• Sonuç bulunamadı

Evlilik, iki bireyin güçlerini birleştirmek ve kendilerinden sonra gelen kuşaklara bu gücü aktarmak için yapılan, mutluluk, hüzün gibi duyguların çoğunlukla yaşandığı, birçok insanın elde etmeye çalıştığı bir araç olmakla birlikte aynı zamanda yasal bir sözleşmedir (Geçtan, 1993). Doyum kavramı ise genellikle bireylerin ilişkileriyle ilgili öznel duygularına gönderme yapmak için kullanılan bir kavramdır. Fletcher, Simpson ve Thomas’a (2000) (akt. Hendrick, 2009) göre doyum bağlılık, yakınlık, aşk, tutku ve güven ile birlikte altı ilişki niteliğinden birisidir. Evlilik doyumu ise, bireyin kendi evlilik ilişkisindeki gereksinimlerini, taleplerini karşılama derecesine yönelik algısı olarak tanımlanmaktadır (Tezer, 1996, s. 1). Başka bir tanımda ise bireylerin ilişkilerinin tüm yönlerinde hissettikleri, kişiye özgü mutluluk, hoşnutluk gibi duyguları olarak tanımlanmaktadır (Erbek vd., 2005b, s. 40). Yapılan çalışmalarla da desteklendiği üzere evlilik gibi aileyi ilgilendiren konularda fikir birliği yapan, sorunlarını olumlu yollar ile çözebilen diğer bir ifadeyle çift uyumu yüksek olan çiftlerin evlilik doyumlarının da yüksek olması beklenmektedir(Hendrick, 2009, s. 132; Akar, 2005; Erbek vd., 2005b, s. 41).

Bireyin evlilikten beklentilerinin ve gereksinimlerinin karşılanma düzeyi evlilik doyumunun ölçülmesinde bir değişken olarak görülmekte ve evlilik doyumu kavramı ilişki kuramları ile açıklanabilmektedir.

2.3.1. Evlilik Doyumu İle İlgili Kuramsal Çerçeve

Evlilik doyumu ile ilgili daha geniş bir bakış açısı kazanmak için ilgili kuramları incelemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Aşağıda konu ile ilgili bazı kuramlara yer verilmiş ve evlilik doyumu ile ilişkileri incelenmeye çalışılmıştır.

Konuyu açıklamada önemli görülen kuramlardan biri olan Bağlanma Kuramı, ilk kez Bowlby (1958) tarafından çalışılmış, daha sonra yine kendisinin 1969’daki kuramsal çerçevesi doğrultusunda Ainsworth ve diğerleri (1978), Bartholomew ve Horowitz (1991) ve Hazan ve Shaver (1987, 1994) gibi bilim insanlarının araştırmaları ile detaylandırılmış ve genişletilmiştir. Bağlanma, etkileşimde tutarlılığı, ilişkide kararlılığı ve fiziksel teması içeren, anne-baba ve bebeklerin fiziksel yakınlığı nasıl sürdürdüklerini ve yetişkinlerin romantik ilişkilerini nasıl yaşadıklarını betimlemek için kullanılan bir kavramdır (Hendrick, 2009, s. 4). Bireylerin fiziksel ve duygusal olarak bağlılıkları eski bir kavram olmasına rağmen, konuyla ilgili araştırmalar John Bowlby’ nin (1969, 1973, 1980) yetim kalmış, ailelerinden ayrılmış çocuklar ile yaptığı çalışmalar ile başladığı görülmektedir. Bowlby bebeklerin birincil bakıcılarına karşı bir bağlanma geliştirdiklerini ileri sürmekte ve bu bağlanmanın bebeklerin gelecek yaşamlarındaki yetişkin ilişkilerini nasıl etkileyeceğini içsel olarak işleyen modeller kavramlarıyla açıklamaya çalıştığı düşünülmektedir (Hendrick, 2009, s. 5).

Hazan ve Shaver (1987) ise Bowlby’ nin çalışmalarına ek olarak bu çerçevede güvenli, kaygılı/kararsız ve kaygılı/kaçınan bağlanma olmak üzere üç tür yetişkin bağlanma tarzı tanımlamışlardır. Güvenli bağlanma stilinde bireyler insanlarla yakın ilişkiler kurmaktan çekinmezler ve kendilerini rahat hissederler. Kaygılı/kararsız bağlanma stiline sahip yetişkinler diğer insanlarla yakın ilişkiler kurmaya istekli olmakla birlikte terk edilme ve reddedilme korkusunu beraberinde yaşarlar. Kaygılı/kaçınan bağlanma stilindeki bireyler ise insanlara yakın ve bağlı olmakta huzursuzluk hissederler.

Ayrıca konu ile ilgili de dörtlü bağlanma modeli geliştirmişlerve güvenli bağlanma gerçekleştiren kişilerin, kendilerini ve çevrelerindeki diğer kişileri olumlu görmeyi başarabileceklerini, başkalarıyla rahatlıkla yakın ilişkiler kurabileceklerini belirtmişlerdir. Bir diğer tarz olan saplantılı bağlanmada ise, kendini değersiz hissetme veya sevilmeye layık görmeme duygularının ağır basacağı vurgulanmaktadır. Bunların yanında saplantılı bağlanan kişiler yakın ilişkilerde kendini doğrulama ya da ispat etme eğilimi görülebileceği

belirtilmektedir. Bu bağlanma tarzında kişiler takıntılıdırlar ve hayata dair gerçekçi beklentilere sahip değillerdir. Kayıtsız bağlanma gerçekleştiren kişiler ise diğer insanlara karşı olumsuz değerlendirmelerde bulunurlar ve kimseye ihtiyaç olmadan, yakın ilişkiler kurmadan yaşamanın mümkün olduğuna inanırlar. Korkulu bağlanma sahip kişilerde ise hem kendilerini hem de diğerlerini olumsuz değerlendirme eğilimi görülür, kendilerini değersiz ve güvenilmez olarak algılarlar (Sümer ve Güngör,1999, s. 73; Bartholomew ve Horowitz, 1991).

Bu düşüncelerin en önemli görülen yanı, bağlanma ilişkilerinin yaşam boyunca devam ettiği ve erken gelişen ilişkisel bağların, bireyin ileriki yaşamında duygusal bağlarını güçlü bir şekilde etkileyebileceği olabilir. Bağlanma kuramına göre evlilikte doyum, çiftlerin yaşamlarından aldığı mutluluk, rahatlık, bakım gibi gereksinimlerinin düzeyiyle yakından ilişkilidir. Eşin ulaşılabilirliği, gereksinimlere yanıt verebilir olması, karşılıklı güven duygusuna sahip olma ve eşlerin ilişkiden beklentileri ilişki doyumunda önemli görülmektedir. Doyurucu ilişkileri olan bireylerin daha mutlu, sağlık olmaları beklenmektedir. (Hendrick, 2009, s. 6; Hazan ve Shaver, 1994; Bartholomew ve Horowitz, 1991; Bowly, 1973).

Bir diğer yaklaşım olan Toplumsal Değişim Kuramı, ilk olarak 1960’lı yıllarda Blau tarafından ilişkilere uyarlanarak sosyal ilişkinin bir mübadele olduğunu tanımlayabilmek için kullanılmış bir pazar kuramı olmakla birlikte ilişkilerde hem almayı hem de vermeyi vurgulayan bir kuramdır. Kuramın kavramsal içeriğinde ödül, bedel, kazanç ve karşılaştırma düzeyi gibi değişkenler bulunmaktadır. Kurama göre ödül, bireyin ilişkilerinde doyurucu bir pekiştireç olarak kavramsallaştırılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ilişkiden alınan hazzı ya da doyumu temsil etmektedir. Bedel, ceza niteliğinde, kaçırılmış ödüller olarak tanımlanmakta iken kazanç ise bir ödülden bedel çıkartıldıktan sonra veya belirli bir etkileşimden geriye kalan olarak açıklanmaktadır. Son olarak karşılaştırma düzeyi, muhtemel kazançları doğrultusunda belirli bir etkileşim ya da durumdan beklentilere verilen addır. İkili ilişkiler çerçevesinde kurama göre, varsayımsal olarak, eğer ilişkide ödüller üstün gelir, öne çıkarsa ilişkinin süreceği, aksi bir durum halinde bedeller üstün gelirse ilişkinin sona ereceği belirtilmektedir (Foa ve Foa, 2012, s. 22; Hendrick, 2009, s. 51)

Ayrıca Sternberg (1986) (akt. Hendrick, 2003, s. 81) de evlilik doyumu ile ilgili araştırmalar yaparak yakınlık, tutku ve bağlanma olmak üzere üç temel bileşenden oluşan bir üçgen aşk kuramı önermekte ve bu temel bileşenlerin sekiz farklı aşk türünü oluşturmak için farklı oranlarda bir araya geldiklerini savunmaktadır. Bu aşk türlerini ise, her üç bileşen de yok ise aşksız aşk; yakınlık öncelikli ise sevgi; tutku daha öndeyse delicesine aşk;

bağlanma daha önemli ise boş aşk; yakınlık ve tutku bileşenleri birlikte varsa romantik aşk; yakınlık ve bağlanma bileşenleri birlikteyse arkadaşça aşk; sadece tutku ve bağlanma varsa aptalca aşk ve son olarak üç temel bileşenin hepsini olduğu durumda ise kusursuz aşk olarak açıklamaktadır.

Bunlara ek olarak Hendrick (2003, s.82; 1998, s. 147) yapmış olduğu çalışmalarında, tutkulu aşk bileşenin varlığı ile çiftlerin doyum düzeyleri arasında olumlu bir ilişki olduğunu belirtmektedir. Ancak herhangi bir çiftin günlük yaşamlarında tutkuya ulaşmalarının ise kolay olmayacağını düşünmektedir. Özellikle çocuklu çiftlerde veya hastalıkla hayatları alt üst olmuş çiftlerde tutkuya ulaşmanın daha zor olabileceğini söylemektedir.