçekte algı zaman alır. Algı zaman içinde meydana geldiği için süre ile örtülüdür (Guerlac, 2006:121). Şimdi Bergson’un Bellek anlayışını incelenmeye çalışılacaktır.