• Sonuç bulunamadı

Evliyâ Çelebi’nin doğumundan ölümüne kadar altı Osmanlı padişahı görev yapmıştır I. Ahmed (1603-1617), I.Mustafa (1617-1623), II. Osman (1618-1622), IV. Murat (1623-

1640), I. İbrahim (1640-1648), IV. Mehmed (1648-1687). Evliyâ Çelebi’nin yaşadığı yıllar (1611-1683/84) Köprülü Mehmed ve Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın sadrazam olduğu, IV. Murad’ın tahta çıktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama döneminin sonlarına rastlar. 17. yüzyıl imparatorluk için yönetimdeki bozulmayla birlikte ekonomik ve toplumsal sıkıntıların yaygın olduğu bir çağdır. Anadolu Celâlî ayaklanmalarıyla sarsılırken, İstanbul zaman zaman Yeniçerilerin ve değişik saray gruplarının çatışma alanına dönüşüyordu. İran yaşanan bu sıkıntıları fırsat bilip Osmanlı’ya savaş açmıştı. Çatışmanın Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla (1639) geçici olarak son bulmasından rahatlayan Osmanlı İmparatorluğu Venedik’e, Lehistan’a ve Alman İmparatoru’na karşı daha geniş çapta savaş girişimlerine yönelmiştir ki bu siyaset İkinci Viyana kuşatmasıyla doruğuna ulaşmıştır Fakat beklenen zafer kazanılmayınca devlet idaresindeki huzursuzluk iyice artmıştır (Şavk, 2011, s. 4-5). Evliyâ Çelebi’ye ait bilgiler çoğunlukla yazdığı Seyahatnâme’den elde edilmiştir. Türk Edebiyatında Seyahatnâme deyince akla ilk gelen isim olmasına rağmen kaynaklarda hakkında bilgiye rastlanmamaktadır.

Evliyâ Çelebi, 10 Muharrem 1020 (25 Mart 1611)’de İstanbul’daki dünyaya gelir. Evliyâ Çelebi’nin ailesi aslen Kütahyalıdır. Ancak İstanbul’un fethinden sonra bu şehre gelip Unkapanı semtine yerleşirler. Babası saray-ı âmire kuyumcubaşısı Derviş Mehmet Zıllî’dir. Annesi Sultan I. Ahmet’in hükümdarlığı zamanında saraya getirilmiş ve sarayın kuyumcubaşısı ile evlendirilmiş Abaza asıllı bir kadındır. Annesinin Melek Ahmet Paşa ile akrabalığı vardır.

Evliyâ Çelebi, sıbyan mektebinde okuduktan sonra Şeyhülislam Hamit Efendi’nin medresesinde yedi sene eğitim görür, hafızlık çalışır, babasından bazı sanatsal hünerler öğrenir. Ardından da saraya kabul edilip öğrenimine Enderun’da devam eder. Saraya girdikten bir süre sonra Silahdar Melek Ahmet Paşa tarafından IV. Murat’ın huzuruna

çıkartılır ve padişahın emri ile sarayın Kilar-ı Has bölümüne alınır. Burada tecvit, hat, musiki gibi konularda dersler alır.

Evliyâ Çelebi, seyahatlerinin sebebini 1040 yılının Muharrem ayının bir gecesinde (19 Ağustos 1630) gördüğü bir rüyaya bağlar. Bu rüyaya göre İstanbul’da Yemiş İskelesi civarındaki Ahi Çelebi Camii’nde kalabalık bir cemaatle birlikte Hz.Muhammed’i görür. Tam bu sırada heyecana kapılır ve “Şefaat ya Resulullah” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulullah” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek Evliyâ Çelebi’ye şefaat, seyahat ve ziyareti müjdeler. Daha sonra cemaate bulunan ashabın, aşere-i mübeşşerenin ve dört halifenin duasını alır. Ashaptan Sa’d bin Ebu Vakkas Evliyâ Çelebi’ye gezdiği yerlerde gördüklerini yazmasını söyler. Evliyâ Çelebi ertesi gün bu rüyayı Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin şeyhi olan Abdullah Dede’ye tabir ettirir. O da Sa’d bin Ebu Vakkas’ın tavsiyesine uymasını ve ilk önce İstanbul’u yazmasını tavsiye eder. Bunun üzerine Evliyâ Çelebi İstanbul’u gezmeye başlar (Dülger, 2006, s. 1). Küçük yaşlarda babasının arkadaşlarından dinlediği gizemli ve heyecanlı seyahat hikâyeleri Evliyâ Çelebi’yi çok etkiler ve onda gezme isteği uyandırır, yani Evliyâ Çelebi’yi diyar diyar gezdiren sadece bir rüya değildir.

Evliyâ Çelebi’nin uzak memleketlere ilk seyahati 1640 yılında Ketenci Ömer Paşa’nın Trabzon’a vali olarak gönderilmesi ile başlar. Bu arada beş yıl çeşitli yerlere seyahatlerde bulunur. 1645 yılında İstanbul’a dönen Evliyâ Çelebi, ertesi yıl Defterdarzade Mehmet Paşa’nın Erzurum beylerbeyliğine atanması üzerine müezzin ve musahip sıfatları ile Paşa’nın maiyetine girer. Yolculukları sırasında Anadolu’nun çeşitli şehirlerini dolaşır. 1648 yılında Şam’a beylerbeyi olarak tayin edilen Murtaza Paşa ile birlikte görevli olarak Şam’a gider. Daha sonra Murtaza Paşa’nın Sivas’a nakli üzerine onunla birlikte Sivas’a gider ve çeşitli vesileler ile Orta ve Doğu Anadolu’yu gezer. 1650 yılında ise İstanbul’a döner. Aynı yıl akrabası Melek Ahmet Paşa’nın sadrazam olması Evliyâ Çelebi’nin hayatında önemli bir dönüm noktası olur. Melek Ahmet Paşa azledilir ve görevine Özi’de devam eder. Evliyâ Çelebi de Paşa ile Özi’ye gider. 1659 yılında Avrupa seyahatine çıkar. İstanbul’a dönüşünün ardından 1663 yılında Fazıl Ahmet Paşa’nın Avusturya seferine katılır. 1664 yılında Vasvar Muahedesi’nden sonra yeni fethedilen kaleleri dolaşır ve elçi Kara Mehmet Paşa’nın maiyetinde Viyana’ya gider. 1668 Mayıs’ında İstanbul’a dönen Evliyâ Çelebi, Rumeli seyahatine çıkar. 1670 yılının Aralık ayında İstanbul’a döner. Mayıs 1671’de hacca gitmek için yola çıkar. Rodos adalarını, Ege Bölgesini, Güney Anadolu’yu,

Suriye’yi gezer. Hac vazifesini yerine getirdikten sonra Mısır’a gider. Mısır’da on yıldan fazla kalır. Seyahatnâmesini de burada tamamlar (Dülger, 2006, s. 2).

Evliyâ Çelebi’nin nerede öldüğü ve gömüldüğüne dair kesin bilgiler olmasa da, Mısır’dan İstanbul’a döndükten sonra öldüğüne ve Meyyitzade kabri civarındaki aile kabristanlığına gömüldüğüne dair iddialar vardır (Dülger, 2006, s. 2).

Ömrünün 50 yılını seyahatlerde geçirmiş olan Evliyâ Çelebi üç kıtada imparatorluk kurmuş büyük bir devletin hemen her tarafını gezmiş ve tamamı on cilt olan Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde gezip gördüklerini, duyup öğrendiklerini hatta daha fazlasını anlatmıştır. Bu seyahatler sırasında 16. ve 17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun geniş sınırları içindeki gezdiği ülke, şehir ve kasaba başkalarına da tanıtabilmek amacıyla gezdiği her yerin tarihi, coğrafyası, folkloru, âdetleri, gelenekleri, görenekleri, töreleri, inançları, törenleri ve günlük yaşamları, dili hakkında geniş bilgiler vermiştir. Böylece eser tarihçiden dilciye, sosyologdan müzikçiye herkesin faydalanabileceği bir eser özelliği kazanmıştır.

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nin önemli bir özelliği de seyahatnâme olması yanında zengin içeriğinden dolayı tarih, otobiyografi, hatırat ya da okuru eğlendirmek ve hayatın gizlerini paylaşmak üzere kaleme alınan bir sohbet olarak da nitelendirilebilmesidir. Seyahatnâme, sadece bilgi verme amacı taşıyan bir metin değildir. Bunun ötesinde bir sanat eseridir. Evliyâ Çelebi eserde, içeriğindeki çeşitlilik yanında dili kendine has kullanımı ile üslûbunu zenginleştirmiş ve gidip gördüğü yerleri daha etkili ifade etmiştir (Gül, 2006, s. 19). Bu özelliğiyle Seyahatnâme’deki içeriğin gerçek ve hatasız olduğunu söylemek ne kadar doğru değilse, içeriğin bütünüyle hatalı ve yanlış bilgilerden oluştuğunu söylemekte o kadar yanlış olur (Küçükkaya, 2002, s. 75).

Seyahatnâme’nin önemini Şavk (2011, s. 55) şu şekilde sıralar:

“Seyahatnâme, İslam edebiyatının, belki de dünya edebiyatının en uzun ve kapsamlı seyahat anlatısıdır. Evliyâ’nın İstanbul tasviri, hiç tartışmasız bu kent üzerine yazılan en iyi rehber kitaptır. Camiler, köprüler, medreseler, hamamlar, çeşmeler gibi tarihi yapılar konusunda bir kaynak eser niteliğindedir. Evliyâ’nın anlattıkları ile günümüze kadar ayakta kalan eserlerin özellikleri büyük oranda örtüşür. Bu yönüyle de hem Çelebi hem de eseri güvenilir bir kaynaktır. Ayrıca günümüzde harabeye dönmüş anıt eserlerin o günkü durumlarını anlamak için son derece önemli bir kaynaktır. Seyahatnâme 17. yy. Osmanlı Türkçesi ve 30 civarında faklı dil malzemesi barındıran bir kaynak eserdir. Bugün bile siyasal sınırlar bakımından kesinlik kazanmamış olan Balkanlar’daki gelişmelerin tarihsel geçmişi ve Orta Avrupa’daki son yapılanmaların arka planını gözler önüne seren bir tarih kaynağıdır. Yemek kültüründen bitki bilime, konuşma dilinden edebi dile, geçmişten geleceğe toplumsal yapının bütün unsurlarını içeren zengin bir antolojidir. Seyahatnâme’nin bir diğer özelliği de zikrettiği eserlerden gelir. Evliyâ Çelebi’nin kaynak olarak gösterdiği birkaç eserin kütüphanelerde olmadığı Meşkure Eren tarafından 1960’da yayımlanan bir tezle tespit edilmiştir. Seyahatnâme bu yönüyle bir eski eser arşivi gibidir. Şunu da belirtmek gerekir ki Osmanlılarda gezip

gördüklerini kaleme alan isim çok azdır. Daha çok Batılı seyyahlar tarafından kaleme alınan eserlerden İstanbul’un geçmişini görebiliyoruz. Seyahatnâme bu açıdan da ayrı bir önemi hak eder.”

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nin ilk yayınını İkdam Gazetesi sahibi Ahmed Cevdet Bey ile Necib Âsım Bey, Pertev Paşa Kütüphanesindeki nüshayı esas alarak 1896 senesinde İstanbul’da basmaya başlamışlardır. 1902 senesine kadar ancak ilk altı cildi yayımlanabilmiştir. Seyahatnâme’nin bu matbu nüshası Türkiye’de olduğu kadar bütün dünyada da kullanılmıştır. Yedinci ve sekizinci ciltleri 1928’de Türk Tarih Encümeni, dokuz ve onuncu ciltleri ise 1935-1938’de yeni harflerle Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekâleti yayımlamıştır. Bu ilk yayınlar sansür döneminde yayımlandığı için eksik ve hatalı birçok bölümün olduğu görülür. Fakat bundan sonrada 10 cildi kapsayan başka yayın yoktur. Bu yayının ilk cildinden 100 yıl sonra 1996 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından birinci cildin tam metni yeniden yayımlanmış, bundan sonra da, Yapı Kredi Yayınları tarafından tüm ciltlerin transkripsiyonu ve günümüz Türkçesine çevrilmiş baskısı, 6. cilde kadar da tıpkı basımı yayımlanmıştır.

Seyahatnâme’nin ilk Türkçe sadeleştirmesi Zuhuri Danışman tarafından yapılmıştır. Bundan başka Seyahatnâme hakkında yapılan dikkat çekici Türkçe çalışmalar şunlardır: Reşat Ekrem Koçu’nun Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi(5 cilt, 1943-1951); Mustafa Nihat Özön’ün Seyahat-nâmesi (3 cilt, 1944-1945); Mehmet Aksoy ile Server İskit’in Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesinden En Güzel Parçalar’ı (1962); Nihâl Atsız’ın Evliyâ Çelebi’den Seçmeleri (2 cilt, 1971, 1972) sayılabilir.(Küçükkaya, 2002, s.71)

BÖLÜM 3

YÖNTEM