• Sonuç bulunamadı

Etik kavramının kökenine bakıldığı zaman, Yunanca “ethos” kelimesinden geldiği ve temel olarak birbirinden farklı iki anlama sahip olduğu görülmektedir. İlkinde etik kavramı, gelenek ve adet anlamlarında kullanılmaktadır. Bireyin gerçekleştirdiği eylemlerini toplum tarafından kabul edilen geçerli örf ve adetlere bağlı kalarak; genel olarak toplum tarafından benimsenmiş ahlak kurallarına uygun şekilde davranışlarına yansıtması, etik davranış olarak ifade edilmektedir. Diğerinde ise, eylemi gerçekleştiren birey, kabul gören davranış biçimlerini ve değer yargılarını sorgulayarak, arzu edilen iyi kavramını oluşturabilmek için davranışlarını alışkanlığa dönüştürdüğünde etik bir davranış göstermiş olmaktadır (Pieper, 1999: 30).

Pieper, etik kavramını yönümüzü gösteren pusulaya benzetmektedir. Pieper’e göre, etik pusula gibi, birey üzerinde doğru olarak kabul edilen eylemi yapma noktasında tahakküm kurmadan, yalnızca eyleme dönük iradenin ortaya çıkmasına yardımcı olmaktadır (Pieper, 1999: 32). Greene ise, etiği, bireyin davranışlarına rehberlik eden, ahlaki düzeyde seçim yapmasını sağlayan standartlar topluluğu şeklinde tanımlamıştır (Greene, 2004: 360).

Etik, başka bir bakış açısı ile ahlak felsefesi olarak adlandırılmakta ve “nasıl davranmalı?”, nasıl yaşamalı?” gibi temel soruları cevaplayan yaklaşımları inceleyen ve bu incelemelerden sonuçlar çıkaran felsefe dalı olarak tanımlanmaktadır (Stroll vd., 2008:

8). Etik konusunda literatüre temel yaklaşımlardan birisini kazandıran Kant’a göre etik; aslında bir zihniyet felsefesidir. Zihniyetimiz, gerçekleştirmek istediğimiz eylemlerimizin temellerini oluşturmaktadır (Kant, 2007: 91).

Etiğin kural koyucu özelliğine vurgu yapan Beekun’a göre etik; bireylerin doğruyu ve yanlışı ayırmalarını sağlayan ahlaki ilkelerin bütünüdür. Bu bağlamda etik kavramı, normatif (kuralları belirleyen) bir çalışma alandır. Çünkü etik, bireylerin yapması ya da asla yapmaması gerekenleri açıkça belirtmektedir (Beekun, 1996: 7).

Denhardt etik kavramını, “rasyonellik” kavramından yola çıkarak açıklamaya çalışmıştır. Bireylerin, sosyal ve ahlaki tecrübelerine, rasyonelliğin sistematik bir biçimde uygulanıp, davranışlarına yön verecek şekilde kuralların belirlenmesi etik kavramını oluşturmaktadır (Denhardt, 2009: 101).

Araştırmacılar, temelde ortak noktada buluşmalarına rağmen; farklı terimler ve etik ilişkisi üzerinde durarak, kavrama değişik bakış açıları getirmeye çalışmışlardır. Literatürde yer alan tanımların ortak noktalarına bakıldığında; etik, bireyin yapması gereken ile yapmaması gerekeni ayırt ederken kendi içinde kullandığı kriterlerdir. Bireylerin ne şekilde davranmaları gerektiği hususunda yol gösteren etik; aynı zamanda bireylerin görev ve sorumluluklarını kurala bağlayan, davranış şekillerini tanımlayan bir bütündür. Bireylerin yaşadıkları toplumda, ahlaki ilkeler ve değerler ile birlikte; iyi veya kötünün ne olduğu konusunda bireylerin yaşamına kılavuzluk etmektedir (Kılavuz, 2003: 256).

Etik kavramı ile ilgili olarak ele alınan esas nokta, bireylerin eylemlerini ahlaki açıdan olumlu veya olumsuz kılanın ne olduğu sorusudur. Bireyler genellikle gerçekten ne istedikleri noktasında kendileri ile çelişmektedirler. Etik kavramı, bu noktada devreye girerek; çelişen isteklerin ve oluşan çatışmaların çözümlenmesine ilişkin meseleler üzerine odaklanmaktadır (Yılmaz ve Bayram, 2007: 2). Dolayısıyla, etiğin temel amacı, bireylerin kişisel ve sosyal hayatlarındaki davranışları ile ilgili problemlerini inceleyerek doğru veya yanlış hareketlerin hangileri olduğunu araştırmaktır. Toplum tarafından kabul edilen iyi bir birey olmanın gerektirdiği özellikleri ve davranışlarını ortaya koymak, ahlakın ana unsurları olan erdem, mutluluk, iyilik vb. kavramları da ortaya çıkarabilmektir (Akarsu, 1984: 62).

3.2. ETİK-AHLAK İLİŞKİSİ

Etik ve ahlak birbirlerinden farklı kavramlar olmalarına rağmen; çoğu yazar iki kavramı da eş anlamlı şekilde kullanmıştır veya sıklıkla etik kavramı yerine ahlak kavramını kullanmıştır. Etik ile ahlakın ayrı kavramlar olmasının nedeni, etik kavramının bir ahlak felsefesi; ahlak kavramının ise etik kavramının içerisinde bir konu olmasındandır (Aydın, 2001: 6). Bir bireyin veya sosyal sınıfın, hayatına hâkim olan inançlar bütününe ahlak; bu inançlara göre şekillenen tutumlara ve bu tutumlara göre ortaya konan eylemler hakkında verilen yargılara ahlaksal yargı denmektedir (Roman ve Ruiz, 2005: 441). Başka bir tanıma göre de ahlak, belirli bir kültürde kabul edilip benimsenmiş değerler bütünü olmakla birlikte; bahsedilen değerlerin ne şekilde varlığına devam edeceğini, istenilen hedeflere nasıl erişileceğini gösteren kurallar ya da norm, inanç, yasak vb. göre düzenlenip kalıplaşmış hayat şekli olarak ifade edilebilinir (Cevizci, 2008: 3).

Ahlak, yaşanılan toplumda bireylerin ya da grupların uymakla sorumlu oldukları davranış biçimleri ve normlarıdır. Ahlak bilimi olarak tanımlanan etik ise; doğru, iyi, kötü, yanlış gibi kavramları araştıran, davranışları etkileyen unsurlarının hangilerinin uygun, hangilerinin uygun olmadığını ortaya çıkaran ahlaki değerler ve ilkelerdir (Yalçın, 2000: 44). Ahlak, toplum yaşamında yer etmiş davranışları ve bireylerin inançlarını şekillendiren değerler kümesidir. Etik, davranışlara daha çok teorik açıdan bakarken; ahlak ise; bireylerin kendi yaşamlarında nasıl davranmaları gerektiği konusunda oldukça ayrıntılı olarak pratik bakış açısıyla yol göstermektedir (Kılavuz, 2002: 256). Dolayısıyla ahlak, yaşanılan topluma ve kültüre göre değişiklik gösterirken, bireylerin nazarında değişim göstermesi uzun zaman dilimi içerisinde mümkün olan toplumsal bir olgudur. Diğer bir ifadeyle ahlak, yaşanılanların kendisi iken; etik ise düşünülen olarak tanımlanabilir (Harald, 2007: 336).

Ahlak, kültür ve toplumla ilgili inanç ve değerleri kullanarak iyiyi ve kötüyü, yani ne şekilde davranılması gerektiğini anlatan bir olgudur. Ancak etiksel ilkeler evrenseldir ve duruma göre değişiklik göstermezler (Kılavuz, 2002: 256). Son olarak, Etik ve ahlak kavramlarına baktığımızda; etik kavramının ahlak kavramını da içerisine alan evrensel, kuramsal bir disiplin olduğunu söyleyebiliriz (Aydın, 2001: 7).

3.3. ETİK TÜRLERİ

Ahlak alanına bilimsel yaklaşımın uygulanmasının bir sonucu olan betimleyici etik, ahlak ve ahlaki eylem bağlamında, olan ya da olması gerekenlerle ilgilenir. Başka bir ifade ile inançlarımızla ilgili psikolojik veya sosyolojik olguları ifade eder. Betimleyici etik anlayışı, norm belirtmek veya kurallar koyup düzenlemeler getirmek yerine, yalnızca bireylerin eylemlerini takip ederek eylemlerin sonuçlarını tanımlar (Cevizci, 2008: 6). Literatürde etik ile ilgili çalışmalar; Betimleyici – Normatif - Meta Etik olmak üzere üç başlık altında yer almaktadır (Pieper, 1999: 224):

Normatif Etik, bireylerin hangi tür nasıl eylemlerde bulunması gerektiği veya kısaca nasıl bir insan olmalı gibi ilkeler ve kriterlerle ilgilenir. Normatif etik anlayışında temel amaç, isteklerin ve normların tanımlanmasından ziyade olgular arasında sebep sonuç ilişkisinin kurulabilmesidir. (Pieper, 1999: 224). Normatif etik bireylere, hangi davranışın doğru ve hangi davranışın yanlış; hangi tavrın iyi veya hangi tavrın kötü ya da bireylerin yaşamlarında hangi gayeye ulaşmak için çaba göstermeleri, yaşamlarını ne şekilde idame ettirmeleri gerektiğiyle ilgili yardımcı olan, bireylerin ahlaki davranışları için belirli kurallar ve ilkeler getiren etik türüdür. Normatif etik, bireye yaşadığı sürece rehber olur ve eyleme geçmeden önce uyması gereken normları ortaya koyar. Adil bir toplumun hangi öğelere sahip olması gerektiğini açıkça ifade ederek, bireyi ahlaki olarak olumlu kabul edilen eylemlerin neler olduğunu inceler (Cevizci, 2008: 7).

Meta-etik terimi Anglo-Sakson felsefe çevrelerinden yayılmış, etik ile ilgili araştırmaların ve etik düşüncenin en üst seviyesidir. (Özlem, 2004: 142). Meta-etik düşünce sistemi analitik ya da eleştirel bakış açısı olarak modern yaklaşımı temsil etmektedir. Bu etik türü, normatif etiğin ortaya çıkardığı ahlaki hükümler hakkında yorum yapar; ahlaki hükümlerde yer alan kavramları, bu kavramların anlamlarını fonksiyonlarını ve birbirleriyle olan bağlantılarını araştırır (Cevizci, 2008: 10).

3.4. ETİK YAKLAŞIMLAR

Tarih boyunca ahlaki olarak bireyler için hangi davranışın doğru ya da hangi davranışın yanlış olduğunu; neyin iyi neyin kötü olduğunu ortaya çıkarmaya çaba gösteren etik teorileri sınıflandırılmıştır. Bunlar; deontolojik ve teleolojik etik anlayışlarıdır (Macit, 2009: 83). Bireylerin davranışları ile ilgili olarak adeta bir

sorgulama mekanizması olan etik sistemler, davranışları anlamlandırma noktasında açıklayıcı öneriler getirmektedir. Dolayısıyla, modern ahlak felsefesi, bireylerin davranışlarını incelerken bu iki önemli etik sistemi baz almaktadır.

3.4.1. Deontolojik Yaklaşım

Deontolojik yaklaşım, bireylerin davranışlarını doğru ya da yanlış olarak kesin sınırlarla ikiye ayıran, eyleme dökülen belli bir davranışın sonucunun değil de, bireyi bu davranışı gerçekleştirmeye sebebiyet veren niyetin asıl önemli olduğunu belirten kurallar bütünüdür (Staveren, 2007: 23).

Deontolojik yaklaşımının temsilcisi Kant’a göre; bireylerin gerçekleştirmek istedikleri davranışlar, tüm bireylerin uymak zorunda oldukları, yani evrensel olan belirli hareketlere dayanmak durumundadır. Kant, eylemlerin basit olarak addedilen neticeleriyle değil, eylemlerin gerçekleşmesini sağlayan esas niyet veya ödevin son derece önemli olduğunu belirtir. Böylelikle bireye göre kesin şekilde değişmeyen esas ilkeler ancak bütün bireyler tarafından benimsenen kurallar bütünü olabilir (Kidder, 1996: 24).

Deontolojik etik yaklaşımı, bireylerin benimsedikleri ilkelere göre karar almalarını sağlayan bir sistem olarak ifade edilmektedir. Kant’ın temsilcisi bu anlayışa göre; bireylerin aldıkları karar, gerçekleştirdikleri faaliyet ve sergilenen davranışların tercih edilmesinde önemli olan eylemlerin nasıl sonuçlandıkları değil, etik anlayışı içerisindeki ilkelerin ve kurallar bütünün doğruluğudur (Ay, 2003: 60). Deontolojik etik anlayışı, adalet ilkesini kendisine baz alarak, bireylerin tüm kararlarının kendi içerisinde tutarlı, objektif ve uygun olması üzerinde durmaktadır. Kant’a göre ahlaki olarak kusursuz davranış sergileme, bireylerin hareketlerinde doğruluk ve dürüstlüğe önem vermesi, erdemli davranış anlamına gelmektedir. Kendi çıkarlarını düşünen, hedeflerine ulaşmada en ufak fırsatı kollayan bireyler asla erdemli değildirler. Bireylerin erdemli olabilmeleri için, etik anlayış içerisindeki ahlaki ilkeleri benimseyip kendi içlerinde özümsemeleri ve bu ilkeleri gerçekleştirecekleri eylemlerinde rehber olarak kullanmaları doğru olacaktır (Pehlivan, 1998: 28).

Kant’ın varsayımlarından birisi de bireylerin kendi amaçlarını gerçekleştirmek için diğer bireyleri araç olarak kullanmamaları gerektiği ilkesidir. Görüldüğü üzere; her

zaman bireyin doğru eylemi gerçekleştirmesi üzerine odaklanan Kant’ın deontolojik kuramı, bireylerin akıllı ve sorumluluklarını bilen bir canlı olduğunu varsayarak, bireylerin çeşitli sorumlulukları ve görevleri olması gerektiği varsayımıyla ahlakın temeline ödevi yerleştirir. Deontolojist kuramlar, bireylerin eylemlerini doğru kılan hareketlerin, eylemlerin sonuçlarının olumlu ya da olumsuz olması dışında başka bazı faktörlerin de olduğunu ileri sürmektedirler (Tepe, 1992: 25).

Bireylerin eylem ve kararları; iyi niyet, ödev, sorumluluk ve ilkeler gibi özelliklere bağlı olarak etiksel bağlamda değerli veya değersiz olarak kabul edilirken, deontolojik yaklaşım, bireylerin taşımak zorunda oldukları yükümlülüklerini ödev veya etiksel ilkenin gereği saymaktadır (Görmez vd., 2009: 5).

Deontolojik yaklaşımın bireyleri merkeze koyarak, saygı unsurunu odak noktası haline getirmesi, haklar doktrininin oluşmasını sağlamıştır. Bu yaklaşım daha sonraları da ‘’İnsan Hakları Bildirgesi’’ ile somut hale gelmiştir (Bayrak, 2001: 12). Haklar teorisi, bireylerin yaşamlarını kolaylaştıracak, temel hak ve özgürlükler üzerinde durmuştur. Bireylerin kendilerini güvende hissetmeleri, ihtiyaç duydukları anda bilgilendirilmeleri, özel hayatlarının korunması, hayat biçimlerine saygı duyulması gibi kavramlar ayrıntılı şekilde ele alınırken; bireylerin yaşadıkları toplum içerisinde zarar görmeden, sağlıklı ve rahat bir şekilde yaşamalarını ve korunmalarını öngörmüştür. Bahsedilen tanımlamalar dışında, karşılaşılan durumlar ise; etik dışı görülmektedir (Hellriegel ve Slocum, 1992: 157; Arıkan, 1995: 175).

3.4.2. Teleolojik Yaklaşım

Teleoloji kavramının etimolojik kökenine bakıldığında, yunan dilindeki “telos” kelimesinden türetildiği görülmektedir. Teoloji ise; tamamlama ve bilgi kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Teleolojik yaklaşım, bireylerin gerçekleşmesini istedikleri hedeflere ulaşmayı ya da arzuladıkları sonuçlara sahip olmayı; daha önceden anlatılmaya çalışılan deontolojik yaklaşımda olduğu gibi doğru davranış, ödev ya da yükümlülükler gibi kavramlara yeğlemektedir. Yani, bu yaklaşımda kullanılacak unsurların ahlaki olup olmaması çok da önemli değildir. Bireyin sergiledikleri davranışların ahlaki durumunu belirlemeyle ilişkili olan yalnız tek etken sonuçların iyiliğidir (Demirci vd., 2007: 202).

Sonuçsalcılık (consequentialist) olarak da adlandırılan bu kurama göre bir eylem tek başına iyi veya kötü olarak nitelendirilmemektedir. Eylemin iyi olup olmaması eylemin direkt olarak sonuçlarına bağlıdır. Sonuç olarak, gerçekleştirilen eylem bireye fayda sağlıyor ise iyidir (Trevino ve Nelson, 2007: 96). Yani, bir eylem sonuç olarak bireye fayda sağlıyor ise; süreç içindeki kötü olarak adlandırılabilecek bazı unsurlar göz ardı edilebilir. Başka bir deyişle; bireyin iyi niyetli davranması veya ahlaki ilkelere uymasıyla; ahlaki eylemin sonucunun bireye nispeten olumsuz ve kötü bir sonuç doğurması durumunda, bu eylemin ahlaki bakımdan kesinlikle yanlış olacağı savunulur (Cevizci, 2008: 15).

Teleolojik etik yaklaşımının iki ana kaynağı vardır. İlki, Weber ve Machiavelli’nin öncülük ettikleri “egoizm” olarak adlandırılan görüştür. İkincisi ise; Bentham ve Mill tarafından ortaya konulan “faydacılık” görüşüdür (Öztürk, 1999: 24).

Egoizme göre, bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda olan her şey doğrudur ya da başka bir deyişle; herhangi birisi için en iyisi neyse o kendisi için en doğru olanıdır. Bireylerin kendileri için gerekli olan değerleri maksimize etmesi en temel teleolojik değer olarak görülmektedir. Egoistlere göre, yapılacak en doğru hareket, bireyin kendi refahını, iyiliğini artıran tüm her şeydir. Bu durum, egoizm yaklaşımına göre, diğer bireyler için optimal düzeyden daha uzak ve düşük neticeler doğuracağı anlamına gelmemektedir (Demirci, 2007: 202). Egoizm yaklaşımını benimseyenler, gerçekleştirilen davranışın kendileri için iyi ve doğru olup olmadığını anlamak için karlı ve uzun vadeli şekilde kazanç bakış açısını esas almaktadırlar. Eğer, bahse konu olan davranış, uzun zaman diliminde, bireylere kötüye nazaran en yüksek iyiyi sağlıyorsa, o vakit birey için sergilenen davranış doğrudur (Özgener, 2004: 34).

Egoizmin mantıksal ve ussal olarak bazı yetersizlikleri olduğu ileri sürülmektedir. Egoistler, yaklaşımın bu mantıksal yetersizliklerini törpüleyen, sergilenen eylemin birey için en iyiyi sağlayan sonuçlarından, herkes için en iyiyi sağlayan sonuçlara yani bir başka deyişle, faydacılığa yönelmek durumunda kalmışlardır (Nuttall, 1997: 222). Sonuca dönük “faydacı yaklaşımda” (utilitarianism) pratik ve gerçekçi olma gereklidir. Faydacılık esasen; deontolojik yaklaşımda etik dışı olarak kabul edilen bir takım eylemlere ve tutumları göz ardı edip taviz vermek, belki de teşvik etmek anlamına geleceğinden sıklıkla eleştirilmiştir. Bununla birlikte, bireylerin her zaman sağlayacakları

faydayı sağlıklı şekilde hesaplayabilmeleri mümkün görünmemektedir. Faydacı yaklaşıma göre, elde edilen toplam fayda da çoğunluğun çıkarına hitap ettiği için son derece önemlidir (Daniels, 2003: 6).

Teleolojik yaklaşımda bir eylemin ahlaki olup olmadığı ya da bir başka deyişle eylemin ahlaki doğruluğu, amaçlanan sonuçlara hangi düzeyde ulaşıldığı ile ilintilidir. Eğer eylemin sonucu arzu edilen doğrultuda ise; bahse konu olan davranış ahlaki, tam tersi durumda ise; o davranış ahlaki değildir. Amaçlanan sonuç etiği “faydacılık” olarak da bilinir. Mill faydacılığı aşağıdaki şekilde açıklamıştır (Hitt, 1990: 5):

 Birey tarafından gerçekleştirilecek bir eylemin doğru olup olmadığına karar verebilmek için muhtemel sonuçlara yoğunlaşmak gerekir.

 Eylem için geliştirilen kurallar, bu kuralları yerine getirecek bireylerin karakterine bağlıdır.

 Mutluluk kavramı acının yokluğu, hazzın varlığı olarak tanımlanır. Bireyler kendi mutluluklarını güçlü şekilde arzuladıkları sürece nihai mutluluğa erişebilirler.  Bireylerin gerçekleştirdikleri eylemlerin temel amacı mutluluğa sahip olma

isteğidir. Eylemlerin ölçütü ise, ahlaki olup olmamalarıdır.

 Mutluluk, bireyin kendi mutluluğunu değil, davranışın doğruluğunun belirleyicisidir. Ancak bunlar birbiri ile ilişkilidir.

 Eylemin fayda derecesi, mutluluğu yaratabilir ya da mutsuzluğu önleyebilir.  Bir eylemin etik bakış açısıyla doğru sayılması için, eylemin sağladığı toplam

faydanın bireyin yapacağı başka bir eylemin sağlayacağı toplam faydadan daha büyük olması gerekir.

 Faydacılık birbirine zıt etik yükümlülükler arasında seçim yaparken genel bir hakemlik işlevi görür.

3.4.3. Deontolojik - Teleolojik Yaklaşımların Karşılaştırılması

Teleolojik ve deontolojik yaklaşım, düşünürler ve araştırmacılar tarafından çeşitli şekillerde eleştirilirken, işin doğası gereği olarak da yaklaşımların farklı boyutlarla kıyaslanması gündeme gelmektedir. Aşağıda, iki etik yaklaşım arasındaki farklar kısaca ortaya konulmaya çalışılmıştır:

 Kant, savunduğu etik anlayışla; teolojik yaklaşımdaki faydacıların savunduğu şekilde etik kavramını bireysel olarak değil, evrensel değerler olarak içselleştirmiştir. Yani, ahlakiliği eylemin neticesine bakarak değil, bireyin niyetine bakarak değerlendirir (Maclntyre, 2001: 222).

 Kant, teleolojik etik anlayışının, bireylerin tecrübelerine odaklı etik anlayışını eleştirirken; bireyin tinsel bir varlık olduğu, bu yüzden de sonuçlara bakılırken; nedenler üzerinde de durulması gerektiği üzerinde yorum getirmiştir (http://www.differencebetween.net, 2017).

 Teleoloji yaklaşımı, mevcut bir eylemin sonuçlarını önceden tahmin etmek için geçmiş deneyimlerini incelerken; deontoloji, her insanda aşılanan değerlere dayanılarak ahlaki açıdan doğru olanı izlemektedir (James, 2003: 30).

 Deontoloji başkaların size yapmasını istemediğiniz hareketleri başkalarına yapmamak kuralını koyarken, teolojik yaklaşımda ise; en büyük mutluluk ilkesi, bireyin en az acı ile en yüksek faydayı sağlayıp mutlu olabilmesidir (http://www.differencebetween.net, 2017).