• Sonuç bulunamadı

Ekonominin ve Ekonomi Yönetiminin Siyasetten Arındırılması

C. Devlet Biçimine İlişkin Gerçekleşen Dönüşümler: Ekonomi/Siyaset Ayrımının Derinleşmesi Ayrımının Derinleşmesi

2. Ekonominin ve Ekonomi Yönetiminin Siyasetten Arındırılması

yeniden üretimin bölüşüm ilkesi, tüm kamusal hizmetlerin, hizmet alanlarının ve işleyiş mekanizmaların “doğal” olarak kârlılık ve rekabetçilik ilkesine uyması gerektiği düşüncesiyle geri planda bırakılmaktadır.109 Ayrıca, “verimlilik” ve

“küresel rekabet” gibi temalar ve söylemler hegemon sermayenin hem emek üzerinde denetim kurmasının hem de ülke içindeki daha küçük sermayeler üzerinde baskı oluşturmasının önemli araçlarından biri haline gelebilmektedir.

1990’lı yıllardan bu yana ekonomiyi siyasetten arındırma söylemi ve bu söyleme dayandırılarak haklılaştırılan politik stratejiler giderek yaygınlaşmaktadır.

Karar alma sürecinin politik boyutunun daha geri bir planda tutulması ve böylece politika uygulamalarının etkinliğinin artırılması özellikle siyasal ve bürokratik kadroların küresel sistemdeki değişimlerden faydalanmalarını mümkün kılmaktadır.

Siyasal ve bürokratik kadrolar, ekonomik süreçler üzerindeki kontrollerini ekonomiyi siyasetten arındırma söyleminin kitlelerin hesap soramayacağı uzaklaştırıcı etkisinden yararlanarak sağlayabilmektedir. Burnham, devlet-piyasa karşıtlığı varsayımından yola çıkan yaklaşımların iddialarının aksine “piyasalaşma”nın güçlenmesinin hükümetlere avantaj sağladığını ve piyasa tarafından yönlendirilen politikaların işçi sınıfını yönetme ve kontrol altına alma sürecini güçlendirdiğini ifade eder. Günümüz küresel kapitalizm koşullarında siyasal iktidarlar küresel rekabet adı altında, emek-sermaye ilişkilerinin yeniden biçimlenmesini “dışsal taahhütler ve zorunluluklar” söylemini öne çıkararak meşrulaştırmaktadır.112 Bu amaçla hayata geçirilen ekonomiyi siyasetten arındırma (apolitikleştirme) stratejileri, bürokratik pratiklerin yasal manevralarına gereksinim duyar. Bu anlamda, apolitikleştirmeyi yeni bir kamusal anlayışı ve kamusal modeli kurgulayan bir hareket ve siyasal bir proje olarak değerlendirmek mümkündür.113

Neoliberal ekonomi politikalarının hakim hale geldiği günümüzde, neoliberalizmi dayatan uygulamalar IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi oluşumlara kadar uzanmaktadır. Ancak bu uygulamalar azgelişmiş ülkelerin sermaye kesimlerinin bazı talepleriyle örtüşür ve bu nedenle desteklenir. Örneğin IMF’yi bu kesimlerin müttefiki olarak görmek mümkündür. Hükümetlerin “dışsal taahhütler ve zorunluluklar” söylemi altında IMF’yi işaret etmeleri de apolitikleştirme stratejisinin bir parçasıdır. Bu bağlamda uluslararası zorlayıcı bir kurum olarak tarif edilen IMF’nin temel işlevinin, yerli sermaye kesimlerinin uygulamak isteyip de uygulayamadığı neoliberal politikaları siyasal iktidarın bir seçimi olmaktan çıkararak bunlara nesnel bir zorunluluk kılıfı kazandırmak ve uygulanan neoliberal politikaların sorumluluğunu ve açığa çıkaracağı istenmeyen sonuçları siyasi iktidarın

112 Peter Burnham, a.g.k.

113 a.k., s. 177.

üzerinden alarak işçi ve emekçi kesimlerin ulaşamayacağı ve hesap soramayacağı

“uzak bir merciye” devretmek olduğunu söylemeliyiz.114

1990’lı ve 2000’li yıllarda bir yönetim tekniği olarak güçlenen apolitikleştirme stratejisi en açık haliyle hükümetlerin ekonomi politikalarına yönelik tanımlanmış yetki ve sorumluluklarının bağımsız ve sözde apolitik kurumlara/kurullara devrinde görülebilir. Bunun ilk örnekleri para politikası alanında Merkez Bankası’nı bağımsızlaştırma girişimi ve bağımsız düzenleyici kurumların oluşturulmasıdır.

Diğer yandan ekonominin siyasetten; kamu yönetiminin siyasetten “arındırılması”

gereğine işaret edilerek yapılan kapsamlı düzenlemelerin bir diğeri de kamu yönetimi alanında gerçekleşmektedir. Bunu sağlayan en önemli araç kamu yönetiminin yapısal, örgütsel ve işlevsel dönüşümünü gündeme getiren ve yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımlarının temel ilkeleri -etkililik, verimlilik, ekonomiklik, katılımcılık, saydamlık, performans denetim vs.- aracılığı ile kamu yönetimi alanına şirket yönetimi tekniklerini uyarlayan “kamu yönetimi reformları”dır. Kamu yönetimi reformları ile gündeme gelen düzenlemelerde politikaların hesap verebilirliğini ve saydamlığını sağlama adına haklılaştırılan bir dizi önlem ve kural göze çarpar. Stratejik planlama, performans esaslı bütçeleme, mali saydamlık, hesap verebilirlik gibi bir dizi kavram etrafında önerilen önlemler, hükümetlerin gerek toplumsal kesimlerin beklentilerinin yönünü değiştirme gerekse uygulanacak ekonomi/maliye politikalarının açığa çıkaracağı istenmeyen sonuçlardan kendilerini

“muaf” tutma amacına hizmet ettiği söylenebilir.

Parlamentonun yetkisini ve gücünü sınırlandırarak kamu yönetimi alanını piyasanın gerekliliklerine göre yeniden tanımlayan kamu yönetimi reformlarının en önemli ayağını kamu harcama ve gelir yönetiminde reformlar oluşturur. Merkez Bankalarının bağımsızlaştırılması çabalarında olduğu gibi azgelişmiş kapitalist ülkelerde devlet harcamaları ve vergi tahsilatında etkinlik sağlamanın ancak siyasetten bağımsız yetkili uzman kurullar eliyle sağlanacağı yönünde genel bir eğilimden söz edilebilir. Bunun en açık örneği vergi politikasının vergi idaresinden ayrılması talepleri doğrultusunda biçimlenen gelir idaresini özerkleştirme çabalarıdır.

114 Sungur Savran, “Küreselleşme mi Uluslararasılaşma mı? (1)”, s. 51.

Merkez Bankalarının Bağımsızlaştırılması

1990’lardan bu yana ekonominin siyasetin etki alanının dışına çıkarılmasına yönelik uygulamaların ilk örnekleri merkez bankaları ya da para kurullarının bağımsızlaştırılmasıdır. Neoliberal politikalar doğrultusunda karar alma yetkisinin siyasetten bağımsız kılınan kuruluşlardaki atanmış teknokratlara devretme uygulamaları ile para politikası bağımsız merkez bankalarının, döviz kuru politikası para kurullarının ve maliye politikası da mali kurulların yetki alanına dahil edilmeye başlamıştır. Bu konunun ayrıntısına geçmeden kısaca paranın örgütlenme serüvenine kısaca bakmakta fayda var.

Öncü ve Köse, paranın örgütlenmesinin bir devlet örgütlenmesi olarak ortaya çıkışının tarihinin ancak merkez bankalarının oluşumuyla mümkün olabildiğini ifade ederek devlet ve para sermayenin temel örgütlenme alanı olarak merkez bankalarının tarihinin de sermaye ve devletin iktidar sözleşmesinin tarihi olarak okunabileceğinin altını çizmektedir.115 Bu anlamda dünya kapitalist sisteminde paranın örgütlenme tarihini izlemek aynı zamanda kapitalist sistemin temel yapısı ve işleyişine dair önemli ipuçları da sunacaktır. Çalışmamızın sınırları bu tarihi izlememize olanak vermese de Öncü ve Köse’nin şu vurgularının önemine işaret etmeliyiz: “Para ilişkisi, kapitalist toplumda bir sermaye ilişkisi olduğu kadar siyasal bir ilişkidir.

Devletin ulusal parası ve mali sistemi üzerindeki denetimi toplumsal sınıflar arası sermaye ilişkisini düzenleyebilme gücünün de bir göstergesidir.”116

1990’lardan bu yana devlet ve para sermayenin temel örgütlenme alanı olarak merkez bankalarının bağımsızlaştırılması konusu finansal serbestleşmenin önemli bir unsuru olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Merkez bankalarının temel görevi ülkenin para politikasını yürütmektir. Para politikası para arzını ve piyasa faiz oranlarını etkilemeye dönük olarak merkez bankaları çeşitli araçlar kullanırlar.

Örneğin, açık piyasada devlet tahvili alır ya da satar ya da kredi verdiği bankalara uyguladığı faiz oranlarında değişikliğe gidebilir. Merkez Bankalarının siyasetten bağımsızlığını savunan neoliberal görüş, para politikasının temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğunu savunmakta; ve anti-enflasyonist para politikasını

115 Ahmet Öncü; Ahmet Haşim Köse, “Para ve Merkez Bankası: Bağımsız bir Merkez Bankası Mümkün mü?”, Evrensel Gazetesi, 2.2.2005.

116 A.k.

uzun vadeli ekonomik çıkarlar için önemli görmektedir. Azgelişmiş ülkelerde yapısal uyarlama programlarının önemli bir bileşeni olarak görülen merkez bankalarının bağımsızlaştırılması özellikle mali kriz yaşayan ülkelerde (örneğin Türkiye’de 2001 krizi) IMF’nin finansal ve teknik yardım koşulları arasında da yer almıştır.117 Mali kriz yaşayan bu ülkelerde Merkez Bankalarının idari uygulamalarına bazı kısıtlar getirilerek sadece fiyat istikrarını sağlamakla görevlendirilmişlerdir. Yapısal uyarlama programları doğrultusunda merkez bankalarının bütçe açıklarını para basarak finanse etmemesi; enflasyon hedeflemesinde para politikasını belirli bir dönemde enflasyonun önceden belirlenmiş bir oranı aşmasını engelleyecek biçimde uygulaması yönünde bazı kısıtlamalar getirilmiştir.118

Finansal piyasaların yeniden düzenlenmesi, hükümetlere, enflasyonla mücadele etmek ve bu yolla fiyat istikrarını sağlamak adına ücretleri aşağı doğru çekmede kullanabilecekleri oldukça güçlü bir kamusal meşruiyet de sağlayabilmektedir. Yani, finansal piyasaların yeniden yapılanması, devletin işçi sınıfı karşısındaki gücünü bir çok bakımdan artırmaktadır. Nitekim “fiyat istikrarının” küresel ekonominin en temel belirleyicisi olduğunu; rekabetin dışında kalmanın da iş ve kâr kaybına yol açacağını ileri süren hükümetler, işçi sınıfının taleplerini bastırma ve daha geri planda tutmayı başarabilirler. Başka bir ifadeyle, fiyat istikrarı para politikalarının ilk ve en önemli amacı olarak sunulduğu sürece; ve yüksek ücretler enflasyonun başlıca nedeni ve tetikleyicisi olarak görüldüğü ve etki alanını genişlettiği ölçüde günümüz kapitalist devletlerinde hükümetler, “kurallar”ın temel alındığı ekonomik stratejileri uygulamaya koyma ve böylelikle enflasyonu kontrol altına alma çabası içine daha fazla girmektedir.119

Bu çerçevede, sermaye disiplininin yoğunlaştığı ve arttığı yirmi yıllık dönem

“kurallara dayalı (kural-temelli) politikaların uygulanmasına geçiş” dönemi olarak da kavranabilir. Aslında “kural belirlenimli” yaklaşımlarla amaçlanan devletin ekonomi politikalarına yönelik sorumluluklarının hükümet-dışı organlara devri yoluyla yeniden düzenlenmesidir. Bunun için bu görevler ya belirli kurallar koyan uluslararası kurumlara ya da yasayla belirlenen ve hükümetten/siyasetten bağımsız

117 Ha-Joon Chang; Ilene Grabel, Kalkınma Yeniden – Alternatif İktisat Politikaları Elkitabı, (Çev.

Emre Özçelik, Yay. Haz. Cem Somel), İmge Kitabevi, Ankara 2005, s. 232.

118 A.k., s. 234.

119 Peter Burnham, a.g.k. s. 176.

olarak kurulmuş ulusal bir kuruma devredilecektir. Kural belirlenimli yaklaşımlar esas olarak “hükümetlerin ekonomik politika yapma süreçlerini apolitikleştirmeyi (ve bu anlamda hükümeti deflasyonist politikaların politik sonuçlarından korumayı)”

amaçlar.120

Chang ve Grabel, bağımsız merkez bankalarının uygulamalarının neoliberal tezlerin aksine çıkarları düşük enflasyonla örtüşen finans burjuvazisinden yana işlediğini; çünkü enflasyonun en fazla ve en doğrudan bu kesimin çıkarlarına dokunduğunu ifade ediyorlar. Tam da bu nedenle dinamik bir yapıya ve siyasi yaptırım gücüne sahip, uluslararası sağlam bağları olan finans burjuvazisi kendi çıkarına hizmet eden bir para politikasını (sıkı para politikasıyla enflasyonu önleme) en iyi uygulayacak kurumsal yapıyı, yani Merkez Bankasının bağımsızlaştırılmasını savunmaktadır.121 Neoliberal görüşe göre “Post-Washington Mutabakatı” olarak da anılan yeni neoliberal evrede Merkez Bankaları faiz ve kur politikalarıyla uluslararası finans sermayesinin spekülatif kararlarını muğlaklaştıracak müdahalelerden kaçınmalı; görevi sadece fiyat istikrarını sağlamak olmalıdır. Bunun dışındaki amaçlar finans sermayesinin karar almasını güçleştireceği gibi ayrıca reel sektörlerin istihdam, üretim, ihracat gibi finans kesimlerini ilgilendirmeyen sorunları arasında ikinci plana itilmesine de yol açabilecektir. Bu nedenle “bağımsız merkez bankası” ya da “yönetişim” gibi kavramlar ile aslında ulusal ekonomilerin seçimle iş başına gelmiş hükümetler yerine doğrudan doğruya finans sermayesinin çıkarları ile örtüşen bağımsız düzenleyici kurumlar eliyle yönetilmesi gündeme gelmektedir.122

Bununla birlikte Merkez Bankalarının özerkleştirilmesi sadece uluslararası finans kesimi tarafından değil aynı zamanda hükümetler ve hakim sermaye kesimleri tarafından da desteklenir. Çünkü, ekonomi yönetiminin siyasetten arındırılması ve Merkez Bankasının özerkleştirilmesi yukarıda da ifade ettiğimiz gibi devletin uyguladığı enflasyon karşıtı sıkı para politikalarına yönelecek tepkileri dışsallaştırmada önemli bir işlev görmektedir. Enflasyon karşıtı politikalar özünde sınıf mücadelesini keskinleştiren politikalardır; ve bu anlamda sınıf mücadelesinin baskısı özerkleşme sayesinde bankanın ve ekonomi yönetiminin siyasi bir

120 Peter Burnham, a.g.k., s. 176.

121 Ha-Joon Chang; Ilene Grabel, a.g.k., s. 234.

122 Erinç Yeldan, “Merkez Bankası: Bağımsız mı? İlgisiz mi?”,

www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_Gazete/Yeldan_Mart05.pdf (10.06.2005)

müdahaleye karşı korunduğu savına dayalı olarak savuşturulur. “Aslında enflasyon karşıtı politikaların uygulanma sürecinde ‘otomatik pilot’a geçmek, sadece ekonomik krizi çözmek için değil, daha da önemlisi ekonomik politika oluşturma sürecini sözde siyasetten ‘arındırmak’ ve devleti siyasal olarak bu süreçten azat ederken varolan süreçteki rolünü kamufle etmenin ve bu yolla devletin siyasal krizini de çözmenin bir yoludur.”123

Kısacası, Merkez Bankaları “küreselleşmenin nimetlerinden yararlanmak için”

para, faiz ve döviz kuru politikalarıyla uluslararası sermaye akımlarının önünde engel oluşturmamalı; görevi, fiyat ve kur istikrarını sağlamak ve ulusal piyasada yüksek finansal getiri düzeyini korumak olmalıdır. Öte yandan bu süreçte kamu maliye politikaları da doğrudan doğruya “faiz dışı fazla veren bütçe” amacına sıkıştırılmakta; kamu maliyesi uluslararası sermayenin çıkar alanını genişletmek için gerekli önlemleri almaya koşullandırılmaktadır. Kamu tüketim ve harcamalarında kısıntıları beraberinde getiren bu politika sonucunda kamusal alanın sınırları giderek daraltıldığı gibi kâr amaçlı olmayan tüm sosyal altyapı faaliyetleri finansal sermayenin faaliyet alanına çekilmektedir.124

II. NEOLİBERAL KÜRESELLEŞME DÖNEMİ VE TÜRKİYE’DE DEVLET